17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Bora Gezmiş 68 anılırken Deniz Gezmiş’in isminin öne çıkmasını istemiyor, onlar bir gruptu, diyor. 4 MAYIS 2008 / SAYI 1154 7 Röportajlar: Berat Günçıkan u salı Ankara’da, Karşıyaka Mezarlığı’nda buluşacak Gezmiş, İnan ve Aslan aileleri. Deniz, Hüseyin ve Yusuf idamlarının 36. yılında anılacaklar. Çoğunluk için bir televizyon dizisi kahramanı, tişörtteki bir fotoğraf, yakadaki bir rozet Deniz Gezmiş, hatta bir popüler ikon, ama Gezmiş ailesi için sürekli eksikli yaşamanın adı, bitmeyen bir yas… Bora Gezmiş, Deniz Gezmiş’in, üç yaş büyük abisi. Dünü ve bugünü anlatıyor: Siz her 6 Mayıs’ta Ankara’dasınız, değil mi? Evet, her 6 Mayıs’ta gidiyoruz. Babamızın bize tek vasiyeti o zaten, “Mezarları yalnız bırakmayın” dedi. Siz de o dönem kardeşinizle birlikte sol hareketin içinde yer almış mıydınız? Ben 1944’lüyüm. Hukuk Fakültesi’nde iki yıl okudum. Sınıfı geçemeyince, “askere gideceğim” dedim. 6769 arasında askerdim. Döndükten sonra hemen Öğretmenler Bankası’nda işe girdim. Dolayısıyla, fiilen içinde olmadım. Düşünsel olarak… Biz sosyal demokrat bir aileyiz, akrabalarımız arasında CHP’liler var, babam da 1987’de milletvekili adayı oldu, ama üçüncü sıradaydı, beş bin oyla kaybetti. İdamlar sırasında önlemek için yeterince çaba göstermediği gerekçesiyle CHP’ye bir kızgınlık, Bora Gezmiş. kırgınlık oluşmadı mı? O zamanki CHP’yi ikiye ayırmak lazım. Nihat Erim, Kemal Satır, Turan Feyzioğlu’nun oluşturduğu grup zaten o zaman parti ile bağlantılarını kesmişti. CHP’de en çok uğraşan İsmet Paşa’dır, hakikaten samimi olarak uğraşmıştır. Hatta o zamanki Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la bile görüşmüştür. Oysa daha suç belirlenmeden ceza belliydi, yani idam siyasi bir karardı… Babalar gidip Demirel’i de ziyaret ettiler. İsmet Paşa babama “Merak etmeyin, ben konuştum” demiş. Cevdet Sunay’la konuştuğunda ise Sunay kendisine “Paşa, sen bu işle hiç uğraşma, onlar hakkında karar verildi” demiş. Daha hiçbir şey belli değilken Cevdet Sunay’ın bu lafı İsmet Paşa’ya söylediğini, babam bana anlattı. B Önceden alınmış bir karar da olsa idamları önlemek mümkün müydü peki? Anayasa Mahkemesi idamı usul yönünden bozdu, dosya yeniden Meclis’e döndü, yeniden oylandı, ancak bu arada kararın “devletin adli menfaatı için bir an evvel uygulanması lazım” diye bir metin daha eklendi. Kararı durdurmak için Millet Meclisi’nden ve Senato’dan 35 imza bulmak lazımdı, bu rakamı bulmak o kadar zor değildi, biz kolları sıvadık, 27 imza topladık, ama o sırada jandarma genel komutanına suikast düzenlendi… Uçak kaçırıldı… Evet, bu eylemden dolayı Altan Öymen gibi adamları içeri alınca birçok kişi korktu, sekiz imza daha toplamayı bırakın, imza verenlerden çekenler oldu. Deniz Gezmiş’i kurtarmak adına yapılan eylemlerdi, ama geri tepti, diye mi düşünmeli? Eylemlerin hakikaten Deniz Gezmiş’i sevenler tarafından mı yapıldığı da hiç açığa çıkmadı. Hüseyin İnan’ın babası Hıdır İnan oğlunun veda mektubunu idamından önce aldı. Uçağı kaçıranlar şimdi neredeler? Babama söyleyin üzülmesin Esra Açıkgöz abam, diyordu Hüseyin İnan idama giderken son arzusu sorulduğunda, “yarın ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görünce, oğlumun doğru dürüst bir ayakkabısı bile yokmuş diye üzülecek. Ayakkabımı bile giyemeden beni apar topar buraya getirdiler. Babama söyleyin, üzülmesin. Ayakkabılarım da hapishanedeki arkadaşlara hediyem olsun”. Hüseyin’in babası Hıdır İnan, şimdi 86 yaşında. Her 6 Mayıs’ta oğlunun mezarına gidiyor, ne yaşına aldırış ediyor, ne de bastonsuz ayakta duramamasına. İnan’ın, ikisi erkek, altı çocuğu daha var, 19 da torunu. En büyükleri 42 yaşında torunlarının, en küçükleri üç. Zihni hâlâ sağlam, bir iki isimde takılsa da Türkiye’nin yakın tarihini ders verircesine döküyor önümüze, ancak kulakları pek iyi işitmiyor, kendince anlatıyor, Hüseyin’i, çocukluğunu, yakalanışını, sonrasını... Bu yıl 68 kuşağının 40. yılı. Oğlunuz Hüseyin İnan da 68 kuşağının önemli isimlerinden biri. Hüseyin rahmetlik, o davanın peşinde koşarken dahi bizi ne polis sıkıştırırdı, ne de tehdit eden olurdu. Bu işe girdikten sonra eve gelmedi. Nedenini sorduğumda, “Baba” dedi, “girdiğim davanın peşinde koşarken eve gelip gidersem, belki sizi rahatsız edenler olur, eve gelmiyorum ki, kimse ileride size bir şey sormasın”. Siyasetle ilgilenmeye Ankara’da mı başladı? Hüseyin bu işe 67’de İşçi Partisi’nde başladı. ODTÜ’de ikinci yıla kadar bilim çalıştı, sonra okula Hüseyin’in babası Hıdır İnan. devam etmedi. Antep’e silah getirmek için gitmiş, dönerken yakalandı, o davayı atlattık, bu kez üç ay El Fetih’te kaldıktan sonra dönerken Diyarbakır’da yakalandı. Orada birkaç ay yattıktan sonra, Ankara’ya getirdiler, yargılandı, ama bir suç giymedi. Bunları Diyarbakır’da ziyaretine gittiğimde öğrendim. Son yakalanışını nasıl öğrendiniz? Gece gündüz radyonun başından ayrılmıyorduk. Bir sabah radyoda, “Hüseyin İnan dedesinin Pınarbaşı’ndaki evinde yakalandı” dediler. Teslim olmaya dedesi ikna etti Hüseyin’i, değil mi? İhbar eden güya bacanağım oluyor. Sanırım şu görüşle ihbar etti; Hüseyin’in girdiği davanın sonu aydınlık değil, bir yerde kurşuna pay olacağına, yakalattıralım... Onlar ihbar etmeden önce Pınarbaşı’na Ankara’dan bir talimat geliyor, Hüseyin İnan bu gece Yassıören’de diye, bütün jandarma baskına gidiyor. Buradan sonrasını bana Mamak Cezaevi’ndeyken Hüseyin anlattı: Gece yanımda Mehmet ile Pınarbaşı’na geldim. Dedemin eve girdik, bir çay içtik, yattık, iki tabancam vardı, birini yatağın altına sürdüm, diğerini yanımdaki sehpanın üstüne koydum, uykuya dalmak üzereydim ki, kapı çaldı. Dedemmiş, ne istiyorsun dede, dedim. “Hüseyin etrafı çevirdiler, kaçacak yer yok, teslim olacaksınız” dedi. Dede, dedim, sen aradan çekil, ben onların içinden sıyrılırım... “Yok”, dedi dedem “ben seni bu şekil bırakmam”. Kapıyı açtım, bir bekçi. Diğer güvenlik B Babalar, Cemil Gezmiş, Hıdır İnan , Beşir Aslan. Hüseyin İnan yakalandıktan sonra... Renklendirmeler: Zeynep Özatalay güçleri, jandarma evin etrafında diye düşündüm. Dışarı çıktığımızda gördük ki, iki jandarmadan başka kimse yok. Görüşte başka nelerden konuşuyordunuz? Davası hakkında konuşurduk, dışarıdaki hava bize olumlu geliyordu, o “Yok baba” derdi, “ona aldırmayın, bunlar yapabilirlerse bizi idama götürürler, bu kesin”. Yusuf’un babası Beşir Aslan ve Deniz’in babası Cemil Gezmiş’le görüşüyor muydunuz? Yusuf’un babası pek gelmezdi, ancak 1972’den ölümüne kadar, bütün görüşlere, cenaze ziyaretlerine Cemil Bey’le beraber gittik. 6 Mayıs’ta Ankara’da mıydınız? Her 6 Mayıs’ta Ankara’dayız. Bastonla ancak hareket ediyorum, koluma da çocuklar girecek. Yine de ölmeden bu yıl da ziyaret edeceğim. Hüseyin’in arkadaşlarından gelenler oluyor mu? Mezara gelen çok oluyor, ancak beraber yaşadığı kimseyi görmüyorum. 6 Mayıs 1972’de neler yaşadınız? Çocukların bir iki gün içinde idam edileceklerini biliyorduk. 6 Mayıs’ta gün ışıyınca Cemil Bey’i otelden alıp Karşıyaka Mezarlığı’na götürmüşler. Beni de götürdüler, cenazeleri gösterdiler. Deniz’in babası ve kardeşi, Yusuf’un babası, bir de ben vardım. Mezarlık müdürüne üçer mezar ara ile defnedilsinler, diye talimat gelmiş. Deniz’in kardeşi Bora, subaylara, “Ölülerinden niye korkuyorsunuz?” dedi, ses yok. Cezaevinde Hüseyin, “bizi Cebeci Asli Mezarlığı’nda Taylan Özgür’ün yanına defnedin”, demişti, ama olmadı. Hüseyin’in son mektubunu ne zaman aldınız? İdamdan önce... “Doğuşun tabii sonucu ölümdür” diyor, “baba, ne yazık ki erken karşımıza çıktı”… Üzülmeyin filan diyor. Kısa bir mektuptu. Gazeteci Türey Köse, idam kararını imzalayanlarla konuşarak bir kitap çıkarmıştı, kimileri pişman olduğunu söylüyordu… Valla onu bilmiyorum... Kimlerin oy verdiğinin, kimlerin vermediğinin yazıldığı gazete hâlâ bende. Oylama yapılmadan, Cemil Gezmiş ve Beşir Aslan’la Meclis’e gittik, Ecevit’i gördük, zaten karşıydı idama. Ekseriyet Demirel’deydi, o zamanki genel başkan vekili Kamuran İnan’ı gördük, “Biz”, dedi, “18 kişinin idamını bekliyorduk, fakat askeri Yargıtay on beşini bozdu, üçünü onayladı, bu üçü de hayda hayda gider”. G Deniz Gezmiş İstanbul Üniversitesi’nde konuşurken... Çok da sorulmayan bir soru herhalde… Bakın, bugün uçak kaçıranlardan herhangi birinin en ufak bir haberini, hapis yattığını duydunuz mu? Misal olarak söylüyorum, Kızıldere’deki olay, cezaevinden kaçıyorlar, kaybolmak varken, tekrar toplanıp, arkadaşlarını kurtarmak için eylem yapıyor ve hayatlarını veriyorlar, ama uçak kaçırmada öyle bir şey yok. Uçağı Sofya’ya indiriyorsunuz, iki saat sonra biz teslim olduk deyip gidiyorsunuz. Bu kadar samimiyetsiz bir eylemin olacağına ben inanmıyorum. İdamları çabuklaştırmak için düzenlenmiş bir eylem olduğunu mu düşünüyorsunuz? Olabilir. Kesin olarak bilmemiz mümkün değil, ama olabilir. Neler döndüğünü başkaları biliyor. İdamlardan sonra baskı gördünüz mü? Babam ilköğretim müfettişiydi, idamdan sonra fiili görevden masa başına alındı. Annem de öğretmendi, onu da Selimiye’den Kadıköy’deki okula naklettiler. Anneniz oğlunu cezaevinde hiç ziyaret etmemiş, ne evde, ne de dışarıda, kimseyle bu konuyu konuşmamış… Evet, bu konu, annemle hiç konuşulmaz. Peki, acısını nasıl taşıdı? Şimdi, gece kalkıp Deniz’le konuşuyormuş. Yanımızda Özbek bir kadın var, o anlattı bize. Annem metanetli kadındır, üzüntüsünü dışarıya belli etmez. Hatta idam gecesi, bizim hanımı okuluna göndermiş “Müdüre söyle, ben bugün gelemeyeceğim, bana izin versin” demiş. Babanızla anneniz sizi ve kardeşini korumak adına önlemler aldılar mı? 7080 arası çok daha kötüydü, tam bir cinnet dönemiydi, bu yüzden o sırada İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi’ni bitiren kardeşimi İngiltere’ye göndermek zorunda kaldık. Sizin şu andaki duygunuz ne, hâlâ öfkeli misiniz? Öfke değil de, daha çok, bu olaya neden olanlara ve hazırlayanlara, Süleyman Demirel ve diğerlerine yönelik duyulan bir kin. Bu, haksızlığa uğrayıp kabullenememe gibi bir şey. Aynı Demirel, sonraki yıllarda demokrasi havarisi kesildi ve onaylandı… 12 Mart muhtırasını okuyun, orada gençler hakkında bir şey yoktur, her şey Demirel hakkındadır, ülkeyi yanlış idare etmiştir, beceriksizdir, kardeş kavgasına neden olmuştur. Sonra muhtıracılar ile Demirel birleştiler, hınçlarını gençlerden aldılar. Muhtıra hükümete verildi, ama bedelini gençler ödedi. Bugün, kamuoyunun Deniz Gezmiş’i algılama biçimi, rozetlerde, tişörtlerde kardeşinizin fotoğraflarını görmek size ne düşündürüyor? Bizim bütün çabamız, o günleri ve o grubu objektif şekilde anlatmak. Biz Deniz’e kardeşimiz olarak hiç bakmadık ve o kadar öne çıkarılmasını da tasvip etmiyoruz, ötekilere haksızlık oluyor. Sizce 68 romantik bir hareket miydi, yoksa bir isyan mıydı? Kesinlikle isyan hareketiydi ve Türkiye’de, Avrupa’dan daha uzun süre devam etti. Avrupa’da hükümetler talepleri daha anlayışla karşılayıp, mümkün olduğu kadar gerçekleştirip bu işi örttüler. Türkiye’de tam tersi, hareketi daha hoyrat bir şekilde bastırmaya kalktılar. G Hüseyin nasıl bir çocuktu? 1954’te Sarız’a göçtük. Ortaokul için Pınarbaşı’na dedesinin yanına, lise için Kayseri’ye gönderdim. Hepsini birincilikle, takdirle geçti. ODTÜ imtihanını birincilikle kazandı. Hep, bilim adamı olacağım, sizi de en güzel yerlerde yaşatacağım derdi. Liseyi bitirene kadar gönderdiğim harçlıkları hep kitaba verirdi, yemezdi, içmezdi, bilim kitapları alırdı. Hayvanları çok severdi, iki güvercini vardı. Size düşkündü galiba, hakkındaki yazılarda sizin adınız çok geçiyor… Bana karşı çok saygılıydı. Gücüm yettiği kadar seni okutmaya gayret edeceğim, diyordum, o da ODTÜ’ye gelene kadar bana karşı hep saygılıydı. Aramızda hiç problem çıkmazdı. Çocuklarınız ya da torunlarınız arasında siyasetle ilgilenen oldu mu? Yok, yok hiç olmadı. Bir kurban verdik, daha ne uğraşsınlar ki siyasetle… G Hüseyin ve annesi... Kaypakkaya ailesi çocuklarının hayatını korumak için soyadını değiştirdi. A rtık bir köyü yok Ali Kaypakkaya’nın, şimdiki resmi anlatıyordu, onun işi eşitliği sağlamaktı, herkes okuyabilmeliydi, hem soyadıyla, Ali Karakaya’nın. Köyünü ve soyadını elinden de özgürce… alan, büyük oğlu ile küçük oğlu arasında saklı… İkisinin de 12 Mart darbesinden sonra tümüyle sık sık gidip geldiği köylere adı İbrahim. Büyük olanı 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır çekildi İbrahim Kaypakkaya, Malatya, Tunceli bölgelerinde mevzilendi, Cezaevi’nde işkenceyle öldürüldü, yaşasaydı bugün 59 yaşında politik tahliller yapıp yazmaya, bunu köylülerle paylaşmaya başladı. O olacaktı. Küçük olanı 28 yaşında, petrol mühendisi, şimdi da arananlar listesindeydi, Sinan Cemgil ve iki arkadaşının çatışmada Kazakistan’da çalışıyor. Ali Karakaya ise 80 yaşında, bir zamanların öldürülmesine yol açan ihbarcıyı tespit edip öldürdüğü iddia edilince gecekondu mahallesi, bugün bir şehir büyüklüğündeki Mamak’ta aramalar daha da sıklaştırıldı. 1973 yılının 24 Ocak günü kaldıkları yaşıyor. Yani hayat kimseyi, hiçbir şeyi durduğu yerde bırakmıyor, köy, asker tarafından çevrildi. Yoldaşı Ali Haydar Yıldız öldürüldü, ölüler dışında. Bir tek Türkiye Kaypakkaya yaralı yakalandı. hep yeni kazılmış toprak Karda yürütülerek, derelerden kokuyor, genç ölülerden dün de geçirilerek kasabaya bugün de utanmıyor. götürüldüğü için donan ayakları İbrahim Kaypakkaya 1949, kesildi ve Diyarbakır Cezaevi’ne Çorum, Karakaya Köyü gönderildi. doğumlu. Hasanoğlu Öğretmen Ali Karakaya radyo Okulu’ndan sonra Çapa Yüksek haberlerinden öğrendi oğlunun Öğretmen Okulu’nda okudu. akıbetini ve peşine düştü. Fikir Kulübü’nün kurucuları Diyarbakır’a iki kez gitse de arasında yer aldı ve başkanı soruşturması sürdüğü oldu. İşçi ve sol hareketin gerekçesiyle görüştürülmedi. birlikte güçlendiği zamanlardı; İkinci gidişinde bir mektup TİP, TBMM’ye girmeyi yazmasına izin verilince başarmıştı. Kaypakkaya’nın “Oğlum” diye yazdı, mimlenmesine yol açan ilk yazısı “Zamanında bir hayli tartıştık, Ali, Şükran Karakaya ve Zeynep. Fotoğraflar: Necati Savaş da Çetin Altan’ın AP’li ama sen inandığın yolda devam milletvekilleri tarafından ettin. Şimdi moralini bozma, Meclis’te dövülmesi oldu. 6. Filo’ya karşı yürüyüşe katıldı, Kanlı metin ol”. Görevliler “Bu olmaz, cesaret veriyorsun” diye mektubu Pazar’da önlerde yürüdü. Trakya’daki Değirmenköy köylüleri İbrahim’e iletmediler. Kısa bir not yazdı, yanıt askerle geldi, iyiydi, ağalarına karşı ayaklanınca yanlarındaydı. 1516 Haziran’da işçilerin yaraları iyileşiyordu, yürümeye çalışıyordu… Baba Kaypakkaya her arasındaydı. Önceleri Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi saflarındaydı, cezaevine gidişte aşağılandı, tutuklanma ve ölümle tehdit edildi, ama ama işçi hareketi içinde deneyim ve bilgisini arttırınca kendine yeni bir oğlunun peşini bırakmadı. Mayıs ayında bir mektup aldı, İbrahim rota çizdi, Türkiye Komünist Partisi, MarksistLeninist’i kurdu. soruşturmasının bittiğini, artık görüşebileceklerini, ziyaretine Babasıyla bir araya geldiklerinde sık sık tartışıyorlardı, babası hangi İstanbul’daki avukatıyla görüştükten sonra gelmesini yazıyordu, çünkü güçlüklerle büyüttüğünü, okuttuğunu anlatıyordu oğluna, oğlu okul savunmasını yapmak için detaylı bilgiye ihtiyacı vardı. Karakaya kantinindeki zengin öğrencileri gösterip yaşadıkları eşitsizliği cezaevine vardığında, yöneticilerdeki tedirginliği fark etmekte Cafer Yıldız oğluna öldürülen abisi Ali Haydar Yıldız’ın adını verdi. Bir devrimcinin “kazasız” ölümü... gecikmedi, oda kapıları açılıp kapandı, sonunda bir tuğgeneral oğlunun iki gün önce, yani 18 Mayıs’ta öldüğünü söyledi. “Oğlumu öldürdünüz” diye bağırdı. Öfkesi, acısı ve ısrarı karşısında cenazeyi vermek zorunda kaldılar, işkenceye uğramış, kurşunlanmış ve başı gövdesinden ayrılmıştı. Yöneticiler “otopsi” deseler de baba Karakaya gerçeğin farkındaydı. 350 liraya tabut yaptırdı, 60 liraya kefen aldı ve oğlunu önce Ankara’ya, sonra köye taşıdı. İbrahim ölse de baskılar eksilmedi üzerlerinden. Köye operasyonlar düzenlendi, üç çoban öldürüldü, bunun üzerine köylüler Karakaya ailesini suçlamaya başladı, akrabaları da sırt çevirince, köysüz kaldılar. Başlarda anmalar için mezarına gelenlerin sayısı çoktu, zamana göre sayıları azaldı ya da arttı. Ancak örgüt de parçalanmıştı, kimi İbrahim’in düşüncelerinin izini sürüyor, kimi küfrediyordu. Baba Kaypakkaya daha fazla dayanamadı ve köyle bağını tümüyle kesti. Mamak’taki evleri de sık sık basıldı, arandı. Bir oğlu ve kızı da tutuklandı Ali Kaypakkaya’nın, aylarca cezaevinde tutuldu. İbrahim teyzesinin kızıyla olan ilk evliliğindendi, boşanmışlar, ama oğlu yanında kalmıştı. İkinci evliliğinden bir kızı olmuş, karısı erken yaşta kalp krizinden ölünce üçüncü evliliğini yapmıştı. Ondan da beş çocuğu olmuş, İbrahim ara sıra annesiyle görüşse de okumak için köyden ayrılana kadar babasının yanında yaşamıştı. Baskınlardan birinde polisin küfürlerine ve hakaretlerine dayanamayan karısı kalp krizi geçirdi ve öldüğünde yıl 1978’di. Dördüncü kez evlendi, bir oğlu oldu, adını İbrahim koydu. Okula başlayana kadar bir sorun yoktu, ama okulda ismi öğretmenlerinin de arkadaşlarının da dikkatini çekti, o bir anarşistin kardeşiydi. Lisede üzerindeki baskılar artınca bir öğretmeninin önerisiyle soyadını değiştirdiler, onlar artık Karakaya ailesiydi. İbrahim soyadının değiştirilmesine çok üzüldü, günlerce ağladı, ama ailesinin desteğiyle okumasını sürdürdü ve petrol mühendisi oldu. Bir süre Diyarbakır’da Petrol Ofisi’nde çalıştı, ama kentin ölüm kokan ağırlığına dayanamadı ve Kazakistan’a gitti. Geriye kalan çocuklarının her biri bir yere dağıldı Ali Kaypakkaya’nın, kimi Fransa’ya gitti, kimi Avustralya’ya. İbrahim Kaypakkaya ise ayrı annelerden olsa da bütün kardeşlerinin “abisi” olarak kaldı hep... G Abim ve oğlum Ali Haydar li Haydar ilkokula yeni başlamıştı. Birkaç gün sonra koşarak geldi babasının yanına, “Amcamın arkadaşı yaşıyor” dedi “Hem de bizim sınıfta”. Şaşırdı Cafer Yıldız. Sonra işin aslı ortaya çıktı, TKP/ML’nin kurucularından Ali Haydar Yıldız’ın yeğeni Ali Haydar’ın bahsettiği sınıf arkadaşı aynı örgütün lideri İbrahim Kaypakkaya’nın küçük kardeşi İbrahim’di. Bu tesadüf Cafer Yıldız’ın canını acıttı, ama bu ne ilkti, ne de son olacaktı… Ali Haydar Yıldız 1938’de Tunceli’den sürülen Haydaran aşiretindendi. Üç kız, üç erkek kardeştiler, Ali Haydar erkeklerin en büyüğüydü. İlk, orta ve lise öğrenimini Elazığ’da tamamlayıp İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne yazıldığında 196970 öğrenim yılının başlangıcıydı. Çok geçmeden İbrahim Kaypakkaya ile tanıştı. Okuldan atıldığını, solculara karıştığını, hatta TKP/ML’nin kurucusu olduğunu, tutuklandığını, aylarca hapis yattığını kardeşleri bildi de, anne ve babasından gizlendi. Ta ki 12 Mart’a kadar. Ailesi Ali Haydar’ın Tunceli’de görüldüğünü öğrenince kafaları netleşti, idam edilen Denizler’e, Kızıldere’de öldürülen Mahirler’e benzer bir son bekliyordu oğullarını… O, Kaypakkaya ve Muzaffer Oruçoğlu TunceliElazığ arasında gidip geliyorlardı… Cafer Yıldız okul dışı zamanlarda simit, lahmacun satıyor, evin bütçesine katkı sağlıyordu. Sürekli garajda duruyordu ki abisini görebilsin. Eğer denk gelirlerse o gün kazandığı ne varsa ona veriyordu Cafer, bazen sermayesini de. Birkaç kez de evlerine İbrahim’le gelmişti abisi, kendisine “oku” diyen bu yabancıya biraz kızıp, “Siz niye okumuyorsunuz” diye sormuştu “Şimdi okulda olmanız gerekmiyor mu?” Abisine arkadaşının kim olduğunu sorunca uzak bir akrabanın oğlu olduğunu söylemişti. Tesadüf bu ya, ertesi gün akrabasıyla karşılaşıp da “Akşam oğlun bizdeydi” deyince adamın yüzündeki şaşkınlıktan yabancının akraba olmadığını anlamıştı… Daha o günlerde ölmeye bu kadar yazgılı olmaları ürkütmüştü Cafer Yıldız’ı, kendilerini yeterince korumamaları, ulu orta yaşayışları sonun yakın olduğunu gösteriyordu. Oysa devrimcinin asıl işi yaşamaktı, devrim yapabilmek için yaşamak gerekiyordu, ama bunu söyleyemeyecek kadar küçüktü… Annesi de tedirgindi, başına bir iş gelmeden onlar bulmalıydı Ali Haydar’ı, kocasına sürekli “Git, oğlanı al gel” diyordu. Baba Yıldız ise her karşılaştıklarında Cafer Yıldız. “Okulunu bitir önce, biz seni ilerde bize bakasın A İbrahim Kaypakkaya. diye okutup büyüttük” diye tartıştığı, kendisini haksızlıkları ortadan kaldırmak için uğraştığını söyleyerek savunan oğlunu nerede bulacağını bilmiyordu. Sonunda haberi geldi, Ali Haydar Tunceli’nin Vartinik mezrasının Mirik yerleşiminde öldürülmüştü. Ali Haydar o gün yiyecek almak için köye, amcasının evine gitmiş, dönüşte evin kuşatıldığını görünce, kaçmak yerine, kuşatmadan sızıp evdekilere haber vermişti. Hep birlikte kuşatmayı yarıp kaçmaya çalışırken asker ateş açmış, Yıldız ölmüş, İbrahim Kaypakkaya yaralı yakalanmış, Muzaffer Oruçoğlu ise kaçıp kurtulmuştu. “Belki devlet burayı bilmez, Ali Haydar Yıldız. bizi bulamaz diye Mirik’e gittiler” diyor Cafer Yıldız “Yiğitliği, arkadaşlarını uyandırarak kaçırması, bunlar güzel, gurur verici şeyler, ama o tür akıllı adamların, o çağda bu cesareti gösteren insanların yaşamaları lazımdı. Onlar yaşasaydı bugün devrimci hareketi başka türlü olurdu. Kalanlar onların kahramanlıklarını övdüler, ama elde ciddi bir potansiyel yok. 68 hareketi Ecevit’i bile devrimcileştirmişti, ama ondan sonraki kuşak onların isimlerini sömürdüler, mirasını yediler ve bölündüler”. Ali Haydar’ın öldürülmesiyle birlikte Yıldız Ailesi de neşesini yitirdi. Anne Yıldız, oğlunu sağ getirmedi diye kocasına küstü ve bir daha, birlikte geçirdikleri 16 yıl boyunca karı koca ilişkisi yaşamadı. Sürekli ağladı, her gelende oğlunun kokusunu aradı. Baba Yıldız akciğer kanserinden öldü. Cafer Yıldız, felç olan annesini belki iyileşir umuduyla Tunceli’ye, Düzgün Baba’ya götürürken trafik kazası geçirdi. Kendisi yaralandı, annesi öldü. İki abla ve kız kardeşleri hayattan zevk almayı kendilerine yasakladılar. “Ben de 35 yıldır şevkle kahkaha atamadım” diyor Cafer Yıldız “Evlendim, çocuklarım oldu, eşimi çok seviyorum, ama hep aklımda keşke abim de bunları yaşasaydı düşüncesi var. Bu yetmiyormuş gibi sürekli gözetim altındasın, takip ediliyorsun, mahalle muhtarına, ona buna seni soruyorlar. Devletin amacı bir kişiyi ortadan kaldırmak değil, o onunla hareket eden herkesi, o zihniyeti yok etmek istiyor. Bize de yaptığı buydu”. Cafer Yıldız’ın iki oğlu oldu, birinin adını Ali Haydar, diğerinin adını İrfan Özkan koydu. Ali Haydar’a babaannesi dahil herkes “abi” diye hitap etti, bu yüzden erken büyüdü. Ali Haydar şimdi asker, Cafer Yıldız emekli, bugün de devrime inanıyor… G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle