22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 ŞUBAT 2009 / SAYI 1193 Zuhal Olcay: Keşkelerle yaşamayı sevmiyorum... Zuhal Olcay yeni albümü “Aşk’ın Halleri”nde aşka dair hikâyeler anlatıyor. Kendisini başka gözler karşısında “Bende, kim neyi isterse onu görüyor” diyerek tanımlıyor. Sanatçı, bazen her şeyi bırakıp kaçmak düşse de aklına, yaşamaktan hiç korkmuyor. Ona göre hayatın panzehiri çalışmak ve yeni şeyler öğrenmek. Keşkelerle yaşamak da ona uzak mı uzak... Ali Deniz Uslu Olcay’a göre aşk mantıksızlıklar zinciri. Zaten aşkı kaybedince de aradığımız o delilik hali. O yüzden onda huzur aramak saflık. “Aşk şekil değiştiriyor, yerini sevgiye bırakıyor” ise koca bir yalan. Albümdeki “Aşk Bana Zor Geliyor” şarkısından mısralar da bu soruya cevap veriyor. “Aşk bana zor geliyor, soğuk bir mart havası, güneştir artık özlediğim”. Olcay aşkın her yaşta aynı heyecan ve arzuyla yaşandığına da inanmıyor. Olcay’ın albümü “Derinde” isimli bir füzyon parçası ile açılıyor. Dünya müziğine göz kırpan “Derinde” az sözlü, mistik ve buralı tınıları bir araya getiriyor. Gürol Ağırbaş imzalı bu şarkıyı Olcay ilk dinlediğinde çok etkilendiğini ve aradığının aslında bu olduğunu anladığını söylüyor, “Artık yüzümü dünya müziğine çevirmek istiyorum. Bu şarkı da bir işaret fişeği” diyor, “Alışılmış şeyleri yapmak yoruyor. Sizden beklediklerini almak isteyenler de çok; yine de başka suyolları aramak gerek”. Olcay denemekten korkmuyor, çalışmayı çok seviyor. Boşluk onu korkutuyor mu bilinmez ama tecrübenin en büyük zenginlik olduğunu düşündüğü için sürekli yeninin izini sürüyor. “İçim ne isterse o benim için doğrudur. Beni heyecanlandıranın peşindeyim, zaten onu kaybedince hayat bitmiş gibi geliyor. Keşkelerle yaşamayı da sevmiyorum” diyor. Olcay’ın yeni albümünde en çok duyulan ise İstanbul. Sözlerde “İstanbul’un ortasında ağlıyorum halka açık” demesi de değil buna neden, ama gerçek nedeni o da açıklayamıyor, “Burada yaşadım, burada ürettim. Nedeni, nasılını bilmesem de, kanımızda bu şehir var” diye yorumluyor... Z uhal Olcay hep çalışıyor, yeniyi aramanın ve durmamanın hayatın panzeri olduğunu düşünüyor. Albümler, diziler ve tiyatrolar da işte hep bu yüzden. Bunca şeyi hayatına nasıl sığdırıyor? Bunları yaparken sanki hiç acelesi yokmuş gibi görünüyor, hep asude, hep sakin. Olcay bu yorumumu tebessümle karşılıyor ve teşekkür ediyor ama görünenin yanıltıcı olduğunu söylüyor. Onunla söyleşi yapmaya giderken çekinip, sıkılmam, yüz yüze geldiğimizde, ilk andan itibaren sıcaklığını ve samimiyetini hissetmem de görünenin yanıltıcılığını doğruluyor. O, mesafeli, soğuk ve hüzünlü kadın değil şimdi. Elbette tüm hallerini hüznü, neşeyi, tedirginliği, mesafeliliği barındırıyor içinde. Hayatın mayasını sıkı tutmak için de hissettiği gibi olmaktan taviz vermiyor. Olcay, “Bende, kim neyi isterse onu görüyor. Aslımı ben de bilmiyorum. Tek bildiğim pürtelaş ve aceleci olduğum. Hep koşturuyorum. Yetişemeyeceğim yerler var sanki. Bu da beni çok yoruyor. Bazen de hayal kurarım. Her şeyi bırakıp, küçük bir çantaya hayatımı sıkıştırıp gitmek nasıl olur diye” diyor, “Benim mesafem mesafesizliğim mi bilemiyorum; ya da bu kadar çok insan böyle düşünüyorsa, ‘ben öyle değilim’ diyemiyorum kendime. Bunlardan hangisi yalan, içtenliğim mi, uzaklığım mı? Belki ikisi de doğru”. Olcay’la, önyargılarımı kıran bu ilk karşılaşmanın ısısını attıktan sonra konuşmamızın rotasını yeni albümü “Aşk’ın Halleri”ne çeviriyoruz. Bu isim, albümün proje koordinatörü ve Olcay’ın can dostu Bülent Ortaçgil’e ait. “Ama isim yanıltıcı olmasın” diyor Olcay, “Çünkü albümde aşkın hallerini değil aşka dair olanları anlattık, zira aşkın herkeste hali başka”. Peki ya aşkta huzuru ve mutluluğu aynı anda bulmak mümkün müydü? Cevabından emin Olcay; “Aştaki huzursuzluk, korku, endişe ona heyecanını ve ruhunu veriyor. Huzur ararsanız pusula belki de yalnızlığı gösterir, aşkı değil. Severek de huzurlu olabilirsiniz, ama ona da aşk demek doğru değil”. Mario Frangoulis. SÖYLEYECEK SÖZÜ OLAN ŞARKILAR... Olcay oynadığı rollere kendini verebilmek için de derdi olan hikâyelere ihtiyaç duyuyor. O yüzden müzikte de söyleyecek sözü olan şarkılardan yana kullanıyor seçimini. Rolü ya da şarkıyı kendi için değil, anlattığı için oynuyor ve söylüyor. Elbette müziğine tav olduğu şarkılar yok değil. En çok da çalıştığı insanlara güveniyor, inanıyor. Albümde birlikte çalıştığı isimler geliyor sonra da; Gürol Ağırbaş, Baki Duyarlar, Nadir Göktürk, Deniz Bayrak, Hüsnü Arkan, Ercüment Ortaçgil. Albümdeki “DüşMüş” şarkısının sözleri de Olcay’a ait. Sözleri için,“DüşMüş sayıklama gibi oldu aslında” diyor Olcay, “Çünkü söylerken ve oynarken hissettiklerimi, yazarken hissedemiyorum. Aynı oyun ya da film yönetirken olduğu gibi ruhsuzum bu konuda”. Olcay yorumculuğu seviyor, çünkü onunla doyuyor. En azından şimdilik! Ne de olsa yenilik sevdasının bunu değiştirme ihtimalini göz ardı etmiyor. Hem kendi hem de hayat için soruları ve farkındalıkları var. Bazen konuşurken süslü ve albenili cümleler kurmak zorunda kaldığını ve onlar daha sonra karşısına çıktığında şaşırdığını anlatıyor. “Anlamsızlıklar diyarında kaybolmuş hissediyorum” diyor, bu cümlenin de karşısına bir şaşkınlık olarak çıkacağını unutarak. Kendinden bir adım uzağa çıkıp kendine bakmak önemli onun için. Dışarıdan gördüğü, ne kadar kalabalık, ne kadar yorucu olduğunun yansıması. Bazen de hiç beklenmeyen tepkiler ya da tepkisizlikler verdiğini anlatıyor. Dinginliğinin kandırıcı olduğunu yineliyor, “Ben çocuk gibiyim, her duygum yüzüme yansır, hissedilir. Elbette bunu kontrol etmeyi kanıksadım. Çünkü ne de olsa olgunluk üstümüze yük” diyor. Sevenlerinin en büyük isteği onu bir müzikalde görmek. Olcay’ın da hayali bu. Sonuçsuz birkaç girişimin burukluğunu taşıyor ama vazgeçmiş değil. Biraz uzak gibi görünse de zamanının geleceğini biliyor. Olcay, çok özlediği tiyatro sahnesine ise önümüzdeki yıl dönüyor. Şu an yeni albümünün konserleriyle meşgul. 14 Şubat’ta Maslak Tim’de, 19 Şubat’ta Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde, 20 Şubat’ta Ankara M.E.B Şura Salonu’nda sahneye çıkmaya hazırlanıyor. Yeni şarkılarının kulaklarda ve kalplerde yer etmesini, seyircilerin de sahnede şarkılarını onunla birlikte söylemesini istiyor. G Jose Carreras. Popüler opera klasikleri... rtist Müzik tarafından geçen yıl sonunda yayımlanan “The Best Pop Opera 2008” albümünün ardından 17 eserden oluşan “The Best Pop Opera 2009” yayımlandı. Albümde Jose Carreras, Mario Frangoulis, Krassimir, Tito Beltran, Opera Babes gibi son dönemlerin sevilen isimleri yer alıyor. Albümün açılışını, bu yıl Moskova’da gerçekleşecek Eurovision şarkı yarışmasında Bulgaristan’ı temsil edecek Krassimir, “Memories” ile yapıyor. Albüme, Mario Frangoulis sevilen eseri “Nisai” ile Opera Babes de “Carmina Burana/O Fortuna”ya getirdikleri yorum ile misafir oluyor. Ayrıca, tüm zamanların en ünlü tenorlarından Jose Carreras da “Jurame” parçasıyla albümde. Son dönemlerin en sevilen müzik türlerinin başında gelen Pop Opera tarzında seslendirilmiş 17 eserin yer aldığı albümdeki diğer eserlerden bazıları da şunlar: Santa Lucia / Tito Beltran, Time to say goodbye / Jordan Bluth, Let me Fall / Byron Mino, Nessun Dorma / The Golden Tenors, Funiculi Funicula / Tito Beltran, Jeux Interdits / Adya Classics, Mi Mancherai (Il postino) / Jason & Nolan, Una Furtiva Lagrima / The Golden Tenors, Je crois entendre encore / Rosanna D’agnillo. G A Batı Sahra’nın yeni sesi Aziza... Zekeriya S. Şen B atı Sahra’daki diaspora toplumunun en ilginç özelliği Sahrawi kültürünün sığınma kamplarından filizlenip dünyaya yayılmış olması. Sürgünün anormal koşulları altında eski bir gelenek tamamen yeni bir çehreye büründü, geleneksel kültür kendini yeniden tanımlayıp modern dünyanın gelişimine ve politikasına adımlarını uydurdu. Bunun en güzel göstergesi hiç şüphesiz Sahrawi (Sahra’ya ait) müziğinde sergileniyor. Bölgedeki en belirgin müzik türü yüzyıllardan beri var olan Hassani Bedevi geleneksel tarzı. Bölgedeki yoğun politik dalgalanmalarla (1930’lu yıllardan beri var olan yoğun İspanyol kolonileşmesi, 1975’teki yoğun göç ve savaş ve Cezayir’in kültürel baskıları) Sahrawi müziği de farklı yöne doğru ilerledi ve kendi patikasını çizdi. Bu ayrım hiç kuşkusuz büyüleyici bir harmanlama ortaya çıkarttı. Geleneksel ArapBerber melodileri ve aranjmanları, Arap, Afrika, Batı ve Latin etkisi altında caz, blues ve rock gibi modern tarzların ulusal kültürel anlatı karışımıyla heyecan verici bir tarz doğurdu. Uzun, yavaş gitar bazlı ritmik işlemelerin, vurmalı çalgılar desteği ile en güzel örnekleri Tinariwen (Malili Tuareg müzik topluluğu), Toumast, Tartit gibi topluluklarla görücüye çıktı. Dünya popülerleşmenin körlüğünde cebelleşirken, genel akımın dışında kalan Sahra müziğini bağrına bastı. İsyan, haykırış, direniş ve dinsel temalı bu müzik çok kısa sürede Batı müzik piyasasına yeni bir hareketlenme ve soluk getirdi. Bu bölgeden yükselen en son ses ise 1976 doğumlu Aziza Brahim. Aziza Brahim Cezayir’de bulunan sığınma kampında hayata gözlerini açan bir Sahrawi şarkıcısı. On bir yaşında Küba’da okumak için burs kazanan Aziza, gençlik yıllarının yedisini burada geçirdi. Daha sonra müzisyen olup halkının sesini tüm dünyaya duyurmak için okulu bıraktı ve Batı Sahra’ya döndü. Seksen ülke tarafından resmen tanınan Sahrawi Arap Demokratik Cumhuriyeti’nde düzenlenen bir festivalde şarkı yarışmasında birincilik elde eden sanatçı böylece profesyonel sanat yaşamına adım attı. Ulusal Sahrawi Müzik Grubu bünyesinde ilk besteleri radyolarda yayınlandı ve bunu Moritanya ve Cezayir’de verilen konserler takip etti. Daha sonra bir İspanyol müzik şirketi ile Aziza Brahim, Batı Sahra’da bir mülteci kampında doğan, Küba’da eğitim alan bir müzisyen. Sahra müziklerini dünya müziğinin diğer türleriyle birleştiren Brahim’in albümü internet sitelerinde satışa sunuldu… C M Y B muzik@tikabasamuzik.com C MY B anlaşan sanatçı, 1998 yılında şirketin bastığı “Saharauis” adlı toplama albümde iki özgün bestesini de yayınladı. Parçaları beğeni toplayınca bu defa Letyuad adlı bir grup bünyesinde, 19982004 yılları arasında, neredeyse tüm Avrupa’yı turladı. 2005 yılında sanatçı Latin ve caz tarzları arasındaki ilk müziksel harmanlama deneylerini gerçekleştirmek için Yayabo adlı ekibin bünyesine dahil oldu. Buradan kazandığı tecrübe ile Kolombiyalı, İspanyol ve Senegalli müzisyenlerden oluşan Gulili Mankoo adlı ekibi kurdu ve o dönemden beri Batı Sahra müziksel ritimlerini blues, rock ve folk müzikleri ile işlemeye başladı. Grubun ilk uluslararası üretimi, “Mi Cato” 2009’un ilk haftasında dijital formatta bilumum müzik (www.emusic.com / www.itunes / www.tamasheq.net / www.amazon.com) sitesinde resmi olarak piyasaya sürüldü. Beş parçadan oluşan bu kısa albüm yaklaşık 22 dakika uzunluğunda ve ana teması Sahrawi direnişi. Sahrawi direnişinin 19. yüzyıldan günümüze kadar olan sürecinin sanat tarihçisi Jose Alonso kaleminden ele alındığı yaklaşık 40 sayfalık bir kitapçık (İngilizce, Fransızca ve İspanyolca) da bu dijital üretime dahil. Tabal, Marakas, Djembe, Zgarit ve Dumdum gibi geleneksel enstrümanların başarıyla müziğe işlendiği albüm bölgenin zenginliğini yansıtıyor. Dünya müziğine açık olan her kulağın çok keyifle dinleyeceği bu dijital üretimin kaçırılmamasını öneririm… G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle