Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26 ARALIK 2010 / SAYI 1292 5 Her yüzyılın karanlık yüzü ayrı SELİN İŞCAN “Tehlikeli İlişkiler” oyunundan... Şebnem Köstem ve Selin İşcan, “Tehlikeli İlişkiler” ile sahnedeler. Bu bir 18. yüzyıl hikâyesi olsa da günümüze pek çok anlamda dokunan bir oyun. Entrika, aldatma, yalan... Belki de her yüzyılda kendine mutlaka yer bulabilen insana ait ihtiraslar bunlar. Çok da uzaklarda kalmamış olsa gerek! Öyle değil mi? SİNEM DÖNMEZ / ZUHAL AYTOLUN ŞEBNEM KÖSTEM elin İşcan, yaklaşık 10 yıldır rol aldığı pek çok oyun ve diziden sonra şimdi Tehlikeli İlişkiler oyununda Tourvel adlı karakteri canlandırıyor. Gelecek planları arasında yönetmenlik de olan İşcan'ın oyunculuk yolculuğu 7 yaşında gittiği bale gösterisiyle başlamış. Bale dersleri alan İşcan, lisede gittiği okul tiyatrosunun ilk oyunundan sonra kesin kararını vermiş. “Ben ne yapacağımı buldum, teşekkürler hayat” diyerek hem de. İlk parasını da lisedeyken figürasyon yaparak kazanmış. Hatta konservatuvara gitmek için başladığı kursun parasını da kendi kazanarak ödemiş. Çünkü baleye teşvik eden ailesi oyunculuk söz konusu olduğunda karşı çıkmış. Çok kavgalar edilmiş, galip Selin İşcan olmuş. Oyunculuğunu farklı kaynaklardan beslemek için devamlı okuyup workshoplara katılanlardan İşcan. Üç yıl boyunca yaptığı yönetmen yardımcılığının katkısını da göz ardı etmiyor. İki yıl Kenan Işık, bir yıl da Ayşe Nil Şamlıoğlu ile çalışan İşcan, bu süreçte bir oyuncu olarak içine düştüğü bütün zaafları ya da iyi yaptığı şeyleri başkalarının üzerinden görmenin kendisine çok faydası olduğunu söylüyor. Peki, diye soruyorum, “bunun normal bir seyirci olarak oyun izlemekten ne farkı var?” İşcan, yönetmen tarafında olunca bir oyunun başından sonuna kadarki devinimi, oyuncuların yönetmenle, tekstle ilişkilerini yani tüm o süreci görünce çorbada tuzu olduğunu daha bir hissettiğinden söz ediyor. Bu yüzden de yönetmenliğe doğru kaydığını hissedebiliyor insan konuşurken. Nitekim o da onaylıyor: “Oyuncu olarak kalmak bana yetmemeye başladı. Evet, yönetmenliğe yönelmek istiyorum.” Mesleği söz konusu olduğunda başarı ve kariyer sözcüklerinin çok afaki kaldığını söylüyor. Hatta bu sözcüklerden rahatsız olduğunu dile getiriyor. Başarının günümüzde sadece parayla özdeşleştirildiğini ve buna saygı duymadığını söylüyor: “Başarı şu anda para gibi görünüyor. Çok paran varsa çok başarılısın gibi. Tanrıyla para yer değiştirdi sanki, para için yapılmayacak şey yok. ‘Napalım kira ödenecek’ gibi bir mantık var. Doğru bulmuyorum bunu.” Kendisinin de o çarkın içinde olduğunun farkında ama çok da tamah etmediğini düşünüyor. Yer aldığı çeşitli dizilerden de çekildiğini ve bunun bir tercih meselesi olduğunu söylüyor: “Oynadığım bazı dizilerde çok acılar çektim. Bu cümleler nasıl benim ağzımdan çıkıyor ve halka ulaşıyor diye düşünüp dizilerden ayrılmışlığım da çok. 2 yıldır dizi yapmamanın nedeni de küçük tortular ve travmalar kalmasıdır.” Tehlikeli İlişkiler’de İşcan’ın canlandırdığı Tourvel, ilginç bir karakter. Âşık olup kocasını aldatan bir kadın ama iyinin ve masumun sembolü olmayı başarıyor. Peki bu nasıl mümkün olabiliyor? İşcan, “Ben bu romanı okuduğumda aklıma Çehov’un Martı’sındaki bir cümle geldi: ‘Günün birinde bir adam geliyor, görüyor onu ve yapacak başka bir işi olmadığından, yazık ediyor kuşcağıza’, küçük bir hikâye konusu işte...” diyor. “Oyunda da öyle. Oyun aslında Fransız aristokrasisinin ciddi bir eleştirisi. Adam gerçekten yapacak başka bir işi olmadığından Tourvel’i kendisine âşık ediyor. Sonra da çekip gidiyor. Ben bu oyunla dünyada hâlâ aşkın kaldığına inanmak istiyorum. Benim için bir çeşit kanıt.” G S nce perde açılıyor sonra da sahnedeki büyük perdeler iniyor aşağıya. Aynaları görüyoruz. Dev boy aynaları, 360 derece dönüyorlar. Oyuncular karşınızda, hatta kimi zaman kendiniz bile. Oyunu izlerken kendi yaşadığınız şaşkınlığa, gerginliğe, mutluluğa tanık olabiliyorsunuz. Farklı bir deneyim, aslında ilginç bir de tokat. Pandora’nın kutusu açılıyor. Bu, Şehir Tiyatroları’nın bu hafta izleyiciyle buluşan oyunu Tehlikeli İlişkiler. Laclos’un 18. yüzyıla gerçekten damgasını vurmuş, tamamı mektuplardan oluşan kült romanının Hampton tarafından oyunlaştırılmış hali. Yalnızlık, korkular, güçlü görünme kalkanı, entrika, sahtekârlık... Belki de her yüzyılda kendine mutlaka yer bulabilen, insana ait ihtiraslar bunlar. Şebnem Köstem de oyunda, bütün entrikaların başında duran, amacı belirleyen ve aslında o amacın içinde kendi yanan bir kadını oynuyor. Çevresinde saf ve genç birilerini gördüğü zaman, Ö hayatlarında her şeyin elbet kirleneceğini düşündüğü için onlarla acımasızca oyun oynayan bir kadını. Hem oyunu konuştuk Köstem'le hem de bu kavramların onun yaşamındaki izdüşümlerini... Tehlikeli İlişkiler oyunuyla sahnedesiniz. Nedir sizin için bu oyunu etkileyici kılan? Bu aslında Laclos’un 18. yüzyıla damgasını vurmuş kült bir romanı. Adından da anlaşıldığı gibi tehlikeli ilişkileri anlatıyor oyun. Ama baktığınızda her yüzyılın tehlikesinin farklı tarafları olduğunu görebilirsiniz. Kadın erkek ilişkilerinin hunharca kullanılması, ilişkilerin çıkara dönüşmesi, entrikalar... Bazen farklı ama çoklukla da aynı tehlikeler! Arka planında nasıl değerlerin yitip gittiğini görüyoruz peki? Çok varsıl aileleri görüyoruz sahnede. Bir şeyleri elde ettikten sonra büyük bir boşluğa düşüyorlar. Bugünkü topluma da yaklaşıyoruz bu anlamda. Bugünkü ilişkiler de o denli yozlaştı ki... Nüanslar değişmiş olsa da temel olarak ihanet değişmedi, elde edip sıkılıp hızla tüketme değişmedi. Yeni bir şeyi tüketme arzusu da öyle. Bu yüzyılda her şey çok hunharca ve hızlı geçiyor. Bizi tüketen sadece hız mı? Pek çok faktör olsa da beni metinde de en çok vuran nokta ne olursa olsun kişinin yalnızlığı. Elde ettiği şeyde kendi zaferini görmek istiyor insan. Ama o zaferden de mutlu olmuyor, yenisini arıyor. Ama bahsettiğimiz şey aşk, sevgiyse bu çok acımasız! Orada samimi duygulara ihtiyaç var. Belki geçmişte daha iyi korunuyordu, bilmiyorum ama gittikçe aşkta sakatlandığımızı düşünüyorum. Nasıl bir sakatlanma bu? Neyi kaybettik de neyi arıyoruz? Birbirimize olan samimiyetimizi kaybettik. Bu, bedeller konulacak bir şey değil. İnsanın hayatına çok insan girebilir. Ancak birini sevme fikri naiftir. Onu korumak için de küçücük şeyler yapmak lazım. Artık insanların beklentileri o kadar farklı ki... Kendime “Beni ne etkiler, ne yaralamaz?” desem, yanıtım “Beni sıcaklık sakatlamaz” olur. Oyunda sahnedeki aynalar da önemli bir rol üstleniyor. Hayatınızdaki aynaların size yansıttıkları ne ifade ediyor? Nasıl anlamlandırırsınız aynaları? Bir güçlülük oyunu oynuyoruz, bu net. İstanbul’da yaşıyorum, oyuncuyum, kadınım. Hiçbir şey sanıldığı kadar kolay değil. Güçlü durmaya elbet çalışıyorum. Ama güçlü dururken de yalnız olmak ve yalnız ölmek istemiyorum. Bence bir sevgiden beslenebilmek insanı daha güçlü kılıyor. Korkular varsa, işte sırf bu yüzden onlarla da yüzleşmek gerek. Cesaret o zaman gelir. Aynaya gelirsek, benim hayatımda önemli bir yeri var. Çünkü bana ne kadar büyüdüğümü, çizgilerimin bana iyi ya da kötü nasıl döndüğünü gösteren bir araç. Hayata karşı aldığım bütün yaraları yüzümdeki çizgilerde görüyorum. Onlarla barışık mısınız? Gözlerimdeki hesaplaşmaları, mutluluğumu, acımı görebildiğim yer ayna. Gördüğüm şey bazen beni acıtabiliyor. Yine de kendimle barışığım. Zaman zaman hayatla küsüyorum. Çünkü inandığım şeylerden vazgeçmiyorum. Verdiğim savaştan ya da birilerini sevmekten de... Karşılaştığım şeylerle yüzleşmeden yoluma devam edemiyorum. Beni bugüne taşıyan hayatın yanıtlarını bilmeliyim. Zorlu bir sektördesiniz. Sizin korunaklarınız var mı? Var tabii ama ben çok çalışırım. Hayattaki egzersizimi de bırakmam. Enstrümanım benim, başka bir şeyim yok. Onu sağlam tutma noktasında korunaklıyım. Camia içindeki mesleki entrikaların içinde de duran biri değilim zaten. 1993 yılından bu yana İstanbul Şehir Tiyatroları ailesindeyim, mutlu bir oyuncuyum. Hep, inandığım işleri yaptım. Bu rastlantı olmasa gerek. Bana göre er meydanı sahne. Hesabımı orada veriyorum. Peki ya gelecek projeleri? Sinema ya da dizi var mı gündemde? Elif Refiğ’in çektiği Ferah Feza adlı filmde oynayacağım. Bu bir umut filmi. Dizi ise bu aralar gündemimde yok. Bir de hakkıyla sahnelenen bir müzikalde rol almayı çok isterim. En büyük hayalim bu. G zuhalay@yahoo.com C M Y B C MY B