01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 21 ŞUBAT 2010 / SAYI 1248 ZÜLAL KALKANDELEN Şarkının çağrışımı zun süredir heyecanla beklediğim bir albümü geçen hafta elime alabildim. Albümü internet üzerinden satış yapan Londra’daki bağımsız bir CD dükkânından aldığım için elime geçmesi biraz uzun sürdü. Ancak o sabırsız bekleyişe değeceğini biliyordum. Çünkü çok sevdiğim postpunk grubu The Durutti Column’ün son çalışması “A Paean To Wilson”dı gelen. The Durutti Column, bu albümle, efsanevi Haçienda kulübünün ve Factory Records’ın kurucusu Tony Wilson’a şükranlarını sunuyor. “24 Hour Party People” filmini izlediyseniz, Tony Wilson’ı hemen hatırlarsınız. “Mr. Manchester” adıyla tanınan Wilson’ı filmde Steve Coogan canlandırmıştı. Wilson, ilk olarak The Durutti Column, ardından Happy Mondays, Joy Division gibi unutulmaz grupları Factory Records’a bağlayan menajerdi. Wilson, 2007’de kanserden ölünce, ilk evladı olarak gördüğü The Durutti Column, onun anısına bu albümü yaptı. Burada albümün olağanüstü müzikal kalitesini anlatmayacağım. Çünkü bu bir müzik yazısı değil. *** Bu denizaltı 1950’de battı... ZUHAL AYTOLUN stanbul Kraliyet Tiyatrosu, yeni oyunu Denizaltında Altı Tahammülfersa ile sahneye farklı bir renk daha getiriyor. 5 yıldır süren Hastasıyız oyunu ve televizyondaki Haneler dizisiyle belli bir izleyici kitlesi edinen tiyatronun öncelikli derdi güldürmek. Zaten birbirini tanıyan 10 arkadaş da bu amaçla çıkmışlar yola. 2005 yılında kurulan İstanbul Kraliyet Tiyatrosu, krallığını ilan etme yolunda ilerliyor. Amaçları güldürmek. Bu yavan ve sıradan bir komedi anlayışı değil. Hayata karşı bir duruşları var ve bunu kendi yöntemleriyle aktarıyorlar. Oyun metinleri Saygın Delibaş ve Fethi Kantarcı’nın kaleminden çıkıyor. Böylece Türk tiyatrosuna özgün senaryo da kazandırılmış oluyor. Ekip de önce kendi eğleniyor, sonra bu enerjiyi sahneden yansıtıyor. Haneler dizisi ise onlar için fırsat bir anlamda. Hem tanınırlık, hem de daha geniş kitlelere ulaşmak için bir araç. Bir sahnelerinin olması dilekleri. Orada drama ve müzik eğitimi de verilebilsin istiyorlar. Biz de yeni oyunları Denizaltında Altı Tahammülfersa için çaldık kapılarını. Saygın Delibaş ile oyunculardan Alper Düzen ve Serhan Ernak ile konuştuk. U İ Bu yazıda anlatmak istediğim şey, özellikle bir şarkının bana düşündürdüklerinden söz etmek. Şarkının adı “How Unbelievable”; yani “Ne Kadar İnanılmaz”. Son bir haftadır yüzlerce kez dinledim bu şarkıyı... Müzik yazılarımı okuyan Cumhuriyet okurları farkındadır; ben müzikle nefes alıp veren biriyim. Benim için, ertesi sabah ayağa kalkma isteği yaratan en önemli sebeplerden birisi müzik. O nedenle, bir şarkıyı çok seversem, garip bir şekilde, günlerce sürekli onu dinlediğim zamanlar oluyor. Bu da onlardan birisi... Şarkının büyüleyici ve son derece dokunaklı melodisine, aynı sözcükleri adeta mırıldanarak tekrarlayan bir kadın sesi eşlik ediyor. Ama kadının söyledikleri değil çarpıcı olan... Müziğin yavaşladığı bir yerde, şarkının tam ortasında, Tony Wilson'in hasta yatağında kaydedilmiş konuşma sesi duyuluyor. “Ne kadar inanılmaz ki, İşçi Partisi 10 yıldır iktidarda ve bu ülkedeki gelir dağılımı uçurumu daha da büyüdü” diyor. Tam bu anda müziğin yaylılarla yükselişi etkiyi iyice arttırıyor. Şarkının sonuna doğru Tony Wilson tekrar giriyor devreye. “Sosyalizm, kendi kompleks yapısı içinde, yüreğinizin derinliklerinde hissettiğiniz şu temel inanca dayanır: Yoksul bu derece yoksul, zengin de bu derece zengin olmamalıdır. Britanya’da zengin ve yoksul arasındaki uçurum büyümüştür.” *** Bu şarkıyı dinlerken ben de Türkiye’deki inanılmaz olayları ve çelişkileri düşündüm ister istemez... Ne kadar inanılmaz ki, dokunulmazlıkları kaldırma sözü vererek iktidar olan bir parti 8 yıldır iktidarda ama milletvekilleri hâlâ dokunulmaz... Ne kadar inanılmaz ki, yolsuzlukların üzerine gideceğini söyleyenler Deniz Feneri skandalının üzerini örtüyor... Ne kadar inanılmaz ki, mazlumun, yoksulun hakkını savunacağız diyenler, hakkını arayan Tekel işçilerini çoluk çocuk perişan ediyor... Ne kadar inanılmaz ki, halk egemenliği kavramını dillerine dolayanlar, seçime giderken hâlâ yüzde 10 barajını kaldırmıyor... Ne kadar inanılmaz ki, seçim zaferi sonrasında herkesin başbakanı olacağını iddia edenler, eczacıyla, doktorla, yargıyla, işçiyle, herkesle kavgalı... Ne kadar inanılmaz ki, ulusal çıkarları savunduklarını söyleyenler, bu ülkenin askerinin başına çuval geçirenleri ağırlıyor... Benzer durumları art arda sıralayıp sayfalarca uzatabilirim. Çünkü Türkiye, inanılmaz bir dönemden geçiyor. Ne kadar inanılmaz ki, demokrasi geliyor diye sevinenler de, sivil faşizme doğru gidildiğini görmüyor... Tony Wilson’a ve The Durutti Column’e şükranlarımla... G www.zulalkalkandelen.com / [email protected] Denizaltında Altı Tahammülfersa, İstanbul Kraliyet Tiyatrosu’nun yeni oyunu. Oyunda miadını doldurmuş “Dübür Bey” adlı denizaltının jilet olmak için çıktığı son sefer üzerinden bir Türkiye panoraması çiziliyor. Ekibin öncelikli derdi güldürmek. Zaten Türkiye’de yaşananlar da tek başına oldukça gülünç değil mi? temsil eder hale geliyor” diyor. Denizaltının adı da “Dübür Bey”. Onu da varın siz yorumlayın izleyince. Denizaltının mürettebatı da belli karakterlere ve kesimlere gönderme taşıyor. Delibaş, oyunu yazarken karakterlere herkesin aynı anda anlayacağı Türkiye’deki karşılıklarını yüklemeye çalıştıklarını dile getiriyor. Oyundaki karakterler de belli bir noktadan sonra birbirine karışıyor. O da bir anlamda Türkiye portresinin resmi. Düzen, “Roller zamanla iç içe geçiyor. Aynı Türkiye’de olduğu gibi. Eski solcular nasıl sonradan fabrika müdürü ya da reklamcı olduysa, her kesimde bunu tek tek örnekleyebiliyoruz. Karışıklıklar, dönüşümler, gömlek değiştirmeler hep Türkiye’de yaşadıklarımızı yansıtıyor” diyor. Denizaltının yaşadığı macera, karakterleri değişime uğratıp yeni ama tanıdık durumlar ortaya çıkarıyor. Pek çok da mesajı var aslında ama bunlar Delibaş’ın da söylediği gibi “tanıdık durumlar”. Hayatın bizatihi içinden olduğu içinse komediyi daha çok besliyor. Ergenekon, Amerika’nın dünyanın üzerindeki gözü, sahte çevreciler, dinin siyasete alet edilmesi, oy için dağıtılan patates, bulgur... Keskin ve didaktik bir dili yok. Komediye yedirilmiş hepsi. “1950’lerde battı bu gemi. Darbe yaptık olmadı, seçim yaptık olmadı” diyorlar aslında. Bu gemi enkaz halinde geldi bugünlere. 1950’lerden bugüne yaşananlar hepsi. Serhan Ernak da, “Bize öyle geldi, biz batırmadık, batıranlar utansın” diyor. Evet, aynı geminin yolcusuyuz ama tiyatronun da dileği, bundan sonra böyle gitmemesi. “Keşke değişse, o zaman gönül rahatlığıyla oyunu da kaldırabiliriz gösterimden” diyorlar, “Şu denizaltıyı bir yüzeye çıkarsınlar...” G www.istanbulkraliyettiyatrosu.com ROLLER DEĞİŞİYOR Denizaltında Altı Tahammülfersa, denizaltında tahammül edilemeyen anlamına geliyor. Bu tahammülsüzlüğü de Ahmet Saraçoğlu, Alper Düzen, Fırat Doğruloğlu, Serhan Ernak, Barış Başar ve Murat Akkoyunlu aktarıyor. Saygın Delibaş, Fethi Kantarcı ile oyunu yazmaya başladıklarında Hindistan’a jilet olmaya giden denizaltının yolculuk hikâyesi olarak başladıklarını, üzerine konuştukça oyunun da boyut değiştirdiğini anlatıyor. Denizaltı, farklı bir oyun mekânı. Bir de misyonu var. Bir Türkiye temsili aslında. Harap, yorgun... 1950’lerden günümüze Türkiye’nin siyasi ortamına, gündemine görüş ayırt etmeksizin göndermeler yapılıyor. Alper Düzen, “Sağcısına solcusuna, Atatürkçüsüne milliyetçisine, çevrecisine kadar herkese bir gönderme var. Zaten bu yüzden denizaltımız belli bir noktadan sonra Türkiye’yi Alper Düzen Serhan Ernak C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle