Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Bilgisayar bile onun adıyla açılıyor Sanıyorum Türkiye’nin en genç yayınevi patronusunuz. Üzerinizdeki sorumluluğu, gücü ya da yükü, nasıl tanımlarsınız? En genci ben miyim bilmiyorum, Türkiye’de 2 bin 800 yayınevi var. Sorumluluk derseniz, o aileme ve babama karşıdır. Babamı memnun şekilde uğurladım. Şimdi de memnun olacağını düşündüğüm işleri yapıyorum. Böyle olunca yük de olmuyor. İş anlamında babanız Erdal Öz, en çok hangi anlarda aklınıza düşer? Başarı, başarısızlık, umut... Hepsinde. Aslında benimki bir merak. “Acaba ne derdi?” diye bir soru hep bir yerlerde duruyor. Benim için yayınevi demek, babam demek. Onun masasında çalışıyorum, bilgisayarın adı hâlâ sistemde onun adıyla açılıyor. Çekmecelerde bıraktığı şeyler, olduğu gibi yerinde. Duvardaki tablo, masanın üzerindeki gözlüğü hep aynı yerinde. Bu anlamda hep yanımda. Bu güzel bir his. Ama canını da yakmaz mı insanın? Yakmaz çünkü onu geride bırakma ya da onunla rekabet etme ihtiyacı içinde değilim. Edemem de zaten. Onun kurduğu yayınevi ve koyduğu değerleri taşımak için buradayım. Bu, beni acıtmıyor. Onu her şeyiyle burada hissetmek, benim için bir değer. Ölümle barışık mısınız? Hayır. Asla da anlamıyorum. Ama babamı sorarsanız, onun ölümüyle barışığım. Üzerimde taşıdığım, vicdani yüklerle dolu bir sırt çantası yok. Olsaydı, bu çok yorardı. O yüzden gözümden uzaklaştırıp, yok sayacak bir ortam istemiyorum. G ZÜLAL KALKANDELEN Veri gazeteciliği S on yıllarda dijital medyada yaşanan değişimler, gazetecilik üzerinde büyük bir tartışma başlattı. Bir yandan gazetelerin kâğıt baskı olarak ömürlerinin kısa bir süre sonra biteceği konuşuluyor; diğer yandan gazeteciliğin tanımının değiştiği söyleniyor... Gazeteciliğin gelecekte ağırlıklı olarak dijital medyaya kayacağı artık görünen bir gerçek. Ancak mesleğin tanımı hakkında ifade edilen görüşlerin bir bölümüne katılmıyorum. Örneğin gazeteciliğin geleceğini “gonzo gazetecilik / yazarlıkta” görmüyorum. Kısaca, yazarın, çok daha öznel bir şekilde, doğruluk / sahicilik esasına bağlı kalma endişesi taşımadan, başlangıçtaki ana temadan uzaklaşarak işlediği; hayali kahramanlarla süsleyerek, abartılı bir dille kaleme aldığı yazılar bunlar... Bu tür yazıları eğlendirici bulanlar var. O nedenle mutlaka her zaman belli bir okuyucu kitlesi olacaktır. Fakat gazeteciliğin geleceğini buna bağlamak, “O tür yazmayanlar tasfiye olacaktır” demek, deyim yerindeyse isabetsiz bir atıştır. Gazeteler, her şeyden önce insanların doğruya ulaşma ihtiyacını karşılamak için var. “Ama internet, sosyal medya öyle gelişti ki, bilgiye çok daha önce ulaşmak mümkün. Neden eskimiş habere yer veren gazeteyi okusun” diyorsanız, doğru soru budur. *** Bu soruya en son yanıt Tim BernersLee’den geldi. Kendisi, “Web’in babası” diye tanınıyor; dünya çapında ağ (World Wide Web) olarak tanımlanan bilgi paylaşım sistemini kuran bilgisayar profesörü. Demiş ki BernersLee: “Veri analizi, gazeteciliğin geleceğidir.” Ve şöyle devam etmiş: Gazeteciler, eskiden beri haberleri barlarda dönen sohbetlerden çıkarır. Bazı durumlarda yine bu yöntem kullanılacak olsa da, artık geleceği belirleyecek esas yöntem, veri analizidir. Gazeteci, öncelikle verileri anlayabilecek eğitime sahip olacak, sonra onları irdeleyecek ve en sonunda da ülkede olup bitenleri halka doğruluğu kuşku götürmez şekilde aktaracak. Tim BernersLee’nin bu sözleri, hükümetleri asıl denetleyecek olanın gazeteler aracılığıyla halk olacağını gösteriyor. Eğer gazeteler, asıl işlevlerini yerine getirir ve olan biteni verilere dayanarak açıklarsa, iktidarın halk tarafından doğru değerlendirilmesi olanaklı hale gelir. Bugün Türkiye gibi medyası iktidar baskısıyla güdümlenmiş ülkelerde demokrasinin işlemeyişinin en temel nedenlerinden birisidir bu. Tim BernersLee’nin sözleri, gazeteciliğin geleceği üzerine yapılan tartışmalara yeni bir boyut katarken, “analizlere dayanan ciddi yazıların artık ilgi görmediği“ şeklindeki görüşleri de çürütüyor. *** Veri gazeteciğilinin işlemesi için gerekli üç şart var. 1 Gerçekleri ortaya koyacak gazeteleri çıkarmaya azimli ve iktidar baskısına direnebilecek medya sahipleri olmalı. 2 Veri analizi yapabilecek gazeteciler yetiştirilmeli. 3 Resmi kurumların gazetecilere doğru veriler aktarması gerekli. Büyük ulusal medyanın iktidar korkusuyla hükümet broşürü çıkaran yayınlara döndüğü ortada. Resmi kurumların verilerinin doğruluğu da tartışılır. Bu sıkıntıların dışında, verileri değerlendirebilecek uzman gazeteci sorunu da var. Bugün gazetecilik eğitimi veren fakültelerde eğitimin yeterli olduğunu kim söyleyebilir? Oysa dünyada bu ihtiyacın farkında olanlar harekete geçmiş durumda. Örneğin The Guardian’ın haberine göre, Londra Kent Üniversitesi, gazetecilik bölümünün ders programına “data journalism” (veri gazeteciliği) eklenmiş. Ne diyelim; darısı bizim üniversitelerin de başına... Ama elbette önce medya üzerindeki iktidar baskısından kurtulmak lazım. O konuda var mı yaratıcı bir önerisi olan? G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com Fotoğraf: VEDAT ARIK Benim için yayınevi babam demek... Can Öz, Can Yayınları’nın genel müdürü. Aynı zamanda belki de Türkiye’nin en genç yayınevi patronu. Zaten yayıneviyle de neredeyse yaşıt. Üzerindeki yükün, sorumluluğun, gücün farkında olarak yoluna devam ediyor. Babası Erdal Öz’ü de hep yanında hissediyor. ZUHAL AYTOLUN an Öz, 30 yaşında. Babası Erdal Öz’ün kurduğu Can Yayınları’nın da, babasının vefatından sonra başındaki isim. Onun için yayınevi, işler, çalışma masası, yayın politikası, her şeyi babası. Öncelikli duyduğu sorumluluk ona. Babasının çizdiği yolu, koyduğu değerleri, kurduğu düzeni kendi eklediği yeniliklerle zenginleştiriyor. Omuzundaki sorumluluk büyük, yaşı genç. Ancak yine de canla başla çalışmanın peşinde. Yarın da İtalya’da olacak. Çünkü Can Yayınları, İtalyanca eserlerle, İtalyan kültürüne katkılarından dolayı İtalya Kültür, Varlıklar ve Etkinlikler Bakanlığı tarafından 2009 yılının yayınevi seçildi. Biz de Can Öz’le, hem ödülü, hem yayınevinin serüvenini hem de babasından kalan manevi mirası konuştuk. İtalya’dan “2009 Ulusal Çeviri Ödülü” aldınız. Bu ödül size ne ifade ediyor? Erdal Öz’ün kurduğu yayınevini doğru temsil ettiğimizi gösteriyor. Erdal Öz, dünyada bazı ülkelerin yayınlamaya cesaret edemediği yazarların kitaplarını Türkiye’de cesurca yayımlamış ve çok tutarlı bir yayın politikası oluşturmuş. Biz de bunu devam ettiriyoruz. Yayın politikasını demek ki İtalya’dan görülecek ölçüde doğru sahiplenmişiz ki ödüle layık görülmüşüz. Can Yayınları 1981’de kuruldu, 2006’da başına geldiniz. Süre gelen yayın politikasının yanı sıra siz nasıl bir bakış eklediniz? Örnekse Can Yayınları’nın Dünya Edebiyatı dizisinin adı Çağdaş Dünya Edebiyatı’ydı. Çünkü Erdal Öz, o dönemde çağdaş edebiyat akımının Türkiye’de yer bulmasına ciddi bir katkı sağlamıştır. Biz iki yıl önce dizinin adını değiştirdik. Çağdaşlık konusunda o günlerin dinamizmini yakaladığımızı düşünmüyorum. Şimdi, tekrar çağdaş akımları yakalayabilmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bu bakışta anahtar kelime, çağdaşlık. Bugünün kriterleri, 80’lerden farklı. Aynıyı yapmak bizi çağdaş tutmaz. Pazarlama faaliyetleriniz de dikkat çekici. Bu, rekabet ortamını kızıştırmıyor mu? Çıtayı yükseltmekten bahsediyoruz burada. Evet, birçok yayınevinden önce yenilikçi pazarlama stratejileri geliştiriyoruz. Sözgelimi bu ay, Türkiye’de ilk defa online imza günü yapacağız. Amerikalı yazar David Carnoy, evinden kitabevine yaptığı canlı bağlantıyla Neşter Müziği kitabını imzalayacak. Türkçe baskısı imzalanan kitaplar da okurların adresine teslim edilecek. Bu yolla okurun kitapla ilişkisini zenginleştirmeyi hedefliyoruz. Kitabı tanıtmak adına bir yöntem aslında. Kitap dünyasıyla okuyucu arasındaki ilişki nasıl? Bu, sahtekârca ve palavra bir ilişki. Çünkü yayıncılar iş yapan şirketlerdir. Dolayısıyla okura kitapla ilgili kendi düşüncemizi anlatmanın pek fazla âlemi yok. Okur, haklı olarak yayınevine güvenmiyor. Bu yöntemlerin ötesinde, iyi okur, bizim de yaptığımız bu pazarlama hikâyelerinin dışına çıkıp kendi kararını verebilen okurdur. Ancak okurun üzerinde gittikçe artan bir bombardıman var. Yayınevinin amacı okurun güvenini kazanmak olmalı. O halde pazarlama bir yol. Ancak onun ağına takılmıyorsunuz? Yayın politikası burada devreye giriyor. Okur, yayınevinin çıkardığı kitaba güvenmeli. O da zamanla, yayınlarını takip ettikçe olur. Bizim pazarlama adına yaptığımız en doğru şey, istikrarlı yayın yapmak. Gücümüzü de buradan alıyoruz. Yayın dünyasında tehlikeli gördüğünüz şeyler neler? Bestseller, korsan kitap, ekitap... Yayın inceliği yerini para kabalığına bıraktı. Yayın sektörü kültür koyulup para kazanılan yer olmaktan çıktı. Dolayısıyla bu, ülkenin kültürel dokusuna zarar verecek noktaya gidiyor. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da böyle. Siz nasıl bir duruş belirliyorsunuz? Bir duruş belirlemek için önce var olmak gerek. İsterim ki kapitalist sistemin karşısında durabilen bir güç olabilelim. Ancak henüz sesimiz gür çıkmaz. Yayınevi güçlendikçe tavrı netleşecektir. Bunun için birkaç yılımız daha var. Yayınevi olarak gençlere nasıl destek veriyorsunuz? İyi edebiyatın yaşı yok. Biz, genç ya da yaşlı, iyi edebiyatçıların peşindeyiz. O yüzden de yayımladığımız kitapların üçte birinden zarar ediyoruz. Bu, yayınevinin bir sorumluluğu. İleride daha çok zarar edebilen bir yayınevi olmayı hedefliyoruz. G C Kitapla profesyonel bir ilişkim yok Kitaplarla ilgili çocukluğunuza ait neler hatırlıyorsunuz? Babam eve hep kitaplarla gelirdi. Annem de masallar okurdu. Ama yine de babam kadar iyi bir okur olmadım. Sevdiğim kitaplardan ötesini okumaya tahammülüm yok. Kitapla aslında profesyonel bir ilişki kuramıyorum. Haftada kaç kitap okursunuz? Bir ya da iki. Daha fazlası olmuyor. Siz de yazıyor musunuz? Hayır. İleride de yazabileceğimi sanmıyorum. Fazla bir numara yok benim yazdıklarımda. Anneniz Samiye Hanımla beraber çalışıyorsunuz. İş ilişkileriniz nasıl? Annem Can Yayınları’nın genel yayın yönetmeni. Başta öyle tutmak zor olsa da iş ilişkimiz işle sınırlı artık. Ancak tuhaf bir hiyerarşimiz de yok değil. Şirketin sahibi ve en büyük hissedarı annem. Ben ona bağlı çalışan genel müdürüm, o da bana bağlı çalışan yayın yönetmeni. Yumurta tavuk ilişkisi gibi. Ancak bu durumların sıkıntı olmasına izin vermiyoruz. Kız kardeşiniz Zeynep, neden sizinle çalışmıyor? O bizimle çalışmak istemiyor. İş konusuna gelince acımasız olabiliyorum. Kız kardeşim de hassas bir yerde benim için. Sanırım birkaç kez işle ilgili onu kırdım. Ama ileride bunu aşarız. Şimdi 28 yaşında, Habitat’ın gençlik kollarında “Paramı Yönetiyorum” projesinde yönetici. Esas niyeti de akademisyen olmak. Ama ileride onu yayınevine çekmeyi istiyorum. G zuhala@cumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B