Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 11 MAYIS 2008 / SAYI 1155 Marjinaller gereklidir! Selçuk Erez O...Çocukları’nın Dona’sı: Özgü Namal Müge Serçek olis, Beynelmilel, Mutluluk filmlerinde üç farklı karakterde izledik Özgü Namal’ı. Bu rolleriyle neredeyse bütün ödülleri de toplayıp evine götürmüştü. 16 Mayıs’ta vizyona girecek “O...Çocukları” filminde ise şu ana kadar izlediklerimizden çok daha farklı bir karakterle karşımıza çıkacak. Namal’la hem film üzerine hem de oyunculuk kariyeri üzerine konuştuk. B en komünist momünist değildim ama komünistlere bayılırdım! Kızlarını kasdetmiyorum: O, eylemden eyleme koşan kızlar ne hoştular, ne güzeldiler ama ben komünistleri başka nedenlerden beğeniyordum... 12 Mart 1971’de darbeden önceki gençlik hareketleri sırasında Cerrahpaşa’da ders verirken birkaçı kalkar, dersin bittiğini, buradan falanca yere gidilip filanca eylemde bulunulacağını ilan eder, öğrencilerin geri kalanları da bir şey söylemez, bunların dediklerini yaparlardı. O zaman onlara bir taraftan kızar, bir taraftan da bu marjinallere, bir ülkede demokrasinin önce var olması, sonra da yaşaması için genç kuşağa ekmek kadar, su kadar, lise ve üniversite bilgileri kadar gerekli olan “tepki gösterme”, “ sosyal direnme” örnekleri sergiledikleri için bayılırdım. Ne bize, ne bizden sonrakilere demokratik hak ve hürriyetlerimizin korunması için nasıl davranmamızın gerektiğini öğreten olmamıştı. O kuşak, demokratik hakların savunması için haksızlığa karşı direnmeyi bu dersleri böldükleri için ifrit olduğum o solculardan öğrendi. Onlar bize bunu öğretirlerken de neler çektiler, zamanı geldi can verdiler... Berat Günçıkan’ın, Esra Açıkgöz’ün Cumhuriyet’in Pazar ekindeki yazılarını okuyunca içim burkularak anımsadım. Reklamlarda coşkulu, neşeli, hareketli, filmlerinde keyfi hüzünle bulanıyor, ya da hüznü az da olsa keyifle aralanıyor. Özgü Namal, Murat Saraçoğlu’nun yönettiği son filmi “O...Çocukları”nda ise farklı bir karaktere bürünüyor. Dona kimliğinde bir dönemi izleyiciye aktarıyor... Namal oyunculuğun zaaflarının farkında, aklının bir yanında ise yönetmenlik duruyor... P “O…Çocukları”nın ekibine nasıl dahil oldunuz? Sırrı Süreyya Önder’le, daha önce de çalıştığımız için ve dostluğumuz olduğu için, bu film projesinden çok önceleri haberim vardı. Senaryosu ve konusundan çok etkilendim ve memnuniyetle dahil oldum. Çekimler 4 hafta sürdü, çok sakin ve güzel bir set, Murat Saraçoğlu da sakin olduğu kadar uyumlu bir yönetmendi. Film ne kadar çok kişiye ulaşırsa ben o kadar mutlu olacağım, özellikle genç arkadaşlarımın bir dönemi sinemadan öğrenmeleri çok hoşuma gider. Bir derdimiz, bir cümlemiz var. Şu ana kadar birbirine benzeyen karakterleri canlandırdınız. Bu filmdeki karakteriniz de diğerlerine benziyor mu? Filmde yarı İtalyan yarı Türk olan, iki kültür arasında kalmış “Dona” adlı karakteri canlandırıyorum. Dona İtalya’da doğmuş olmasına rağmen Türkçeyi çok iyi konuşuyor. Ailesi orta halli ve Dona annesiyle yaşıyor. Konservatuvar sınavlarına hazırlanıyor ve burslu okumak istiyor. Hem para kazanmak, hem de bir görev uğruna Türkiye’ye geliyor. Aslında önceleri daha sanatçı ruhlu, entelektüel bir kesitte hayatını sürdürürken, Türkiye’de yaşamış olduğu hayatın tam tersi bir durumla karşılaşıyor ve buna uyum sağlamaya çalışıyor. Dona, çok kırılgan, naif, hassas bir İtalyanTürk kızı… “Mutluluk” filminden... C M Y B C MY B Liz Behmoiras’ın “Suat Derviş” adlı kitabını okuyun ve Nâzım Hikmet’iyle, Reşad Fuat Baraner’i ile, Rasih Nuri İleri’si, Sabiha ve Zekeriya Sertel’i, Hasan İzzet Dinamo’su, Şefik Hüsnü’sü ve daha nice bir kuşak önceki komünistlerin bu ülkede nasıl eziyetlere, işkencelere uğradıklarını, neler çektiklerini bir de Suat Derviş’in, bu eski Cumhuriyet yazarı aydın kadının bakış açısından algılayın. Bütün bunları Başbakan’ın, Nisan sonunda AKP Grup Toplantısında “1 Mayısı bir anarşi vesilesi, bir tahrik vesilesi, bir isyan provası vesilesi olarak gören illegal ve marjinal guruplar olduğundan...” söz açtığında ve bundan birkaç gün sonra İstanbul Valisi’nin “Marjinal ve illegal örgütlerin 1 Mayıs’ta gerekirse silah kullanarak provokatif eylem yapacakları istihbaratını aldıklarından” bahsettiğinde anımsadım... Marjinal mi? Türk komünistleri marjinal miydiler? Evet sayıları azdı! “Marjinal gruplar nedir? Siyasal açıdan, sosyal açıdan iktidar hatta bazen ana muhalefet partisi gibi düşünmeyen, mecliste temsil edilmeyen, azınlıkta olan kimseler değiller midir bu insanlar? “Marjinaller” sadece anarşi ve isyan provası mı yaparlar? Tarihi üstünkörü okumuşsanız, yeryüzünün her yerinde, marjinallerin memleketlerine ne önemli katkılarda bulunmuş olduklarını nerden bilirsiniz? Bugün ülkem birçok yerde ve alanda böyle horlanırken, yurttaşlarımın tepkilerinin cılızlığı içimi böyle ezerken, daha dün başşehirleri yeryüzünün en güçlü ülkesi tarafından bombalandığında, her gece “hedef” yazılı tişörtler giyip projektörlerle aydınlanmış meydanlarda sabaha kadar halk şarkıları söyleyerek tepki gösteren Sırp gençlerini nasıl da gıpta ederek hatırlıyorum bilseniz! Bütün bu nedenlerle okuduğum, sonra ders verdiğim üniversitelerde hakkı, hukuku, demokrasiyi savunmak için nasıl direnileceğini sergilemiş olan o marjinalleri, o komünist gençleri bugün sevgiyle anımsıyorum. 1 Mayısı, vatandaşlarımızın her türlü eğilimlisiyle, her türlü marjinaliyle el ele Taksim’de kutlayacağımız gün elbette gelecektir! G erezs@superonline.com “O...