22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

31 MAYIS 2009 / SAYI 1210 7 DÜNYALI YAZILAR İstanbul’da bir yaz akşamı ve Loreena... Loreena McKennitt müziğinde yalnızca hissettiklerinin peşine düşüyor. Bu kadar dinlenilebilir olmasının nedenini de böyle açıklıyor. Hayatın ve umudun paylaştıkça çoğaldığını düşünüyor. Ona göre keşfedeceklerimiz çok, ama ömrümüz kısa. O yüzden beklemenin anlamı yok. ALİ DENİZ USLU çok müzisyen başlangıçlarında uzağa gidemezler. Sizin şansınız neydi? Benim şansım içimden gelenleri şarkı yaptığımda hissedilebilir ve kolay anlaşılır olması. Bunu sağlayan da sözcükler değil, müzik ve sesimin rengi. Zaten tek derdim etkilendiğim hikâyeleri insanlara kendimce anlatabilmek. Bunun umuduyla 1985 yılında plak şirketimi kurduğumdan beri şarkılarımı yüzbinlerce insan dinliyor. Bu konuda alçakgönüllü davranmak istemiyorum. Ama ilk başlarda ben de bunu hayal edemezdim. Şarkılarınızı ve albümlerinizi belirli konular üzerinden yapmak gibi bir derdiniz var. Mevlana ve Fatih Sultan Mehmet de Türkiye’nin payına düşenler. Müzikte duyguya inanıyorum ve sadece hissettiklerimin peşine düşüyorum. Paylaştıkça da hisleriniz çoğalıyor. Bu işin temeli ise farklı bir yerden geliyor, o da Kelt müziği. Bu müziğin gücü bana mihmandar oluyor. Kelt köklerinin hiç tahmin etmediğim kadar farklı topraklara uzandığını keşfettiğimde, yolum topraklarınıza da düştü. Venedik’te karşılaştığım bir sergide Kelt el sanatlarının Orta Avrupa’dan, Çin’e kadar uzandığını gördüğümde hem heyecanımı hem de şaşkınlığımı tarif edemem. Mevlana’nın anlattıkları ise evrensel. Bizim yapmamız gereken bunu fark etmek. Zaten o da buna işaret ediyor. Peki ya sufi müzikle bağınız? Sufi bakış açısı, kabul duygusu o kadar etkileyici ki hemen sizi sarıyor. Geleneğin mayasında hissettiğiniz aşk, coşkulu ve tutkulu. şarkılarımla nasıl zenginleştirebilirim diye düşünüyorum. Sadece hikâyesi önceden belli bir projenin sorumluluğu daha fazla oluyor. Buna rağmen yaratıcılığınızı koruyabiliyorsanız sorun kalmıyor. “The Gates of İstanbul” bu şehrin ruhunu anlatabilen bir eser. Bu şarkıda İstanbul’a dair zihninizde neler canlanıyordu? Ya da umduklarınızla bulduklarınız hiç çelişti mi? Fatih Sultan Mehmet’in modern bakışının devam ettiğini biliyorum. İstanbul’un kapıları tıpkı onun döneminde olduğu gibi herkese açık. Ben de bunu hissettirmek istiyorum. İstanbul ise bundan çok fazlasını hak ediyor. Fatih Sultan Mehmet figürünü bu kadar sahiplenmenizin nedeni nedir? Onun kendi döneminde bir tür Rönesans yarattığını düşünüyorum. Sürekli değişimin peşindesiniz. Vardığınız nokta olgunluk mu? Bilemem ama hepimiz sürekli keşfetmeye devam ediyoruz. Hatta bunun için ömrümüz çok kısa. Dünyanın gizemleri bitmek bilmiyor. Onların peşinden müzikle gitmek de benim için en doğru yol. Arp ve piyano üzerindeki hâkimiyetiniz tartışılmaz. Bu iki farklı karakterli enstrümanın ilişkisini müziğinizde nasıl kurguluyorsunuz? Bunu hissediyorum, kurgulamıyorum. Elbette şarkıların düzenlemeleri yapılıyor ve düzenlemeler şarkılara çok farklı zenginlikler katıyor. Ben sadece müziklerden değil şarkı söylemekten de çok heyecanlanıyorum ve şarkı söylediğim için çok mutluyum. Belki bu heyecanıma izin vermeseydim şimdi veteriner olacaktım. İstanbul konserinde nasıl bir repertuvarınız olacak? İstanbul’da bir yaz akşamı şarkı söylemek fikri beni mutlu ediyor. Sahnede ise özellikle son stüdyo albümüm Ancient Muse’dan şarkılar söyleyeceğim. İstanbullulara müziğimdeki İstanbul’u dinleteceğim. G Cahillik mi, aptallık mı? ZÜLAL KALKANDELEN merika’da kan kaybeden Cumhuriyetçi Parti’nin çırpınışları giderek ilginçleşiyor. Guantanamo işkencelerine ait belgelerin kamuoyuna yansıması ortalığı iyice karıştırdı. Dick Cheney, son günlerde kanal kanal dolaşıp, işkencenin yasadışı olmadığını anlatmaya çalışıyor ama nafile... Cumhuriyetçilerin tekrar tekrar pişirip halka yutturmaya çalıştığı bir diğer yanıltma ise, Obama’nın sosyalistliği... Amerikan sağının popüler iki ismi, radyo programcısı Rush Limbaugh ve Fox News’un saldırgan yorumcusu Bill O’Reilly, sürekli tekrarlıyor bu iddiayı. Onlar söyledikçe de inananlar çoğalıyor. Ama sonunda sosyalistler bu saçmalığa dayanamadı ve ülkedeki en büyük örgütleri Amerikan Demokratik Sosyalistleri adına bir açıklama yaptılar. Şöyle dedi örgüt başkanı Frank Llewellyn: “Demokratlar ile sosyalizmi özdeşleştirerek sosyalizmin adını lekeliyorlar. Çünkü Demokratik Parti, dünyadaki en kapitalist ikinci partidir. Ne yazık ki, Obama’nın seçilmesi de bunu değiştirmedi.” Bu sözlerin, Amerikalıların önemli bir bölümünü ikna edeceğini sanmıyorum. Çünkü bu ülkede yapay ama ortadan kaldırılması çok zor bir “sosyalizm paranoyası” var. Öyle ki, yüksek düzeyde eğitim almış olanlar bile, sosyalizmden ciddi şekilde korkuyor. Amerikalıların bu korkusu yüzünden, New York’ta benim başıma da garip bir olay geldi. Brezilya’da sosyalist Lula da Silva’nın devlet başkanı seçildiği günlerdi. Bir gece birkaç kişi bir restoranda toplanmıştık. Yanımda Brezilyalı bir arkadaşım oturuyordu. Ben de ona Lula’nın uygulayacağı politikalar üzerine sorular soruyordum. Aramızda yer alan bir Amerikalı arkadaş ise, sıkılmış olacak ki, aniden yan masada yemek yiyen polise beni işaret edip, “Bu bayan komünist! Tutuklayın onu!” diye yükses sesle bağırdı... Restorandaki insanların gözleri, aynı anda, şaşkınlıkla karışık bir dehşetle bana yönelmişti... Birkaç saniye dikkatle bana bakan polis, “İyi birine benziyorsun aslında...” dedi. Korkuluk görmüş gibi donakalan insanları kendilerine getirmek için sakince şu karşılığı verdim: “Ben şimdi hepinizin bakışlarını o bağıran arkadaşa çevirecek bir şey söyleyeceğim. Kendisi, ‘özgürlükler ülkesi’ denilen bu ülkenin yetiştirdiği bir avukattır...” O geceden sonra yıllar geçti. Bu arada, Amerikan kapitalizmi iyice kudurup, sonunda kendi kendisini vurdu... Şimdi bankalar devletleştirilirken, çare sosyal devlet politikalarında aranıyor. Lula’nın önderliğindeki Brezilya ise, borç batağından kurtulup IMF’ye borç verir hale geldi. Ama Amerikalılar hâlâ uyanmadı. Kapitalizmin yarattığı gerçek kâbusu yaşarken bile, sosyalizme dair kafalarında yarattıkları hayali kâbusla uğraşıyorlar... Obama’yı da sosyalist yapıp çıktılar; yılda 250 bin dolardan fazla kazananların gelir vergisini artırıyor diye hop oturup hop kalkıyorlar. Bütün bu kopan gürültüden anlaşılan o ki, Amerikan toplumu sosyalizmin ne olduğunu bilmiyor... Bilmese de korkuyor; ama bilmediğini bildiği için değil, bildiğini sandığı şeyden korkuyor... “Cahil olunabilir ama bu kadar aptallık olur mu?” diye sorası geliyor insanın... The Economist dergisi, Ben Bernanke ve Warren Buffet, seçimden önce açıkça Obama’yı desteklemedi mi? Kapitalist ideolojinin dünyadaki en etkili yayın organı olan bir dergi, hiç bir sosyalisti destekler mi? Bernanke, kapitalist sistemin motoru Amerikan Merkez Bankası’nın Başkanı değil mi? Warren Buffet, dünyanın en zengin yatırımcısı değil mi? Ne demeli?.. Bertrand Russell haklıydı. İnsanlar aptal değil, cahil doğar ve verilen yanlış eğitimle de aptallaşır... G A K anadalı müzisyen Loreena McKennitt’in çeyrek yüzyıllık müzik kariyeri “eklektik Kelt” müziği ile Doğu’yu buluşturma düşüyle başladı. Sesinin rengi öyle duru ve dingindi ki, dinleyenlerin zihninde farklı bir peri masalı kurduruyordu. Milyonlarca satan albümleri oldu, ödüllere boğuldu. “An Ancient Muse” albümünde yolu Türkiye topraklarından da geçti. Yeni albümü için de “Kâtibim” şarkısını yeniden yorumladı. Geleneksel enstrümanların tinselliğine güvendiği için müziği hep can damarından yakaladı. Şimdi de kendi deyişiyle, “İstanbul’da bir yaz akşamı” şarkı söylemek için geliyor. Heyecanlı, çünkü İstanbul’un büyüsüne inanıyor. McKennitt, 13 Haziran’da Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde İstanbullulara İstanbul’u anlatmayı deneyecek. Sizinki büyük bir başarı hikâyesi. Kasetlerinizi elden satarken şimdi dünya müziğinde bir dönüm noktasısınız. Pek MERAKIMIN PEŞİNDEYİM... Kelt müziklerinin mihmandarlığında Doğu’nun mistisizmine yolculuk yapıyorsunuz. Kelt müziğine ilginiz ve onu Doğu’yla tanıştırma fikri nasıl oluştu? Köklerim İrlanda’da. Kelt müziği ise ne İrlanda, ne de İskoç müzikleriyle sınırlı. Bu konuda bir akademisyen gibi iddialı olamam. Yalnızca merak ettiklerimi öğrenmeye çalışıyorum. Elbette bu şarkılar beni Doğu mistisizmine de taşıyor ama benim Doğu müziklerinde gelebildiğim ifade sadece izlenimsel. Pek çok farklı projeye müzik yaptınız. Sinema filmleri ve televizyon dizileri de buna dahil. Bu kadar özgün işler çıkaran biri için sipariş üzerine çalışmak sıkıcı değil mi? Ben duruma söylediğiniz gibi bakmıyorum. Tam tersine, bir başkasının hikâyesi için heyecan duyuyorum. Bu proje içinde ben neler anlatabilirim ya da önüme konulan projeyi Tiempo Libre’den Bach T iempo Libre günümüzün en başarılı Latin gruplarından biri. Miami kökenli grup, Küba’nın zengin müzikal geçmişi ile farklı ritimleri birleştirmeyi başararak konserlerin, caz kulüplerinin ve dans pistlerinin vazgeçilmezlerinden biri. Radyoda Amerika kökenli şarkıları dinlemenin yasak olduğu dönemde Küba’nın ilk konservatuvarlarında eğitim gören Tiempo Libre üyeleri; şimdi hem Amerika’dan hem de dünyanın farklı ülkelerinden geniş hayran kitlelerine sahip. Dünya müziği sınırlarında yerel ezgilerle isimlerini sıkça duyuran grup hareketli ve eğlenceli tavrıyla da ses getiriyor. Müzikal mirası başkalarıyla paylaşmanın bir görev olduğuna inanan Tiempo Libre, yüksek enerjili müziklerini AfroKüba özünden ayırmadan edindikleri Amerikan deneyimleriyle birleştiriyorlar. Johann Sebastian Bach’ın bestelerini farklı bir müzikal atmosferde bizlere sunan bu albümde, Kübalı müzisyen Paquito D’Rivera ve Yosvany Terry gibi isimler de dikkat çekiyor. G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle