22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 4 OCAK 2009 / SAYI 1189 Gül’ün DNA’ları Selçuk Erez 2009’a yeterince keyifli girmememizin birçok nedeni var. Ama yılbaşına az kala Cumhurbaşkanı’nın Ermeni konusundaki ılımlılığının, anasının Ermeniliğinden kaynaklandığı anlamı taşıyan açıklamalar yapılması, bu iddianın gerçekle bağdaşmadığı söylenip soyağacı açıklandığında da “Bu yetmez, DNA saptanmalıdır!” denmesi tüy dikti! Bu tek bir kişiyi ilgilendiren saçmalık olsaydı üstünde durmaya değmezdi ama CHP İzmir milletvekilinin iddialarının “birçok eposta vb. ile desteklenmiş olduğunun ileri sürülmesi, bu konuda biraz daha düşünmemizi gerektiriyor: Çünkü milletvekilinin sözlerini dinleyip, gerçek sanıp alkışlayanlar şunu düşünmezler mi? Bir vatandaşımız, sülalesinde bir Ermeni bulunduğunda Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayan eylemlere girişiyorsa, o zaman anası babası Ermeni olanlar kim bilir ne yaparlar? Bu vahim yanlışlığa hemen son verilmelidir! Barınak değil, sığınak istiyoruz! Yazı ve fotoğraf: Ayşe Baziki “Sığınağa gelmeden önce hayatım bir cehennem gibiydi. Kendimi sığınağa zor attım, kurtuluşum yok derken, buraya ulaştım. İlk günden itibaren de her şeyden önce bir insan olduğumu, kendime güvenmeyi, ayaklarımın üstünde tek başıma durmayı öğrendim. Hayatımda ilk defa birileri bana ne yapmak istediğimi sordu. Artık hiçbir zaman ezilmeyeceğim. Artık ne istediğimi biliyorum. Üç oğlum var. Onlara erkek değil, hepimizin birer insan olduğunu öğretiyorum. Babaları gibi olmayacaklar.” İsmi bizde saklı. O Mor Çatı Kadın Sığınağı’ndan gelip geçen kadınlardan. Hani şimdilerde Beyoğlu Kaymakamlığı’nın maddi desteği kesmesiyle kapanmakla karşı karşıya kalan sığınaktan… Yaşlı, kendi halinde, altı çocuk büyütmüş, Orta Anadolu’da yaşayan bir kadın tanıyorum, kocasından yıllarca şiddet görmüş, iki kez ayrılığı denemiş, sonunda yaşlılığında yine aynı adamla evini paylaşmış… Televizyondan öğrenmişti Mor Çatı’nın varlığını, bir gün bir konuşmamız sırasında, durup dururken, “Biraz param olsa, hiç düşünmez onlara veririm” demişti. Kime, diye sormuştum, Mor kadınlara diye yanıtlamıştı… O kadının zamanında böyle bir sığınak ihtimal bile değildi, yukarıda düşüncelerini aktardığımız kadın gerçekleşmiş ihtimalin içinden geçmişti, dahası şiddet azalmıyor, aksine artıyordu, ve şimdi Mor kadınlar kendi kaderleriyle baş başa bırakılmak isteniyordu. “Mor kadınlar”dan ikisiyle Mor Çatı gönüllüleri, sığınakta çalışan Fatma Mefükre Budak ve dayanışma merkezinde görevli Gökçe Kartaler’le konuştum. Fatma ve Gökçe amaçlarını, amaçlarına ne kadar yakınlaştıklarını aktarıyorlar: “Mor Çatı dayanışma merkezi’ne gelen başvurulara sosyal, psikolojik, toplumsal destek veriyoruz. Gelen başvurunun bize yönelttiği talebi neyse o yönde destek vermeye çalışıyoruz. Günde ortalama on beş başvuru alıyoruz. Kendi sığınağımızda yer yoksa kadınları başka sığınaklara yönlendiriyoruz.” Beyoğlu Kaymakamlığı Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’na verdiği finansal desteği kesti. Gerekçe, bütçenin yetersizliği… Kaymakamlığın bu kararı daha çok gönüllülük esası üzerinden çalışan vakfı sıkıntıya soktu. Dahası devletin kadına yönelik şiddeti önlemekte pek de samimi olmadığını gösterdi. Sığınakta çocuklar da düşünülmüş. PROJE BİTTİ, DESTEK ÇEKİLDİ Amaç, kadınlara sadece yatacak yer vermek, karnını doyurmak değil, yani barınak peşinde değil, bir sığınaktan yanalar. Bu kadının güçlenmesini, bir meslek edinmesini sağlamak için önemli bir ayrım. Bu hem sığınağın önemini, hem de kapanmasının açacağı gediğin büyüklüğünü gösteriyor. Hatırlatmakta fayda var, Mor Çatı kurulduğundan beri sığınakların uluslararası standartlara uygun yürütülmesi için model oluşturmaya çalışıyor. 20 yıllık süre içinde birçok yasal düzenleme yapıldı. Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin bir devlet politikası olacağı söylendi. Başbakanlık’ın 2006/17 sayılı genelgesi önemli yasal düzenlemelerden biriydi ve devletin ilgili bütün kurumlarına, özel idarelere de sorumluluk yüklüyordu. Beyoğlu Kaymakamlığı da sorumluluğunu yerine getirip Eylül 2005’te Mor Çatı ile sığınak açılması ve yürütülmesi konusunda bir protokol imzaladı. Finansal destek Dünya Bankası tarafından sağlanıyordu. Mor Çatı birçok zorluğa karşın protokolün gereklerini yerine getirdi. Proje, Dünya Bankası tarafından örnek proje seçildi, ödüllendirildi. Ancak projenin süresi bitince, kaymakamlık desteğini çekti. “Kadın örgütleri olarak bunu yıllardır vurguluyoruz“ diyor Gökçe Kartaler: “Asıl olan kadına yönelik şiddetle mücadelenin önemine inanıyorsa devletin bunun için kaynak ayırmasıdır. Para ve bütçe konuları da politik konulardır ve politik seçimlerdir”. Abdullah Gül. Mor Çatı Kadın Sığınağı’na gelen kadınlara gönüllüler tafarından sosyal, psikolojk, toplumsal destek veriliyor. erezs@superonline.com C M Y B C MY B İşe bir soruyla başlanmalı: Gül’ün anası Ermeni olsaydı ne olurdu? Bu nitelik, onun haince eğilimler beslemesine, ya da davranışlar sergilemesine mi yol açardı? Bu varsayım geçerli ise tersi, yani Gül’ün 19 göbek katıksız arı Türk olması da vatanperverlik konusunda kendisiyle yarışılmasını imkânsız mı kılardı? Peki öyleyse İkinci Dünya Savaşı’nda vatanını işgal eden Hitler kuvvetleriyle işbirliği yapmış olan V. Quisling’in sülalesinde Norveçli olmayan var mıydı? Hayır, hem ana hem de baba tarafından bu ülkenin en eski ailelerinden gelmekteydi hain Quisling. Quisling’i desteklemiş olan Norveçli ünlü yazar Knut Hamsun? Onun da sülalesi katıksızdı. İkinci Dünya Savaşı’nın Fransız Quisling’i olarak bilinen ve düşmanla işbirliği yaptığından kurşuna dizilmiş olan Pierre Laval’ın ataları? Fransız oğlu Fransızdılar! Demek ki hainin daniskası olduklarından adları bu gün “vatan haini” ile eşanlamlı kullanılanlar ecdadı karışıklardan değil, atası katıksızlardandırlar! Ayrıca, sülalesinde etnik kökeni farklı insanlar bulunanlar bu milletvekilinin sandığı gibi hıyanete eğilimli olsalardı Fransızlar, Macar kökenli Sarkozy’yi, Amerikalılar da Kenya kökenli Barack Obama’yı başkan seçerler miydi? Bu zırvalıkları sergileyenlere bir şey daha sormalıyız: Hiç aynaya baktınız mı? Neden elmacık kemikleriniz Asya’da kalmış Türklerinki gibi çıkık, gözleriniz de çekik değil? Ecdadınız Orta Asya’dan bu yana geleleli özellikle Anadolu’da yaşayan insanlarla öylesine karıştı ki, siz böyle oldunuz. Sülalenizde Hititlilerin, Ermenilerin, Arapların, Rumların ve Yahudilerin yada Haçlı Seferleri’nden kalma kimselerin bulunması, sizi hainliğe eğilimli mi kılıyor? Sanmıyoruz! Yeni yılda ve ötesinde bu tür saçmalıkları sergilemekten vazgeçmenizi diler, Türkiye’nin aklı başında ve aydın insanlarına mutlu bir 2009 dileriz! G Mor Çatı Kadın Sığınağı’ndaki odalardan biri. Dünya Bankası’nın desteğinin sona ermesi ile sığınağın yürütülmesindeki zorluklar had safhaya vardı. Sığınağın çocuk evine verilen personel ücreti de kesildi. Mor Çatı bu boşluğu bağışlarla kapatmaya çalıştı, ama görüldü ki bunun süreli olması imkânsız. Mor Çatı sorumluları, önlerine çıkan bütün kurumlara, hatta Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’ya başvurdu. Konunun önemini anlıyorlardı evet, ama sorun çözülmüyordu. Kaymakamlık, para akışını kesmekle kalmadı, gönüllülere “Siz bu sığınak için maddi anlamda ne yapıyorsunuz ki, nasıl bir kaynak buluyorsunuz ki” diye sordu. Sorunun heves kırıcı yanına değinmiyor Kartaler, doğrudan yanıt veriyor: “Mor Çatı çalışmalarıyla gönüllülük sağlamayı başardı. Bu gönüllülük de kimsenin ödeyemeyeceği bir değere sahip. Ayrıca sığınağın psikolog, avukat, psikiyatr, doktor, pedagog gibi çok önemli ihtiyaçlarını gönüllülerimiz aracılığıyla temin ediyoruz. Bu ihtiyaçlar verilen ödenekle asla karşılanamaz”. Peki bugüne kadar kadınlarla nasıl bir çalışma, nasıl bir paylaşım yaşandı? Fatma Budak “Biz buraya gelen kadınlarla karşılıklı güçleniyoruz” diye yanıtlıyor; “Şiddet yaşayan, mağdur olan kadınlarda çaresizlikler de var, çareler de. Bizim elimizde de değişik bilgiler, değişik çareler ve çaresizlikler var. Bu ikisini ortaklaştırıp karşılıklı güçleniyoruz. Kadınların çocukları da var. Çocuklarla da etkileşim içindeyiz. Erkek şiddetini bir kontrol mekanizması, bir güç göstergesi olarak değerlendiriyoruz. Toplumda sistematik, yaygın ve örgütlü olarak var olduğunu biliyoruz”. Çığlık atan, yardım isteyen kadının hayat deneyimlerini göz ardı etmiyor Mor Çatı. “Gücünü, iradesini kullanması konusunda bazı şanslar ona verilmemiş, ya da elinden alınmış olabilir” diye sürdürüyor Budak; “Ama göreceği bir destekle ya da burada, sığınakta yaşayacağı güçlenmeyle gene o kendi hayatının kontrolünü eline alacak, kendi başına durabilecek bir bireydir. Bizim yaptığımız destek ve güçlenme, sadece bu”. Kadının varsa çocuğunun “biriciklik” hakkına dokunmadan ona destek olmak elbette zorlu bir iş. Peki kadın ya yoruluyorsa güçlenmekten, ya vazgeçerse… Diyelim ki, kendisine şiddet uygulayan kocasına geri dönmeye kalkarsa… Yanıt yine Fatma Budak’tan: “Kadınlar kendilerini gerçekleştirmeye çalışan bireyler. Hepsi ayrı ayrı biricik insan. Biz sadece güçlenme ve değişimle, şiddetten uzaklaşmalarıyla ilgileniriz. Şiddetten uzaklaşmaktan anladığımız, sığınakta kaldığı süreçte kendi yaşadığı şiddet ilişkisini, aradaki güç dengelerini kendi kendine fark etmesi. Yeni ilişkilerde aynı tip olayları yaşadığında daha iradi olarak davranması, gücünün eline geçmesi ve şiddetten uzak ilişkilere geçmesi. Bunun için kocasından mı boşanmalı, buna o karar verir. Kocasından boşanmayan kadınlar var. Eve geri dönüyor ama fiziksel şiddet yaşıyorsa bu duruyor.” Beyoğlu Kaymakamlığı’nın bütçeden pay ayırmaktan vazgeçmesi kadınları durdurmaya yetmiyor, şimdi bir imza kampanyaları var: “Sığınak istiyoruz”! Kampanyaya sadece İstanbul’dan değil, Türkiye’nin her yerinden mail’ler akıyor. “Kampanyamıza destek çok büyük” diyor Gökçe Kartaler: “Biz feministler mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz”. Eğer siz de sığınaksız bir dünya umudu için bugünkü sığınakları ayakta tutmaktan yanaysanız ve elbette şiddete karşıysanız, mail atmakta gecikmeyin… G Kendi güvenli limanım... Aylin Kotil er yeni yılda, eski yıldan neler öğrendiğime bir bakarım. Ya da neleri deneyimlemem gerekiyordu diye üstüne düşünürüm. Ülkem adına en acıtanı (acı olmadan öğrenilmiyor) artık olmaz dediğimiz türden gözaltıların ve davaların olmasıydı. Yurtdışında yargılanıp suçlu bulunan Deniz Feneri olayının, ülkemle ilgili bölümü yetkililere teslim edildiğinde kıllarının kıpırdamadığını deneyimledik milletçe. Ve bu olay karşısında sesimizin ne kadar az çıktığını... Töreye kurban giden kızlar, kadınlar yetmiyormuş gibi, bir de toplumda bir yerlere gelmiş adamların, kızlara ne kadar büyük bir rahatlıkla tacizde bulunduğunu gördük. Spora yatırım yapmayan Başbakan’ın, madalya alamayan sporcularımıza sitem ettiğine şahitlik ettik. H 2010 Kültür Başkenti seçilen İstanbul’da, “Kültür” adına tek bir taşın oynatılmadığını... Birbirimize damgalar koyup, ittiğimizi gördük. Sonra gözümüzün içine bak baka yalan söyleyenleri, bilmesem neredeyse inanacağım kadar oynanarak söylenen yalanları... Kendi çıkarları için, en ufak değer yargısı kalmamış olan insanlara rastladım. Yanı başımda duruyorlardı. Kızdım kendime, kör müydüm diye... Kendimi ancak kendimin mutlu edebileceğini gördüm. Ancak kendim buna izin verirsem mutlu olabilirdim. Sonra bir arkadaşım “Hayatı fazla mı ciddiye alıyoruz?” dedi. Hafiflemekten omurgasını kaybedenleri gördükçe, “fazla ciddiye almaya devam” dedim ona. Sonra içimdeki gücü sevdim. Hiçbir şeyin onu yıkmasına izin vermedim. Yıkmaya çalışanların ise içlerinde güç yoktu. Sadece dışarıdan desteklenen güçle ayakta duruyorlardı. Oysa içimdeki güç daha sağlam ve sürekliydi. Dışarıdan alınan güç her an değişebilirdi. Onlara da öğretmek istedim içerdeki gücün keyfini. Ancak direndiklerini, istemediklerini gördüm. Böyle olunca da herkesin hayattan aldığı derslerin, olaylar aynı da olsa farklı olması gerektiğini deneyimledim. Ancak 2009’a mutlu, huzurlu ve kendi limanımda güvenli olarak girdim. Beni yetiştirenleri minnetle anarak... İyi seneler... G Aylin@kotil.web.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle