Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Artin Demirci’nin 28. kişisel sergisi... 8 HAZİRAN 2008 / SAYI 1159 Murat Sayın İnternetten çektiklerim... Ataol Behramoğlu u hafta internet konusunda eğlenceli bir söyleşide buluşalım. Eğlenceli ama, aynı ölçüde de can sıkıcı. Hatta eğlenceli olmaktan çok, can sıkıcı. Daha öncelerde de yazmıştım: Şimdi adını anımsayamadığım bir arkadaş telefon etmiş, azıcık da sitem eder bir tonda, kendisine ait bir şiirin internet sitelerinin birinde ya da bir kaçında benim şiirimmiş gibi geçtiğini bildirerek bunun ne anlama geldiğini sormuştu... Kendisine bu işte bir günahım olmadığını dilim döndüğünce anlattıktan sonra, internet sitelerinin bana oynadığı başka oyunlardan da söz etmiş olmalıyım... Söz konusu şiir “Sıradan Akşamlar” adını taşıyordu.. Bazı sitelerde benim şiirlerimin arasında yer alan (bu oldukça güzel) şiirin benimle bir ilişkisi bulunmadığını bir kez daha yineliyorum... Sadece bu şiirin mi? Geçenlerde (aşağıda sözünü edeceğim daha da can sıkıcı nedenlerle) bir internet gezintisi yaparken, yine şiirlerim arasında, bu kez de “Sevi Şiiri” adlı bir yabancı konukla karşılaştım... Şimdi, şakayı bir yana bırakarak, bu sitelerin sahiplerine buradan sesleniyorum: Eğer benim olmayan şiirleri benim şiirlerimin arasından çıkarmazlarsa kendilerini dava edecek ve sitelerinde şiirlerimi kullanmalarını engellemek için gerekli yasal yola başvuracağım... İnternetten (daha doğrusu internet sitelerinden) çektiklerim bu kadarla kalsa öpüp başıma koyardım... Bir de “Ataol Behramoğlu’nun Duası” diye başıma musallat edilmiş bir bela var. Allayıp pullayarak, resimleyerek insanların birbirine gönderdiği, bu sözüm ona “dua” ile hiçbir ilişiğim bulunmadığını daha önce de yazmıştım. Bu belayı başıma kimin sardığını bilmiyorum. Nasıl başa çıkabileceğimi de bilemiyorum. (Bunları yazarken bir ara internete girdim ve “dua” yine sayısız sitede karşıma çıktı.) İlgili siteleri uyarıyorum. Yargı yoluna başvuracağım. Ağaçlar ve hayat... Berat Günçıkan B E lindeki poşetten belli, kasaptan evine dönerken uğramış. Tek tek bakıyor tuvallere, ağaçlar ona ne anlatıyor, o ağaca dair kendisinde neler taşıyor, bilmiyoruz. O gidiyor, orta yaşın üzerinde bir çift geliyor, sergiyi geziyor, galerinin yöneticisi Ülkü Berber’e ayaküstü sorular yağdırıyor. Bu bir ressam için az bulunur bir hal. Bu yüzden de Artin Demirci 2000’den bu yana bütün kişisel sergilerini Kuzguncuk’taki Harmony Sanat Galerisi’nde açıyor. Bu kez sergisinde ağaçlar ve birkaç portre var… Portrelerden biri, daha galeriye asılmadan satılmış, alıcı resimdeki kadının Demirci’nin annesi olduğunu bilmiyor. Sırada bugüne kadar sadece desen çalıştığı babasının portresi var, sürekli “bir benim portremi yapmadın” sızlanmalarını ancak böyle dindirecek. İhtimal o portre de tanımadığı birinin evinde kendine yer bulacak… Böylece Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı’nın tarihi, resim aracılığıyla birilerinin duvarlarına sızacak… Bu iddiasız, gösterişsiz, ama güçlü dokunmanın üzerine, iki yıldır Eurovision’da Türkiye’den Ermenistan’a giden oyların yüksekliğini merak ediyorum. “Coğrafya farklı değil, biraz kuzey, biraz güney o kadar” diye yanıtlıyor Demirci “Anadolu halkı ezgilerini bir Ermeni toplayınca, Ermeni türküsü oluyor, Türk toplayınca Türk türküsü. Yarışmada da ezginin yansıması etkili olmuştur, kendinden olduğunu bilerek dinlenilmiş ve oy verilmiştir”… Ağaçlar size ne anlatıyor? Resimlerimde ağaçların iki boyutlu yüzeyde dağılımına baktım. Bir arkadaşım suskun, karşı duran ağaçlar dedi, mutlu oldum. Bu ağaçlardan biri atölyemin bahçesindeki mor salkım, diğeri Aşiyan’dan, bir selvi. Tevfik Fikret’i anımsayarak kırmızı yaptım. Vakıflı’nın gözlerden gökyüzünü esirgeyen portakal ağaçlarının bu ağaçlarda izi ne? Babam sekiz yıl önce portakal ağaçları diktiğinde çok kazanacağız diye sevinmiştim, sonra bunun babamın son ağaçları olduğunu düşündüm… Babam bugün de cebindeki kozalakları bahçeye serpiştirir, “Hangisi güçlüyse o çıksın” der… Bu doğayı olduğu gibi kabulleniş herhalde, peki ressamın yaptığı ne? Ressam doğayı yeniden ele alır, onu dönüştürmeye çalışır. Gelenekte bu vardır. Artık değil sanatın, hayatın her alanını kavramlarla anlayıp anlatmaya çalışıyoruz, gelenek kavrama yenildi mi? Duchamp bu kavramı gündeme getirdiğinde geleneksel resim yapanlar karşı ressam oldular, oluverdiler. Karşı olduğumu söyleyemem ama ben geleneksel eğitim aldım, geleneksel resim öldü dendiğinde bunun ölmediğini, öyleyse benim de ölmem gerektiğini düşünüyorum. Şu malum küreselleşmenin sanatı taşıdığı yer mi, kavramsal sanat? Öyle mi bakacağız? Zannetmiyorum. Sanat tarihinin, yolunun geldiği noktalardan birisidir. Teknolojik değişimlerle ilgisi var elbette ama ressamın gördüğü şey de devam ediyor. Buna en güzel örnek Duchamp’tan sonra Balthus’tur, Freud’tur… Türkiye’den… Hemen herkesi örnek verebilirim. Yeni kuşak kavramla geleneği eklemlemeye çalışıyor. Aslında geleneksel resim ya da karşı resim Türkiye’de daha dinamik. Çünkü coğrafi geleneği kısa ve daha tamamlamamış durumda. Dolayısıyla bu bir kaos halini de alabiliyor. Kaostan iyi bir şey de çıkabilir… Kuşkusuz çıkabilir, bizim dinamiğimiz var, problemimiz kendi coğrafyamızda kalmamız, dünyaya açılamamamız. AB’de değiliz diye resmimiz de tanınmıyor. 1992’de Berlin’de bir galerici “bizim gibi resim yapıyorsunuz” demişti. Halbuki Berlin’deki göçmen ressamlara oryantalist, minimalist diye bakıyorlardı, yani onlar gibi yapmamızı imkânsız görüyorlardı. Peki içeride yeterince görünüyor mu ressam? Bir sürü kültür mirasının, sanat eserinin üzerinde oturuyoruz ama oturduğumuz şeyin ne olduğunu bilmiyoruz. Biz toplum olarak bakmayız, geçer gideriz, düşünmeyiz de. Koleksiyoner de genç ressamlar ne yapıyor, yeni bir şey yapan ressamlar var mı diye bakmıyor, kömürlükten, yastık altından resim topluyor. Ressam dinamik ama işi tamamlayacak olanlar müze, galeri, koleksiyonerrehavet içinde. Ressam ne kadar yapma isteğiyle dolu olsa da mecrasını bulduğunda daha yaratıcı olur. G Rifat Mutlu rifatmutlu@gmail.com www.tayyarozkan.com C M Y B C MY B Bütün bunlardan daha kötüsü olamaz diye düşünürken o da başıma geldi... Kısa süre önce bir lisede katıldığım toplantı öncesinde sahnede biyografim okunurken, 1970’lerde Fransa’da bulunduğum yıllarda bir “gece kulübünde çalıştığım”ı işittiğimde tüylerim diken diken oldu, kulaklarıma inanamadım... Aynı şey daha sonra bir başka lisedeki toplantıda tekrar edince internete bakmayı akıl ettim ve gerçekten de hem de “vikipedi” gibi ciddi bir sitede (hikâyeler.net adlı bir başka sitede) bu garip sözlerle yine tüylerim ürpererek karşılaştım. Her iki siteyi ve benzerlerini, telefon vb. yollarla nasıl ulaşacağımı bilmediğim için buradan uyarıyorum. Kendi elimle yazdığım biyografilerde, 1970’li yılların Paris’inde, zaman zaman, “otel kâtipliği”, “gece bekçiliği” gibi (sigortalı olmayı gerektirmeyen, yabancılara ve öğrencilere özgü) işlerde de çalıştığımı yazmıştım. Elim kırılsa, yazmasaymışım! Gece bekçiliğinin gece kulübü bekçiliğine, oradan da gece kulübünde çalışmaya dönüşeceğini nereden bilebilirdim! İnternetle sorunlarım bunlarla da bitmiyor. “Aşk İki Kişiliktir” adlı ilk şiirimin ilk dizesi “değişir yönü rüzgârın”ken internet sayesinde “rüzgârın yönü değişir”e dönüştü bile... (Bunun şiir bakımından nasıl bir facia demek olduğunu anlatmak için ayrı bir yazı gerekir.) Başta “Şiir Perisi” adlı site olmak üzere bu yanlışı yapan ve tekrar edip duran siteleri uyarıyorum. Bir an önce düzeltmezlerse yasa yoluyla hepsinde şiirlerimin yayınını durduracağım. Tıpkı bunun gibi, bir kitabımın adı “Melankolik Gözyaşları” değil “Mekanik Gözyaşları”dır. “Türkiye, Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum” adlı şiirimdeki “haramilerin elinde bulunan” dizesinin doğrusu “haramilerin elinde bunalan”dır... Vb... Vb... Bunlar benim ulaşabildiklerim. Ulaşamadıklarımın, ulaşmak için zaman harcayamadıklarımın sayısının çok daha fazla olduğundan kuşku duymuyorum. Sevgili okurlarım... Sizleri bir Pazar gününde kendimle fazlasıyla ilgili bir konuyla meşgul ettiğim için beni bağışlayın. Fakat öte yandan, bu konu sadece benimle ya da meslektaşlarımla ilgili sayılamaz. İnternet sağladığı akıl almaz olanakların yanı sıra böyle saçmalıklara, yanlış bilgilendirmelere de neden olabiliyor. İlgili siteleri, yukarıda sıraladığım yanlışları düzeltmeleri için buradan tekrar uyarıyorum. İnternet sorunları konusunda uzmanlaşmış hukukçulara ve bir internet hukukuna giderek daha çok gereksinim duyulacağını düşünüyorum .Ve herkesi, internet sitelerinden edinilecek bilgiler konusunda daha dikkatli ve “temkinli” olmaya çağırıyorum. G ataolb@cumhuriyet.com.tr MİZAH MAĞARA ADAMI / Tayyar Özkan