22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 EYLÜL 2007 / SAYI 1119 5 ‘Benim kırmızı rengim’ Ali Deniz Uslu Piyanist Sabri Tuluğ Tırpan'ın yeni albümünün adı "My red colourBenim kırmızı rengim". Tırpan'ın dünyası kırmızı, çünkü bu ona işine duyduğu aşkı ve kaybettiği annesini hatırlatıyor. Caz müziğe tutkusunu besleyen ise Ligetti, Berio, Shonberg, Webern gibi çağdaş müzik bestecileri. Ona göre caz özgürlük demek. S abri Tuluğ Tırpan son yıllarda Türkiye'nin yetiştirdiği en yetenekli piyanistlerden. Müzik çalışmalarına uzun yıllar Viyana'da devam eden müzisyenin yeni albümü “My Red ColourBenim Kırmızı Rengim” çıktı. Tırpan bu yılın Mevlana yılı ilan edilmesi nedeniyle “Mevlana Senfonisi”ni bestelemiş, geçen hafta yapılan “Rock Müzikali” projesi için de piyanosunun başına geçmişti. Sertab Erener’in önümüzdeki ay Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda vereceği 15. yıl konserinin de müzik direktörlüğünü üstlenen Tırpan, müzikal çalışmalarına hiç ara vermiyor. İşte hayatına ve müziğine dair anlattıkları... İstanbul'dan başlayıp Ankara’ya, oradan da Viyana’ya uzanan bir müzik yolculuğunuz var. Bu yolculuğa nasıl başladınız? Sanırım beş yaşındaydım. Ümraniye’de oturuyorduk. Ümraniye o zaman İstanbul’dan ayrı bir köy gibiydi. Babam elektrik mühendisiydi, ama sanata karşı çok duyarlıydı. Bir gün “Piyano çalmak ister misin?” diye sordu, ben de herhalde bu güzel bir oyuncak, diye düşündüm ve kabul ettim. Caz müzik hayatınıza ne zaman girdi? Cazdaki doğaçlama beni büyülüyordu. Liseye giderken Ali Perret de İstanbul’a gelmiş, caz dersleri veriyordu, ama benim ders alacak param yoktu. Annemin bana hediye ettiği bir altın kolyemi gizlice sattım ve Timur Selçuk’un dershanesinde Ali Perret’ten armoni dersleri almaya başladım. Sonra Bilkent Müzik Fakültesi’ne girdim. Martin Berkowsky ve Namık Sultanov’la çalıştım.1992’nin Şubat tatilinde bir arkadaşımı ziyarete Viyana’ya gittim ve kendimi Viyana Devlet Konservatuarı’nda buldum. Efsane Punk Grubu Nofx Türkiye’de Deniz Yavaşoğulları G Sabri Tuluğ Tırpan. Fotoğraf: Uğur Demir yon olunca, bu yardımı kesmek zorunda kaldı. O sırada annem kanserdi ve ağır bir tedavi görüyordu, bitkisel hayata girdi ve onu kaybettik. Artık başımın çaresine bakmam gerekliydi. Kuru ekmeği et suyuna banıp, ağlayarak yediğim çok oldu. Umutlarım ve arzularım için sefaleti göze aldım. Hayata müzikle direndim. Tüm bunlardan sonra gidip iyi bir provayı, iyi bir konseri, “Tristan ve Isolde”yi dinlemek her şeyin acısını alıyordu. “İyi ki buradayım” diyordum. Sonunda işler yoluna girdi ve müzik kariyerim başladı. Türkiye ile müzikal bağlarınız nasıl kuruldu? Klasik çaldığım dönemde yılda veya iki yılda bir Türkiye’ye gelip piyano festivallerinde, Boğaziçi Üniversitesi’nde konserler veriyordum. Sonra Sertab Erener ile bir konserde beraber çaldık. Daha sonra Sertab, “Ben seninle daha çok çalışmayı istiyorum, Türkiye’ye dön” dedi. Ben de daha sık burada bulunmayı tercih ettim. Geçen hafta düzenlenen Rock Müzikali’nden sonra şimdi de Sertab Erener’in 11 Eylül’de Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda vereceği 15. yıl konserinin müzik direktörlüğünü yapacaksınız... Sertab beni heyecanlandırıyor. Zaten bu bir konser değil, bir serüven, kronolojik bir hikâye. Biz şarkıları kişiselleştiriyoruz, yani kendi içsel yolculuklarımızı, kameramızla filmimize alıyoruz. Sertab’ın en iyi şarkılarını, Sertab’ın hayatına girip onunla çalışmış müzisyenlerle seslendirerek, birlikte bir zaman yolculuğu yapmak istiyoruz. Yeni bir albümünüz de var, “My Red ColourBenim kırmızı rengim”. Renk teorileri ile bir yakınlığınız var mı? Goethe’nin renk teorisini severdim. Bethoowen’da da her tonun, her rengin, her akorun, her armoninin bir renksel karşılığı vardır. Ben de öğrenciyken gözlerimi kapayıp, do majör basıp sarıyı, re majör basıp başka bir rengi görmeye çalışırdım. şarkısının tarihi ve kime ait olduğu üzerine bir belgesel çekmişti. Birçok millet bu şarkıyı sahipleniyordu. Bu kız da ülke ülke dolaşıp, restoranlara, barlara, kulüplere gidip, bu şarkının izini sürmüş. Bu parça, Bosna’da ve Makedonya’da bir aşk şarkısı, Sırbistan’da bir savaş şarkısı, Yunanistan’da ise tam bir kafa çekme şarkısı olarak karşısına çıkmış. Sonunda şarkının imparatorluğun başkenti İstanbul’dan çıktığı sonucuna varmış. Bunu öğrenince “Tamam” dedim, “şarkımı buldum”. Avusturya'nın ünlü “The Vienna Classical Players” orkestrası ile 2007 Mevlana yılı dolayısıyla “Mevlana Senfonisi”ni besteleyip sunmuştunuz. Bu proje nasıl hayata geçti? Buna Avusturya Kültür Ofisi ön ayak oldu. Bana teklif geldi. Zaten hangi sanatçı Mevlana'nın üstüne bir beste yapmak istemez ki? Benim de içsel seyahate ilişkin düşüncelerim hep olmuştu. Bu toprakları anlatmak gerekiyordu. Mevlana'nın rubailerini kullandım. Abdülbaki Gölpınarlı'nın çevirilerine çalıştım. Hüsnü Çınar isimli bir şair dostumun “Bendeki Sen” isimli şiirine hayran kalmıştım. Yani bu kadar mı akar kelimeler, bu kadar mı dürüst yazılır bazı şeyler. “Tamam” dedim, “Bu şiir benim için anahtar”. ? MÜZİK DİRENİŞİM OLDU Bir anda başka bir ülkede yaşamaya başlamak kolay olmasa gerek. Buna hazır mıydınız? Üniversiteyi okurken de ailemden uzak okuduğum için pek yadırgamadım, ama oraya gittiğimde hiç Almanca bilmiyordum. İlk zamanlarda bu beni epey zorladı. Bir de Viyana’da pazar günlerinin sakinliğine hiç alışamadım. Krallıktan kalma aristokrat alışkanlıklarını ve şimdiki ağır sosyal demokratlıklarını da sonuna kadar hissettim. Viyana'nın kültür gecelerinden bahsedilir hep. Müziğe ve sanata verdikleri değer inanılmaz. Bir buçuk milyon nüfusu olan bir şehirde, her gece beş opera sahneleniyor, dört senfoni orkestrası düzenli olarak konser veriyor, yüzlerce küçük tiyatro perde açıyor, caz ve blues barları hiç saymıyorum... Sanatı canlı izlemeyi seviyorlar. Özellikle yaşlılar sağlıkları elverdiği sürece her gece bir etkinlikteler. Hayatınızdaki önemli kırılmalardan birini de bu dönemde yaşamışsınız... Viyana'da okurken babam bana para yardımı yapıyordu. Türkiye’de devalüas ünümüzde, Rancid, Pennywise ve Bad Religion ile birlikte Amerikan punk rock'ın en önemli gruplarından biri olan NOFX, 8 Eylül’de İstanbul’da Bronx Bar’ın sezon açılış partisinde sahne alacak. Kuruluşundan bugüne kadar 10 stüdyo albümü, 15 EP ve bir çok single yayımlayan, toplam albüm satışı 6 milyonun üzerinde olan NOFX, punk rock, skate punk, ska ve daha birçok farklı tarzdan etkilenen müziğini, 1977 döneminin punk geleneğine uygun olarak politik söylemlerle besledi. Şarkı sözlerinde alt kültürler, ırkçılık ve din gibi temaları işledi. MTV’ye çıkmadı, kapitalizmi eleştirdi, albüm kapakları sansasyonlara sebep oldu, klipleri güldürdü, düşündürdü, her zaman aykırı oldu ve bunu içtenlikle yaptı, sonuç olarak tüm zamanların en başarılı “independent” (bağımsız) gruplarından biri oldu. NOFX 1983 yılında, basvokalde efsanevi Fat Mike, gitarda Erik Melvin ve davulda Eric Sandin olmak üzere California’da kuruldu. 1989’da gitara El Hefe geçti, 1991’de “Liberal Animation”ı, 1992’de “Maximum Rock’n Roll”u yayımladılar. NOFX’in dönüm noktası 1994 yılında çıkan, “Don’t call me white” parçasının da yer aldığı “Punk in Drublic” albümüyle oldu. Ardından yayımlanan “Heavy Pettring Zoo” ise daha çok kapağı yüzünden konuşuldu. Grup 1997’den 2006’ya sırasıyla “So Long and Thanks for All The Shoes”, “Pump Up The Valuum”, “Nofx/Rancid BYO Split Series Vol. III”, “45 or 46 Songs That Weren’t Good”, “The War On Errorism”, “Wolves In Wolves’ Clothing”i yayımladı. Son olarak “Never Trust a Hippy” EP’leri hayranlarına ulaştı. “Asla bir hippiye güvenme” anlamına gelen EP’nin kapağında ise İsa yer alıyordu! 8 Eylül Cumartesi akşamı, saat 20.00’de başlayacak olan konsere Türk poppunk grubu Second eşlik edecek, bilet fiyatları 45 milyon olarak belirtilen konser Beyoğlu İstiklal Caddesi Terkos Çıkmazı’nda yer alan Bronx Bar’da gerçekleşecek. Ayrıntılı bilgi için www.biletix.com’a bakabilirsiniz.? KIRMIZI AŞKI ANLATIYOR Neden kırmızı? Bana annemi hatırlatıyor. Yaptığım işe karşı olan aşkımı da yansıtıyor. Albümde annem için bir de parça var, “Ah o güzel günler”… Albümünüzde “Üsküdar’a gider iken”in farklı yorumları var. Bu nereden aklınıza geldi? Avusturya’daki azınlıkların dinledikleri müzikler üzerine yapılan bir araştırmada Bulgar bir kız “Üsküdar’a gider iken” Tool konserine az kaldı! ıllardır Türkiye'ye gelmesi beklenen grup Tool, BKM organizasyonuyla 7 Eylül'de Turkcell Kuruçeşme Arena'da! Dünya çapında geniş bir hayran kitlesine sahip grubun Türkiye'de de on binlerce dinleyeni ve birçok fan klübü var. Tool, 1990 yılında davulda Danny Carey, basta Justin Chancellor, gitarda Adam Jones ve vokalde Maynard James Keenan tarafından Los Angelas'ta kuruldu. 1992'de ilk albümleri "Opiate"'ı , 1993 yılında da "Undertow" albümlerini çıkardılar. O zamanlar grubun soundu daha çok metal müziğe yakındı, fakat Y 1996'da çıkardıkları "Aenima" albümü, bugünkü alternatif progresif metal tarzlarının ve hayran kitlelerinin oluşmasındaki en büyük adımları oldu. Bu albümle aynı zamanda alternatif metal hareketinin de öncülüğünü yapan grup, bugüne kadar toplam altı albüm yayımladı. Son albümleri "10.000 Days" ise 2006 yılında piyasaya sürüldü. Tool'un şarkı sözleri genelde kişisel evrim mesajları taşıyor ve kişisel sorunları ele alıyor. Grup ifade etmek istediklerini aynı zamanda kliplerinde, sahne permormanslarında yarattıkları görsel atmosferle birlikte güçlendiriyor. Bunun için plak şirketleriyle olan kontratlarına, albüm kapağı, klip vb. görsel tasarımlarda hak sahibi olmakla ilgili maddeler koyduran Tool'un konserleri adeta birer sanat performansına, klipleri ise "video art" çalışmalarına benziyor. Tool bu anlamda da değişik bir müzikal akımının öncüsü. 7 Eylül Cuma akşamı 21.00'de başlayacak olan konserin sahne önü biletleri 150 YTL, normal biletleri ise 80 YTL'den satışa sunuluyor, 50 YTL'lik öğrenci biletleri ise tükendi. Biletleri biletixten edinebilirsiniz. ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle