02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 20/9/07 15:04 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 23 EYLÜL 2007 / SAYI 1122 Malta’nın kimliği: Turizm Arif Kızılyalın İ şin aslına bakarsanız ufacık bir takımada ülkesi Malta. Kuzeyten İtalya’ya, güneyden de Libya sahillerine komşu gibi dursa da büyükçe bir gemi ya da uçakla yolculuk yapmıyorsanız “ana kara” çok ama çok uzaklarda. Her ne kadar 34 bin yıl öncesine kadar dayanan bir tarihsel geçmişi olsa da adını Osmanlı’ya karşı gösterdiği “Şövalye” direnişi ile 1500’lerin ortalarında duyurmuş. Sonrasında ise yarı İtalyan, yarı İngiliz sömgürge hayatı ile 1960’lara gelinmiş ve bundan 43 yıl önce özgürlüğünü ilan etmiş Malta. Yeri gelmişken 1565 savunmasına bir paragraf açmak gerek. Gerçekten müthiş bir deniz ve kara savaşı yaşanmış Akdeniz’in ortasında. Yüzlerce kadırga ile adayı ele geçirmeye çalışan Osmanlı donanması bir avuç Saint John’s şövalyesi, kadın, çoluk çocuk ve kayalarla çevrili sahilleri aşamamış. Ve o gün bugündür 8 Eylül Maltalılar’ın kurtuluş ve kuruluş günü olmuş. Biz tarih kitaplarında Osmanlı’nın zamanlama yanlışı yapıp topyekün saldırıyı geciktirdiği, ellerinde çok sayıda zırh olan Saint John’s şövalyelerinin biraz iri yarı olan kadınlara savaş giysilerini giydirip burçlarda görevlendirdiği, adanın arkasından gelen Roma yardımının direnişe moral verdiği ve deniz seviyesindeki mağaraların “vurkaç” tipi gerilla savaşında ev sahibine avantaj sağladığı gibi kilometre taşlarını okuduk, ama denizden adayı turlarken kıyıya çıkmanın ne denli zor olduğu bugün bile görülebiliyor. Maltalıların 8 Eylül kutlamasından... var. 2. Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde Alman uçakları, adanın güney kıyısında sahilden beş kilometre açıktaki bir karartıyı saatlerce bombalamış. Ertesi gün ada üzerinde tur atan pilotlar, aynı karartının yerinde durduğunu görünce bir kez daha bombardıman yapmışlar. Sonunda alçaktan uçan bir pilot o karartının savaş gemisi filosu değil, adanın yakınındaki bir kayacık grubu olduğunun farkına varmış.. Savaş sonrasında İngiliz desteğiyle biraz toparlanan Malta 1964’te ilan ettiği bağımsızlığının ardından balıkçılık ve gemicilikle dünya haritasındaki yerini güçlendirmiş. O yıllarda tersanelerde üretilen koca koca gemiler, adanın ekonomisinde önemli yer tutmuş. Ne var ki 1980’lere gelindiğinde sadece balıkçılık ve gemiciliğin karın doyurmadığı görülmüş. Bunun üzerine Malta bu kez “tatil cenneti” kimliğini bürünmüş. İşte o tarihten bu yana takım adacıklar Avrupa ile Kuzey Afrika’nın Akdeniz’deki dinlenme merkezi. İtalya ve Libya kıyılarından kalkan feribotlar, İngiltere, Almanya, Fransa’dan yapılan direkt uçuşlar, Malta’nın ünlenmesindeki en önemli etkenler. TATİL CENNETİ MALTA 1600’lü yılların ardından Hıristiyanlığın ve Katolik mezhebinin merkezi olmuş Malta. Hatta kutsal topraklarla Roma arasındaki deniz yolunda “dinlenme, soluklanma, tedavi görme” gibi lojistik bir görev de üstlenmiş ki; Saint John’s şövalyelerinin en önemli görevlerinin “sağlık yardımı”, adlarının “hastabakıcı” olduğu da bilinen bir gerçek. 1900’lü yıllardan sonra ada İngiliz sömürgesi kimliğinde kalmış. Ancak İtalya hiçbir zaman ilgisini ve desteğini bu kara parçasından çekmemiş. 1940’lı yıllarda ise, 1500’lü yıllardan sonraki en ciddi saldırıya uğramış ve Alman uçakları yerleşim merkezlerinin altını üstüne getirmişler. Bir de trajikomik bir saldırı öyküsü Malta, bir takımada ülkesi. Pek çok istila, savaş ve direniş sığdırmış tarihine. Uzun yıllar İtalyan ve İngiliz sömürgesi olmuş. Özgürlüğüne kavuşması ise sadece 43 yıl öncesine dayanıyor. 460 kilometrekarelik Malta, şimdi tam bir “tatil cenneti”, Avrupa ile Kuzey Afrika’nın Akdeniz’deki dinlenme merkezi. Şimdilerde 460 kilometre karelik ülkenin nüfusu 300 bin gibi gözükse de 100 bini aşkın öğrenci ve yılın neredeyse 10 ayı boyunca kıyıları mesken tutan Avrupalılar bu rakamı 1 milyon 200 bine taşıyorlar. Öncelikle Avrupa ve Amerika'nın tüm ünlü otel zincirlerinin birer halkası Malta’nın en güzel yerlerine yerleşmiş. İrili ufaklı oteller, moteller ve pansiyonların yanı sıra tüm sahil, cafe, bar, restaurant ve beachclub’lar tarafından istila edilmiş. İstila dedik, ama bizdeki gibi tarihsel dokunun yok edilip dev gibi binaların yapıldığını sanmayın. Öncelikle eski evlerin hepsi orijinal görüntülerini koruyor. Dışarıdan tek çivi çakmak bile olası değil, ev sahibi inşaatını ancak içten tamamlayabiliyor. Belediye hizmetlerinin üst seviyede tutulması, denizin her türlü atıktan korunması ve güler yüzlü insanlar Malta’nın cazibesini arttıran satır başları. Ada üzerindeki “casino” kültürü de zengin turistler için vazgeçilmez bir tutku. Hele St. Jullianas’taki dev casino, Monte Carlo’dakinin bire bir benzeri ve sıradan turistlerin yanı sıra Avrupa jet sosyetesini de ağırlamakla gurur duyuyor. Malta’ya her gelenin o ünlü direnişin gerçekleştiği ana kale ile Saint John’s şövalyelerinin yaptırdığı kiliseyi gezdiğinin de altını çizelim... Ada demişken, deniz ürünleri mutfağından da söz etmek gerek. Turistlerin sözü geçtiği için İtalyan, Fransız, İspanyol, Amerikan mutfağı ile ilişkili her tadı “satın alabiliyorsunuz”, ama irili ufaklı Akdeniz balıkları, midye, karides, ıstakoz, pavurya ve binbir türlü deniz ürünü kolestrolünüzü her an çıldırtabilir. Hele hele “sea buss” dedikleri balık tabağı ile “Livorno usulü çorba”ları var ki adaya gidip bu iki tadı damağında hissetmeyen Malta’dan eksik ayrılmış sayılır. Sözün özü her şeyin turistler için yeniden düzenlendiği Malta, yılın 10 ayı boyunca deniz ve güneş tutkunlarının ziyaret edebileceği bir ülke. Üstelik Schengen vizesi olanlar ellerini kollarını sallaya sallaya adaya girip çıkabiliyorlar, ama “Antalya’daki gibi kumsal isterim” diyorsanız Malta seyahatinizi gözden geçirin çünkü ada “kayalarla” kuşatılmış olduğundan ancak iskelelerden denize girebilirsiniz... Çağdaş Dans Festivali Müge Serçek imeras Kültür Vakfı, 20 Eylül20 Ekim tarihleri arasında “İDANS Uluslararası Çağdaş Dans Festivali”ni düzenliyor. 15 ülkeden 17 koreograf ve 26 gösterinin yer aldığı festivalin özelliği, çoğu eserin 1990’lar sonrası ortaya çıkan yenilikçi ve “meydan okuyan” dinamiği yansıtması. Bugün Aydın Teker’in “aKabı” adlı eserinin Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenecek özel bir gösterimiyle başlayacak festivalin ana teması “Solo”. Bu temayla dans ve performans tarihinde solo tarzının önemi ve geniş bir yelpazede ifade özgürlüğü ve zenginliği vurgulanıyor. Festivale Türkiye dışında Norveç, