22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 18 MAYIS 2008 / SAYI 1156 7 Sanatının sahibi sokaklar... Ayça, oturduğu semti, basında gördüğü yere koyamadığını söylüyor. Haksız da sayılmaz. Ufacık yaşına karşın, çantasını sırtına alıp çıkan, şehir şehir dolaşan Ayça’nın yolculuğu İstiklal Caddesi’nde sona erdi. Şimdi sokakta pandomim yapıyor. Tiyatro ile ilgili hedeflerinden ise vazgeçmiş değil. Çünkü kurumlardan uzak olmanın hayallerinin önünde engel olmadığını biliyor. Röportaj: Deniz Ülkütekin / Fotoğraflar: Vedat Arık İki kuşak ve sanat Ütopya Sanat Galerisi’ndeki “4 Kuşak 44 Renk” sergisi, Türkiye’nin 75 yıllık tarihini gözler önüne seriyor. Sergi, sadece sanat anlayışının değişimini değil, sosyal olayların, sanattaki baskı araçlarının, sanat yapma nedenlerinin değişimini de gösteriyor. Esra Açıkgöz Beyza Boynudelik ve Mustafa Aslıer, Boynudelik’in eserlerinin önünde... Fotoğraf: Uğur Demir Bir sokak anısı Ayça Yaşıt, geçen yıl haziran ayında düzenlenen Sokak Sanat Festivali’ndeki sanatçılar arasındaydı. Festival sırasında bir hayli ilginç olaylar yaşadı: “Pandomimci olarak festivale davet edilmek benim için sürpriz olmuştu. Festivalin tüm giderlerini ve kuruculuğunu Ludwik üstlenmişti. Kovboy şapkası takan, biraz Türkçe bilen biriydi. Gayet sempatik ve sanatçıları sahiplenen bir yapısı vardı. Ancak Beyoğlu Belediyesi’nin, festival için verdiği izin bir garipti. İzin verilmişti, ama geçerli değildi. Sık sık Galata Kulesi’nin dibindeki sokak sanatçılarına ayrılan mekâna gelip, bizi didikliyorlardı. Her polise ayrı ayrı izin kâğıdımızı gösteriyorduk. Verilen kâğıtlarda, iznimiz tam görünse bile polisler, ‘yetersiz izin’ deyip bizi dağıtmaya uğraşıyorlardı. Galata Kulesi’nin meydanında çalışmazsak, Tünel’e gidiyorduk. Oradan da kovulunca İstiklal Caddesi’ne doğru yüz metre gidiyorduk. Sonra yine yüz metre, sonra bir daha, bir daha. Odakule’yi geçtiğimizde beyaz tanklarla polisler geliyor, aramızdan birkaçımızı kalaylıyordu. Sabah tekrar buluşup, sokağa çıkıyorduk. Sabah insanlara gösteri yapıp para kazandığımız, akşam da kendimizi eğlendirdiğimiz zamandı. Çok zengin bir grup oluşturmuştuk, jonglörcüler, müzisyenler, akrobatlar, illüzyonistler, kuklacılar, dansçılar, ressamlar... Bugün, internette festivale ait bütün görüntüleri bulabilirsiniz, youtube’da da… Bana da yer vermişler. Bunları görünce pandomimin sevildiğini düşündüm. Demek o kadar kulak arkası bir sanat değilmiş.” 1. sayfanın devamı Ailen sokakta pandomim yaptığını biliyor mu? Ayıp bir şeymiş gibi sordun! Biliyorlar tabii. Endişelenmiyorlar mı? Tedirgin olmaları olağan. Fakat aklıma bir delilik koyduğum zaman, onu mutlaka yaptığımı biliyorlar. Bu yüzden hiçbir delice kararımda engel koymaya kalkmadılar. Bu delilik nereden geliyor? O kadar çok neden söyleyebilirim ki. Tinerciyle, bakanın yan yana durmasından, sokağa çöp dökmek, alışveriş yapmak, bir yere gitmek ve kaybolmak dışında bir nedenle çıkmaktan, bazen bir tane bazen onlarca insanın aynı anda durup, aynı anda nefes almasından, aynı anda şaşırmasından bahsediyorum. Hakareti de, gülü de aynı oyunda almaktan bahsediyorum. Deli gömleği giymekten bahsediyorsunuz, giyiyorum. Buraya gelmeden önce İstanbul hakkında ne düşünüyordun? İlk geldiğimde çantamı önüme asıp paltomu ilikliyordum. Bir gün alışveriş mağazasından çıkan bir kadın gördüm, bir elinde poşetler vardı, diğer tarafına da çantayı asmıştı. Ev kadını olduğu belliydi ve çantanın içinde kesin para vardı. Yürüyerek yanımdan geçti. İnanamadım. kendime baktım, çantayı sımsıkı tutuyorum. Babamı aradım, “yanımdan böyle bir insan geçti” dedim. Çantamı çıkardım sırtıma astım, yürüyordum, ama devamlı çalınacak endişesi vardı. Bir hafta on gün böyle geçti, sonra baktım ki İstanbul’da hiçbir şey olmuyor. Zaten bu yaratılan korku yaşanan şeyden daha öne geçiyor. Hayatında hiç İstanbul’a gelmemiş biri Beyoğlu için “çok tehlikeli” diyebiliyor. Kesinlikle. Travestilerin oturduğu bir sokakta oturuyorum, Beyoğlu’nda akşam 11’den sonra gece geç vakitlere kadar pandomim yapıyorum, hayatını ilginç şeylere adamış insanların hikâyelerini dinliyor ve manevi yüklerini taşıyorum. Bazen çok belalı bazen çok çocuksu bir yüze bürünüyorum, tüm bunlara sahip biri olarak belaya bu kadar açık olsam da başıma “vah vah” diye yakınacak hiçbir olay gelmedi. Korkularının boş çıktığını gördükten sonra ne hissettin? Boş değil, insanları rahatsız eden, bunların bir problem niteliği taşıyor olması. Yani sen bana olumsuz bir şey söylediğin zaman bu, benim için geçerli ya da geçersiz bir engel oluşturuyor. İstanbul’a pandomim için mi geldin? Tiyatro için geldim, bir okula girdim, ama daha sonra çok saçma sapan kavgalar oldu. Ben burada okuyamam diyerek çıktım, gençlik ateşiyle. Bir daha da kimse geri almadı. Tiyatroda oyuncu olmak kadar zor bir şey yok. Benim için korkutucu olan “şöyle oyna, böyle oyna” denmesi. Bir oyuncunun ağlaması gerekiyorsa, “anneni düşün ağla” denilmemeli, sürekli bunu düşünen biri, bir süre sonra alışır. Ben hikâye içinde niye ağlıyorsam, onu düşünüp ağlarım. Ağlayamıyorsan da zorlama kardeşim, “Belki ben bunu ağlamadan da kaldırırım” de. Bana bu fırsatı hiç vermediler. Aslında tam anlamıyla hayal ettiğim şey, bir tiyatro atölyesi. Peki pandomim nasıl başladı? Bolu’da bir gençlik kooperatifinde öğrendim. Mihriban Çumralı’ydı bana bu kelimeyi ilk öğreten. Ardından sokaktaki görsel sanatın en kıdemli Atlas’ı Fatih Kolçak beni önce, bu yıl ellinci yılını dolduracak olan Mimar Sinan Pandomim Kulübü’yle, demlendikçe de sokakla tanıştırdı. Hocamız Caner Karavit bu işin beden psikolojisiyle ilintisini anlamamdaki en büyük yol göstericimdi. Sokakta pandomim yapmaya başladığında neler yaşadın? Açıkçası çok problem yaşamadım, İnsanların bana sevgiyle baktığını gördüm, böylece üstüne gittim. Evdeki perdeyi söküp, oyun alanıma dönüştürdüm. Sonra Yusuf’la karşılaştım, Yusuf sokakta gitar çalan bir arkadaş. Bir yandan da türkü söylüyor ama o kadar güzel söylüyor ki, bir gün ona“Sen bir şey çal, ben de ona bir şeyler uydurayım” dedim. Çok güzel oldu. Aramızda rekabet yok, çünkü ben oyuncuyum, o müzisyen. Yine de gösteriyi çok iyi ayarlamamız gerekiyordu, müzik benim arkamdan gelen destekçi konumunda olmamalıydı. Ancak aramızda çok iyi bir iletişim var. Peki, sokak gösterinden haberi olup sana maddi destek sağlamak isteyen birileri oldu mu? Mekânında düzenli çıkmamı isteyenler oldu, ama benim konumum ne, kim izleyecek, ne kadar çıkacağım, belli değil. “Sen çık oyununa bak” diyorlar, çünkü ihtiyacım var sanıyorlar. Hayır, benim ihtiyacım yok. Sokaktaki sanatçılar arasında bir rekabet var mı? Yaralayıcı bir rekabet yaşamıyoruz, ama elbette ki, kimse kendi gelirini tehlikeye atmayacak şekilde davranmak zorunda. Sokak sanatçılarının bir kısmı aile bakıyor, bir kısmı kendi hayatını kazanıyor. Örneğin, Tünel tarafında insan yoğunluğu azaldığında, meydana doğru bir yer bulmaya çalışıyoruz. Aynı sokakta bir başka müzisyen Kainat da var, o da gitarist, ama Yusuf’la bir problem yaşamadıkları için mola verdiklerinde yerlerini biriki performanslığına kullanabiliyoruz. Kışın nasıl sıkıntılar yaşıyorsunuz? Kıçımız donuyor. En büyük problem insan olmaması. Ben hareket halindeyim. Oynuyorum, ama Yusuf’un parmakları donuyor. Daha kısa süreli oyunlar oynuyoruz. İzleyicilerin durup izlemesi de daha zor oluyor. G Ü topya Sanat Galerisi’nin duvarlarını, Türkiye’deki rağmen resim yapacağım, dedim ve Mimar Sinan’a girmek için dört kuşaktan ressamın tabloları süslüyor: “4 kuşak uğraştım. 99’da lisansı, 2003’te yüksek lisansı bitirdim, şimdi 44 renk”. Türkiye’nin 75 yıllık sanat tarihini de doktora yapıyorum. gözler önüne seren sergide, Ferruh Başağ, Mümtaz İlk serginizi ne zaman açtınız? Yener, Mehmet Pesen, Mustafa Aslıer, Devrim Erbil, Yavuz B. Boynudelik: Lisansı bitirdiğimde, ne yapmak istediğimi Tanyeli, Şahin Paksoy, İbrahim Çiftçioğlu, Adem Genç, Ayşegül görmek için bir süre durdum. O yüzden ilk sergimi biraz geç İzer, Seyfi Arıkan, Erkan Özdilek, Deniz Pireci, Göksun Say, açtım, 2002’de 27 yaşımdaydım, derken Kanada, Hırvatistan, Şerif Kino, Sabahat Çıkıntaş, Serdar Şencan, Vedat Örs, Saim buradaki fuarlarda sergilerim oldu. Erken, Selahattin Aydın, Murat Tolga, Mehmet Uygun, Emin M. Aslıer: Hocam, 1947’de Halkevleri Genel Merkezi’nin Koç, Gazi Sansoy, Yusuf Ziya Aygen, Lebibe, Beyza Boynudelik Gençlik Sergisi’ne grafik dersinde yaptığım üç monotipimi ve Barış Sarıbaş’ın eserleri yer alıyor. yollamış, ödül almışım. Benim haberim yok! Galerinin sahibi ve sanatçılar arasında yer alan Halkevleri Genel Müdürü beni çağırttı, “Bu Gazi Sansoy, sergiye adını veren 44 rengin, 44 resimleri Ruslara vermeyeceksin, bunlar milli tablodan kaynaklandığını söylüyor, “Kuşakları servettir” dedi. Meğer Rusya Kültür Ataşesi dörtle sınırlandırdık, 80’li, 60’lı, 4050’li almak istemiş, o zamanlar Ruslarla aramız iyi yaşlardaki ve onlardan daha sonraki bir grup değil, komünizm korkusu var. Resimlerde de olarak düşündüm. Ben de dördüncü kuşağın köyde, gecekonduda yaşayan fakir insanları arasında yer alıyorum”. çizmişim. O resimleri neme lazım birileri Eski kuşakların sanatına yansıyanlar ve sanat komünist zanneder diye sakladım yıllarca. ortamlarıyla, yeni kuşağın sanat ortamı ve Kuşaklar arasındaki farklılıklardan biri sanat yapma dertleri arasında nasıl bir fark bu sanırım. Artık siyasi işler yapmak daha var? Yanıtı, sergide çalışmaları yer alan, 1925 kolay. doğumlu Mustafa Aslıer ve 1973 doğumlu M. Aslıer: Şimdi kimse bir şey demiyor. Beyza Boynudelik ile yaptığımız röportajda. Askeri kampta insan resmi yapıyorum, Milli M. Aslıer’in çalışması. Sizler hangi kuşağı temsil ediyorsunuz? Eğitim Bakanlığı klasiklerini okuyorum diye Mustafa Aslıer: Türkiye’de yaşayan en eski bozkurtlar dövmeye kalktı. İstanbul’da ilk kuşağım, 83 yaşındayım. Resim yapmaya, lisede matematik sergimi açtıktan üç gün sonra, polis hiçbir şey söylemeden hocamın “İyi resim yapıyorsun, sevdiğin işi yap” diye teşvik resimleri topladı. 61 Anayasa’sından sonra biz, sanatçılar etmesiyle başladım. Gazi Eğitim’de yurtdışında eğitim görmüş korkulardan kurtulduk. sanatçılardan eğitim aldım, Malik Aksel, Refik Epikman, Şinasi B. Boynudelik: Şu anda tam tersi, siyasetle sanat yapmak çok Barutçu... Sanat yapmak için çok teşvik ediliyorduk. daha takdir görüyor, bienallerde, fuarlarda daha çok yer Beyza Boynudelik: Serginin en son kuşağıyım, okuldan bulabiliyorsunuz. Arada istisnalar da oluyor, bu sene bir galeriye mezun olup da, yeni yeni piyasada olan kuşağım. Küçüklükten polis gönderildi. Ancak bugün de sanat eleştirmenlerinin gizli bir beri ileride resim yapacağım diyormuşum, ancak eğitim dayatması var, şöyle iş çıkarırsan güncel sanatçı olursun deniyor, sistemindeki baskılarla lisede fen sınıfına gittim, sonra her şeye oysa ben başka bir alfabe ile anlatmak istiyorum derdimi. M. Aslıer: Özellikle globalleşme, evrensel sanat, güncel sanat gibi uyduruk terimlerle bir şeyler tutturuyorlar. Öğretmenlik yaparken gençlerin sanki standart bir sanat varmış gibi bunlara uymak için kişiliklerini değiştirdiklerini görüyorum. Yani yeni kuşak için özgün olabilmeyi başarmak çok daha zor... B. Boynudelik: Evet, her şey elinizin altında. O noktada kişiliğiniz güçlü, bakış açınız oturmuş ve inatçı olmalısınız. Global yıkım sürerken, insanların merakını en çok kişisel deneyimler cezbediyor, çünkü artık onlar dışında her bilgiye kolayca ulaşılıyor, o yüzden kendi yaşadıklarını işin içine soktuğunda özgün olabiliyorsun. İkinizin de resimleri, insan figürü ağırlıklı. Resimlerinizdeki insanların dertleri ne? M. Aslıer: Daumier’in sokakta ölmüş, yarıçıplak işçi resmi Paris’te bir ayaklanmaya sebep oldu derler, işte ben de onun çizdiği gibi çizmek istiyordum. Resimlerimde hayatta gördüklerimi çizdim, hamalları, köylüleri, kahvede oturanları... Genelde fakir, ekmek parası kazanma derdi olanları... B. Boynudelik: Benim de işlerimin çoğunluğunda figür var, çünkü bakıyorum, gözlemliyorum, gazetelerde okuduklarım, televizyonda gördüklerim beni etkiliyor. Gördüğüm herkesle ilgili, ben kimim ve ne yapıyorum diye düşünüyorum. Peki serginin adı, “4 kuşak 44 renk”. Sizden kendi kuşaklarınıza renk vermenizi istesem, ne derdiniz? M. Aslıer: Şekilleri en belirgin veren, siyahla beyazdır. Onun için bizim kuşağı daha çok siyah beyaz yansıtıyor diye düşünüyorum. Renk daha çok unsur katmak gibidir, asıl temel siyah beyazdır. Ayrıca ben, parlak renklerin ölü renklerin içinde güzel durduğuna inanıyorum. Hayatı da böyle düşünüyorum, parlak renkler koyu ya da kırık renklerin içinde olmalı. B. Boynudelik: Bizim kuşakta bence beyazlık var, çünkü umut doluyuz. Diğer yandan çok nötrüz, her şeyi görüyoruz, her şeyle ilgileniyoruz, söyleyecek sözümüz var ama eylemci değiliz, o yüzden de bence bu beyazların içinde mavi griler de var. G Küfür yok, nasihat var... Almanya’da R’nBesk adlı yeni tarz müziği ile listeleri zorlayan Muhabbet’in ilk Türkçe albümü haziranda piyasaya çıkıyor. Gerçek adıyla Murat Ersen, R’nB ve Hip Hop müziklerine Arabesk melodilerini ve şarkı sözlerini katarak Avrupa müziğine yeni bir tarz getirdi. bir Türk ailenin evini gece kundaklayıp yakmış, evin içinde bulunan çoğu kişi yanarak can vermişti. Buna karşı protesto amacıyla hoşgörü festivali düzenlendi. O zamanlar 13 yaşındaydım. Gençlik Bakanı benim bir Break Dance Grubu ile birlikte sahne almamı istedi. Orada sahneye âşık oldum. Eve geldiğimde sevincimden uçuyordum. Duygularımı abimle paylaştım ve sanatçı olmak için ne gerekiyorsa yapmaya karar verdik. Hâlâ süren bir azim sardı bizi, bu yola baş koymuştuk. Akranlarımızın aklı bilgisayar oyunlarındayken bizim hayatımız müzikti. O müziksever baba, sizi destekledi mi, engelledi mi? Destekledi ve bize bir bilgisayar aldı. Onunla şarkılar indiriyor, müzik kesip biçiyorduk. Yakınlarımızda bulunan gençlik merkezinde sosyal pedagogların yardımlarıyla ufak bir stüdyo kuruldu. Henüz 14 yaşında olmama rağmen o sıralar aşağı yukarı 250 şarkı bestelemiştik, abimle birlikte. Şarkılarımızı paylaşmak ve keşfedilmek için internetten yayımlıyorduk. Sonra ilk albümüm çıktı. R’nBesk adlı bu albümüm şarkısı “Sie liegt in meinen Armen” (kollarımda yatıyor) hit oldu. Almanlar bile mest oldular. Kimin için müzik yapıyorsunuz, sizi kim dinlesin istiyorsunuz? Ben bir gurbetçi çocuğum ve müziğimin ilk önce gurbetçi çocuklara hitap etmesini istiyorum. Köln şehrinin yakında bulunan Bocklemünd’de büyüdüm. İyi bir yer değildi. Olaylardan uzak durabilmek için müziğe konsantre oldum. Yabancı kökenli gençlerin sorunlarını bildiğim için onlara ulaşabiliyorum ve onlar da kendilerini benimle özleştirebiliyorlar. Onları yakalayabilmek ve onlara iyi örnek olabilmek benim en büyük amacım. Müzik tarzınızı nasıl tanımlarsınız? R’nB ve Hip Hop tarzında müzikleri seviyorum. Onları arabesk melodilerle zenginleştiriyorum. Şarkılarımın sözlerinde de arabesk var. O hissiyatı vermeye çalışıyorum. Ancak yaptığım şarkılarda arabeskin içerdiği eziklik yok. Pozitif bir isyan denilebilir. Avrupalıların dinlediği şarkılar genelde derin hisler içermez. Türkçe şarkılarında olan mecazı sözlerimde vermeye çalışıyorum. Almanlar gerçekten bayılıyorlar. Onlara çok değişik geliyor. Türkçe CD’de dinleyiciyi neler bekliyor? Bu albüm, çalışmalarımın Türkçe adaptasyonları. Bu albümü yoğun talep üzerine yaptım. Hatta “Schau hin” adlı şarkım Sezen Aksu’nun hoşuna gitti. O şarkının Türkçe adaptasyonunun sözlerini o yazacak. Ayrıca Avrupa Şampiyonası’nda milli takımımızı desteklemek için bir beste yaptım, futbolcularımızdan da çok olumlu bir yanıt aldım, şarkıyı ben seslendireceğim, nakaratında bana bazıları eşlik edecek. Bu şarkıyı da çıkacak olan albümüme ekleyeceğim. Peki hayranlarınız size nasıl ulaşabilir? İnternetten elbette, www.myspace.com/muhabbet benimle konuşabilecekleri, sorularını yanıtlayabileceğim adres… G MUHABBET Bu grafiti silinmesin! Deniz Yavaşoğulları adıköy’deki eski postane yıkılalı çok olmadı. Şu an orada inşaat var, etraf toz duman. Buna rağmen, son günlerde o yıkıntının önünden geçen herkes bir duraklıyor, çünkü inşaatı çevreleyen duvarda bir grafiti var, hem de oranın önünden geçen herkesi etkileyecek kadar güzel... Biz de merak ettik, bu grafitiyi yapanları bulduk, kendileriyle daha önce de röportaj yaptığımız SOİ (Style of İzmit) grubu olduğu ortaya çıktı. Biz de Wase, Set, Sonic ve aralarından gerçek ismini veren tek kişi Berke Fişkin namı diğer Spook ile tekrar görüştük, konuştuk. Asuman Çetiner uhabbet Türkiye’de yeni tanınan, Almanya’da ise “model” bir müzisyen. Avrupa’da uyum sorunu yaşayan gençlere iyi örnek olarak gösterilmekle kalmadı, Unicef tarafından da iyi niyet elçisi seçildi. Gençlere yönelik çeşitli kampanyalarda faaliyet gösteriyor Muhabbet, konserlerinde gençlere, kadınlara saygılı olmalarını, şiddet kullanmamalarını ve toplumla uyumlu olmalarına dair mesajlar veriyor. Rap tarzı müziklerin şiddet içermesinden şikâyetçi olan siyasetçilerse Muhabbet’i gençlerin üzerinde olan olumlu etkileri nedeniyle ayrı tutuyor ve projelerine katıyorlar. Bu projelere bir örnek ise geçen yılın kasım ayında Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier ve Fransız Dışişler Bakanı Kouchner ile duet yaptığı “Deutschland” (Almanya) adlı şarkı. Muhabbet, kendini ve hedeflerini anlatıyor… K M figürünün yağmurluğu var, mesela onun için “bu türban mı?” diye soranlar oldu. İnsanlar her işte politik bir yan aramaya alışmışlar. Neden politik bir şey yapmıyorsunuz? Set: Türkiye grafitiyle daha yeni yeni tanışıyor. İnsanlar hâlâ önyargılı. Bize İzmit’te grafiti yaptığımız için satanist diyorlardı. Spook: Şimdi de kimi zaman bize gelip “bu suç değil mi?” diye soranlar oluyor. Neden suç olsun ki? Bu grafiti doğaçlama mı ortaya çıktı? Set: Evet tamamen... Tüm işleriniz için izin alıyor musunuz? Set: Arada izinsiz yaptığımız da oluyor ama artık genelde izinli çalışıyoruz. Spook: Ben sadece izinli çalışıyorum, çünkü yaptığım işi en iyi şekilde yapmak istiyorum. İzinsiz çalışırken tedirgin olduğu için insan çok güzel bir şey yapamıyor. Sonic: Ben genelde illegal çalışıyorum. Daha heyecanlı ve daha zevkli geliyor bana. Hiç yakalandınız mı? Sonic: Evet, bir kere yakalandım. Grafiti yapma suçu diye bir şey var mı? Sizi hangi suçtan yargıladılar? Sonic: Yok öyle bir şey. Çevreyi kirletmekten ceza aldım... Set: Devlet malına zarardan veya çevreyi kirletmekten suçluyorlar zaten. Yurtdışında grafiti suçu diye bir şey var ama burada yok. Spook: Yurtdışında grafiti polisleri bile var. Hangi grafitiyi kimin Wase grafiti yaparken... yaptığını tarzlarından ayırt edebiliyorlar, yani grafiti konusunda profesyoneller. Kadıköy’deki grafiti izin alınarak, ortada bir meydana yapılmış ilk grafiti sanırım. İnsanların tepkileri nasıl oldu siz yaparken? Set: Evet, bir ilk. Yanımıza çok insan geldi, çoğu çok olumlu şeyler söyledi, hatta yemekler, içkiler ısmarlayanlar oldu. Wase: Bir de, biz bu grafitiyi yaparken 24 saat boyunca orada kaldık. İşten dönen insanlar, ertesi gün işlerine giderken bizi tekrar gördüler. Haliyle çok şaşırdılar, “vay be siz hâlâ burda mısınız?” diye soran çok oldu. Spook: Oradan bize çok iş de geldi. Sağ alt köşeye küçük bir şekilde telefonumuzu yazmıştık da... İlan gelirse veya duvar yıkılırsa, grafitiniz de yok olacak. Bu durum sizin şevkinizi kırmıyor mu? Wase: Alıştık biz bu duruma, bu iş böyle bir iş. Set: Kimi zaman o kadar emek verip yaptığınız bir şeye, ertesi gün bir bakıyorsunuz ki, biri üstünü boyayarak kapatmış. Bunu engelleyemiyoruz. Zaten grafiti böyle bir şey, tuvale resim yapmak gibi değil. Bizim yaptığımız sokaktan geçen herkese sesleniyor. Daha fazla kişiye ulaşıyor. Bunu bilmek tatmin edici bir şey, biz bu yüzden grafiti yapıyoruz. Silinseler dahi devam etmemizin nedeni de bu. “Birçok iş aldık” dediniz, ne tarz işler yapıyorsunuz? Set: Dükkânları, mağazaları boyuyoruz, logo tasarladığımız oldu, bir konserde sahne tasarımı yaptık, bu da Türkiye için ilk defa olan bir şeydi. Bunun dışında birçok büyük firmayla da çalıştık, hâlâ çalışmalarımız devam ediyor. SOİ olarak, ilerde bu tutkunuzu işe dönüştürmeyi veya bir marka olmayı düşünüyor musunuz? Wase: Tabii, biz hayatımızı en sevdiğimiz işten, yani grafitiden kazanmayı istiyoruz. Belki tekstile de yönelebiliriz, aklımızda tişört tasarımı var. G Müzik kariyerinize nasıl başladınız? Müziğe olan ilgim, müzik dinlemesini çok seven ve sayısız kasedi olan babamdan kaynaklanıyor. 11 yaşında müzik ile uğraşmaya başladım. Ağabeyimle kaşık, çanaktan bile müzik yapıyorduk. Gurbetçi çocuklarıydık. Sokaktaki yaşadıklarımızı şarkılara döküyorduk. O aralar kendime lakap arıyor, bir sanatçı adım olmasına hevesleniyordum. Elime bir Türkçe sözlük geçince de sürekli isim arıyordum. Bir gün Muhabbet adıyla karşılaştım. İsmin anlamına baktığımda zengin, ünlü, güzel yazıyordu. Bundan çok etkilendim ve o isme karar verdim. Okulda öğretmenim bana ne olmak istiyorsun diye sorduğunda hep espiri olsun diye zengin olmak istiyorum derdim. Muhabbet adı da buna uyuyordu. Çocuk aklı işte! Sahneye ilk kez nasıl ve nerede çıktınız? Sahneye çıkmama Almanya’nın o zamanki Gençlik Bakanı sebep oldu. O zamanlar yabancı düşmanları Solingen’de yaşayan Kadıköy’de yaptığınız grafiti için izin aldınız mı? Berke Fişkin (Spook): Aldık. Oraya gittiğimizde bekçiye “abi buraya resim yapmak istiyoruz” dedik, önce “hayır” dedi. Sonra elimizdeki kitapçıkla ona yaptıklarımızı gösterdik, öğrenci olduğumuzu söyledik, hoşuna gitti ve izin almamıza yardım etti, beraber genel müdürlüğü aradık. Herhangi bir ilan gelene kadar veya yıkılana kadar orada kalabilecek. İzin vermediklerinde gerekçeleri ne oluyor, politik olabileceğinden mi çekiniyorlar? Wase: Evet “politik mi?” sorusuyla çok karşılaşıyoruz ama biz politik iş yapmıyoruz. Sonic: Kadıköy’deki grafitide gözlerini kapatmış çocuk Kadıköy’deki eski postane inşaat halinde, ancak bu inşaatın gri atmosferini bir grafiti bozuyor. SOİ grubunun inşaatı çevreleyen duvarın üstüne yaptığı bu grafiti, gruptakilerin 24 saat boyunca çalışması sonucunda ortaya çıktı. Set, Spook, Sonic C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle