Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 23 MAYIS 2010 / SAYI 1261 Hakan Kırdar “Problemli Manzara” sergisi Outlet İhraç Fazlası Sanat Merkezi’nde. ATAOL BEHRAMOĞLU Dört kız kardeş Başlığı yanlış okumadınız. Ya da ben üç ve dördü karıştırmadım. Konu, Çehov’un oyunu değil. Aslında, bir trajedi konusu. Fakat zaman öyle hızlı akıyor ki oturup bir trajedi tasarlamaya vaktimiz yok. Pazar yazısı için notlarımı karıştırırken “dört kızkardeş” başlıklı “dosya”yla karşılaştığımda, içeriğini önce anımsamadım bile. Belki sizler de çoktan unuttunuz. Oysa Çehovumsu renkler de taşıyan bir trajedi konusu bu... *** Aradan ne kadar zaman geçti? Bir yıl mı, daha az mı, daha çok mu? Ceyhan Irmağı kıyısında cesetleri bulunan dört kız kardeşten söz ediyorum... Dosyadaki haberyazıyı nereden aldığımı not etmemişim. Ayrıntılar yeterince açık. En büyükleri, 23 yaşındaki Hamide, Stephen King tutkunu... Cesedinin yanında (belki çantasında) psikolojik tedavi ilaçları bulunuyor. Çevrede “sofu dayı” olarak tanınan ve tarikat mensubu olduğu bilinen babanın, Hasibe’yi istemediği biriyle evlenmeye zorladığı söyleniyor. Dört kız kardeşin ölümlerinin üzerinde, sakallı ve yaşından büyük gösteren biri diye tarif edilen bu babanın karanlık görüntüsünün bulunduğu çok açık. *** İkisi on yedi (Ayşe, Emine), en küçükleri (Asiye) on altı yaşındaki öteki üç kızın, özellikle de Asiye’nin izini öğretmenlerinin tanıklığıyla sürüyoruz... Çocuklar için genellikle söylenen, çalışkan, azimli, fakat içe kapanık oldukları... Adana’ya on beş yıl önce Diyarbakır’dan göçen sekiz çocuklu ailenin bu dört kız çocuğunun birbirlerine çok bağlı oldukları özellikle vurgulanıyor. Başka nasıl olabilirlerdi? Belli ki yazgılarına birlikte direnmeye, yaşama birlikte tutunmaya çalışıyorlar. Ölüme birlikte gittikleri gibi.... *** Çehov’un oyunundaki öykü trajik değil dramatiktir. 19. yüzyıl Rusyası’nda, bir taşra kentinin atmosferinde kurgulanan oyunun üç kahramanı, tarikat mesubu bir sofu dayının değil, bir generalin, sevilen bir babanın çocuklarıdır... Hayallerindeki Moskova’ya gidememiş olsalar da kaderlerinin trajediyle sonlandığı söylenemez. Adana’daki dört kız kardeş, 21. yüzyıl Türkiyesi’nde, çok daha çıkışsız bir yazgının kurbanıdırlar. *** Çehov’un Üç Kız Kardeş’i bizlere bir akraba yakınlığında. Bizdeki dört kız kardeşi o kadar kadar yakından tanıdığımızı sanmıyorum. O çocuklar için bir şey yapamadığımıza utanıyorum. G ataolb@cumhuriyet.com.tr Yere bakmayı öneriyorum... ESRA AÇIKGÖZ aldırım taşları, kimisi yerinde, kimisi yerinden sökülmüş… Belki fırlatılmayı bekliyor belki de tamir edilmeyi… Hakan Kırdar’ın Outlet İhraç Fazlası Sanat Merkezi’ndeki “Problemli Manzara” sergisi, bize kente bakmayı öneriyor. Sözü edilen görmekle sınırlı bir bakma eylemi değil, siyasal, ekonomik, içsel bir algılama sürecinden bahsediyor Kırdar. Biz de Hakan Kırdar’la problemli manzaralar üzerine konuştuk… Oraya kadar gitmişken, Merkez’de onunla eşzamanlı gösterilen, Merve Şendil’in “Üç Şehrin Hikâyesi” sergisini de gezmeyi unutmayın. Sanatçılar genelde göze hoş gelen manzaraları yansıtırlar işlerine. Problemli manzaralar üzerine bir çalışma yapma fikri nasıl gelişti? Toplumda sanatla ilgili birçok klişe mevcut. Bu klişelerin başında da, manzara resminin hoşa gitmesi gerektiği yargısı geliyor. Benim derdim, hoşa gidecek manzaraları yeniden üretmekten çok, zaten gözümüzün önünde duran problemli manzaraları açığa çıkarmaktı. Serginin temeli aslında Batı’da çok zaman önce tartışmaya açılmış, Türkiye’de ise 80’den sonra konuşulan ancak hâlâ net karara bağlanamamış kamusal alan/kamusal mekân konusunu son derece yalın bir biçimde ele almaktı. Benim bu meseleye yaklaşımım, sokağın fiziksel dokusuna son derece yakından bakarak aslında o yakınlığın içerdiği problemleri görünür kılmaktı. Neler bu problemler? Kente bakmaya başlayınca ne gibi problemler gördünüz? Resimlere yansıyan problemleri mecazi olarak anlamlandırmayı tercih ediyorum. Bunları mikro ve makro ölçekte değerlendirebiliriz. Mikro ölçekte bakarsak, yollarımız ve kaldırımlarımız da güncel politik ortamımız gibi. Ya kaldırım taşları ustaca dizilmemiştir, kırık ve dağılmıştır, zemin çökmüştür, ızgaranın demiri eğrilmiştir, kopmuştur ya da bitmek bilmeyen bir yıkmayeniden yapma sürecine şahit olursunuz. Bizde neden siyasi bir skandalda ya da seçim yenilgisinde Batılı politikacılar gibi normal yolla istifa eden kimse yok? Bu ikisinin birbiriyle son derece ilişkili olduğunu düşünüyorum. Makro ölçekte ise, bu problemlerin ülke ve medeniyetimiz adına bir sistem sorununa işaret ettiğini söyleyebilirim. Gelenek / modernleşme ve çağdaşlık Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı, hâlâ önünde duran ve çözmeye çalıştığı en temel mesele. Bu yüzden, güçlü bir imge olduğu için serginin öznesi de, nesnesi de kent. K Niye bize bu manzarayı göstermek için fotoğrafı değil de, gerçeğinden ayırt edilemeyecek bir resim anlayışını tercih ettiniz? Tercihim tamamen sanatsal dil ile ilgili. Fotoğraf daha nesnel bir dil. Oysa resmin halen öznel olduğunu ve resim yoluyla çok daha kişiye özel bir dil kurulduğunu düşünüyorum. Resmin biricikliği, gerçek anlamda kopyalanamaz olması da bir tercih sebebi benim için. Aslında resimlerimin fotoğrafik bir algıyı da kışkırttığını görebilirsiniz. Gerçekçi tarzı neden tercih ettiğime gelirsek, toplum olarak bu coğrafyadaki kültürlere ve yaşadığımız topraklara ilişkin sahiplenme, sahip olma ve aidiyet ilişkisi bağlamında bir problem yaşadığımıza inanıyorum. Yaşadığımız gerçeklikler ile gerçeklik algımız arasında bir kopukluk hissetmem, beni gerçekçi bir tarza yöneltmiş olabilir. Yere bakmak, biraz içe dönmeyi de getirir... Haklısınız. Mahcup olduğumuzda önümüze, yere bakarız. İçe kapanmak gibi. Serginin öznesi kent ise gizli öznesi de ben’imdir herhalde. Kentte dolaşırken, bir tür dışa açılırken aslında içime, içimize bakmaya, içe dönmeye çalıştım sanırım. Bir yandan da hayata dair temel sorunların cevaplarını aramaya devam ettim. Yolda yürürken, kaldırımlardan iner çıkarken dengemizi korumak için sık sık yere bakma gereksinimi duyarız. Bastığınız zemin, kaldırım taşları... Sonra kentin ızgara ve rögar kapaklarının altındaki göremediğiniz bir uzantısının olduğunu fark ediyorsunuz. Daha sonra öğrenilmiş bir edim olarak yere bakmaya devam ediyorsunuz. Bir farkındalık oluştuğu için de daha bir dikkatli bakıyorsunuz artık. Benim amacım bu doğal yollardan başlayıp gelişen deneyimi paylaşmak. Sokaklar ve kaldırım taşları, politik açıdan da önemli yapı taşlarıdır... Yaptığınız çalışmaların böyle çağrışımları da var mıydı sizin için? Tabii ki var. Sokaklar, Batı ve bizim gibi takip eden modernleşmelerde, kentsoylulaşma sürecinin bir sonucu olarak oldukça politize olmuştur. Bu yüzden sokak, kamusal bir mekân olarak bir bellek de sunmaktadır. 68’in ünlü sloganını hatırlayın: “Kaldırım taşlarının altında plaj var”. Kamuyu, kaldırım taşlarını sökmeye götürecek denli güçlü bir çağrıydı bu. Sokaklar, aynı zamanda, geçmişte ve bugün iktidar/vatandaş etkileşiminin en yoğun yaşandığı mekânlar. Kaldırım taşlarının silaha dönüştüğü sokak savaşları daha dün yaşanmış gibi belleklerimizde ve yarın bu savaşlar tekrar yaşanabilir. Sergide yerinden sökülmüş ve fırlatılmaya hazır kaldırım taşlarından oluşan bir resim serisi mevcut. G İstanbul’un kapıları açılıyor A rkitera Mimarlık Merkezi’nin organize ettiği Açık Kapı Festivali İstanbullulara yaşadıkları kentin kültürel ve mimari dokusunu daha yakından hissetmeleri için önemli bir fırsat sunuyor. Nasıl mı? İstanbul’da olağan koşullarda ziyaret edilmesi mümkün olmayan ya da ziyaret için özel izin alınması gereken tarihi ve mimari öneme sahip mekânlar halkın erişimine açılıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen festivalle halkın kentteki binalara ve mimari değerlere ilgisinin arttırılması amaçlanıyor. Festival sayesinde ziyaret edilebilecek yerler arasında Camialtı Tersanesi, Fener Rum Patrikhanesi, Ahırkapı Feneri, Deniz Palas, Selimiye Kışlası, Haydarpaşa Garı, SSK Zeyrek Binası, Yenikapı Marmaray Kazıları, Alman Konsolosluğu, Karaköy Yolcu Terminali ve Heybeliada Ruhban Okulu gibi yapılar bulunuyor. Festival 2230 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. G İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya / Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/ 75 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr Haydarpaşa İMÇ C M Y B C MY B