28 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 7 Leman bir gelenek, yoldaşlık, hatta bir okul. 1000. sayısını kutlamaya hazırlanan Leman ekibi heyecanlı. Onlar 12 Eylül sonrası apolitik yetişen kuşağın silkinmesi gerektiğini düşünüyor. Öğrenci olayları da yeni bir dönüşümün başlangıcı olabilir. Yani havadaki tekin olmayan bu durgunluk fırtınanın habercisi. Tuncay Akgün’ün deyişiyle “Yalnızca biraz rüzgâr eksiğimiz var”. Röportaj: ALİ DENİZ USLU Fotoğraf: VEDAT ARIK Sadece travestiyi oynamak istemiyoruz Teslimiyet filmi seks işçiliği yapan travestilerin hikâyelerine değiniyor. Bunu da sinemanın ve basının travestiler üzerinde yarattığı klişelerden kaçınarak yapıyor. Filmin transseksüel başrol oyuncuları anlatıyor. Seyhan Arman ve Ayta Sözeri. Fotoğraf: VEDAT ARIK Yalaka mizah nedir, hiç bilemedik L eman ekibinde 1000. sayının heyecanı ve yorgunluğu var. Dile kolay mizah dergiciliğinde 20 yıl. Hem de Türkiye gibi koşulları zor bir ülkede. Biz de baskı öncesi telaşının yaşandığı bir gece Leman’ın kalbine gittik. Yani Taksim, İmam Adnan Sokak’taki mabede. İlkin Bezgin Bekir’in yaratıcısı ve Leman dergisi kurucularından Tuncay Akgün’le buluştuk. Elbette 1000 sayıyı ve 20 yılı konuşmak kolay olmadı. Bir ucundan tutmaya çalıştık. İşte hikâyenin gerisi. Tuncay Akgün özellikle Leman’ı, Limon’un sürecinden ayırmadığını söyleyerek söze başlıyor; “Limon 1986 yılında hayata başladı. Altı yıl sürdü, sonra Leman’a evrildi. Ara vermeden farklılıklar taşıyan bir süreç yaşadık. Bu anlamda Leman bir almanak, tarihe tanık, hatta saygın bir belge. Politik, muhalif, bıçkın. Süreçlere etkin bir müdahalesi söz konusu. Özellikle de 19902000 arasında bunu çok iyi yapıyordu ve bir fenomendi”. Leman’ın macerası uzun bir yol arkadaşlığı ve yoldaşlık. Bu kimyayı oluşturan yapı taşlarından en önemlisi de bu yolu beraber yürüme istekleri. Birkaç kuşak bir arada. Usta çırak ilişkisiyle büyüyen bir gelenek Leman. Dışarıdan kolay görünmesine rağmen mesaileri ağır. Çünkü onların mizahı güldürmekten çok daha öte. Hep söyleriz ya, “Türkiye’nin gündemi zengin, mizah damarı da var”. Bu klişe gerçek. Politik figürlerinde de olası tuhaflık ve tutarsızlıklar yüzünden malzeme çok. Ama Akgün son yıllarda çok zorlandıklarını söylüyor. Baskılar artmış. Gerçi iktidar yanlısı olmayan herkes bundan payını alıyor. Ona göre öğrenci olayları yeni bir dönüşümün başlangıcı olabilir. “Havadaki tekin olmayan bu durgunluk fırtınanın habercisi. Yalnızca biraz rüzgâr eksiğimiz var” diyor. 12 Eylül sonrası apolitik yetişen kuşağın silkinmesi gerektiğini düşünüyor. Suni kutuplaşma, solun sağa kayması, sağın solculuk olarak yutturulmaya çalışılmasından da sıkılmış. Bu flu durumun asıl tehdit olduğuna dikkat çekiyor. Ne olduğunu bildiğimiz ama nereden ve ne zaman geleceğini bilmediğimiz bir zihniyetle uğraşmanın zorluklarının farkında. Ama umutlu çünkü zeki gençlerin yeniden solcu olmaya başladıklarını söylüyor, “Çığ başlayacak, ilk hareketi bekliyor o kadar”. Birkaç kuşak Leman’la büyüdü. Sonra internet sarıp sarmaladı her yeri. Bu mizaha ve Leman’a nasıl yansıdı? Yanıtlıyor: “İnternet bu anlamda acayip aptallaştırıcı, çok sosyal bir şekilde asosyalleştiriyor. Elbette aynı zamanda tüm dünyaya ulaşıp, benzerlerinle iletişime ve harekete geçme imkânı veriyor. Paradoksal bir durum. Hiç kimsenin bir şey söylemediği yıllarda en baskılı dönemlerde bile biz sözümüzü sakınmadık, hiç pişmanlık da yaşamadık. Mizah ve vicdan arasında çizgiyi iyi bildik. Gırgır’dan koptuk, uzun bir süre Leman hâkimiyeti oldu. Merkeze karşı, saldırgan bir tavırla yüz binler satarak bir dönemi geçirdik. Sonra ilk kopuşlar oldu. Hatta Oğuz Aral bu kopuşlar başladığında ‘şimdi tam bir kurum oldunuz’ demişti. Burası bir ekol ve okul. Yakında 1000. sayımızı kutlayacağız. Ama politik olmayacak bu sayı. Çünkü bu bir kutlama sayısı. Küçük bir mola vereceğiz. Sonra hız kesmeden yola devam!” anlamda bir nefes, bir soluk. Bu yoldan geçenler birbirini hep çok sevdi. O yüzden dostluğun ve kardeşliğin anlamını biliriz. Eskiden çok sosyalist zamanlardı, söz ve çizgi daha önemliydi. Ama bakıyorum da Leman sanki hep vardı ve de hep olacak”. Şampuan ve makarna okuyuculardan Leman’ın efsane kahramanlarında “Gönül Adamı” ve “Dumur Detayları”nın yaratıcısı Güneri İçoğlu, üstlerinde 1000. sayının yorgunluğu olduğunu söyleyerek devam ediyor: “Ben geride 32 yıl bıraktım, düşünün. Gırgır, Fırt, Limon. Şu an 45 yaşındayım. 13 yaşından beri çiziyorum ve yorulmak hakkım! Elbette mizah yorulmaz. Şimdi 1000. sayı ve 20. yıl kulağa ürkütücü geliyor. Pek görünen, tanınan insanlar olmadık, görünmezden de geldik. Türkiye'de mizahın her türlüsünü gördük. İtme, kakma, sefalet, her şey! Mesela Limon yıllarında okuyucudan gelen destekle yaşadığımız zamanlar oldu. Okuyucuya her anlamda muhtaçtık. Sultanahmet’teki yerimizde elektriksiz bir odada çalıştık. Türkiye'nin dört bir yanından şampuan, makarna geliyordu. Milli mücadele döneminde gibiydik. İşte tüm bunları toplarsak neden yorgun olduğumuz anlaşılır sanırım.” Son sözü de biraz sitemkâr: “Derviş Yunus söyler sözün, yaş dolmuştur iki gözü. Bizi bilmeyen ne bilsin, bilenlere selam olsun.” Erotik karikatürlerdeki telefonlar Aslan Özdemir’in mizah mesaisi ise Limon’la başladı. Tabii onu şiirleriyle tanımanız da mümkün. O da muhalefet yoksunu bir ülkede Leman’ın misyonundan bahsederek başlıyor söze; “1000. sayı! Şımarmak hakkımız aslında. Çok söze gerek yok. Biraz da buradaki yoğun mesaimizden aklımıza düşenlerden bahsedelim. Hep sabahlayarak çalışıyoruz. Bir gün çok üşümüştüm ve bir önceki günde resmi bayramdı. Binanın dışına astığımız Türk bayrağını alıp ona sarılıp uyudum. Sonra sabah içeriye bir okur girip ve Türk bayrağına sarılıp uyuyan bu adamı görünce “aaaahh şehit var burada!” diye feryat etmişti. Sonra ramazan davulcusuyla gece çalışırken uyuya kalanları uyandırırdık. Bir keresinde ruh çağırmıştık ama bir yaşayanın ruhunu! Gece sıkıldığımızda telefon işletmeleri yapardık. Hatta bir keresinde babamı aramışlar, ben de fark etmeden onu işletmeye kalkmıştım! Erotik karikatürlere ev ve cep numaralarımızı iliştirirdik, sonra o hattı kapatmak zorunda kalırdık. Bazen espri ile gerçeğin arasında kalıyorduk. Kısacası çok güzel günlerimiz oldu burada. İnternet bu işleri biraz bozdu. Okura yansımayan mizahımızı törpüledi. Şimdi herkes evinden yolluyor ve mutfağımızdaki o sıcaklık biraz azaldı.” Gırgır, Fırt, Limon, Çarşaf dergilerinden sonra karikatüristliğini Leman ve Evrensel gazetesinde devam ettiren, çizdiği bir karikatürden dolayı da Başbakan Tayyip Erdoğan ile davalık olan Sefer Selvi de bu dönemde muhalif mizahçılara daha çok ihtiyaç olduğunu düşünüyor. “AKP hükümeti gitmedikçe biz de bu işi bırakmayacağız. Emekli olmaya hiç niyetimiz yok” diyor. İktidar sahipleri gaddardır Zafer Aknar eski bir Cumhuriyet gazetesi çalışanı şimdi Leman’ın Yazıişleri Müdürü. Anlatması için soru sormaya zaten gerek yok, başlıyor: “Leman’ın Kâbe’si hep muhalefet ruhu oldu. Zaman zaman ‘bu ülkede hiç mi iyi şeyler olmuyor?’ dendi, eleştirildik. İyi şeyleri yazanlar zaten var. Bu ülkenini muhalefet ruhunu temsil ederken yalaka mizah nasıl oluyor biz bunu bilmiyoruz. Kralların soytarıları var, bu da bir tercih! Bizim, liderler, partiler ve özellikle AKP ile başımız sürekli derde girdi, öyle görünüyor ki girecek de. AKP halkın hafızasızlığına güvenerek teoriler öne sürüyor. Sanki her şey onlarla başlamış gibi bir resim çiziyorlar. Bu ülke onlarla var olmadı, demokratikleşmedi. İnsanları kandırıyorlar. Başbakan’ın bizi hedef göstermesinden yola çıkanlar da bize haddimizi bildirmeye çalışıyor. Ama iktidardakiler Derginin kapanmasını isteyen çok Bahadır Boysal, Leman’a 17 yaşında geldi. Bir o kadar zamandır da Leman’da. Günümüzde bıçkınlığından ödün vermeyen ve bağımsız kalabilen yayınların mizah dergileri olduğunu söylüyor: “Mücadeleyi yalnızca onlar sürdürüyor. ‘Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner’ önemli değil benim için. Çünkü bugün önemli. Gelecek ve geçmişte değil, şimdi de hareket etmek zorundayız. Bu derginin kapanmasını isteyenler çok. Tedirgin edici baskılar altında çalışmayı biliyoruz. Zorlandık, korktuk ama umudumuzu kaybetmedik. Bir kötü durum varsa zaten yaşıyoruz. AKP’nin ömrü doluyor. Leman da bu politika yaptıklarının ve eleştiriye açık olmaları gerektiğinin farkında değil gibi davranıyor. Tahammülünüz ve eleştiriye sabrınız yoksa bırakır gidersiniz”. Durum ortada; sahneye çıkarsanız alkışlanırsınız da yuhalanırsınız da. Akgün, “mizahı olmayan toplumun hayat damarlarından biri kopar” diyor, “mizah, muhalefet ve hayatın rengidir. Vicdan da muhaliflerde olur, iktidar sahipleri gaddardır. Irak'ta çocuklar ölürken iktidar sesini çıkaramıyor ama bizim uykularımız kaçıyor. Biz insanların ölmesini istemiyoruz. Vicdanı olan ayrım yapamaz. İktidarın keskin kılıcına zekâmızla karşı çıkmaktan başka çaremiz yok. Çünkü iktidar duyu kaybına yol açıyor, vicdanlar köreliyor”. Hani diyorlar ya “Türk'ün Türk’ten başka dostu yok” diye aslında Türk’ün Türk’ten başka düşmanı yok! Aknar da öyle düşünüyor, “Washington’da gazetecilik yapan bir gazeteci arkadaşımız, ‘her şeyi CIA'ya yüklüyorsunuz ama zaten her Türk bir CIA’ diyordu. Kahramanmaraş Olayları ve Hayata Dönüş’ün yıldönümündeyiz. Bunu CIA’nın yapmasına gerek yok ki? Zaten o içimizde, maşasıyız, hatta oyuz. Sonuçta iktidar ve büyük ülkeler düşmanlıkla besleniyor. 11 Eylül'den sonra silah tekellerinin hisseleri bir günde tavan yaptı. Barışın dünyanın hiçbir yerinde rantı yok. Kimse kardeş olmayı istemiyor”. Farklı renklere hiç tahammül yok, dinlemeyi bilme erdemi zaten yok. Biz korkutularak öğrendik pek çok şeyi. Neden ve niçini bilemeden. O yüzden “ötekileştirmek” gibi bir hastalığımız var. Tedavisi ise dinleyebilmek, empati kurabilmek ve uzlaşmanın bir mağlubiyet olmadığının farkına varmakta. Aknar soruyor, “Türkiye'de güçlü bir devlet var? Nerede, biz mi göremiyoruz?” Yanıtı da veriyor; “Herkesin kendi kanunu var, cezayı kesiyor. Korku toplumuyuz. Cuntacı faşist generalleri yargılayama, ama onun için oy iste. İhtimaller denizinden insan seç, onları içeri tık. Cinayeti işleyeni yargılama, kendince cinayet işleyebilir olanı, olasılık dahilinde içeride tut. Var mı böyle? İntikam üzerine bir dava bu. Bunun neden yapıldığını da sağır sultan bile biliyor”. G EMRE YALGIN Teslimiyet filmi yönetmeni DENİZ ÜLKÜTEKİN arlabaşı’nda seks işçiliği yapan üç travestinin hikâyesini anlatan Teslimiyet filmi, sinemadaki benzer örneklerinden farklı olarak transseksüel oyuncularla fazlasıyla içerden bir hikâyeye değiniyor. Filmin oyuncularından Seyhan Arman ve Ayta Sözeri tiyatro ve dizi geçmişine sahipler. İlk uzun metrajlı film deneyimlerinde de ana karakter olarak rol almışlar ve çok başarılılar. Onlar için en önemlisi trans bireylerin seslerini duyup, doğru örnekler olduğunu görmesi. İkisi de travesti rolleriyle sınırlı kalmak istemiyor. Filmde canlandırdığınız karakterlerden bahsedebilir misiniz? Seyhan Arman: Hayat evin annesi, yaş olarak hepsinden büyük. Daha deneyimli ve otoriter. Çünkü evi çekip çevirmesi lazım. Sert birisi gibi görünüyor ama duygusal bir kadın. Sahte bir aşk yaşadığını biliyor belki ve bunu çok dile getirmemeye çalışıyor. Acısıyla evdeki kızlara baskı uyguluyor, bir yandan da onları kolluyor. Ayta Sözeri: Aygül ara bir karakter. Hayat'tan öncesini ve Sanem’den sonrasını yaşıyor. Evdeki hengameden kurtulmak için kendini televizyona vermiş. Aslında hiçbir şeyi yok. Kadın programları seyredip, “tek dertli ben miyim, bak insanların ne derdi var” gibi şeyler düşünüyor. Herkesin beklediği bir kurtarıcısı varken onun kurtarıcısı geliyor; annesi. Bu yüzden çok önemli Aygül karakteri. Oynadığınız karakterlerle kendi hayatınız arasındaki farklar neydi? S. Arman: Ben Hayat gibi bir erkeğe tutunmadım. Beni kurtaran tiyatro oldu. Zamanında pavyonlarda çalışmış, ailesinden baskı görmüş biri ama benim için böyle olmadı. İnsanların gözünde hep “sanatçı çocuk”tum. Hayat için öyle değil. Ailesiyle olan, erkeklerle yaşadıkları, seks işçiliği; bu yüzden aşamaları hep daha zorlu ve savunma mekanizması daha güçlü. A. Sözeri: Aygül gibi Almanya’da doğdum. İki kültür arasında bocalayan jenerasyondanım. İlginç olan, Aygül'ü seks işçiliği yapmaya Hayat zorluyormuş gibi görünüyor. Ancak bir yandan da biliyor ki, bu yolu seçtiyse bu işi yapacak. Seks işçiliğine zorlanmış biri olmakla kendi mesleğini icra etmek arasında büyük farklar olmalı. S. Arman: Bir kişinin seks işçiliği yapmıyor olması kolaylıklar sağlıyor ama her zaman kurtarıcı oluyor demek değil. Seks işçiliği yapıp toplumla ilişkileri çok güçlü olan insanlar var. Evet alışverişte etkili, ev tutarken, aile ilişkilerinde etkili ama neticesine baktığında bir meslek. Tercih edilen, okulunda öğrenilen bir şey değil. Zorunlu zorunsuz başka bir şey ama bu bir iş. A. Sözeri: Bu işi yapan biyolojik kadınlar da bu sorunları yaşamıyor mu? Genelevde çalışana göre pavyonda çalışan daha namuslu değil midir? Toplumun düşüncesi belki ama ailenle ilgili problemler yaşayabiliyorsun. Ben kendi ailemle ilgili yaşadığım şeyi bildiğim için beni görmek istediklerinde görünümümden ve yönelimimden ödün Çekim yapalım diye işlerini bıraktılar Sinemada daha önce travestiler de konu edilmişti. Ancak travestilere pek rol verilmemişti. Siz böyle bir filmde rol vermeye nasıl karar verdiniz? Benim için zor bir karar değildi ama genelde önyargılı yaklaşılan bir konu. Çekimlerin sorunlu olacağı düşünülüyordu. Hem sinematografik açıdan böyle bir tercihte bulundum hem de politik açıdan doğru olan buydu. Çalışırken de bir zorluk yaşamadık. Çekimler sırasında sıkıntı yaşadınız mı? En önemli sorunumuz maddi sıkıntılardı. Film için finans bulamadık. Tabii ki senaryonun da etkisi vardı. Zaten önyargılı yaklaşılan bir konu. Bu tür duyarlılığı işleyen bir filme bütçe bulmak çok da fantastik bir düşünce. O yüzden ciddi bir beklentimiz yoktu. Bireysel yatırımımız vardı. Bir de sektördeki tanıdıklarımızdan bireysel destekler aldık. “Travestiler film setini bastı” diye bir haber okuduk. O tamamen bir asparagas. Oyuncu koçumuzla bir telefon röportajı yapıldı ve ortaya böyle bir haber çıktı. Çekim yaptığımız yer aynı zamanda transseksüel arkadaşların çalıştığı yerdi ve onlar bize çekim yapmamız için izin verdi. Kendi işlerini üç hafta boyunca bıraktılar. Zaten Tarlabaşı’ndaki transseksüellerle konuşmuştuk ve LGBTT camiası bu projeyi biliyordu. Bir yandan da onları anlatan bir film. G T vermiyorum. Bana sordukları tek şey “paranı televizyonda gördüklerimiz gibi mi kazanıyorsun.” Bir dönem ana haber bültenlerinde "travesti dehşeti" diye sabit bir bölüm vardı. Sanki cinsel yönelimle alakalı bir şiddet söz konusymuş gibi bir algı oluştu. S. Arman: Aslında sorun seks işçiliğinden çok ne kadar ikiyüzlü olduğumuz. Biyolojik kadın seks işçisi bu sokakta seks işçisidir, öbür sokakta başka bir kimliğe bürünebilir. Ama şimdi Ayta burada röportajı yaptı, öbür sokakta kim ne iş yaptığını nereden bilecek. Biz topluma bazı şeyleri bağırıyoruz. Sistemin bize dayattığı cinsiyete direniyoruz ve “hayır ben buyum” diyoruz. Aldığımız tepki de biraz bu yüzden. Seks işçiliği falan bahane. Sizce filmdeki karakterler bu durumu ne kadar yansıtıyor? S. Arman: Hiçbir filmin “bütün seks işçilerini ya da transseksüelleri anlatacağız” diye bir derdi olmaz. Bir kere bu bir kurmaca. Gerçek yanları var çünkü transseksüellere yer veren diğer filmlerden bir farkı var; bu filmin senarist ve yönetmeni transseksüelleri tanıyor. Böylece kalın seslerden, abartılı makyajlardan kaçındılar. Rolünüze nasıl hazırlandınız? S. Arman: LGBTT aktivisti olarak etrafımda çok arkadaşım olduğu için çok zorluk yaşamadım. Zaten bir oyuncu gittiği her yerde bir şeyler gözlemliyor. Daha önce böyle karakterleri oynadım ama işte televizyonda gördüğümüz “dehşet saçan travestiler” şeklinde. A. Sözeri: İşe çıkmaya “çark” deniliyor, ben de çarka çıktım. Öyle bir durumda kendimi çok mutsuz hayal ederdim ama onların da mutlu ve ulaşılmaz görünmek zorunda olduğunu fark ettim. Seslerimizi hep daha ince kullanıyormuşuz gibi geliyor ama biz orijinal seslerimizi kullandık. S. Arman: Beklenen transseksüel karakterler tam da biz değiliz. Peruk takan adam bekliyorlar. Bir sette, set işçisi “hocam burada tam bir travesti otrişi var” dedi. Bütün set dondu. “Yandık” dediler, bütün gün benle çekim yapacaklar. “Getir bakalım şu travesti otrişini” dedim, güldüm. Yapımcımız başka bir yapımcıya transseksüel rolü için bizi önermiş, o da “yok demiş ben onlarla uğraşamam gelir burada kavga çıkarırlar.” Ne munasebet niye sette kavga edeyim. “Ne zaman travesti dehşetini yaşatacaklar” diye bekliyorlar galiba. A. Sözeri: Tiyatroda zaten böyle bir şey yok ama dizilerde genelde transseksüel karakterler için çağırılıyoruz. Fakat oyuncu her şeyi oynayabilir. Biz de oynarız. Oynamak istediğiniz roller nedir? S. Arman: Hep kendimizi oynuyormuşuz gibi geliyor. Ben deliyi oynamak istiyorum ya da şizofreni. Uç noktalarda, kılıktan kılığa gireceğim, üzerine düşüneceğim, yaşayan halleriyle tanışabileceğim roller. A. Sözeri: Ben de seri katil oynamak isterim. Bir de İranlı bir karakteri. Farsça bile öğrenirim. “Soraya’yı Taşlamak”tan etkilendim herhalde. Bir de lezbiyeni oynamak isterim. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle