Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 1 ŞUBAT 2009 / SAYI 1193 7 İSTANBUL ERKEK LİSESİ Devletin çıkardığı yasayla edinilen büyük bir fon, büyük ve tarihi bir faaliyet alanı; İstanbul. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nin sahne almasına bir yıldan az kaldı. Peki İstanbul’u ne bekliyor? Projenin Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu’na göre 2010’dan sonra İstanbul dünya metropolleri arasında yerini alacak, Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı’ya göre ise dağ fare doğurdu. Alternatif bir platform oluşturulmasına önayak olan Karşı Sanat ekibine göre ise kalıcı iyileştirmeler yapılması için artık çok geç. Beral Madra ise ayrılan fonu sanat camiası için büyük bir fırsat olarak görüyor. Deniz Ülkütekin Daha iyi bir yaşam için İstanbul’un altı üstüne geldi! Şiir Festivali de etkinlikler arasında... Sadece köklü bir lise mi sandınız! 125 kere yanıldınız! Gamze Akdemir Sahne dışardan geliyor, sana koltuk kaldı İstanbul... 1. sayfanın devamı ir karışıklıktır gidiyor; Avrupa Kültür Başkenti Projesi’yle eşzamanlı olarak yürütülen kentsel dönüşüm projelerinde sorumluluğun ne kadarı kime ait? Eleştirilerin yoğunlaştığı iki proje Sulukule ve Tarihi Yarımada. Çolakoğlu, UNESCO’yla Tarihi Yarımada konusunda yaşanan pürüzlerin büyük ölçüde giderildiği müjdesini veriyor. O da UNESCO’nun eleştirilerini haklı buluyor. Yenileme çalışmalarının Hollywood dekoru gibi yalapşap surların yeniden inşası şeklinde olmaması gerektiğini söylüyor. Şimdi UNESCO’nun istediği çalışmalara ciddi katkıda bulunuyorlarmış. Tarihi yarımada İstanbul’daki kültür zenginliğinin simgesi ve oradaki eserler gerçekten önemli. Ancak asıl kıyameti koparan Sulukule projesi, çünkü orada yaşayan bir kültür ve o kültürü yaşatan insanlar var. Nuri Çolakoğlu Sulukule’yle ilgili konuşmaya Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın başından beri projenin içinde olmadığını söyleyerek başlıyor ve ekliyor “İnsan olarak ilgileniyoruz tabii ki.” Ancak bugünkü haliyle mahallenin yaşanabilir bir yer olmadığı yönünde projeyi üstlenenlerle hemfikir. “Sulukule’ye itiraz edenleri iki hafta orada yaşatmanız lazım. İnsanların penceresi, camı olmayan evlerde yaşamasını istemek haksızlık” diyor. Ancak kendisi de asıl önemli olanın çalışmaların tamamlanmasından sonra Sulukulelilerin orada yaşamaya devam etmelerini sağlamak olduğunu kabul ediyor. “Burada bir sıkıntı var, bu insanlar kent hayatının içinde ama o evler döküntü halde olduğu için orada oturmayı yüklenebiliyorlar. Proje insanların kayıplarını telafi edebilecek hale getirilmeli” diyor. Gerçekten de proje pek dediği gibi yürümüyor. Sulukule sakinlerinin büyük çoğunluğu geçen aylarda evleri yıkılarak Taşoluk’a adeta sürüldü. Çolakoğlu’na göre bu konuda akıl yoluyla makul bir çözüm üretmek lazım. Eğer insanların büyük Nuri Çolakoğlu. çoğunluğu Taşoluk’ta geçici bir süre kalıp geri dönebileceklerse dönemeyenlerin kayıpları da bir şekilde telafi edilecekse yapılmasında yarar olan bir proje olarak görüyor. Peki bu söyledikleri çerçevesinde bir proje önerileri var mıydı? Çünkü konuşmamızın başında ajansı bir proje üretim merkezi olarak tarif ediyordu. Çolakoğlu’nun cevabı “Eğer elimde böyle bir proje olsa elbette götürmek isterim, ancak bunlar doğrudan ilgi alanımıza giren işler değil. 100 kişilik bir ekiple bunların peşinde koşamam. İnsan olarak ise her platformda fikrimi söylerim” oluyor. Oysa ajansın danışma kurulunda da aynı dertten şikâyet eden isimlerin sayısı oldukça fazla. Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı da bunlardan biri. Ajansın Sulukule gibi projelerdeki rolünün kentsel dönüşüm projelerini desteklemek olduğunu ama desteklemenin Sulukule’de üç bin yıllık bir kültürün yok edilmesine seyirci kalmak olmadığını söylüyor. Sulukule’de yapılanı da “hiçbir özelliği olmayan, sırf ranta yönelik ve binlerce yıllık tarihi mirasın üzerine otoparklar dikilmesini öngören bir soylulaştırma projesi” olarak görüyor. Dediği gibi, bu, sosyal ve kültürel açıdan bir ayıp. Yapıcı’ya göre TOKİ Başkanı’nın Süleymaniye için yaptığı “Çok büyük bir yerleşim alanı yapıp orada Osmanlı ve Selçuklu mimarisi egemen kılacağız” açıklaması İstanbul için karar verenlerin kültürle ne kadar ilgisiz olduğunun en iyi kanıtı. Haliç’te yapılanlar tarihi doku ve mirasın reddedilmesi, yüzde doksanı tarihi eser olan Tarlabaşı’nın çöküntü alanı ilan edilip tarihi eserlerin de yıkılmasını öngörmek de. Soruyor; “Kültür bunun neresinde?” Cevabı yine kendi veriyor: “Eski tarihi mekânlar ve var olan kültür satış kabiliyetini arttırmak için kullanılıyor.” İ B Mücella Yapıcı’nın itirazı sırf yapılan uygulamalar değil, aynı zamanda ajans içindeki işleyişe de. “Ortada çok büyük bir fon ve saçma sapan bir projecilik mantığı var. Asıl dert ise projeler önerip fondan yararlanmak” diyor. Yapıcı’ya göre bütçesi devletin çıkardığı yasayla belirlenen projeyi sivil bir olaymış gibi göstermek için STK’ler kullanılıyor. Bu tip projeler için var olan genel bir dert var: Kentlerin postfordizmle birlikte içerik değiştirmesi. Yapıcı da bu probleme dikkat çekiyor. “Sanayi devriminin ürünü olan kentler artık üretimin değil, tüketimin örgütlendiği yerler haline geldi” diyor. Sonuç; kültürün alınıp satılabilir bir meta haline gelmesi. Bu da kültür endüstrisini ortaya çıkarıyor. İşte Yapıcı’nın bahsettiği küresel kentlerin kültürel imajlarının düzeltilip yarıştırılması da bu yüzden. Ancak bu yarışma içinde bile İstanbul geri kalmış durumda. Yapıcı da “İstanbul Miniatürk gibi, hiçbir kültür içermeyen kafa yapısıyla kullanıcısından kopuk işlerle nasıl kültür başkenti olacak merak ediyorum” diye soruyor. Şu ana kadar 400’e yakın proje ajansın önüne gelmiş. Yapıcı’nın dediğine göre daha ortalıkta bir sürü proje var. Umudu da onlarda. “Umarım bundan sonra gelecek projeler İstanbul’un gerçekten bir kent olmasına vesile olur. Mücella Yapıcı. Düşünsenize meydanı olmayan kent olur mu? Meydanları otobüs deposu haline getirmişler. Ortada bir kent bilinci yok ki. İnsanlar kapalı gettolarda birbirlerinden korkarak yaşıyorlar” diyor. Yine de Türkiye’nin bütçesi için önemli olan bu fonun pek de iyi kullanılamayacağı konusunda bir önyargısı var. Israrlı tepkilere karşın ne Tarlabaşı, ne Sulukule ne de Haliç’teki projelerden vazgeçilmesini örnek gösteriyor. Ancak yetkileri görüş boyutunda olsa da bundan sonra da danışma kurulunda yer alacağını söylüyor. Soldan sağa: Zeki Coşkun, Emre Zeytinoğlu, Yalçın Karayağız, Feyyaz Yaman ve Ali Şimşek. Fotoğraflar: Uğur Demir, Vedat Arık. Tarihi yapılar mı, modern mekãnlar mı? Tiyatro Şenliği yeni oluşumlara platform yaratacak. SAHNE KİMİN? Mimari ve sanat birbirinden farklı alanlar. Ancak iş İstanbul 2010’a gelince sıkıntılar neredeyse birbiriyle aynı. Karşı Sanat da önümüzdeki yıl Avrupa Kültür Başkenti kapsamında gerçekleştirilecek sanatsal etkinliklere alternatif olacak işler üretmek için çalışmalara başladı. Ancak alternatif üretmeyi eleştiri olarak algılamamak gerek. Asıl dertleri İstanbul 2010 yapılanması dışında kalan inisiyatifleri biraraya getirmek. Bu inisiyatifleri İstanbul’un gerçek sesi olarak görüyorlar. Karşı Sanat da değerlendirme komisyonunda yer almak için bir davet almış. Karşı Sanat çalışmaları Sahibi Feyyaz Yaman’ın en büyük itirazı yukarıdan aşağıya doğru bir yapılanmayla işlerin yürümesine. Böyle bir çalışma yapılacaksa ilgili kişilerin çağrılıp bir taban oluşturulması gerektiğini düşünüyor. Bu tip bir sivil oluşum hiç gerçekleşmemiş. Bunun üzerine kendi inisiyatiflerini oluşturmuşlar. Yaman’a göre yapılmak istenen kamuoyu adına aktörler yaratmak ve bu insanlar üzerinden etkinlikler gerçekleştirmek. Bu aktörlerin içinde İKSV gibi ticari kurumların olmasını ise çok yanlış buluyor. “Katılım modeli hep ekonomik boyutlar üzerinden konuşulduğu için sonuçta devre dışı kalıyorsunuz” diyor. Gazeteci Zeki Coşkun’a göre ise proje kavramını sanattan uzaklaştırmak gerekli. “Projen varsa gel diye bir durum ortaya çıktı. Ancak proje dediğiniz sırf tasarım değil. Mecburen prodüksiyonu da dahil ediyorsunuz. O zaman sanat diye bir şeyden söz edemezsiniz. İstanbul 2010’a ne gider diye düşünüyoruz? 21. yüzyılda metropol denen şey bize nasıl bir kent tasarlıyor? Dolayısıyla kentli ve sanatçı arasındaki ilişki nasıl olacak? Bunları konuşmak için yan yana gelmeliyiz, proje üreteceksek de birlikte üretmeliyiz. Buna yönetişim deniliyor. 2010’u da bu şekilde ele almalıyız” diyor. Feyyaz Yaman da bundan önce bienal gibi kültür organizasyonlarında yaşanan durumun 2010’a yansıyacağını öngörüyor. Nedir bu durum? Defalarca konuşuldu, defalarca itiraz edildi ama dinleyen yok. Sulukule sakinleri yıkılan evlerini teker teker boşaltıyor... Sanatın ve kültürün bize dışarıdan gelmesi. Çolakoğlu’nun dediği, işin vitrin kısmı Avrupa’dan gelecek büyük gösterilerle kotarılacak. Ali Şimşek de soruyor: “Buraya bir sahne gelecek ve biz onları izleyeceğiz. Gösteri bitince sahne kalkıp gidecek. Peki ardında bize bilinç anlamında ne kalacak?” Ancak bu sırf İstanbul’la ilgili bir konu değil. Bu tip projelerde kentlinin gerçekten seyirci olmaktan çıkıp katılımcı haline dönüşmesi pek görülmüyor. Böyle olunca da iş dışardan ithal kültürle, soylulaştırma projesine dönüşüyor. Zaten Yaman’ın dediği gibi 2010 da İstanbul’un kültürel olarak büyük bir değişim yaşadığı döneme denk geliyor. Yaman “Bu süreçte İstanbul’un kendini konuşacağı bir platform ortaya çıksaydı, bu bile yeterli olurdu” diyor. Mimar Sinan Üniversitesi Öğretim Üyesi Emre Zeytinoğlu da alternatifleri bulmanın o kadar zor olmadığını düşünüyor. “2010 sahnesinin içine hangi İstanbul girecekse onun dışında kalanlar alternatiftir. Elbette İstanbul sırf kültürle alakalı değil içinde sınıf da var siyaset de. Boğaz silueti de var, Tuzla tersaneleri de” diyor. Yaman’a göre yapılmak istenen oryantalizmin farklı bir çeşidi. “Alternatif bir inisiyatif yaratmasaydık bunun vebali altında kalırdık. Dar alan, Hafriyat gibi başlangıçtan beri kentin ortaya çıkardığı çeşitliliklerle ilgilenen oluşumlar var. Bunların önü açılsa gerçekten sokağın sesini duyar hale gelirdik” diyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Yalçın Karayağız da taşınabilir sanat projesinin hiçbir yeniliği olmadığını, SSCB döneminden beri birçok defa denendiğini söylüyor. AKM’nin restorasyonu 2010’a yetişecek... Sanat ilk defa kent çeperinde... Önüm arkam sağım solum proje Beğenelim ya da beğenmeyelim Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nin İstanbul’da elini altına koymadığı taş kalmayacak. Sağımız solumuz proje, 2010 yaklaştıkça önümüz arkamız da proje olacak. AKM gibi gündemi işgal edenlerin yanında çok ilginç ve göz önünde olmayan projeler de var. Mesela kadı günlüklerinin tercüme edilmesi. Bu, İstanbul’un Osmanlı döneminden beri yaşayan tarihinin açığa çıkmasını sağlayacak bir girişim. Doğalgaz kullanımının artmasıyla ıskartaya çıkan Hasanpaşa Gazhanesi’nin kültür merkezine dönüştürülmesi de Kadıköy dışında bu tip yapıların sıkıntısını çeken Anadolu Yakası için gerekli bir proje. Bu tip kültür merkezleri birçok ilçede faaliyete geçti ve geçirilecek. Ancak Beral Madra’nın değindiği gibi işlevsel hale gelmeleri için asıl önemli olan nasıl bir uygulama içerisinde olacakları. Halk evleri gibi tepeden inmeci modernist bir yaklaşımla mı hizmet verecekler, yoksa gerçekten sanat alanında var olmak isteyen gençlere istihdam ve platform mu yaratacaklar? Yaşanacak zenginliklerden bir kısmı da festivaller alanında. Engelsiz Festival, Şiir Festivali, Gepgenç Festival, Sokak Festivali ve daha bir sürü şenlik. Peki İstanbullular, bu festivallerde ne kadar katılımcı olabilecek, dahası yıllardır polisin engellemesine karşın İstiklal Caddesi’ne renk katan sokak sanatçılarının düzenlediği sokak festivali gibi etkinliklerin önü açılacak mı? Yoksa organizasyon içinde yer alan kurumlar, kendi inisiyatiflerine mi öncelik verecek? Projeyle birlikte 80’li ve 90’lı yıllarda İstanbul’da yaşayan gençlerin uğrak yeri olan Köprüaltı da geri dönüyor. Eskiden şimdiki Galata Köprüsü’nün olduğu yerde hizmet veren tarihi yapının yeni rolü kültür merkezi işlevi görmek olacak. Bu saydıklarımız sadece küçük bir bölüm… 2010’un sonuna kadar İstanbul 2010 kapsamında 700’den fazla projenin hayata geçirilmesi bekleniyor. İstanbul’un sesini İstanbullardan mı dinleyeceğiz? İŞLEVSEL BİR KONUM “Hiçbir enteresanlığı olmayan bir proje”. Başladığım yere döndüm, Yine Yenikapı’dayım. Son olarak Beral Madra ile görüşüyorum. Kendisi Yalçın Karayağız’ın taşınabilir sanat hakkındaki eleştirilerini kabul ediyor, diğer birçok eleştiriyi de. Ancak onun da söyleyecekleri var; “Sanat camiasının kendisine ayrılan bu fonu daha çok sahiplenmesini beklerdim” diyor. Hiyerarşik yapılanmanın insanların projeleri sahiplenmesinin önünde bir engel oluşturduğunu söylüyorum. Bunun devlet yasasıyla kurulan bir organizasyon olduğunu o da tekrarlıyor. “Bu noktada söyleyecek fazla sözüm yok” diyor sadece. Peki bu yapılanma içinde Beral Madra’nın rolü ne? Kendisinden dinleyelim; “Sanat manat, estetik hepsini Beral Madra. bir kenara bırakın, benim yaptığım görsel sanatlar alanına ayrılan paranın adaletli dağıtılmasını sağlamak. Eğer sanat camiası bana çekilmem yönünde işaret verirse, Avrupa Kültür Başkenti Projesi’nde Görsel Sanatlar Yönetmenliği’nden çekilirim.” Zaten bu yüzden mimari alanda yapılan oryantalist projelere nasıl bakıyorsunuz sorusuna yanıt vermek istemiyor. “O işlere ayrılan fonla ne yapıldığının hesabını da sorumluları versin” diyor. Kendisi ise İstanbul’u allayıp pullamanın en kolay yolu olan oryantalist temalı sanat projelerine sonuna kadar karşı çıkmış. “Bu akım artık dekoratif hale geldi ve tüketim endüstrisinin malzemelerinden biri. Kolay ve ucuz. Her alanda karşımıza çıkabilir. Ben bunun çok dışındayım ama Türkiye’de ağır vaka olarak devam ediyor. Tabii turistik tüketimle de çok alakalı” diyor. Ancak İstanbul 2010’un etrafını afişlere yansıyacak kadar oryantalist bir hava sarmış durumda. Beral Madra’nın sorumlu olduğu alanda benzer şeyler olmazsa birçok yerden tepki gelebilir. Kendisi de böyle bir tehlikenin farkında. Ancak bu tip eleştiriler alırsa üzülmeyeceğini söylüyor. Zaten şu ana kadar karşısına gelen projeler de gösteriden daha çok altyapıya yönelik. Henüz İstanbul’daki tüm sanat inisiyatiflerine ulaşamamışlar ama çalışmaları sürüyor. Hedefi Yenikapı’daki gibi moel olabilecek merkezler yaratmak, yerleşik bir sanat ve kültür yapılanması için talep oluşmasını sağlamak. stanbul Erkek Lisesi tam 125 yaşında. Erkek Liseliler Eğitim İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı Müdürü Ş. Levent Deniz’in Vakfı İELV Müdürü Ş. Levent Deniz, Mustafa Talay, Işıl de dediği gibi aslında olayın özü öğrencilerin değişimi arzu Büyükkal, Semuhi Sinanoğlu ve Fatih Yörük’ün hazırladığı, etmeleri, devrimleri özümsemeye başlamalarıdır. Fese, sarığa hem Türkçe hem Almanca olarak hazırlanan “Billur Bir duyulan tepki, ülkenin modern yüzüne duydukları inanç biraz da Avizedir İstanbul Lisesi’nde Zaman… Belgeleriyle 125 Yıl (1884gençliğin verdiği heyecanla “iğne” ile dışavurur kendini. Şapka 2009)” işte bu tarihi özetliyor... kanunu çıktığında tüm öğrencilerin birden şapka takmalarına Her şey Mehmet Nadir’in yanına Hıfzı ve Ali Efendileri alarak ilmiye sınıfından gelen tenkitlere de kulak asılmaz… İstanbul’da Çırçır’da 1884’te açtığı Numunei Terakki adlı özel İstanbul Erkek Lisesi en parlak dönemini 1926’da, müdürlüğe okulla başlar. Kısa bir süre sonra Şehzadebaşı’nda Burmalı Mescit tarih öğretmeni Celâl Ferdi Gökçay’ın getirilmesiyle yaşar. Onun karşısında Mümtaz Efendi Konağı denilen binaya nakledilen döneminde Türk Milli Eğitimi’nin en değerli öğretmenlerinden okulda 67 sene içerisinde öğrenci sayısı 150’si yatılı, 600’ü kurulu bir kadro görev yapar. 1933’te İstanbul Erkek Lisesi, bulur. 1891’de daha büyük bir binaya, Tosun Paşa Konağı’na İstanbul Erkek Muallim Mektebi ile birleştirilerek Cağaloğlu’nda nakledilir. Okulun başarısı II. Abdülhamit tarafından göz ardı zamanında Düyunu Umumiye İdaresi’nce kullanılan görkemli edilmeyecek, öğretmen ve öğrencilerine Sadabat’ta ziyafet bile binaya nakledilir. Bu okulun son göçüdür. Öğrenci sayısının iki verilecektir. bine ulaşmasıyla yatılı bölüm 1934’te kaldırılır. 1940’ların 1896’da II. Abdülhamit’in yerine Reşat Efendi’yi tahta başlarında 2000’li yıllarda uluslararası nitelik kazanacak İstanbul geçirmek için bir darbe planı hazırlandığı ve bu planı Lisesi Spor Bayramı etkinlikleri kutlanmaya başlar. Öğrenciler oluşturanların bir kısmının 40’larda özellikle atletizm alanında rekorlara imza atar. 1944’te Numunei Terakki Mektebi Mezunlar Cemiyeti kurulur. 1951’de ismi İstanbul Erkek Lisesi öğretmenlerinden olduğu Mezun ve Mensupları olarak değiştirilir. tespit edilir. Mehmet ALMAN ÖĞRETMEN SAYISI 35 Nadir’in de olaydan haberdar olduğu öne sürülür. Okul 120 1955’te eski mezunlarından olan ve üç yıl Milli Eğitim Bakanlığı bin kuruşa satın alınarak yapan Celal Yardımcı’nın girişimleriyle okul tekrar yatılı özelliğine devletleştirilir, kadrosu dağıtılır, kavuşur. Yine Celal Yardımcı’nın bakanlığı döneminde 1957’de Mehmet Nadir için uzun yıllar Almanya ile Kültür Anlaşması yapılır ve 1958’den itibaren sürecek yarı sürgün hayatı başlar. yeniden Almanca dilinde eğitime başlanır. Bugün okuldaki Alman Oradan oraya sürülen, ismi sürekli değiştirilen, özel bir öğretmen sayısı ise 35’tir. 1957’ye gelindiğinde yeni bir rekora statü tanınan, daima en iyi eğitmenleri bünyesinde toplayan imza atılır, Hakkı Süha Gezgin aynı okulda öğretmenliğinin 40 okul, 1910’da İstanbul Lisesi adını alır. “Lise” kelimesi ilk kez yılını doldurur, üstelik görevini daha da sürdürecektir… bu dönemde bir okulda kullanılır. Bu ilk lisenin 30 öğrencisi Balkan Savaşı’nda şehit olacak, onları 1915’te Çanakkale Savaşı’nda yiten elli öğrenci izleyecektir. Her ne kadar bu şehit öğrencilerin fotoğrafları bulunamasa da, 301 Macit’in yazdığı dilekçe, arkadaşlarını da temsilen kitapta yerini alıyor: “Nüfus tezkiremle şehadetnamemi mektep idaresinden aldım. 7 Şubat 1330 (20 Şubat 1915). Harbiye Nezaretine gönüllü olarak askere yazıldığımdan mektebi terk ettim. 301 Macit.” Acı haber okula ulaşınca öğrenciler şehit arkadaşlarının anısına sarı duvarlı okulun kapı ve pencere pervazlarını siyaha boyar. Ortaya çıkan sarısiyah renkler, o tarihten sonra okulun renkleri olarak benimsenir. Saatler de öğrencilerin şehit düştükleri Okulun 1982’den beri ismi İstanbul Lisesi. Celâl Ferdi Gökçay karikatürü (altta). 03.30’da sabitlenir. Bugün de öğrenciler, mezunlar, öğretmenler, 1950’lerde oluşturulan Bakanlar Kurulu’na şöyle bir bakanlar okulla birlikte büyüyüp gelişen Sakarya Oymağı ve İstanbulspor İstanbul Liselilerin sayılarını görünce irkilir, Samed Ağaoğlu, Celal her yıl 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gece, saat 03.30’da Yardımcı, Nedim Ökmen, Sıtkı Yırcalı, Emin Kalafat, Abdullah “Şehitleri Anma Töreni” düzenliyor. Aker, Esat Budaklıoğlu... 1958’in İstanbul Valisi Mümtaz Tahran Okulun imza attığı ilkler saymakla bitecek gibi değil; İlk da İstanbul Liselidir. Almanca eğitim, ilk sinema gösterimi, ilk tiyatro kolu... Sultanı ile 30 Nisan 1960’ta, ülkenin içinde bulunduğu şartların lise arasında gidip gelen okul 1923’te Erkek Lisesi kimliğine üniversite ve lise öğrencilerince protesto edildiği gösterilerde bürünür, yeni yeri de Beyazıt’taki Fuat Paşa Konağı olarak İstanbul Liseliler de vardır. Son sınıf öğrencisi Nedim Özpolat adlandırılan eski Maliye Nezâreti binasıdır. 1924’te Dumlupınar Çarşıkapı’da askerlerle kucaklaşmak amacıyla tankın üzerine Anıtı’nın açılış törenine katılmak üzere binbir güçlükle Bursa’ya çıkmaya çalışır, bu sırada tank hareket edince düşer ve ölür. giden, dönüş paralarını çıkarmak için sahneledikleri oyuna Cenazesi Anıtkabir’de toprağa verilir. Mustafa Kemal’i de çağıran öğrenciler, Paşa’nın oyunlarını 1960 ihtilalinden sonra yeni anayasayı hazırlamak üzere beğendiğine tanıklık etmekle kalmaz, Paşa tarafından 100 lira ile 1961’de kurulan “Kurucu Meclis” üyeleri arasında da İstanbul ödüllendirilir… Öğrenciler de Paşa’ya bakırdan bir izci rozeti Liseliler vardır: Sıtkı Ulay, Bahri Savcı, İsmail Rüştü Aksal, Zeki armağan eder. Gençosman, Osman Bölükbaşı ve Cemil Sait Barlas. 1925’te müdür Almanca öğretmeni Hüseyin Besim’dir. Bu Mahir Yeğmen’in müdürlüğü döneminde, dönemde Türk Eğitim Tarihi’ne geçecek olan; Sait Faik 1982’de, okulun ismi son kez değişir; kız Abasıyanık, İhsan Sabri Çağlayangil, Hikmet Feridun öğrencilerin 1964’ten bu yana okulda olmaları Es, Sıtkı Yırcalı, Saffet Nezihi Bölükbaşı, Rahmi dikkate alınarak “İstanbul Lisesi” adı verilir, Duman gibi 43 öğrencinin okuldan okul da Anadolu Lisesi statüsüne geçer. İsmi uzaklaştırılması ile sonuçlanacak olan ünlü ne olursa olsun, hep “erkek” kimliğiyle anılır, “İğne” olayı meydana gelir. “İstanbul Erkek Liseliler Eğitim Vakfı”, Olay Arapça öğretmeni Seyid Salih’in “İstanbul Erkek Liseliler Derneği”, minderine iğne konulmasını fark etmesiyle “İstanbul Erkek Liseliler Dayanışma başlar. Çok sinirlenen Seyid Salih’in Vakfı”, İstanbul Erkek Liseliler müdürlüğe şikâyeti üzerine tüm Eğitim Vakfı…. öğrenciler sıkı sorguya alınacak, kimse İstanbul Lisesi, bugün de ama hiç kimse hatta yıllar sonrasında ortaöğretim kurumlarına giriş bile hiç kimse iğneyi kimin sınavlarına katılan öğrencilerin koyduğunu söylemeyecektir. Olay tercih sıralamasında ilk üçte yer öğretmen Enver Behnan alıyor. Bunda 125 yıllık tarihi bir Şapolyo’nun tüm çabalarına karşın geçmiş ve Almanya’da eğitim “İğneciler”in tümü okuldan imkânı sunması etkiliyse de; uzaklaştırılması ve başka okullara İstanbul Liselilerin ÖSS başarıları dağıtılmasıyla son bulur. da bir o kadar etkili, son on yılda Yıllar sonra iğnecilerden gazetecibaşarı oranı yüzde 96… yazar Hikmet Ferudun Es duygularını Hepsi bu kadar mı? Okulun şu sözlerle ifade edecektir; “Biz 43 ilkleri, başarıları saymakla bitecek iğneci idik. Fakat sonradan o kadar çok gibi değil, bu yazıyı özetin özeti kişi iğneci sınıftan olduğunu iddia etti ki, olarak düşünün! hayret etmemek mümkün değil.” C M Y B C MY B