05 Ocak 2025 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 67 31/1/08 16:55 Page 1 PAZAR EKİ 67 CMYK 6 3 ŞUBAT 2008 / SAYI 1141 7 Israel Horovitz’in absürtkomedi oyunu “Kuyruk” genç bir oyuncu kadrosu ve Engin Hepileri’nin rejisiyle sahnede... Bir film neye yarar?.. Feride Çetin ki yıl önce bir üniversitede Türk sinemasının tartışıldığı bir panelde, tecrübeli bir sinemacı Çağan Irmak’a “Babam ve Oğlum’dan sonra ne yaparsan yap işin çok zor. Seni yermeye veya koşulsuz sevmeye hazır kalabalıklar bekliyor olacak” demişti. Başarı sarhoşluğuyla sendeleyenleri görmeye alışkın bir millet olduğumuzdan Irmak’ın sinema serüvenine kuşkuyla yaklaştık. Irmak’la Babam ve Oğlum’un açılış sekansını çektiği gün röportaj yapmak üzere setine misafir olduğumda tanıştım. Filmin tüm çekim sürecini kayıt altına alarak kitaplaştırmak fikriyle yedi hafta süren çekimleri yakından takip edebildim. Elbette ki sorularım da oldu, biri Ulak’ı ortaya çıkaran nedendi. “2000 sonrasında olup bitenler benim gibi birçok insanı başka bir yere taşıdı” diye yanıtladı Irmak “Dünyada farklı bir şey yaşanıyor. Bir şeylere inanma çabası var, herkes bir kurtarıcının peşinde. Bu 10 yıl sonra daha da ağır olacak. Sokakta yürüyen herkes hayata tutunacak bir şey bulmaya çalışıyor. Ulak’ın anlattığı şey, insan bir kurtarıcı bekler mi? Asıl kurtarıcı insanın içinde midir? Bunların yanıtını vermek bana düşmez, ama 2000 sonrasından sonra tüm dünya farklı bir inanışın peşine düşmeye başladı. Bunlar da bana Ulak’ı yaptırdı”. Kıyamete dünyanın sonu dendiğini anımsatıyor sonra, birçok öğretiye göre de kıyam etmenin, uyanış demek olduğunu, yani çok güzel bir şeyin başladığını. “Dünyada genetik olarak da değişen şeyler var” diye ekliyor sonra “Bunu en azından bilimle açıklayabileceğimiz şeyler var. İnsanların inandıkları şeyler değişmeye başladı. Benim bilmediğim tek şey bu iyi mi kötü mü, bakıp göreceğiz”. Çağan Irmak’ın son filmi Ulak seyirciyle buluştu. Çetin Tekindor, Hümeyra, Yetkin Dikinciler, Irmak’ın “Babam ve Oğlum”dan alışık olduğu oyuncular. Ulak’ın bir oyuncusu da İki Genç Kız filminin Behiye’si Feride Çetin. Gazetecilik de yapan Çetin, Cumhuriyet Dergi için hem çekim sürecini kaleme aldı, hem filmin iki oyuncusu Yetkin Kuyruk’ta hepimiz varız Barış İlbi İ T Hümeyra ve Çetin Tekindor... Dikinciler, Kaya Akkaya ve yönetmen Irmak’la konuştu. Çağan Irmak’ın filmlerinde çocuklar hep var, çünkü çocukları dünyanın bir parçası olarak görüyor, kabul ediyor... Aslında Ulak’ın hikâyesi oldukça tanıdık; dünya var gibi görünen bir yokluk ve iyiyle kötünün imtihanı… Ulak’ta bu imtihanın kıvılcımını çakan Zekeriya adlı bir hikâyeci. Hikâye basit görünse de senaryodaki sıra dışı dünya yüzünden, çekimler öncesinde yapılan okuma provasında oyuncuların kafaları soru işaretiyle doluydu. Çok katmanlı bir anlatı yapısına sahip bu senaryo nasıl oynanacaktı? Oysa Çağan Irmak, en başından beri ve sonra da sette de defalarca tekrarlayacağı gibi sadece eğlenmek üzere bir araya geldiğimizi söyledi. Ne olduğunu anlamadan bizi hayalindeki dünyaya yerleştiriverdi. Bunda Mustafa Ziya Ülkenciler’in elinden çıkan mekânların etkisi büyük elbette. Kilyos’ta bu film için tasarlanarak özel olarak inşa edilmiş köye gittiğimizde kendimizi bir masal ülkesinde sanmıştık. Çekimler sırasında masal gerçeğe dönüştü ve meydanında çocukların oyun oynadığı, avlusunda kazların koştuğu, kahvesinde insanların toplanıp muhabbet ettiği ve hatta çekim aralarında evlerinde gidip uyudukları canlı bir köye döndü Ulak’ın seti. Köyün hem sahibi hem konukları; Çetin Tekindor, Hümeyra, Yetkin Dikinciler, Şerif Sezer, Kaya Akkaya, yan roller, Ümit Çırak eğitiminde çok başarılı performanslar sergileyen çocuk oyuncular, kamera ardındaki Mirsad Heroviç, Irmak Çığ, Hakkı Yazıcı, Levent İntepe, Şenay Korgül, Sadun Demirkapu, Ruşen Dağhan, Evanthia Reboutsika ve ekipleriydi… Dilerim, Ulak hakkında çok konuşulacak, çok soru sorulacak bir film olsun… Çağan Irmak ve Çetin Tekindor... Senaryoyu ilk okuduğunda ne hissettin? Çok heyecanlandım, çünkü zor ve muhteşem, sonunu bir türlü kestiremediğim, kafamı çok karıştıran bir senaryoydu. Sonra Ulak’la beraber yola çıktık, ben de sorularımın cevaplarını o yolda buldum. Çağan Irmak’la rol üzerine nasıl bir çalışma yaptınız? Sette sana yaklaşımı nasıldı? Çağan çok fazla üzerine çalıştırıp, sahneyi eskitmek istemeyen bir yönetmen, sadece bazı tüyolar veriyor ve istediğini alıp yola devam ediyor. Bu yüzden her şey çok çabuk olup bitti. Benden tek istediği rol yapmamamdı. Hatta senaryoda Yetkin Dikinciler’le kahvedeki kavga sahnemiz için bir dip not bile vardı. Bu sahne tam bir mahalle kavgası gibi olacak, rol kesen oyuncu bizden değildir, diye. Canlandırdığın karakter nasıl biri? Ömer bir kıvılcımı bekleyen benzin deposu gibi, cesur, mücadeleci... Önce kendine, sonra çevresine dürüst duruşu, yürekli bir genç oluşu beni çok etkiledi. Keşke herkesin öyle yüreği olsa. Ne garip, ben de filmden sonra Ömer’e benzemek istedim. KAYA AKKAYA (ULAK’IN ÖMER’İ) YETKİN DİKİNCİLER (ADEM) İlk sinema deneyiminde bu kadar önemli bir role hayat vermek nasıldı? Rüya gibiydi... İşlerindeki ustalıkları, bana yaptıkları yardım ve destek... Aşk gibiydi. Filme tepkiler hakkında ne düşünüyorsun? Zekeriya masalı anlattığında beğenmeyenler olduğu gibi, filmi izlediğinde de beğenmeyenler olacak. Bazı insanlar gerçekle yüzleşmeyi sevmezler. Beni, masalımızı sevenler ve anlama cesaretini gösterenler ilgilendiriyor. Ulak’ın hikâyesini duyduğunda ilk ne düşündün? Ben ilk olarak hikâyeyi dinliyorum. En önemlisi ne kadar şanslı olduğumu hissediyorum, bir yaratıcı hikâyesini paylaşıyor, çok heyecanlanıyorum. Çağan’ın gündelik hayatta da anlattığı her şey o kadar coşkulu ki ben de bu filmin bir parçasında olmaktan heyecan duyacağım dedim. Arkadaş olmanızın çalışırken yararını görüyorsundur… Hiç düşünmedim ki, belki de ters etkisi vardır. Normalde daha objektif olabilirim belki. Bir dakika ben bunu bu gece alıp okuyayım denmeli belki de. Bunu yapamıyorum içimden de gelmiyor zaten. Bir arkadaştan öte onun yazarlığına da yönetmenliğine de güveniyorum. Bu filmle ilk kez kötü adam canlandırıyorsun. Endişelenmedin mi kariyerine zararı olacak diye? Oyunculuğun sorumluluk alanı hayattır. Ne kadar çok farklı hikaye, farklı insan o kadar zenginleştirir oyuncuyu. Sahnede zaten Musahipzade Celal’den, Moliere’e, Shakespeare’den Özen Yula’ya kadar pek çok farklı yazarın elinden çıkma karakter oynuyorum. Sinemada da zengin karakter oynamak lazım. Filmde rol alan oyuncuların çoğu, senaryoyu ilk ellerine aldıklarında kafalarında canlandırmakta zorluk çektiklerini söylediler. Senin için de aynı durum geçerli miydi? Ben anlamak üzerine değil, sezmek üzerine kuruyorum, hayatı. Anlamanın kurallarını bazen başkası belirler. Bir yaratıcı var, o inanmış ve senaryo olarak koymuş ortaya, sezgilerim bana iyi şeyler söylüyorsa ben içinde yer alırım o işin. Filmin son karesi çekilene kadar da meramını anlamaya çalışırım. Yönetmen senaryoda olmayan bir şeyi sette oynamanı istese ne tepki verirsin? Bu beni onore eder. O ana kadar planlananın dışında senden bir şey istiyorum, sen bunu yaparsın demesi bana inandığını gösterir. Filmi için bunu istiyor, ne güzel bir şey. Fiziksel performans isteyen sahnelerin de vardı, intihar ettiğin, kapı kırdığın sahneler. Bu sahnelere girmeden önce anında konsantre olup bittiğinde hemen oradan çıkabilmen dikkatimi çekti. Bu nasıl bir beceri? Genelde kontrollü biriyim, ama oynarken kendimi özgür bırakıyorum. Elbette o sırada bir yerim kayıtta, ne yapacağımı biliyorum, ama akıldan önce sezgiler var tabii. Sahnede varlık gösteren bir aktörken dizilerle insanların evlerine girmek sende bir değişiklik yarattı mı? Özel hayatımda bir değişiklik yaratmıyor, ben kendi sığınağına çekilen biriyim. Ne yapayım başka çarem yok. Kendime mukayyet olmak, şaşırtmamak da isterim, ama hata yaparım, yeter ki yaşam gücümü elimden alacak kadar büyük hatalar olmasın. Hayal kırıklığı olursa da yeni hayallere bakarım. iyatro oyuncusu Engin Hepileri’nin ilk kez yönetmenliği denediği, Israel Horovitz’in tek perdelik absürtkomedi oyunu “Kuyruk” Kenter Tiyatrosu’nda perdelerini açtı. Çağdaş olmanın getirdiği sorumlulukları ve “en önde olma” histerisini farklı bir dille tartışan oyun, New York’ta 33 yıldır sahneleniyor. Kenter Tiyatrosu’ndaki “Tek biletle üç oyun” kampanyası kapsamında sahnelenen oyunun, oldukça genç bir oyuncu kadrosu var. Biz de hem bu kampanyayı, hem de yeni oyunu Kuyruk’u, yönetmen Engin Hepileri ile konuştuk… “Tek biletle üç oyun” projesi nasıl ve neden ortaya çıktı? Fikir aslında yaz başında Mehmet (Birkiye) Hoca’dan çıkmış bir fikir. Elbette oyunların tanıtımına katkıda bulunmasını, ama biraz da izleyiciyi rahatlatmak istedik. Ödenekli tiyatrolar ve özel tiyatrolar arasında ciddi bir fiyat farkı, bizim de her kesimden seyirciye ulaşmak gibi bir derdimiz var. Kampanya yankı buldu, reklam olarak da destek sağlıyor. Üç oyun da (39 Basamak, Açık Denizde ve Kuyruk) komedi türündeki oyunlar, bunun Kenter Tiyatrosu’nun köklü seyircisini olumsuz etkileyeceğini düşündünüz mü? Hiç öyle düşünmedik, çünkü Kenterler’de bu daha önce denendi. Ayrıca absürt komedi oyunları iyi oynanır ve sahnelenirse seyirci için başka bir doyum olabilir. “Kuyruk” sizin ilk yönetmenlik denemeniz … Evet, tiyatroda şu ana dek her şeyi yaptım, dekordan tutun da ışık ve ses efektine kadar. Mehmet Hoca bana bu oyunu sen yönet dediğinde, elbette önce bir düşündüm yapabilir miyim yapamaz mıyım diye… Sonra Yıldız (Kenter) Hoca’nın onayını aldım. Benim de içimde olan bir şeydi, onların verdiği güvenle başladım ve tabii ki bayıldım. Peki biraz oyunun metninden bahsedersek… “Kuyruk” Israel Horovitz’in bir oyunu. Birbirinden farklı beş insanın bir kuyrukta en öne geçmeye ve birinci olmaya çalışmasını anlatıyor… Horovitz’in meselesi bu aslında; genelde kısa, tek perdelik, şok edici ve sert oyunlar yazıyor. Yani metin içinde, yaşadığımız çağdaş dünya sistemi hakkında bir eleştiri de var… Peki “Kuyruk”ta kim öne geçiyor, kim birinci oluyor? Aslında metindeki mesele bu, herkesin birinciliği tatmak için türlü şeyler yapması. Çünkü aslında birinci olmak, önde olmak normal olandır, herkes normal olmak ister ve biz o normalliğin peşinden koşarız. Başkalarının üstüne basarak, haklarını çiğneyerek olsa da… Zaten sadece birinci olmak derdi değil bu, beşinci olmanın var olma sebebiyle de ilgili bir durum, yani sitemin içinde olmak… Bir de kuyruğun tamamıyla dışında kalmak var. Oyunda bu da eleştiriliyor, kuyrukta mısın değil misin? Kuyrukta olup da kendi insani değerlerinden uzaklaşacak mısın ya da sadece insan olabilmek için kendini kuyruğun dışında var edebilecek misin? Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de medeni olmanın kuralları can yakıyor sanırım… Bizden daha başarılılara katlanamıyor ve onları kuyruktan atmaya bakıyoruz… Kendimizle yüzleşemiyoruz çünkü, kendimizi kabul edemiyoruz… Çok da insani ve kabul edilebilir bir şey aslında, belki de günümüzde bu başarılar, birincilikler çok kısa yoldan elde edildiği için bu sorunla karşı karşıya kalıyoruz. İnsanlar şöyle düşünüyorlar; yerimi korumalıyım, geri gitmemeliyim, geriye gidecek adam değilim. Aslında hepimiz bazı konularda birinci bazı konularda sonuncuyuz, yapmamız gereken tek şey bunun farkında olmak o kadar… Oldukça genç bir oyuncu kadrosuyla çalışmışsınız… Evet, Ece (Erişti), Ushan (Çakır) ve Ferdi (Alver) konservatuvarda araştırma görevlisi olduğum dönemlerde öğrencilerdi zaten, ama Erdem (Akakçe) ile ilk kez çalıştım. Erdem beni çok etkiledi, çünkü kendi tecrübesini diğer arkadaşlara yansıttı ve onları kendi yanına almaya çalıştı. Arnall karakterini ise bir tek Erkan (Avcı) oynayabilirdi sanırım… Oyunu yaklaşık 2.5 aylık bir prova döneminden sonra çıkardık. Biraz da bundan sonraki planlarınızdan bahsedelim ya da şöyle mi sormalıyım; siz hangi alanda birinci olmak istiyorsunuz, oyunculukta mı, yönetmenlikte mi? Bundan sonra tabii ki oyunculuk yapacağım, ama şöyle bir durum var; oyuncu olarak bir oyuna çalışırken öncelikle oyunun tek tarafından bakıyor, sonra içine giriyorsunuz, ama yönetmen her zaman yukardan bakmalı ve hep kontrol etmeli. Yönetmenliğin bu yönümü geliştiriyor olması benim için çok önemli, ama idealim iyi bir yönetmen olmaktan çok, iyi bir oyuncu olacağım düşüncesi üzerine kurulu. Fotoğraf: Vedat Arık Esra Başıbüyük Tunng Babylon sahnesinde Aşkın kadın hali sahnede... F unda Arar, müziğiyle ve kişiliğiyle ilgi çeken bir müzisyen. Yeni projeleri kapıda! Yaptığı işlerle gündemde kalmayı tercih eden müzisyenin ilk projesi 16 Şubat’ta Bostancı Kültür Merkezi’nde vereceği “AşKadını” konulu konser. Diğeri ise Türk sanat müziği albümü... Konserler sizin için ne ifade ediyor? Çok önemli. Özellikle Açıkhava, Arena, Harbiye gibi büyük kitlelere ulaşabildiğim mekânlardaki konserler. Bu mekânlarda konser vermek çok özel bir keyif ve bu döneme yetişebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. Konserlerde sahne üzerinde o kadar iyi bir performansınız olmalı ki, gelen bir daha gelme isteği duysun, o yüzden de her konserden sonra diğerinde daha farklı bir şeyler yapmak istiyorum. “AşKadını” da bu hisle oluştu. Heyecanlanıyorum... Bu kadar yıl sonra hâlâ konser heyecanı yaşıyor musunuz? Bence o heyecan çok önemli. Sahneye çıkana kadar hazırlanma süreci gözümün önünden geçer, ya şunu unutursam, bunu yanlış yaparsam... O kadar insanın önüne çıkmak kolay bir iş değil. Eminim! Bir anda o kadar çok duygu birikimi oluyor ki, elin, ayağın titriyor, kalp atışların hızlanıyor. İnsanlardan aldığım enerjiyle konseri beraber yapmaya başlıyorum. Ben her zaman izleyiciye, onların da konserde birer görevi varmış gibi hissettirmeyi istiyorum. Onlarla bire bir duygu alışverişi yaşamayı seviyorum. İşini doğru yapan birkaç isimden birisiniz. Bu anlamda en çok sorumluluk hissettiğiniz nokta nedir? Bu işte hep çıkış noktaları vardır, ya işinle ya da magazinle ön plana çıkıp, kendine bir kapı açarsın. Ben zor olanı seçtim, işlerimle gündeme gelmeyi istiyorum. Hata yapmaktan korktuğum oluyor. Gerçi her zaman dinleyicilerde bir kredimiz vardır, ama işin bu tarafını omuzlarımda hissediyorum. Beste yapıyor, söz yazıyorsunuz. Bu konuda ki yaratıcılık tarzınız nedir? Benim çalışmalarım kurgusal değil. “Şimdi bu moda, bunu yapayım” demiyorum. İçimden gelen bazı hisler var, mesela bir caz albümü yapmak istiyorum, bunun için yazdığım, yaptığım şarkılar var, ama henüz yeterli değil, çalışmaya devam ediyorum. Yeniden konsere dönersek... Bu konser de bir tür kendini yenileme. Bir hikâyenin içine otursun istedim, konserin metinlerini, birçok şarkı sözümün de yazarı Burcu Tatlıses oluşturdu, sahnede bir tiyatro oyuncusu anlatıcı olarak yer alacak. Çok güzel olacak diye düşünüyorum. Kadının aşk halleri ya da aşkın kadın halleri! Siz aşkı nasıl yaşarsınız? Tarif etmek zor. Aşkımı karşı tarafa hissettiren bir kadın değilim. Bunun eksikliğini yaşayarak mı söylüyorsunuz? Yok, yapım bu. Eşim Febyo ile tanıştığımda çok beğenmeme rağmen hiç belli etmedim. Karşı tarafın adım atmasını beklerim. Ufak ipuçları veririm, ama çok fazla değil. Evlilik ve müzisyenlik bir arada zor gider, diye bir kanı vardır, öyle mi? Hayır, bizimkisi çok güzel gidiyor. Beni çok iyi anlayan biriyle beraberim. Çok şanslıyım. O da bu işin içerisinde, geniş vizyonu olan bir sanatçı. Benim daha iyi yerlere gelmem için elinden ne geliyorsa yaptığını biliyorum. İşte karıkoca ilişkisi bitiyor, iki meslektaş oluyoruz, ama eve geldiğimizde hayatı paylaşan iki insanız. Bir süredir sizden Türk Sanat Müziği albümü bekleyen dinleyicilere müjdeyi verebiliriz sanırım. Evet, en geç Nisan’da çıkarmayı hedefliyoruz. Çok fazla dillendirilmemiş, neoklasik döneme ait parçalar var. Batı tarzında okumaya alışmış birisine sanat müziği okutmak zordur. Ben bu anlamda sınırlarımı zorlamayı seviyorum. Olmak istediğim yerdeyim Ali Deniz Uslu Öztürk 1997 yılında yayımladığı ilk albümü “Güneş Sensiz Doğacak”tan çıkan “Kaç Gel” parçası ile dikkatleri üstüne çekmişti. Ancak bu iyi başlangıçtan sonra uzun bir süre ondan haber alamadık. 2002 yılında “Vasiyet” albümünü ile yeniden müzik dünyasına dönse de gerisi gelmedi. Şimdi ise kendi adını taşıyan on parçalık yeni albümünü yayımladı. Öztürk 6 Şubat’ta Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde. Yaklaşık on yıl önce “Güneş Sensiz Doğacak” albümü ve “Kaç Gel” parçası ile tanımıştık seni. Özellikle “Kaç Gel” dönemin ilerisinde iyi bir çalışmaydı. “Kaç Gel” cesur bir şarkıydı. Vurucu ve çarpıcıydı, klip de çok iyiydi. Şu an bile o tarz bir şarkı yok. İyi bir başlangıçtı bu, ama sonrası gelmedi. İlk albümde hak ettiğini alabilmiş miydin? Henüz 21 yaşındaydım. Neler yaptığımın ve etrafımda olanların farkında değildim. Bir yapımcı beni dinledi ve barlarda cover söylerken bir anda albüm süreci başladı. Zaten o albümde benim tek bestem “Güneş Sensiz Doğacak”tı, o yüzden hak ettiğimi belki de aldığımı düşünüyorum. Şu an ise olmak istediğim yerdeyim. İlk albümde şaşkınlıktan mı bilmem fazla çaba göstermedim. Tüm bunların nedeni bu albümdü, çünkü ben şimdiyi bekliyordum. O zaman “niye o albümleri yaptın?” demezler mi? Fırsatım vardı yaptım. Yani geçmişimle bir derdim yok. “Vasiyet” albümünü de 2002 yılında yapmıştın. “Vasiyet” çok depresif bir albümdü. Kurban’dan Deniz Yılmaz’la eve kapanıp, kendimizden geçmiş, bir hışımla da albümü tamamlamıştık. Kimsenin yaptıklarımızdan haberi dahi yoktu. “Vasiyet” keyif için yapılmıştı, rahat ve kaygısızdı. Albümden sonrası ise bizim için pek hayırlı olmadı ve “Vasiyet” karambole gitti. Yeni albümde istediğine ulaşabildin mi? Bu albüm aslında 1998 yılından beri yapmayı istediklerimin tümü. Bir şarkının sözleri dışında tüm besteler benim. Hayatta ne kadar acı varsa albümde var, ama çıkışı da gösteriyorum. Zaten Türkiye’de baskın olan ağlamaklı hal beni yoruyor. Ben ayakta kalmak ve isyan etmekten yanayım. Hayat dediğin de biraz dalgalı olmalı. Başarı, düşüp, yeniden ayağa kalkıp eskisinden daha iyi olabilmektir. Ben de bunu sözlerim kadar müziğime de yansıtmak için epey çalıştım. Melodilerdeki iniş çıkışlarla, bir an sessizleşen sonra tokat gibi çarpan melodilerle bunu yaratmanın derdine düştüm. Önceleri cover çalıyordun sonra kendi bestelerinle geldin. İşin doğası bu, ama yeni pek çok isim paket programlar gibi şekilleniyor. Buna ne diyorsun? Yeni nesil işe besteleriyle başlıyor. Bu umut verici bir durum, ama sahnede demlenmek gerekli. Barları ve sahneyi es geçmek büyük yanılgı. Çoğunun buraları tanımadıkları belli oluyor. “Sen Sebebimdin” şarkısında aşkın yokluğundan bahsediyorsun. Aşk ne kadar gerçek? Dört dörtlük aşk yok ya da yaşadığımız aşk değil ya da aşk hep ulaşılmaz. Zaten günümüzde ilişkiler çok sığ ve yüzeysel. Tüketim daha bir kolay. İnsanları ve hayatı tüketiyoruz. Her şey kolaylaşıyor gibi geliyor, ama bu onları yitirdiğimizi gösteriyor ve kolay unutuyoruz. Ne kadar kolaylaşırsa değeri o kadar azalıyor. Bilgisayar başında aşk arayan insanlar var. Bunun neresi gerçek? İlk bulduğumuz şeye hücum ediyoruz, ama kullanmayı bilmiyoruz. Albümde bir de “Sıra Kimde?” isimli bir parça var. Amerika’ya gönderme yapıyor. Nedir derdi? Irak bitti, şimdi görünen İran sonra da Suriye... Irak Savaşı hazırlıklarını ve savaşı canlı izledik. Bu çok trajik bir tecrübeydi. Yaşananlar film değildi ve bu hâlâ devam ediyor. Amerika, Irak’ta istediğini alamadı, yaktı, yıktı, öldürdü, istediğini alamadığı için kendini mağdur gördü. Ben de Amerika’nın saldırgan dış politikasına karşı bu şarkıyı yazdım. AşKadını, Funda Arar’ın 16 Şubat’ta vereceği konserin konusu. Sahnede bir tiyatrocu da anlatıcı rolünü üstlenecek. Sırada Türk sanat müziği albümü var... unng, temelleri 2003 yılında bir çamaşır dükkânının alt katında müzikal denemeler yapan iki arkadaş Mike Lindsay ve Sam Genders’ın bir araya gelmesiyle temelleri atılmış bir grup. İkili enteresan bir şekilde başladıkları müzik hayatlarına, folky şarkılara muzip elektronik yorumlar yaparak devam etti. Folktronica olarak tanımlanan tarzlarıyla büyük bir merakla takip edilen iki, zamanla türünün en iyi örneklerinden biri oldu. 2005 yılında “Mothers Daughter and Other Songs” albümlerini “Static Caravan” isimli plak şirketinden yayımlayan ikili, başta arkadaş grupları olmak üzere gün geçtikçe daha geniş bir kitle tarafından takip edilmeye başlandı. Tunng’la başka müzikal projelerin yetenekli elemanları Ashley Bates, Phil Winteer, Becky Jacobs ve Martin Smith’in yolları da kesişince gerçek ekip tamamlanmış oldu. Bu birliktelik kısa bir süre sonra enerjisi oldukça yüksek performansları doğurmasının dışında, ikinci albüm “Comments Of The Inner Chorus”u yarattı. Neşeli folk ezgileriyle duyanların kalbini çalan Tunng, kendine has sound’unu eline geçen her türlü malzemeyi notalara dönüştürerek oluşturuyor. Müziğin ritmine katılan; yırtılan bir dergi sayfası ya da grup üyelerinin hemen elinin altında bulunan, farklı bir ses yaratabilecek herhangi bir şey Tunng’ın müzik yapması için yeterli. Bunun yanında yetenekli ellerden çıkan keman, gitar, klavye sesinin yanında tabanı oluşturan elektronik altyapı kulaklara dinlenmesi son derece keyifli bir müzik ulaştırıyor. 2007’nin Ağustos ayında yayımladıkları “Good Arrows” albümlerinde daha olgun bir çalışmayla karşımıza çıkan Tunng özellikle canlı performanslarıyla akıllarda yer eden bir grup. Tunng, Nokia Nseries konserleri kapsamında 8 Şubat Cuma akşamı Babylon’da. T Öztürk kendi adını taşıyan üçüncü albümünü yayımladı. Her şeyin tüketildiği ve kolaylaştırıldığı günümüzde, yaşanılanları ne kadar çabuk unuttuğumuzu sorgulayan müzisyen, kolaylığın hayatın afyonu olmasını istemiyor. Fotoğraf: Vedat Arık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle