22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 3 MAYIS 2009 / SAYI 1206 Enerjide AB’nin çöplüğüyüz... Türkiye’nin doğal enerji kaynakları bol, rezervler yüksek ama kullanım tercihleri geri dönüşümü olmayan, doğaya ve insana zararlı olanlardan yana. Bu kadar da değil, enerji konusundaki dışa bağımlılık da cabası. Peki ya o çok söylenen enerji politikaları? Gelişmiş ülkelerin terk ettiği teknolojileri satın almaktan ibaret... SİNEM DÖNMEZ İ lkokuldan itibaren hepimize neredeyse ezberletilir; “Türkiye’nin coğrafi özellikleri sayesinde güneş, yüzölçümü sayesinde rüzgâr alan, deprem bölgesi olması dolayısıyla da jeotermal enerji kaynakları bol bir ülke olduğu.” Ama bu kaynakların dünyaya zarar veren nükleer enerji, doğalgaz ve kömür yerine kullanılabileceğini ise Batı’dan öğreniyoruz. Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise bir türlü düzenlenemeyen enerji politikaları yüzünden hâlâ dışa bağımlı olduğumuz. Örnek mi? İran’a, kullandığımız ve de kullanmadığımız doğalgaz için her yıl 500 milyar dolar ödüyoruz. Durmadan “ya Rusya, İran doğalgazı kısarsa” diye korkuyla yaşıyoruz. Hükümetlerin enerji ve çevre bakanlıkları “bilgi yetersizliği”yle suçlansa da işin arka planında Türkiye’yi hem çöplük olarak kullanıp hem de para musluklarını kapatmak istemeyen uluslararası enerji kartelleri bulunuyor. Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar’ın anlattıkları da bu tezi doğrular nitelikte. Tanay Sıdkı Uyar lisansını nükleer enerji, doktorasını ise kömür enerjisi üzerine yapmış. Şimdi her ikisine de karşı. Zaten kendisi de, “İnsanlar işlerine geleni değil doğru olanı tercih etse, şu an bu konuları konuşmuyor olurduk” diyor. Tabii gereken çözümleri de... Bir ülkede yenilenebilir enerji kullanılması için ne gerekiyor? Bir ülkede herhangi bir enerji kaynağının kullanılmasına karar vermeden önce o kaynağın olup olmadığına, kaynağı ısıya dönüştürecek teknolojinin varolup olmadığına karar vermek, ya da bu kaynağın yararlı olup olmadığına karar Karbon kaplı havayı kirletmeden rüzgâr üreten hidroelektrik projeler dünyanın birçok noktasında kullanılıyor. verecek bir kamu gerekli. Yenilenebilir enerji kaynağı insanların hiçbir katkısı olmadan her sabah doğan güneşin atmosfere verdiği ısı ve ışık, onun dolaylı olarak oluşturduğu rüzgâr, biyokütle, jeotermal kaynaklar. Peki insanlar bu kadar alternatif enerji kaynağı varken neden daha zararlı olan fosil yakıtları tercih ediyor? Bunun için biraz geriye gitmek gerekli. 1850’lerde endüstrileşmeyle birlikte birden çok fazla miktarda enerji ihtiyacı doğunca, fosil yakıtlara yöneldi ülkeler. Fosil yakıtların bulunması da daha kolaydır. Ancak bunların hem doğaya hem de insanlığa verdiği zarar geç keşfedildi. Bunun üzerine birçok ülke kömür ve petrol gibi fosil yakıtların kullanımına karşı önlemler almaya başladı. Örneğin, Londra’da kömür yakıldığı için bir gecede 2 bin kişi ölünce, İngiliz hükümeti hemen hareket geçip fosil dışı yakıt kullanım programını başlatmış. O zamanlar teknoloji de yeterli değildi. Ancak şimdi rüzgârdan hem sıcak su ve buhar hem de elektrik üretilir. Bu teknoloji gelişti. Bir rüzgâr türbiniyle 25 bin kişinin elektriği üretilebilir. Fosil yakıtlar küresel ısınmaya da neden oluyor mu? Şu an pek çok ülkenin alternatif enerjiye geçiş sürecinde olmalarının nedeni de bu. Örneğin, üretilen her bir kw saat elektrik için, Galler’deki rüzgâr türbinleri kömür santrallarından fazla enerji üretiyor. Yeni Solar Enerji Sistemi minimum alanda maksimum enerji sağlıyor. Tanay Sıdkı Uyar bir termik santralda kömür kullandığında 1 kg, petrol kullanılırsa 650 gr, doğalgaz kullanılırsa 450 gr karbondioksit salınıyor atmosfere. Bu da dünyanın dengesini bozuyor. Kömür, doğalgaz, petrol yakıldığı için 1850’den 2000’e kadar dünyanın ortalama sıcaklığı 0.50.8 derece arttı. Bu artış küçük bir yüzde gibi görünse de, dağlardaki buzları eritmeye, kutuplardaki buzulların kopmasına neden oldu. Bu daha fazla suyun atmosferde buharlaşması demek, bulutların su dolu olması demek, rüzgârın tahribatı demek. Dünya ancak 75 yıl sonra dengeye girebilir. Bizim nükleer ve fosil yakıt kullanımından zararımız nedir? Bir ülke AB standardı dışında yeralan nükleer, fosil gibi kirletici teknolojileri bizim ülkemize atmak isteyip üzerine de Hazine garantisi istiyorlar. Yani bir santralı yapan firma yabancıysa, o santral durdurulsa bile yapan şirkete para vermeye devam etmek zorundasın. Adamlar, Hazine garantisini şart koşuyor. Bu da bizim vergilerimiz demek. Kısacası emisyon ticareti adı altında kirliliklerini bize yollayıp hem kurtuluyor, hem de mali kazançlarını koruyorlar. NÜKLEER ENERJİ YASASI Doğalgaz daha masum değil mi? Doğalgaz da, kömür de, petrol de nitrik asit oluşuma neden oluyor. Azotoksit denen zehirli bir madde açığa çıkıyor doğalgaz yandıkça. Belediyeler ve kamu kuruluşları azotoksitin tehlikeli olduğunu söylemiyorlar. Avrupada yüksek azotoksit emisyonlu ne kadar terkedilmiş şofben varsa bizim ülkemizde satılıyor. Buna müdahale eden kimse de yok. Enerji konusundaki müzakere hemen başlamalı AB’yle. Ancak başlamadan önce bizim karbonsuzlaşmayla ilgili kamuoyunu oluşturmamız lazım. Yoksa AB ülkelerinin çöplüğü olmaya devam edeceğiz. Nükleer enerji yasası geçti... Buna nasıl izin veriliyor? Nükleer silah üretimi amaçlı olarak çalıştırılan nükleer santrallar 1978 yılından itibaren pahalı, atıkları depolanamaz, denetlenemez ve insanlarla birlikte var olamaz bulundu. Fosil yakıtlardaki aynı şey bunun için de yapılıyor. Onlar terkederken bizde çalıştırılıp bedeller de bize aktarılmaya başlandı. Yasada “Nükleer santralı kuranlara 15 yıllığına alım garantisi verilecek. Nükleer santralın kapatılmasını kamu yapacak” yazıyor. Endüstrileşmiş ülkeler tıkandıkları yerde yüklerini diğer ülkelere aktarıyorlar. Örneğin İngiltere özelleştiremedi nükleer santrallarını, bugün 19 nükleer santralı kapatmak için 91 milyar sterlin gerektiğini açıkladı İngiliz başbakan. Enerjinin etkin kullanımı yasası olumlu bir gelişme miydi? Geç kalınmış değil miydi? Enerjinin etkin kullanımına diğer ülkeler hemen geçti. Daha az enerjiyle ısınacak, makineleri çalıştıracaklar. Her yeni uygulamalarında terk ettikleri sistemleri bizim gibi ülkelere aktardılar. Ne yazık ki biz 2005 yılına kadar enerjinin etkin kullanımı yasasını çıkarmadık, şimdi çıkardık.. ancak bizim yasamız hâlâ diğer ülkelerden verimsiz. Yasa işlevini yerine getirmiyor. Örneğin, Türkiye’de kullanılan beyaz eşyalar A artı değil. Bakanlığın sadece A artı kullanılacak demesi lazım. HALK BİLİNÇLENMELİ Peki sizce bu konuda ne yapılmalı? Bir kere karbonsuzlaşmayı zorunlu hale getirmek gerekiyor. Kyoto’yu imzaladığı için Türkiye’ye yenilenebilir enerji yatırımı yapan dış kredi beraberinde Türkiye’nin temiz havasının parasını götürüyor. Bunu biz yapacağımıza yabancı bir şirket gelip yapıyor. O parayı gidip kendi ülkesinde rüzgâr türbini yapmak için kullanıyor. Türkiye’nin kullandığı tüm enerjinin iki misli sadece yenilenebilir enerji ve etkin kullanımla sağlanabilir. Bunun olması için “Temiz Enerji Plaformu”nu kurduk, her kentte örgütleniyoruz. Bulduğumuz çözüm karşıtlık üzerinden değil. Doğrusuna yurttaşları ikna etmeliyiz. Biz belediye başkanlarının, milletvekillerinin iyileşmelerini bekleyemeyiz, onların yerine halkla birlikte bu işin peşine düşmeliyiz. G DÜNYALI YAZILAR İşkenceci suçsuz mu? ZÜLAL KALKANDELEN “Waterboard” (su işkencesi) denilen yöntemde, tutuklu, eğimli bir zemine sıkıca bağlanır. Ayaklar genellikle yukarıya doğru durur. Gözleri ve alnı bir bezle kapatılarak, kontrollü bir şekilde beze su dökülür. Bu sırada, bez yavaş yavaş aşağıya doğru çekilerek, burnu ve ağzı kapatacak şekle getirilir. Islak bez, kişinin nefes alışını zorlaştırır; bazen de olanaksızlaştırır. Bez iyice ıslanıp, sadece ağzı ve burnu örter duruma gelince, su akışı 2040 saniye ile sınırlandırılır. Bu durum, tutuklunun kanındaki karbondioksit oranını yükseltir. Yükselen karbondioksit oranı ise, nefes alma çabasını arttırır. Bununla birlikte bezin varlığı, suda boğulma hissi doğurarak panik yaratır. Tutuklu, kafasını çevirerek karşı koymaya çalışırsa, sorgulayıcı, onu durdurmak için ellerini kişinin burnunun ve ağzının üzerine kapatır. Bu aşamadan sonra bez kaldırılır ve tutuklunun 3 ya da 4 kez nefes almasına izin verilir. Bu işlem, daha sonra tekrarlanır.” *** Yukarıdaki ifadeler, Amerikan Adalet Bakanlığı yetkililerinin, terör şüphelilerine uygulanacak işkenceleri açıklamak için, CIA Genel Danışmanı John A. Rizzo’ya gönderdikleri resmi yazılarda yer alıyor... Uzmanlara göre, aşırı acı ve boğulma hissi yaratan su işkencesi, ciğerlere ve beyne zarar veriyor, ayrıca psikolojik bozukluklara yol açıyor. Yazılarda ayrıntılı olarak tarif edilen tek işkence tekniği bu değil... Tutukluyu nefes almakta güçlük çekeceği kadar dar bir kutuya kapatmak; çıplak bırakmak; içinde böcek olan bir alana koyup C M Y B C MY B korkutmak; günlerce uykusuz bırakmak vb. birçok insanlık dışı yöntem anlatılıyor. Obama, kısa bir süre önce, bu gizli belgeleri kamuoyuna açıklama kararı aldı... Ve Amerika’da kızılca kıyamet koptu. Bush yönetiminin terör şüphelilerine yıllardır uyguladığı işkenceler bir bir ortaya döküldü. Tabii başta Dick Cheney olmak üzere, Bush’un şahinleri, derhal savunmaya geçtiler; işkence ile çok önemli bilgilere ulaşıldığını ve böylece Amerikan vatandaşlarının güvenliğinin sağlandığını iddia ettiler. Kimileri de, Obama’yı CIA’nın gücünü azaltmakla suçladı. Obama ise, çareyi, CIA’yı ziyaret edip, işkence uygulamaları nedeniyle kurum görevlilerinin yargılanmayacağını söylemekte buldu... Gerekçesini de, “geçmişten intikam alma değil, geleceğe bakma zamanı” anlamında kullandığı “reflection, not retribution” ifadesiyle özetledi. Belli ki, bu meselenin iki partili toplumda ciddi bir ayrışmaya yol açmasından çekiniyor. Ama kopan fırtına öyle hemen duracak gibi değil. İnsan hakları savunucuları, medyanın önemli bir kesimi ve Birleşmiş Milletler, Obama’nın bu açıklamasını sert bir şekilde eleştirdi. Tepkiler artınca da, aradan sadece birkaç gün geçmesine karşın, Obama tavır değiştirdi. Kendi ifadesiyle, başkan olarak karar almakta en çok zorlandığı konulardan biriydi bu... Sonunda, partiler üstü ve bağımsız bir komisyonun iddiaları araştırmasını destekleyebileceğini söyledi. Çünkü bir hukuk devletinde, yasaları çiğneyen görevlilerin cezalandırılıp cezalandırılmamasının Başkan’ın vereceği siyasi bir karar olmadığı hatırlatılmıştı kendisine... Obama’nın yanaşmadığı Kongre soruşturması ya da özel savcı formülü için bastıranlar tatmin olmuş değil. Fakat bu meselede asıl gürültü, bir başka noktadan çıkacak... “İşkenceyi, Bush yönetiminin belirlediği çerçeveye uyarak uygulayanlar cezalandırılmamalı; soruşturma, işkenceyi öneren o çerçeveyi belirleyenleri kapsamalı,” diyor Obama... Bir dakika... Doğru mu anladık gerçekten? İşkenceci suçsuz olabilir mi? G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle