Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 PAZARIN PENCERESİNDEN 31 MAYIS 2009 / SAYI 1210 Türkan Saylan’dan sonra... SELÇUK EREZ ıristiyanlıkta öldükten sonra kutsananlar “Saint” (Aziz) gibi sözcüklerle anılır. Yahudilikte “Tzadikkim”, Hindistan Yarımadası’nda “Paramahansa”, “Svami” ya da “Nanak” “Kabir”, “Mahatma” gibi çeşitli düzeylerde ermişlik yansıtan kelimeler kullanılmaktadır. İnsanlar neden böyle kutsanırlar? Ya sıradışı başarılar, mucizeler sergilemişlerdir ya da hapislerde çürütülmüş, öldürülmüş kimselerdir kutsanmış olanlar. Aydınlanma Çağı öncesi ermişleri arasında eziyet çekmişlerin sayıları kabarıktır. Mesela, Aziz Stefen, İsa’nın öğretilerini o öldükten sonra yaymaya çalıştığından taşlanarak, Antakya Başpiskoposu Ignatius Roma’da aslanlara yedirilerek öldürülmüşlerdir. Her yıl Âşıklar Günü’nde andığımız “Aziz Valentine”, Roma İmparatoru Claudius Gothicus zamanında, yasaklanmış bir din olan Hıristiyanlığa bağlı çiftleri, evlendirmeye kalktığından önce taşlanmış, sonra da kafası kesilmiş bir papazdır. Aydınlanma Çağı’ndan sonra, özellikle son birkaç yüzyılda “Aziz” ilan edilenlerin çoğu Aslanların yedikleri, kafası koparılanlar, çarmıha gerilenler, hapiste çürütülenler değil, fakir anası ya da babası olan, onların dertlerini kendine dert edinen, dünyanın nimetlerinden yararlanmak, gününü gün etmek dururken zamanlarını düşkünlere yardım etmekle geçiren kimselerdir. Mesela Belçikalı Damian de Veuster, yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği Havai’de cüzamlıların sağaltımı ile uğraşmış olduğundan “Aziz” ilan edilmiştir. Teresa Ana kimdi? Katolik bir Arnavuttu; Hindistan’da rahibe olmuş, yaşamını, fakir hastalara, öksüz çocuklara adamış, AIDS’li, veremli ve cüzamlıların bakıldığı sağlık evleri oluşturmuş ve 1979’da bu çalışmaları nedeniyle kendisine Nobel Sulh Ödülü verilmişti. Öldükten sonra da Papa, onu kutsamıştır. Teresa Ana ve Havai’de cüzamlıları tedaviyle ömür tüketmiş Belçikalının ve diğer azizlerin yaşamöykülerini okuduğumuzda aklımıza Türkan Saylan geliveriyor. Kimsenin elini sürmek istemediği hastaların arasında yaşamış, onların sağaltımı ve topluma kazandırılmaları için kendini tüketmiş, ülkesinin okutulmayan, okutulamayan kız çocuklarını okula yollamak için yıllarını vermiş olan Türkan Saylan Hoca’nın çağımızın “Aziz” bellenmişleriyle ne farkı var? Biraz düşündükten sonra aklımıza geliyor: Var! Çağımızın azizlerinin çoğundan farklı olarak biz ona yaşamının son günlerinde eziyet de ettik; yani Türkan Saylan hem Aydınlanma öncesi, hem de çağdaş Azizleri bir arada anımsamamıza yol açıyor: Nur içinde yatsın! G Ötekileştirilen delilik ESRA AÇIKGÖZ O deli, ben akıllıyım... O pis, ben temizim... Her zaman bir “öteki” var. En kolay ötekileştirilenler de, kronik ruhsal hastalığı olanlar. Sadece toplum değil, devlet de aynı şeyi yapıyor. Hâlâ bir ruh sağlığı yasamızın olmayışı bunun göstergesi... Seyit Hüseyin (üstte) ve Deli Ayten, Ayla Yazıcı’ya göre ezber bozan deliler... İ H nsanın Deli Dediği... Geçen hafta Osmanlı Bankası Müzesi Sineması’nda yönetmenliğini Egemen Adak ve Hira Selma Kalkan’ın üstlendiği belgeselin adı işte buydu. Bu, bir deliliği kabullenme, yüceltme öyküsü. Şizofreni hastası Seyit Hüseyin lakaplı Hüseyin Tatar’ın yaşamı üzerinden, Tunceli halkının deliliğe bakışı inceleniyor. Ölümünden sonra Seyit Hüseyin’e türküler yazılıyor, heykeli dikiliyor, mezarı her cuma mumlar yakılan, adaklar adanan bir türbeye dönüşüyor... Biz de belgesel sonrası “Öteki’nin Yeri” adlı konuşma yapan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Psikiyatri Bölüm Şefi Dr. Ayla Yazıcı ile konuştuk. Ruhsal yönden sağlıklı bir insanla hasta bir insanı ayıran en temel şey nedir? Tanı kriterleri var tabii ki. Ama tek bir şey söylemek gerekirse, en temelde gerçeği değerlendirme durumudur diyebilirim. Psikotik kişilerin dönem dönem gerçeği değerlendirmeleri bozulabilir. Türkiye’de en yaygın ruh hastalıkları nedir? Bu hastalıkların yaygın görülmesinin nedenine dair bir bilgi var mı? En sık depresyon ve anksiete bozuklukları görülüyor. Bu bütün dünyada böyle aslında. Belirli bir nedene bağlamak şimdilik pek mümkün değil. Şizofreni ise her 100 kişiden birinde ortaya çıkıyor. Dr. Ayla Yazıcı. Fotoğraf: Uğur Demir Konuşmanızın adı, “Ötekinin yeri”. Nedir ruh hastalarının toplumdaki yeri? Kronik ruhsal hastalığı olan kişiler toplumun çok kolay “öteki” sınıfına giriyorlar. Onların üstüne birçok şey kolaylıkla atılıyor. Deli, tehlikeli, kirli, uzak durulması gereken, alay edilebilir, değersizleştirilebilir... Böyle bakınca toplumsal “öteki” ihtiyacını karşılıyorlar denebilir. Öteki kirli, tehlikeli, değersiz olunca size temizlik, iyilik kalır. Ötekine dokunmazsanız, temiz kalırsınız, sanki bulaşıcı bir şey varmış gibi. Kronik ruhsal hastalığı olan kişiler en kötü etiketlere maruz kalıyorlar, ne yazık ki. Yani benbiz var olunca sınırlarımızı oluşturmak için “öteki”nin de var olması gerekiyor. Varlığına çok ihtiyaç duyduğumuz bir durum aslında. TANI VE KABULLENME... Alay edilme, aşağılanma, adam yerine konmama gibi davranışlar hastaları nasıl etkiliyor? Kendine güvensizliklerini arttırıyor. İyice içlerine kapanıyorlar ve dış dünya ile ilişkileri giderek zayıflıyor. Hastalar durumlarının ne kadar farkında? Genellikle başlangıçta birden ya da bir süre sonra hastalığın içinde buluyorlar kendilerini. Şizofreni ataklar halinde erezs@superonline.com seyreden bir hastalık. Bir süre sonra hastalığı öğreniyorlar ve önlemini almaya başlıyorlar. Hastalığı kabul etmek başlı başına çok zor bir süreç tabi ki. Kişiden kişiye bu süreç değişebiliyor. Bunun için birtakım rehabilitasyon programları ve psiko eğitimler yapılıyor. Akıl hastalarına karşı toplumdaki önyargıları, korkuları ne besliyor? İnsanlık var olduğundan beri kronik ruhsal hastalığı olan kişiler de var. Toplumun tutumu da çağlar boyunca değişmiş. Bu yüzyılın başına kadar hep toplumun dışına itilmişler. Şeytan denmiş, kötü ruhlar girdi denmiş, karada bile yaşamalarına izin verilmediği, gemilere konuldukları dönemler olmuş. Ama antipsikotiklerin kullanılmaya başlanması ile bu kişilerin belirtileri kontrol altına alınınca, onları “topluma kazandırmak” için rehabilitasyon çalışmaları da tedavi sürecine eklenmiş. Bu insanların dış dünyaya yatırımları azaldığı için bugünkü toplumda “değer” verilen birçok şey onlar için aynı önemde değil; iş, ev sahibi olmak... Giyimlerine özen göstermeyebiliyor ya da daha farklı tarzda giyiniyorlar örneğin ve bu bir dışlanma nedeni olabiliyor. Yaşama biçimleri yüzünden daha fazla tehlikeli olarak algılanıyorlar. İnsanların “öteki” ihtiyacını karşılamak için uygun bir konum oluşturuyorlar da diyebiliriz. Onların da toplumda bir yeri olduğunu anlamak yerine kendimizin belirlediği yere ki bu toplumsal durumların dışı oluyorkoymaya çalışıyoruz. O yüzden şizofreni ile ilgili sivil toplum örgütlerinin işlevi çok önemli bence. Tunceli’de Seyit Hüseyin, Bursa’da “Deli Ayten” heykelleri dikilen ruh hastalarından. Belgeselin insanlara sorduğu soruyu size sorsak; “Bir deliyi bu kadar değerli yapan nedir?” Deli Ayten’in öyküsünü bilmiyorum. Ancak Seyit Hüseyin’in öyküsünü birlikte izledik. Hira Kalkan’ın bu belgeseli ezbere farklı bir bakış getirmesi açısından önemli. Burada toplumun “delisi” idealize ediliyor, ermiş mertebesine çıkartılıyor, neredeyse bir efsane haline geliyor, o kadar ki Tunceli halkı onun ölümünden sonra heykelini yapma ihtiyacı duyuyor. Şehirde hemen herkesin Seyit Hüseyin ile bir ilişkisi olmuş. Ona bakıyor, besliyorlar. Sanıyorum dövülerek öldürülmesinin de bu kadar idealize edilmesinde payı büyük. Bu tarz bir ölüm insanların suçluluk duygusunu çok arttırabilir ve onu heykelini yaparak, resmini evlerine asarak bir anlamda yüceltip, var etmeye devam ediyorlar. Kriz, ruh hastalıklarında bir artışa neden oldu mu? Kriz tek başına insanların ruh hastası olmasına neden olmaz. Ama sosyal sorunların arttığı bir gerçek. Bu sosyal sorunlarla nasıl baş ettiğimiz de bizim kişisel ve toplumsal psikolojik yapımızla çok ilgili tabii ki. Depresyon, anksiyete bozuklukları, alkol maddeye eğilimin artması, şiddete eğilimin artması gibi durumlar söz konusu olabilir. DELİLİK GÖRECELİ... “Delilik” aslında özgürlük için gönüllü giyilen bir gömlek de, özellikle toplumsal baskıların en çok ezdiği kadınlar için. Aysel Gürel bunun en güzel örneklerinden biriydi. “Deliliğin” avantajlarından bahsetmek mümkün mü? Aysel Gürel’i kişisel olarak tanımıyordum. Benim bulunduğum noktadan ilgi çekici görünüyordu. Bana hiç de akıl hastası gibi gelmiyordu doğrusu. Güçlü ve özgür bir kadın, anne olarak düşündüğümü hatırlıyorum. Herkesin “deli” tanımı kendine göre. Bir sürü yerde olumlu anlamlar da taşıyor aslında. Ama bir hastalıktan söz ediyorsak bu çok acılı ve zor bir süreç. Bu insanlar belki de başka şeyleri yapamadığı için, ellerinden ancak bu kadarı geldiği için dış dünyaya kapılarını kapatıyorlar ve kendi içlerinde yeni bir dünya yaratmaya çalışıyorlar. Hâlâ ruh sağlığı yasamız yok. Bu durumun doğurduğu en büyük sorun ne? Yakında çıkacak diye bekliyoruz. Yakın zamana kadar acile birtakım psikiyatrik sorunlarla gelen kişi kendi isteği dışında hastaneye yatırılabiliyordu. Yurtdışında bu kişinin yasal hakları gözetilerek yapılmak zorunda. Şimdi ruh sağlığı hastanelerinde kişinin haklarını korumak için birtakım önlemler alınarak yatış işlemi yapılıyor, ama yasa çıktığında, çıkarsa, çok daha keskin kurallar gelecek tabii ki. Hastalar için devletin yapması gereken en acil şey nedir? Ruh sağlığı yasası bir an önce çıkarılmalı. Hastalardan siz neler öğrendiniz? Yaşama farklı gözlerle bakmayı... Bu çok değerli bir armağan. Beni iç dünyalarına davet ettikleri için onlara teşekkür borçluyum aslında. G C M Y B C MY B