Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 OCAK 2009 / SAYI 1189 3 Polis şiddeti seviyor... Polisin şiddet kullanımı tepkisiz ve cezasız kalıyor. Kimi zaman ölümle sonuçlanan olaylar medyada bir iki gün yer aldıktan sonra unutuluyor veya üstleri kapatılıyor. Oysa polis şiddetinde belirgin bir artış var. Yaşanan olayların birçoğu sıklaşan kimlik kontrolleri esnasında, protestolarda, gösterilerde polisin silahını veya copunu gereksiz ve haksız yere kullanmasından kaynaklıyor. Cezaevinde devlet şiddetine uğrayan ve işkenceden ölen Engin Çeber, Ferhat Gerçek için yapılan eylemde... Polisin şiddeti 1 Mayıs eylemlerinde de kendini gösteriyor... Deniz Yavaşoğulları A tina’da, 15 yaşındaki Alexis Grigoropoulos’un bir polis tarafından öldürülmesi günlerce süren bir halk isyanına dönüştü, gençler “Bu devlet öldürüyor, artık yeter. Onları durdurmamız gerekiyor” sloganıyla sokaklara döküldü. Şehri birbirine kattı. Peki ya biz? Türkiye’de de polisin sebebiyet verdiği pek çok ölüm ve yaralama olayı oluyor. Ancak kimi zaman medyada bile yer almayan bu olaylar unutuluyor, tepkisiz, çoğu zaman da cezasız kalıyor. Geçen hafta, Bayrampaşa’da otomobilini önüne park ettiği işyeri sahibiyle tartışan polis memuru Mehmet G., kendisine sopayla saldıran işyeri sahibinin oğlunu dizinden ve ayağından vurdu. Bu, Haziran 2007’de, Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nun değiştirilmesinden bu yana artış gösteren polis şiddetinin en son örneği. Polisin haklarını genişleten bu değişikliğe gerekçe olarak “Avrupa ve diğer gelişmiş ülkelerde” de benzer girişimler olması ve AB standartlarıyla uyumlaştırma amacı gösterilmişti. Yasanın yeni hali polislere kimlik kontrolü yapma, parmak izi ve fotoğraf veri bankası kurma ve kamusal alanlarda arama yapma yetkileri verdi. Gecikmenin sorun yaratacağı durumlarda arama işleminin hâkim iznine gerek olmadan yapılması da söz konusuydu. Yasa polise ateş etmeden önce “dur” Esmeray. çağrısında bulunulması gerektiğini şart koşsa da polis şüphelinin suçüstü yakalanmasını sağlayacak ölçüde silah kullanabiliyor, uyarı amacıyla ve kişi uyarıyı dikkate almayıp kaçmaya kalkışırsa silahla ateş edebiliyor. Avrupa İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporunda, geçen 15 ay içinde rutin kimlik kontrolleri sırasında polisin kötü muamele Tutku Türkol. yaptığına yönelik birçok iddia var. Raporda da yer alan bir olay 26 yaşındaki Feyzullah Ete‘ye ait. Ete, Avcılar’da polis tarafından yapılan kimlik kontrolü esnasında, sivil giyimli bir polis memurunun göğsüne attığı tekme sonucu hayatını kaybetti. Tekme attığı öne sürülen polis memuru kasten yaralama ve ölüme sebebiyet vermekten tutuklu olarak yargılanıyor. 30 yaşındaki Mehmet Nezir Çirik ise, arkadaşı Arif Kılınç’la birlikte yine bir kimlik kontrolü sırasında durdurulduktan sonra, polisten yediği dayak sonucu ağır bir iç kanama geçirdi, dalağı patladı. İfadelerine göre, polis doğum yerlerinin Diyarbakır ve Mardin olduğunu gördüğünde şiddetini arttırmıştı. Nijeryalı bir sığınmacı olan Festus Okey de büyük ihtimalle ırkçı bir polis cinayetinin kurbanı oldu. Okey, 20 Ağustos 2007 günü polis gözaltındayken aldığı tek kurşun yarası sonucu öldü. Olay olduğu sırada Festus Okey Beyoğlu Karakolu’nda polis memuruyla yalnızdı. Memur, Okey’in silahını almaya çalıştığını ve itiş kakış sırasında silahın yanlışlıkla ateş aldığını iddia etti. Ancak, olayın ardından Okey’in tişörtünün ve atletinin ortadan kaybolması şüphe çeken bir ayrıntıydı. Yine rutin bir kimlik kontrolü sırasında şiddete uğrayan Esmeray’ın başına gelenlerin sorumlusu da Beyoğlu Karakolu’na mensup polis memurlarıydı. 20 yaşındaki Baran Tursun da polisin haksız ve yersiz silah kullanımının kurbanlarından biri. O, 25 Kasım 2007 tarihinde İzmir’de bir polis memuru tarafından başından vurulduktan beş gün sonra hastanede yaşamını yitirdi. İddiaya göre polis, Tursun’un iki arkadaşının da içinde bulunduğu cipe dur ihtarında bulundu. Tursun ihtara uymayınca, polis memurlarından birinin açtığı ateş sonucu direksiyon hâkimiyetini kaybederek bir ağaca ve elektrik direğine çarptı. Silah kullanımının gerçekleştiği koşullar ve arabaya dur ihtarının yapılıp yapılmadığı veya kaç kere yapıldığı gibi konular ise hâlâ tartışmalı. Polisin delillerle oynadığı ya da ortadan kaldırdığına ilişkin güçlü bulgular da var. Örneğin, olay gece 03.15 sıralarında gerçekleşmesine rağmen, savcı 06.46’da haberdar edildi. Olay ilk polis raporunda trafik kazası olarak rapor edilmişti, ancak polis daha sonra bu iddiasından vazgeçerek, Baran Tursun ve arkadaşlarının dur ihtarına uymadığını ve Tursun’un da açılan uyarı ateşi sonucu öldüğünü ileri sürdü. Polis memurlarınca emniyet müdürlüğüne verilen ifadeler ise kelimesi kelimesine aynı. Bu da herkes için tek bir ifadenin hazırlandığını akla getiriyor. Ayrıca yakınlardaki bir benzin istasyonunun kamera sisteminden alınan ve muhtemelen polis tarafından bir CD’ye kopyalanarak delil olarak sunulan görüntülerin üç dakikalık bölümünün silinmiş olması da görüntülerle oynandığına işaret ediyor. Bir de şu var; polis fotoğraflarında görülen sürücü koltuğundaki mermi çekirdeği parçası, gazetecilerin önceden çektikleri fotoğraflarda yok! Bu da Tursun’un ölümüne sebep olan polis kurşununun Tursun’u doğrudan nişan almadığını ama seken bir kurşun sonucu Baran Tursun öldüğünde 20 yaşındaydı. Festus Okey’in cenazesinden... hayatını kaybettiği izlenimini vermek amacıyla oraya konduğu şüphesini uyandırıyor. Olayda yer alan on polis memuru “resmi evrakta sahtecilik yapma, adli kolluk görevlilerine suçu bildirmeme ve suç delilini yok etme, gizleme veya değiştirme” gerekçesiyle yargılanıyor... 19 yaşındaki Ferhat Gerçek’in belden aşağısı artık felçli ve bundan sonraki hayatını tekerlekli sandalyede geçirmek zorunda kalabilir. Gerçek, 7 Ekim 2007’de yasal bir yayın olan sol görüşlü Yürüyüş dergisi satarken polisin açtığı ateş sonucu sırtından vuruldu. Gerçek olayın mağduru, polis ise onu ve yanındaki arkadaşlarını “şüpheli” olarak addediyor. Engin Çeber de Yürüyüş Dergisi dağıtırken gözaltına alınmıştı, tarih 28 Eylüldü. Metrise gönderildi, 10 gün sonra ise işkencelere dayanamayarak öldü. Polisin Birgün gazetesi taşıyanlara yönelik de şiddeti oldu. Birincisi 19 Ocak 2008’de, Hrant Dink’i ölüm yıldönümünde, anma amacıyla İstanbul’un merkezinde toplanan bir grup göstericiyi dağıtmak için yapılan polis müdahalesinde, 52 yaşındaki Kemalettin Rıdvan Yalın’ın başına geldi. Yalın dizinin altından vuruldu. Kendisinden oldukça genç olan eylemci grubun içinde olmadığını iddia eden Yalın, vurulduktan sonra hastaneye kaldırıldı; ancak polise cebir göstererek mukavemet etmek, kamu malına zarar vermek nedeniyle polisin gözaltına aldığı kişiler listesine dahil edildi. Polis, Yalın’ın sol görüşlü bir gazete olan Birgün gazetesi taşıdığını söyleyerek, söz konusu gazeteyi bulundurmanın Yalın’ın eyleme katıldığına dair önemli bir delil sayılacağını ima etti. Bu olayın bir benzerini de geçen yaz Tutku Türkol yaşadı. 18 yaşındaki Tutku Türkol, Kadıköy rıhtımda evine doğru yürüyordu, elinde Birgün gazetesi vardı. Birden yanında bir polis aracı durdu, araçtan inen polisler gazeteyi alıp yırttılar genç kızı da arabaya bindirip karakola götürdüler, gözaltına aldılar. Karakoldaki sorgusu Birgün gazetesi okumasına odaklıydı. Dini inancını, siyasal görüşlerini sorguladılar ve taciz ettiler. Polisin gösteri ve protestolardaki tutumu da aynı şiddette oldu. Bunun en yakın ve en bilinen örneklerinden biri de 1 Mayıs 2008‘de yaşananlar... Polis, sabah saat 06.30’da DİSK‘in Şişli’deki genel merkezi önünde toplanan kalabalığı tazyikli su, göz yaşartıcı bomba ve coplarla dağıtmaya başladıktan sonra ofislerine baskın yaptı. İnsanları copla dövdü, binanın içine göz yaşartıcı bomba attı. Olaylarla ilgili yürütülen soruşturmanın sonuçsuz olacağını düşünen DİSK ve KESK 14 Ağustos’ta konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de taşıdı. 1 Mayıstaki polis şiddetinden ekip arkadaşlarımız Ali Deniz Uslu ve Esra Açıkgöz de nasibini aldı. Uslu, gazete binasına girmek üzereyken copla dövüldü. Sağ elinin kırıldığı anlaşılınca ameliyata alındı. Açıkgöz ise copla kendisine doğru gelen polise gazetenin yer aldığı sokağın köşesinde basın kartını gösterdiği halde kendini kurtaramadı, kafasına birkaç cop darbesi aldı. Savcılığa “kasten yaralama” ve “iş ve çalışma hürriyetini ihlal” suçlarından şikâyette bulundular ama polis tarafından kötü muameleye uğramalarıyla ilgili herhangi bir cezai soruşturma açılmadı. Bahçelievler Kaymakamlığı tarafından 13 Ağustos’ta alınan bir kararla iki polis memuru hakkında adli soruşturma başlatılmasına izin verilmedi. Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde de, 2008’in Şubat ve Nisan ayları arasında altı silahsız kişi miting ve gösteriler esnasında hayatını kaybetti. Bu kişilerden biri 16 yaşındaki Yahya Menekşe‘ydi. O polis kurşununa hedef olmadı; yaşamını, Şırnak’ta katıldığı bir gösteri sırasında panzer tarafından ezilerek yitirdi. G Siz gaspçısınız dem Deniz henüz 18 yaşını yeni doldurmuş bir genç. Nişantaşı’ndaki tekstil atölyelerinden birinde abisiyle birlikte çalışıyor. Bize anlatacak bir hikâyesi var. Ama ne hikâye. Gazetelerden takip edenleriniz olmuştur, Adem 2008 içinde polis şiddetine maruz kalan vatandaşlardan biriydi. Olayın yaşandığı günü anlatırken söze “Çok geç bir saat değildi, hatta yaz olduğu için hava henüz tamamen kararmamıştı” diyerek başlıyor. Civarda görev yapan, daha önce aynı yerde yemek bile yedikleri, yani tanışıklık olmasa da göz aşinalıkları olduğu “mahallenin polisleri” diyebilecekleri görevliler kimlik kontrolü için yollarını kesiyor. Şans; Adem’in üzerinde kimlik yok. Polislerin sesleri yükselmeye başlayınca “50 metre ötede iş yerim var” diyor, cevap; “hayır siz gaspçısınız”. Polisler küfür etmeye başlayınca Adem ve yanındakiler dayanamayıp karşılık veriyor. İş kavgaya dönüşecekken polisler silah çekiyor, destek ekip çağırılıyor ve gençler kendilerini karakolda buluyor. “Karakola girer girmez herkes üzerimize saldırmıştı” diye hatırlıyor Adem “Elim kelepçeliydi, beş altı kişi ikisi ayağımı A Adem Deniz. Fotoğraf: Serkan Yıldız tuttu. Yüzümün sağ kısmını yere bastırdılar, biri de üzerime oturmuş devamlı vuruyordu” . Bir saate yakın süren işkenceden sonra, gece yarısına doğru komiser “şaka” gibi bir teklifte bulunuyor: Gelin, sizi barıştıralım! Salıverilince ilk işleri Şişli Etfal Hastanesi. Loş bir odada doktor ve mağdurlar arasında bir metreden fazla bir mesafe var. Doktor herhangi bir denetleme yapmadan raporunu yazarken Adem’le arkadaşlarına işkence yapan polisler C M Y B C MY B arkada gülüşüyor. Çünkü onlar işkencenin izleri ortaya çıkmadan mağdurları hastaneye yetiştirmiş olmanın keyfi içindeler! Ne Adem’de ne de diğerlerinde morluk ve şişme var… Oysa haklarını arayabilmeleri rapora bağlı… Aradan zaman geçip de morluklar ve şişlikler belirince, yani işkence izleri ortaya çıkınca Adem dava açmaya yeltenmiş, ama “bir sonuç alamazsın” diyen yakınları vazgeçirmiş. Adem Bitlisli, diğer arkadaşlarının kimliklerinde ise Kastamonu, Adıyaman ve Adana yazıyor. Kastamonulu arkadaşları bırakılıp da kendileri gözaltına alınınca akıllarına bunun doğulu olmalarından kaynaklandığını düşünüyorlar. Kastamonulu genç de onları doğruluyor, çünkü o gece polislere neden arkadaşlarımı aldınız diye soruyor, yanıt “tiplerini beğenmedik”. Adem işkence gördüğü gözaltına rağmen polisten ürkmüyor, ama polisin insanlar üzerinde büyük baskısı olduğundan emin. Polisin müdahalesine kimsenin ses çıkarmaması da insanların kendi başlarına gelmediği sürece hak gaspının farkına varmadıklarını gösteriyor. Adem onlara da hak veriyor, Başbakanı’nın “kadın da çocuk da olsa polis gereğini yapacak” dediği bir ülkede tepki göstermek mümkün mü! G DENİZ ÜLKÜTEKİN