02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 31/1/08 16:47 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZARIN PENCERESİNDEN Hüseyin Aykol, İslamcı medyayı ve tarikatlarla ilişkilerini yazdı... 3 ŞUBAT 2008 / SAYI 1141 Ahlaksızlık ithali Selçuk Erez aşbakan, “Batı’nın sanatını, ilmini almadık, ahlaksızlığını aldık” dedi. Konu, üzerinde kafa yorulmasını gerektirecek kadar ciddidir! Bu sözler bana, izlemiş olduğum bir Wilton Park’ı konferansını anımsattı: İngiltere’de Sussex’de bir şatoda düzenlenegelen bu konferanslarda uluslararası sorunlar, konunun uzmanları tarafından tartışılır. İzlediğim konferans, “Baskı Grupları”nı konu edinmişti. Konferansta “Brain” yani “Beyin” adlı baskı grubunun sözcüsü, izleyenlere, amaçlarına ulaşmak için nasıl çalıştıklarını anlatmıştı: “Biz, bu ülkenin akıl hastanelerinde tedavi edilmekte olan ancak sayıları az olduğundan ve oy veremediklerinden gerekli özenle bakılmayan hastaların yakınlarıyız. Amacımız, bu zavallıların daha iyi koşullarda bakılmalarını sağlamaktır. Uzun süre parlamento üyelerine ve ilgili bakanlıklara başvurduğumuz halde istediklerimizin sağlanmadığını gördük. Basında daha büyük yer tutacak, kamuoyunun dikkatini çekecek ve böylece milletvekillerinin konu ile ilgilenmelerini sağlayacak yollar aradık. Sonunda, bir gün yüzlerce kişi toplanıp parlamentonun kapısında yere yatarak binanın içine girilmesini bir süre engellemeğe karar verdik. Böyle davrandığımızda istediğimiz bir çok yararlı değişiklik gerçekleşti...” Bu konuşma, bir Alman izleyicinin çok olumsuz tepkiler sergilemesine yol açmıştı: Bu kimseye göre, “Parlamentonun kapısında girişleri engellemek anarşik bir eylemdi; asla kabul edilemez, cezalandırılmalıydı!” İngiltere’den ve genellikle Akdeniz havzasından gelen izleyicilerin hemen hepsi, anlatılanların akla yatkın ve amaca uygun eylemler olduklarını kabul etmişlerdi ve kulislerde o Almanın “Henüz Nazi devrinin baskıcı etkilerinden sıyrılamamış olduğu” yorumları yapılmıştı. B Yeşil sermaye manşette... Müjde Arslan üseyin Aykol, 30 yılı aşkın süredir muhalif basının en birikimli kalemlerinden biri. Çeşitli gazete, dergi ve yayınevlerinde genel yayın yönetmenliği yapan Aykol’un “Haber Basınından İslamcı Medyaya” adlı kitabı Agora Kitaplığı’ndan okuyucuya sunuldu. “İslamcı medya”yı, boyutlarını, uzantılarını ortaya koyan, tartışılmasını amaçlayan kitap, önemli bir kaynak niteliği görüyor. H 24 ve artık Sabahatv İslamcı medyadır. Kitlelere İslami bir yaşam vaaz edilirken, bunun meyvelerini siyasi ve ekonomik rant olarak topluyorlar. Dahası gelinen yer ve gidilecek yol, oldukça aldatıcı. Bu yüzden de daha tehlikeli. Örneğin Sabah gazetesi ve atv kanalında öyle köklü bir değişiklik olmayacak. Sabah gazetesi belki “son sayfa güzeli” pespayeliğine son verir ama aynı “renkli” gazete olarak çıkacak, orada ustaca AK Parti yandaşlığı yapılacak; İslami motifler daha sevdirilmeye çalışılacak. Denilebilinir ki, bunda ne var? Elbette insanların bir dini seçmesinde, bunun gereklerini yerine getirmesinde bir sorun yok. Ancak demokratik yanı geliştirilmeye muhtaç olan laik sistemimiz yavaş yavaş sulandırılacak. AK Parti’nin ANAP gibi dönemini doldurup iktidardan düşmesi kolay olmayacak. Kitabınızda özellikle finans meselelerine değinmeniz, aile holdinglerinin ulaştığı kanalları, boyutlarını belirtmeniz bu ilişkileri açıkça ortaya koyuyor. Benim burada yaptığım daha çok belgelendirmek oldu. Okur sanırım İslamcı kesimin zenginliğine şaşacaktır. Çünkü popüler gazeteler ya da muhalefet partileri, “Filancanın oğlu gemi aldı; filancanın oğlu ucuz mısır ithal etti,” gibi tek tek olaylarla ilgileniyor. Oysa ben tek tek ağaçlarla uğraşmaktansa ormanın kendisini göstermeye çalıştım. Nasıl Özal, Çiller ve Mesut Yılmaz zamanında birileri zengin edilmişse, şimdi de zengin edilme sırası İslamcı aile şirketlerine geldi. Bu şirketler, AK Parti’nin kanatları altında gelişirken, hem kendilerini anlatma hem de oradan da kâr etme adına medya sektörüne de el atmış durumdalar. Bu arada, daha önceki dönemin Uzan benzeri kimi zengin grupları mümkünse tasfiye ediliyor. Sizin gibi uzun yıllardır basında çalışmış, çeşitli dönemlerine tanık olmuş bir gazeteci için bu kitap neyin gerekliliğinin bir sonucuydu? Hangi süreçte başladınız? Kitabı 23 Temmuz 2007 sabahı, yani genel seçimleri AK Parti’nin yüzde 47’lik bir oranla kazandığı gün yazmaya başladım! Evet, ciddiyim. Önce kafamda kurgulayıp, notlar aldım. Dünya ekonomisindeki durumun yardımıyla bu parti iktidardaki ilk dönemini Erkan Mumcu olayı hariç iyi atlattı. Dahası 27 Nisan email muhtırasından aldığı rüzgârla yüzde 30’lar civarında oy alması beklenirken, yüzde 47 ile ikinci kez iktidara geldi. Bunun nedenleri irdelenmeliydi. Bu da köşe yazısı ya da dosya haberle geçiştirilemeyecek denli uzun bir meseleydi. İSLAMCI MEDYANIN KÖKENİ Kitabın ikinci bölümünde İslamcı medyanın kökenine değiniyor ve adres göstererek tüm tarikatları kategorize ediyorsunuz… Elbette bu konuda daha önce yapılmış birçok haber dosyası vardı. Dediğiniz gibi “kategorize” edip, kolay okunabilir hale getirdim. Özetledim. Ama bu olgular çevremizde var. Ben insanları uyarmak ya da sadece aydınlatmak istedim. Dahası İslami örgütlenmenin ne kadar köklü bir şey olduğunu bilmek önemli. Hani birileri, “Bu adamlar da nereden çıktı,” şaşkınlığındalar ya; öyle bir şey yok. Hep buradaydılar zaten. Kitabınızda son derece çarpıcı verileri sunuyor ancak bir yorum yapmaktan kaçınıyorsunuz. Yorum yaparsam dava açılır! Şaka bir yana biz gazetecilerde şöyle bir kötü gelenek var: Okur anlamaz, cahildir. Ne demek istediğimizi vurgulayalım. Bu sadece sağcılarda değil, bizim solcularda da var. Okuru rahat bırakmak gerek. Okur, adı üstünde okuyor. Kendi kanaatini kendisi oluşturacaktır. Her kavram yeni bir toplumsal dönemin işaretidir. “İslamcı medya” da son zamanların sık kullanılan terimlerinden. Nasıl bir dönemin işareti bu? Asıl etkileri ne zaman görülecektir sizce? Doğru. Zaten epeydir de tartışılıyor. Yeni oluşmakta olan medyaya İslami demiyorum; İslamcı diyorum. Yani Milli Gazete ve Yeni Asya gibi gazeteler İslami kategoride sayılabilir. Ama AK Parti’nin arka bahçesi durumundaki Yeni Şafak, Star, Bugün, Kanal 7, Özer Kabaş’ın resimleri anat eğitimine önemli katkılarda bulunan ressam, akademisyen Özer Kabaş, ölümünün 10. yılında Yapı Kredi Kâzım Taşkent Sanat Galerisi’nde bir retrospektif sergisiyle hatırlanıyor. Kabaş, Yale Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde Bauhaus hocalarından Joseph Albers ve Jack Tworkow gibi sanatçıların öğrencisi oldu, lisansüstü çalışmasını tamamladı. 1971’de iki kardeşiyle birlikte kurduğu Urart Sanat Atölyesi’nde modern takı tasarımında öncülük yaptı. 1991'de Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü Ana S Sanat Dalı Başkanı ve 4 no’lu atölye hocası oldu. 30 Ocak 1998’de vefat etti. Kabaş’ın resimleri, desenleri, eskiz defterleri, gravürlerinden oluşan sergi 2 Mart’a kadar gezilebilecek. Ayrıca sergi için Bülent Gültekin, Cevat Çapan, Faruk Pekin, Mehmet Güleryüz, Sedat Pakay gibi Özer Kabaş’ı tanıyan isimlerin yazılarının yer aldığı bir de katalog hazırlandı. Katalogda Kabaş’ı yakından tanıyan dünyaca ünlü tarihçi ve araştırmacı Godfrey Goodwin’in (19212005) sanatçı üzerine yazısı ilk kez Türkçe yayımlandı. Özer Kabaş’ın çalışması... Diyelim ki simge... “Beyin” grubu üyelerinin parlamentonun kapısına yatmasının neden demokratik bir tepki olduğunu kabul ediyorduk? Bunu, “Beyin” grubunun liderinin, o Alman izleyiciye verdiği cevapla yansıtalım: “Biz, parlamentonun yerini almak, meclisi kapatmak ya da dağıtmak amacını gütmemekteydik... Tersine, burasını seslenilecek, işleri düzeltmek için yasa çıkartması, önlem alması istenecek yer olarak kabul etmekteydik. Bu amaçla giriştiğimiz eylemler de, milletvekillerinin dikkatlerini önemsediğimiz konuya çekmeğe çalışmaktan ibaretti.” Aynı konferans bugün düzenlenirse artık Alman ya da herhangi bir Batılı izleyicinin o günkü gibi karşı çıkacağını, yapılanı o bay gibi kınayacağını sanmıyorum.. Batı’da faşist ve diktacı rejimler yıkıldı yıkılalı baskı grupları ve hatta tek tek yurttaşlar, parlamentolara çok değişik yollardan seslenmekte, alınan kararları, beğenmedikleri girişimleri eleştirmekte ve değiştirilmesini istemektedirler. Buna karşılık ülkemizde, bugün bile hükümetin girişimlerini, çıkardığı, çıkarmağa çalıştığı kararları eleştirenlere “Sen işine bak, karışma!” denerek cevap verilmektedir. Başbakan belki haklıdır; belki de çok kötü bir şey yapmış, Batı’nın ahlaksızlıklarını almış olabiliriz… Ama şimdi anlıyoruz ki biz bu ahlaksızlıkları ithal etmenin ötesinde, daha da ağır ve vahim ve hatta cehennemde kıyamete kadar yanmamızı gerektirecek bir günah daha işlemiş bulunuyoruz: “Hükümet kararlarını eleştirmenin, kınanacak, kızılacak bir şey olmadığı, bu tür eleştirilerin özellikle istenmesi ve dinlenmesi gerektiği”ni hâlâ anlamadık, bu gerçeği Batı’dan bir türlü kapıp kafalarımıza yerleştiremedik! [email protected] Aylin Kotil Çene altı çene üstü derken türban bir şekilde üniversitelere giriyor artık. Bundan sonra sorulacak soru “Diyelim ki simge ise, denetim kolaylaşmış olacak, nasıl denetleyeceksiniz?”dir. Öyle ya, Deniz Gezmiş parkası da simgeydi ve zamanında gayet de güzel(!) denetim altındaydı yeşil parkalılar. Türbanı serbest bırakanlar endişeleri olanları bu anlamda rahatlatmadıkları sürece çene altı çene üstü kimseyi tatmin etmez. Hoş endişe duyanları rahatlatalım diye bir kaygıları da yok zaten. Demokrasi baştakilerin her istediklerini yapabilme özgürlüğü olarak algılandı hep iktidarlar tarafından. Çünkü iktidara gelenler gücün ve koltuğun etkisiyle kimi zaman kendilerini ölümsüz kimi zaman da küçük peygamber zannettiler. Faydalandıkları, hatta sayesinde iktidar oldukları demokrasiyi halkların mutluluğu için değil, kendi egolarını tatmin için kullandılar. Ancak tarihimiz demokrasi ile gelip sonra onun nimetlerinden faydalanıp başkalarının demokratik haklarını hiçe sayanlarının korkunç sonlarına da şahitlik etmek zorunda kalmıştır. Kendimize yarayan hakları başkalarının da mutluluğu için kullanmadığımızda bununla bir gün mutlaka yüzleşmek zorunda kalırız. Diğer yandan toplumu germek, ikiye (çok keskin çizgilerle) ayırmak da bu işlerin başka sonuçları. Farklı ifadeler kullanılsa da, hepimiz bir sonraki aşamaları tahmin edebiliyoruz. Zaten bir devlet adamının “diyelim ki öyle ne olmuş” cümlesini artık ilkokul çağındaki çocuklar sokakta oyun oynarken bile kullanmıyorlar. Olayın hangi tarafından bakarsanız bakın durum endişe verici, ülkeyi ve bizleri zor günlerin beklediği ortada. Sağduyulu davranıp elimizin yettiğince ortak değerlerimizi hatırlatmak, bizlere düşüyor. Israrla ayrımların altını kırmızı kalemle çizenlere rağmen... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle