Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 SUNAY AKIN 7 HAZİRAN 2009 / SAYI 1211 Mağara Adamı / TAYYAR ÖZKAN (www.tayyarozkan.com) Nâzım Hikmet’in hiç bilinmeyen aşkı!.. E lizabeth Knight, Londra yakınındaki mezarlıkta günlerdir gezinmekte ve her mezar taşını tek tek incelemektedir. Bayan Knight’ı bu arayışa iten, sahafta bulduğu bir kitapdır. Kitap, Siyuların efsanevi kahramanı Uzun Kurt’un yaşamını içerir. Oglala Siyu kabilesinden Uzun Kurt, 1876’da, Rezervasyon bölgesinde yaşamak yerine, Buffalo Bill’in gösteri grubuna katılır. Londra’daki gösteriler sırasında zatürree olan Uzun Kurt, hastalığı atlatamaz ve son nefesini verir. Ölmeden önce bir tek isteği olur yanındakilerden: “Mezarıma kurt resmi yapın” topraklara ait olmaması gibi, mezar taşının da ilk önce yanlışlıkla başka bir mezara dikildiğidir. Bu hata, şairin eşi Vera’nın taşıma parası olan beş yüz rubleyi vermesiyle çözülür. Hayata gözlerini kapadığı 3 Haziran’dan yirmi gün önce “Humanite” gazetesinin yazarlarından Pierre Courtade’ın ölüm haberini alır Nâzım. Evlerinin yakınındaki gölün kıyısında elini suyun içinde usulca sallarken gözü dalıp gider ufka... On iki yıl süren cezaevi yaşantısından özgürlüğe adım attığı ilk gün olan 15 Temmuz 1950’de de, kendisini karşılayan arkadaşlarından Salacak’a götürülmesini ister. bir insan kalbi vardır. Nâzım, ilaçlı su içindeki kalbin bir kadına ait olduğunu anlar etiketinden. Bu olayın öylesine etkisinde kalır ki, “Kavanozdaki Yürek” adında bir şiir yazar: Doktor Litman İmre’nin masasında Bayan Çabai Yanoş’un kalbi Birazcık kibirli, birazcık mahzun Duruyor içinde bir kavanozun Kayısı güllerinin arasında İncecik yarılmış ortasından Bayan Çabai Yanoş’un yüreği Yarayı açan ne doktor Neşter mi, yoksa hasretlik mi? Bir ağlayanı var mı arkasından? Otuzundaymış, baktım etikete Yüreği Bayan Çabai Yanoş’un Evli miydi, ne iş tutar Bay Yanoş Belki şimdi Rojakert’te oturmuş Çekiyor akşamı seyrede ede Duruyor kavanozda çırılçıplak Bayan Çabai Yanoş’un yüreği Bayan kaç kere böyle bir kaba Reçel kaynatarak koydu acaba? Elbet gazlı bezden değildi kapak Kendi gitmişse de içinde odanın Yüreği Bayan Çabai Yanoş’un Almış da onu karşısına bir doktor Sırlarına ermeye çalışıyor Belki bir damarın, belki bir sevdanın Akıllı bir doktorun masasında Bayan Çabai Yanoş’unki gibi Yüreğimiz güllerin arasında Bizlerden sonra da faydalı olsun İçinde tertemiz bir kavanozun Evet, Nâzım Hikmet sevdiği kadınlar için şiirler yazmıştır ama, bilime âşıktır öncelikle. Onun kadınlarla olan ilişkisini kurcalamakta yeni bir şey değildir. Vakti zamanında da, şair için yapılan bir belgeselde, onun “kadınlara düşkünlüğü” vurgulanarak mikrofon Güzin Dino’ya uzatılır. Nâzım’ın arkadaşı şu karşılığı verir: “Orasını bilmem ama benim tanıdığım bütün kadınlar Nâzım’a düşkündü!..” Nâzım Hikmet’in şiiri yazdığı yıl olan 1955’te organ bağışı yapılmamaktadır. Şair, bu konunun önemini yıllar öncesinde kavramıştır. Elimde olsa, Nâzım Hikmet’in “Kavanozdaki Yürek” adlı şiirini tüm tıp fakültelerinin giriş kapısına yazarım. Organlarımızı bağışlayalım ama, kitap düşmanlarını asla! G Renklendirme: Fulya Çalışkan İşte, bu bilgiye erişen Bayan Knight’ın aradığı da Uzun Kurt’un mezarıdır... Ve Elizabeth Knight, 1 Mayıs 1992’de kurt resimli mezarı bulur, otuz beş bin mezar taşı arasından! Uzun Kurt’un torunu Kara Tüy’ün gözü okuduğu gazetedeki küçük ilana takılır. İlanda büyükbabasının adı geçmektedir. Uzun Kurt’un mezarını bulan Bayan Knight, Kızılderili reisin torunlarını aramaktadır şimdi de. Kara Tüy, 1997 yılının 25 Eylül günü, büyükbabasının kemiklerini almak üzere Londra’ya gelir. Üç gün sonra da Uzun Kurt, özgürlüğü uğruna direnirken yakalanıp bir sirk hayvanına dönüştürüldüğü topraklara gömülerek, huzura kavuşur. Nâzım Hikmet’in mezarı da özgürlüğü uğruna yaşamını feda ettiği ülkesinden uzaklarda, çok uzaklardadır. Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmeyi vasiyet ettiği şiirinde, bu dileği gerçekleşirse “taş maş da istemez hani” diyen Nâzım’ın, Moskova’daki mezarının başucunda son derece güzel bir anıt vardır. Bu taşın fotoğrafı birçok yerde yayımlanmıştır. Ama bilinmeyen, Nâzım’ın o Nâzım, tam karşısında elini suya sokar ve bakakalır Kız Kulesi’ne... Ne dersiniz, ölümünden kısa bir süre önce, elini suya soktuğu o gün, Nâzım Hikmet’in karşısında olmayı düşlediği hangi kuledir? Kalp hastası olan Nâzım Hikmet, Budapeşte seyahati sırasında rahatsızlanır ve Doktor Litman İmre’nin kapısını çalar. Doktor, muayenesini yaparken, şairin gözü masanın üstündeki kavanoza takılır. Kavanozun içinde Ressam Nâzım Hikmet’in bir tablosu... Mayınlara çevreci yöntem METE KIZIK M ayınlar klasik savaş aracı olarak kabul görüyor. Amaç düşman güçlerin yürüyüşünü yavaşlatmak, yönlerini değiştirmek ve durdurmak. Mayınların temizlenmesi iki grupta gerçekleştiriliyor: Toprağa gömülü mayınların temizlenmesi ve deniz mayınlarının temizlenmesi. Birincisi barış zamanında gerçekleştirilirken ikincisi askeri etkinlik olarak değerlendiriliyor. Kara mayınlarından ölenler ise özellikle yoksul ülkelerin insanları ve çocukları... Çünkü kelebek şeklinde mayınları çocuklar oyuncak sanıyorlar. Özellikle “unutulan” mayınlar sıkça hatırlatıyor kendini... Rüzgârlar, yağmurlar, sıcak, gürültü nedeniyle bile kendiliğinden patlıyor. Batı’nın sattığı bu silahlardan ayağını, kolunu, parmağını kaybedenlere güya Batı’nın yardımsever denizfenerleri kuruluşları protez yollayarak, hastane açarak, doktor yollayarak vicdanını temizlemeye kalkıyor, hümanizm reklamı yapıyor... Ottowa Sözleşmesi gereği ülkeler mayınlarını imha etmek zorunda. Türkiye de 2014 yılına kadar toplam 4 milyon mayından kurtulmakla yükümlü. Dünya çapındaki tüm mayınların temizlenmesi için 100 milyar dolara gereksinim var. Bir kilometrelik alanın temizliği 1 ila 2 milyon dolara mal oluyor. Ortadoğu’da pazarlarda bile 2 Avro’ya satılabilen mayınların her birinin temizlenmesi yaklaşık yüz saate ve 1000 dolara mal oluyor. Sınırlarımızdaki mayınların temizlenmesi için 700 milyon dolar gerekli. Bu alanda yeni teknolojileri kullanma çalışmaları sürüyor. Özellikle AB, ABD, Kanada ve Japonya bu alanda öne çıkan ülkeler. Radarlı, GPS’li aramalardan, hayvanlara (köpek, arı, fare) panzerli buldozerlerden sismik dalga taramalarıyla sudan ucuza sattıkları mayınları arıyorlar. Satan onlar temizleyen onlar, A’dan Z’ye mayının ticaretini yapan onlar... Ancak Batılı şirketlerin bu pazarına çomak sokacak çevreci, doğaya zarar vermeyecek yöntem Türkiye’den gelmek üzere... Nasıl mı? Bilkent Üniversitesi’ne bağlı Ulusal Nanoteknoloji Merkezi (UNAM)’da çalışan bir grup genç bilim insanı bakteriyle mayının yerini saptayacak. Seçilen bakteri doğada bulunan türden. Ancak genleri değiştiriyor ve toprağa serpiliyor, bu sayede patlayıcı maddeler buhar halinde dışarı çıkıyor. Bu buharla etkileşime giren bakteri ışıma yapan bir proteini ortaya çıkartıyor. Söz konusu çalışmayı yapan grubun üyelerinden Sıla Toksöz, yöntemi anlatıyor: “Plazmik denilen yuvarlak genlerin içine istediğiniz geni koyuyorsunuz. Bu protein üretilmesini istediğiniz gendir. Mayınlı arazilere zirai ilaçlama uçaklarıyla serpilecek. İki olasılık var; ya o bakteride yuvarlak bir DNA olarak kalacaktır ya da bakterinin kendi DNA’sının içine girecektir. Bizim burada istediğimiz parlayan bir protein. Işıma sonrasında mayınların yerleri kamera yardımıyla tespit edilecek. Bizim çalışacağımız madde TNT. Toprağa serptiğimiz bakteri TNT olması durumunda bakterinin içinde bir proteine bağlanıyor. O da gidip DNA’ya bağlanıyor. Yani arada bir spesifik protein var ve bu proteini dizayn ediyorsunuz. Bu durumda bakteri patlayıcı mayının bozulmasını sağlayıp, yerini belli edecek.” Peki, bu genç insanımızın emekleri boşa mı gidecek? Suriye sınırındaki mayınların temizleme süreci şimdiki manzarasıyla adeta “matruşka”... Temizleme sürecinde hem mali yönden hem de toprak ve de yeraltı ve üstü kaynaklarından pay kapmak isteyenler çok fazla... AKP iktidarı 8 yıllık imza sürecinde mayınlar konusunda milim yol alırken, bu alanda dünya çapında etki yapacak olan gençlerimizin buluşuna nihayet, Savunma Sanayi Müşteşarlığı destek vermeye başladı. Projenin gerçekleştirilme süreci sekteye uğramazsa veya uğratılmazsa bu alanda çığır açacak yöntemin yaratıcısı bizim gençlerimiz olacak... Belki de yetişirse Suriye sınırındaki mayınlar bu yöntemle temizlenebilecek... Hem insanlık, hem doğa kurtulacak... G metekizik@cumhuriyet.com.tr. C M Y B C MY B