Çocukları” filminden... Daha önce verdiğiniz bir röportajda bu rol için zorlandığınızı söylemişsiniz. Sizi zorlayan neydi? Aslında zorlanmanın ötesinde korktum. Çünkü daha önce çok başarılı bir iş yaptım ve şimdi bunun üstüne çıkmak çok zor. Bununla ilgili kaygılarım vardı. Bir önceki işinizi çok tepede bıraktığınız zaman, aynı yerden devam etmek zorunda kalıyorsunuz… Ama insanız sonuçta hata yapabiliriz, yanılabiliriz, birtakım yanlışlarla karşılaşabiliriz. Bu yüzden hafif bir korku hissettim, tırstım. Bugüne kadar biraz kasabalı, köylü hatta ailemizin cici kızı rollerde oynadım. Bu açıdan ters köşe bir durumdu, ancak benim için çok da fark eden bir şey olmadı. Sonuçta ben bir oyuncuyum, içimde taşıdığım ve biriktirdiğim malzemem var, ama bunu daha önce çıkartıp gösterme fırsatım olmamıştı. Bu fırsat ilk defa elime geçti, bu nedenle biraz tedirginliklerim oldu. Peki, bu tedirginlik geçti mi ya da ne zaman geçer? Filmi henüz izlemedim, ama 12. seyredişimde geçer. Çok ciddiyim. İlk izlediğimde geçmez, çok iyi biliyorum ki ilk izlediğimde “Aman Allah’ım ben ne yapmışım” diyeceğim. Bu bir oyuncunun yaşadığı derin bir duygu, mesleğimizin arıza taraflarından biri... Daha sonra ben bu filmi bir kere de yalnız izlerim, yine bin tane hata bulurum, kendimi yer bitiririm. 5. izlemeden sonra “aslında fena değilmişim” diye alışmaya başlarım. Bütün bunlar çok normal şeyler ve önümde böyle bir sürecin beni beklediğini çok iyi biliyorum. Özellikle “Mutluluk” filmiyle birçok ödül aldınız, ödül aldıktan sonra “kendime haksızlık yapmışım” dediğiniz zamanlar oldu mu? Herkese karşı toleranslı ve iyi niyetliyim, ama kendime neden bu kadar acımasız davranıyorum diye sorgulamalarım olmuştur, ama yapılacak bir şey yok. Bu bizim mesleğimizin olmazsa olmazlarından biri. Bezen aşırıya kaçabilirim, ama daha sonra takdirleri, ödülleri onur verici sözleri duyunca “biraz abartmışım, kendime haksızlık yapmışım” demişimdir. Bir oyuncu için ödülün anlamı ne, oyunculuğunuz tescillemiş mi oluyor? Bence ödül almak oyunculuğun tescillenmesi değil, ödül almayanlar kötü oyuncu mu yani? Hayır, böyle bir şey yok. Kimsenin sizi tescillemesine ve elinize ödül vermesine de gerek yok. Bu tabii ki onur verici bir şey, ama “ödüle fazla kapılma ödülsüz de kalma” demişler. Önümüzdeki sezonda tiyatro sahnesinde görebilecek miyiz sizi? Aslında şu an görüşmesi devam eden bir tiyatro projesi var, büyük ihtimalle EylülEkim gibi gerçekleşecek. Bir prodüksiyon tiyatrosu düşünüyoruz ve yurtdışı ayaklı bir oyunun senaryosu yazılıyor. Olur mu olmaz mı bilmiyorum, ama bu oyun olmasa da bu yıl tiyatro sahnesinde yer alacağım. Nedense birçok oyuncunun, bir gün yönetmen koltuğuna oturup kendi filmini çekmek gibi bir hayali var. Sizin böyle bir düşünceniz var mı? Kesinlikle var, ama asla şimdi değil, haddimi biliyorum. Geleceğe yönelik çalışmalar yaptığımı söyleyebilirim. İşin mutfağına ve tekniğine çok kafa yoruyorum, her şeyi öğrenmeye çalışıyorum. Ancak bundan önce senaryo yazmaya kafayı taktım. Neden bu ülkede iyi senaryolar yazılmıyor ya da neden iyi senaryolar az sayıda çıkıyor? Böylelikle senaryo yazmayı öğrenmeye başladım. Ne üzerine yazıyorsunuz peki? Bir hikâyem var, ama çok deşifre etmek istemiyorum. Bu önce bir kısa metraj projesiydi, ama zamansızlık ve mekânsızlıktan dolayı uzun metraja döndü. Kendimi hikâyemi yazabilmek için önce yazmayı öğreniyorum. Sırrı’dan rica ettim, derslere başladık şimdi, bir şeyler çiziktiriyoruz… Sürekli neşeli, güler yüzlü, eğlenceli bir kadın portresi çiziyorsunuz, sanki Pollyanna gibi… Kızmaz mısınız siz hiç? Sette çalışırken çok gerginimdir, asık suratlı gezinirim, ama aslında bu işime çok sahip çıktığımdandır. Yeri geldiği zamanda gülerim, eğlenirim, eğlendiririm. Ben bankacı olsaydım da şu an olduğum gibi olurdum. Bence hayata pozitif yaklaştığım için işlerim yolunda yürüyor. Pozitif olmak, hayata dışarıdan bakmaktır ve bu her meslekte çok önemlidir. Bunun faydalarını her zaman görürsünüz. Şimdiye kadar içinde bulunduğunuz projelere baktığımızda, bugüne emin ve sağlam adımlarla ilerlediğinizi görüyoruz… Tabii, bütün işlerim bin kere düşünülüyor, bir kere yapılıyor. Birçok insana danışıyorum, soruyorum. En sonunda süzgeçten geriye ne kalmışsa onları değerlendiriyorum. Bu yüzden düzgün ve başarılı işler çıkıyor, her işe atlamıyorum, insanların sezgilerini dinliyorum. Evrene ve doğaya kendinizi tamamıyla teslim ettiğinizde, o sizi alıp götürüyor zaten… Bu anlamda hayatı çok fazla zorlamaya gerek yok, zorladığınız zaman kırılıyor. Her şeyi zamanında yapmak ve doğal sürecine bırakmak gerekiyor. Çok basit bir şey aslında, zorlaştıran biziz. Filmlerini çok beğendiğiniz ve çalışmak istediğiniz bir yönetmen var mı? Yavuz Turgul’la çalışmayı çok istiyorum, her zaman söylüyorum zaten, mutlaka kulağına gitmiştir. Türkan Derya keşke bir sinema filmi çekse de çalışsam. Bunların dışında çok iyi genç yeteneklerle çalıştım. Bu filmde Murat Saraçoğlu’yla ilk defa çalıştım ve inanılmaz bir yönetmen olduğunu gördüm. Semih Kaplanoğlu’yla da çalışmak isterim. Genç yönetmenlerden film teklifi geldiğinde, temkinli davranıyor musunuz? Senaryoya bakıyorum, eğer iyi bir senaryoysa, karşımdaki yönetmenin ilk filmi de olsa o işe giriyorum. Benim için karar mekanizması senaryodur. Senaryoya kendimi kaptırır ve güvenirsem, karşımdaki insan da beni ikna ederse, bu yolculuğa çıkıyorum. Bugüne kadar da hiç de yanılmadım. Her geçen yıl daha çok film çekmek gibi bir arzunuz var, galiba? Aslında böyle bir şey yok, ama geçen sene üç filmde birden oynadım diye bir takım şeyler yazıldı çizildi, ben de buna istinaden “Geçen yıl 3, bu yıl 6, seneye 12 filmde oynayacağım. Benim işim bu, buna alışın ve kabul edin artık” dedim. Keşke yılda 300 film çekilse de biz de 30 tanesinde oynasak, filmlerimiz dünya festivallerini dolaşsa… Bunu kösteklemek isteyenlerin, aklından şüphe ederim. Yılda 300 film çekilse, her zaman tartışma konusu olan “gerçek oyunculuk” kavramının da ne demek olduğu ortaya çıkar! Tabii, böylece ayıyla dayıyı ayırırız. Gerçekten oyuncu olanlar sinema ve dizi film yapsınlar ki elmayla armudu birbirinden ayıralım. Artık gerçek oyuncuların devri ve dönemi geldi. G