Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 ŞUBAT 2009 / SAYI 1193 9 Öfke nöbetlerinin önüne geçmek için kişinin yoksunluğunu ve korkusunu kabullenmesi gerekiyor. Terapi ve ilaçlar da tedaviye katkı sağlıyor. Önemli olan öfkenin saldırganlığa ve şiddete dönüşmeden durdurulması. Öfke duvarını çoktan aştık... Ali Deniz Uslu fke patlamalarıyla çekilen silahlar, küçük tartışmalarla başlayıp hastanede sonlanan kavgalar, tartışma programlarında savrulan küfürler, trafikte cinnet getirenler, polisin “orantılı güç”ü, futboldaki amansız şiddet ve öfkeyi bir hitabet sanatı olarak gören bir başbakan. Başka söze ne hacet! Öfkeliyiz. Peki neden? Psikiyatr Prof. Dr. Özcan Köknel ve Klinik Psikolog Dr. Nursu Marmara’ya göre bu sorunun yanıtı, çocukluk dönemindeki yoksunluktan, şiddete maruz kalmaya, aile ve toplumsal öğretilerin getirilerine, medyanın kontrolsüz öfkeyi meşrulaştıran örnek modellerine kadar uzanıyor. İşte anlattıkları... Ö SORUN AİLEDE BAŞLIYOR Prof. Dr. Özcan Köknel, insanın üç temel gereksinimi olduğunu söylüyor; Beslenme, uyku ve korunma güdüsü. Gelişim sırasında bu gereksinimler karşılanmadığı zaman marazlar doğuyor. İnsan korunmadığını, sevilmediğini hissettiği ve canı yandığı zaman huzursuz olmaya başlıyor. Başta kaygı kendini gösteriyor, zamanla bu kaygı öfkeye ve şiddete dönüşüyor. “Aile ve sosyal ortam, toplumun ihtiyaçlara verdiği cevaplar, kişinin duygu dünyasını oluşturur” diyor Köknel, “Çocuk ağladığında ona doyum sağlayacağınıza, onu engeller ve ihtiyaçlarını karşılamazsanız, tepki verirseniz onun da gelecekteki tepkisini kodlamış olursunuz. Duygu dünyası haz ve elemle yönlenir. Bu dünya dikkat, algı, düşünce ve mantık tarafından kontrol altında tutulmalıdır. Öfke her duygu kadar insani ve gereklidir. Erkek değil misin kendini koru, aptal mısın ezdirme kendini gibi şiddet eken sloganlarla onları beslemek en büyük hata. Önemli olan saldırganlık yaratmasının önündeki mantık duvarının yüksekliğidir”. Görünen o ki toplumda bu duvar çok alçak. Belki de hiç yok. Köknel’e göre bu kadar öfkeli olmamızın nedenleri çocukluk dönemindeki travmalarımız kadar toplumun geçmişinde de gizli. Toplumsal çatışma, anlayışsızlık, ötekileştirme ve aşağılamanın zamanla şiddeti meşru görmeyi getirdiğini söylüyor. Kaygı verici olan toplumun büyük kısmının bunu içselleştirmiş olması. Köknel, toplumsal çatışmayı ve dolayısıyla öfkeyi arttıran nedenlerin başında kavramlara ortak anlamlar yükleyemememizin geldiğini belirtiyor. Öfkenin ise iki kaynağı var. Biri günlük hayatta oluşan ve dışarıya vurulan, diğeri patolojik olarak yani fiziksel sorunlardan doğan öfke. Köknel, her yüz kişiden 15’inin ruhsal bir hastalık, bir sorun veya davranış bozukluğu gösterme olasılığının olduğunu söylüyor. Bu ciddi bir oran. Saldırganlığın da temel duygusu öfke. Şiddet ise karşıdaki kişiye, nesneye, doğaya yıkıcı, yok edici bir davranışta bulunmak olarak tanımlanıyor. Köknel’e göre öfkenin saldırganlığa dönüşümünde toplumsal öğreti katalizör görevi yapıyor. Bu da “görünen” insanlarla, modellerle oluyor. “Günümüzde öfke kusmak ve şiddet yaratmak çekici olmak anlamına geliyor” diyor Köknel, “Popüler kültür bunu öğretiyor. İlk şart güzel, ikinci şart hem fiziksel hem de parasal anlamda güçlü olmak. Toplum bunlarla güdüleniyor”. Politikacılar ise başarılı öfke modelleri. Çünkü öfkelerini çok iyi yansıtıyorlar. Köknel, “Ses tonuyla insanları terörize eden politikacılarımız var. Varlıklarını öfke içeren sesleri ile hissettiriyorlar. Ses tonlarına, mimiklerine, beden dillerine bir Artık daha çabuk sinirleniyoruz, hoşgörümüz daha az. Öfkemizi eyleme geçirmekten de sakınmıyoruz. Küçük tartışmalar sonu acil serviste biten kavgalara, trafik sıkışıklığı cinnete, futbol da şiddete dönüşüyor. Yani öfkemizi kontrol edemiyoruz. Bu bir hastalık. İsmi de “Öfke Kontrol Bozukluğu”. haber yüklüyorlar. Bu ileti içinizde öfke ve kızgınlık yaratıyor, çünkü bu şiddet içeren bir mesaj taşıyor. Politikacılar ‘geliyoruz’ diyerek yumruklarını masaya vuruyorlar. Bunu gören çocuklar da bu ülkede sesini yükseltmeden, tonuna öfke katmadan kimsenin dinlenmediğini görüp, kendilerini korumak için benzer tavırları donanıyorlar” diyor. Peki bunun önüne nasıl geçilebilir? Köknel yanıtlıyor: “Kişi alınganlıklarını, yoksunluklarını, korkularını bilmeli ve kabullenmeli. Öncelikle öfkesini kontrol edemediğini kabul edip kendisine zaman tanımalı. Her şey öfkenin saldırganlığa dönüşmemesi, şiddete ve eyleme geçmeden nasıl durdurulabileceği yönünde kişisel cevaplar aramakla başlar. Elbette psikoterapiler ve ilaçlar da bu tedaviye çok yardımcı olacaktır”. Klinik Psikolog Dr. Nursu Marmara da toplumun giderek artan bir öfkeye kendini teslim ettiğini söylüyor, “Saldırganlaşıyoruz. İnsanlar birbirini istismar ediyor. Stresliyiz, bu kaygıyı; korku ve çaresizlik de öfkeyi besliyor” diyor. Ona göre öfke kontrol zaafları çok hızlı artıyor. Bunda özenilir makamlardaki insanların topluma rol modeli olmasının payı büyük. “Yemek yarışması programlarında bile insanlar birbirine öfke kusuyor. Bunlardan kaçamıyorsunuz. Askerde, okulda hiyerarşi, baskı, şiddet, dayak özellikle çocuklarda şiddet zaafları doğuruyor” diyor. Prof. Dr. Özcan Köknel. POLİS VE POLİTİKACILAR ÇOK ÖFKELİ Marmara,“Öfke kontrol programı” uygularken de hastanın kişilik yapısına, onun algı ve anlam dünyasına göre yakınlaşmanın gerekli olduğunu söylüyor. Bunun da herkesin birbirini anlamak için ihtiyaç duyduğu empatiden öte bir şey olmadığını anlatıyor, “Her insan biriciktir ve her insanın öfkeyi kontrol edememe sebepleri farklıdır. Bunu çözümlemek için de geriye gidip sebepleri analitik olarak incelemek gerekli, ama elbette ki öncelik kişinin durumunu kabul etmesi ve yardıma Ergen kimliğini ararken.... T üm ergenler ünlü olmayı mı hayal ederler? Pek çoğu eder. Ergenlerde bu arzu kendini daha rahat ortaya koyar, çünkü çoğu kez kimlik arayışından beslenir. Genç varolduğunu bilmek için başkalarınca onaylanma gereksinimi içindedir, erişkinler ise kendilerini değerli hissetmek için tanınmak gereği duymazlar. Zorlayan sorun eyleme geçmek işidir. Ünlü bir sosyolog “Şöhret olmayı istemek, hayalleriyle yönetilmek demektir” diyor “Ergenlik çağlarımda, hiç şarkı söylemeyi bilmediğim halde, sahnede olmayı düşlerdim. Bu hayalimden de kimselere söz edemezdim, bu açıklanmaması gereken bir şeydi. Bugün ünlü olmak istediğinizi söylemek hakkına sahipsiniz. Hiç sahneye çıkmadım, ama ünlü bir toplumbilimci oldum, daha da tanınmış olmayı sürdürüyorum. Bir telafi söz konusu. On beş yaşında zaferi düşlemek, önünde sonunda kırk yaşında bir başka alanda ünlü olma şansını elde etmek demektir belki de.” Açıktır ki, herkes bir yıldız olmak için ter dökmez. Bu arzu, anneye olan özel bir bağa özgüdür ve zamanla onun yerini alır. Bize seçkin olduğumuz hissini sağlayan annemizin sevgisi benzeri bir sevgiyi aradığımızı gösterir. Şu da var ki, kendi başına bırakılan, başka deyişle, reddedilenler de ünlü olmak arzusuyla yanıp tutuşurlar, sanki kendilerini değersiz gören anneye yöneltilmiş bir meydan okuma gibidir bu. Sadece sevgi ve tanınma arzusu da her şeyi açıklamıyor. Bu arayışta aynı zamanda, çoğu kez bilinçli olmayan, başkalarına karşı bir nefret duygusu da vardır. Olası rakipleri safdışı etme gereksinimi, sıradanlıktan çıkmak için düşman kardeşlerini yok etme gereksinimi... Bu arzu, o kişilikleri hareket ettiren genelde açıksözlülük, cömertlik, sempatiklik gibi aslında gerçek de olabilen davranışlar tarafından maskelenmiş fazlasıyla güçlü agresiflik yönünün açıklamasıdır. Şöhret arzusu, psikanalize göre, dölüt halindeyken edindiğimiz ilkel bir dürtüdür. Nesneleri ve mekânları fethetme eğilimimiz bundandır. Televizyonlarda Kendimizi iyi hissettirir, güç yıldız adaylarını kazandırır ve haz duymamıza izin verir. Bu gereksinim yarıştıran bazılarında sağlıksız da olabilir bu itkiyle bağlantılı olarak programlar cinayet, hırsızlık, hatta cinsel sürüp duruyor. sapmalar da görülebilir. Ünlü olmak için kullanılan Bir yılda binlerce silahlar her iki cinste de geleneksel cinsellik şemalarına genç kız ve oğlan bağlıdır: Erkeklerde agresif aday olmak için hamleler kavga ve güç yoluyla takdir edilmek eğilimlerinde şanslarını görülür, kadınlarda ise cazibe ve duygululuk eğilimlerine deniyor. Yıldız bürünmüştür. olmak arzusu hiç Gösteri dünyası şöhreti herkes için olanaklı göstermekle bu denli güçlü, kalmayıp, yaşamda ilerlemek için vazgeçilemez sayarak da bu denli yaygın, kışkırtıcı biçimde göz önünde bu denli tutuyor. Enerji ve düşlerle dolup taşan ergenler, görülmek ve fark önemsenmiş edilmenin kendileri için ne denli önemli olduğunu doğallıkla dile olmamıştı… getiriyorlar. Ünlü olmak, yolun başı olarak görülüyor, sonradan ulaşılacak bir şey olarak değil. Bazı uzmanlar bunu çağdaş bir “bozukluğa” bağlıyor: “Artık çıraklık mantığı geçerli değil. Okulda aşırı zaman geçiriyoruz. Ancak otuz ya da otuz beş yaşlarımızda mesleklerimize başlayabiliyoruz; elli yaşına gelince de bitiriyoruz. Bunun telafisi için gençler işi hızlandırmayı düşlüyorlar.” Bir “fark edilme toplumunun” ürünü olarak, kaybeden gibi görülmemek kendi kendilerini de öyle görmemek adına meydana atılıyorlar. Toplumlarımız son kertede hiyerarşik yapıda. Herkesçe tanınmanın çok kolay olduğuna inandırılıyoruz. Sonuç: Herkes toplumsal asansöre binmek istiyor, kimse merdivenden çıkmak istemiyor. Gerilim içindeki gençler, hayal dünyalarına seslenen daha büyük bir gereksinimi deniyorlar. Gerçekliğin yerine şöhret hayallerini koyuyorlar. Sonunda şans peşinde koşmak kalıyor geriye. Her an karşınıza çıkabilir. Önemli olan onu fark edebilmek, ama aramaya gerek yok. O sizin kapınızı çalacaktır... G Psychologies’ten çeviren: EMRE ÇAĞATAY Klinik psikolog Dr. Nursu Marmara.. Şöhret Paris Hilton’a güç kazandırıyor, kendini iyi hissettiriyor ve haz duymasına izin veriyor... karşılık vermesi” diyor. Marmara, öfke kontrol zaaflarında özgürlüğün kısıtlanmasının önemli rol oynadığını söylüyor, çünkü kişi yapmak istediğini yapamama ve yapmaya teşebbüs ettiğinde gelecek ceza ile iki taraflı baskı altına giriyor. O yüzden insanlara kaçabileceği alanlar bırakmalı. Bu alanlar kişinin kontrol edemeyeceği kadar öfke biriktirmesine engel oluyor. Marmara’nın sokak çocuklarıyla ilgili de enteresan bir gözlemi var. Ona göre çocukların sokaklara kaçması sağlıklı bir tepki, “Onlar belki de öfkelerini kontrol etmek için sokaklara kaçıyorlar. Çünkü şiddet görüyorlar. Karşılık vermedikleri, veremedikleri için orada duramıyorlar, ama sokaklar kirli. Onları kirletiyor” diyor. Marmara, Çevik Kuvvet polislerine “öfke kontrolü programı” da verdi. “Orantılı güç” kullanımı ve “Altın oran” ile polis şiddetini meşrulaştıran polislerin öfke kontrolünde ciddi yardıma ihtiyaçları olduğunu söylüyor, “Çünkü bunlar hem ergen, hem de silahlı çocuklar. Hepsi 22 ile 26 yaş aralığında. Bu ülkede ergenlik 30’lu yaşlara kadar sürüyor. Şiddetlerinin ve öfkelerinin sebebi ise baskı ve stres altında olmaları. Amirlerinden dehşet korkuyorlar. Öfkelerini de sokaktakilere şiddet olarak boşaltıyorlar” diyor. Marmara politikacıların da öfke kontrol terapilerine ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Televizyondan evlerin içine öfke kusup, tedirginlik ve korku yaratan bu insanların ciddi sorunları olduğunu, ama onların bunun farkında olmadıklarını anlatıyor. Görünen o ki çok öfkeliyiz, bundan daha kötüsü ise bunu kabullenmek ve çözmeye çalışmak yerine öfkemizi meşrulaştırmak için kafa yormamız... G C M Y B C MY B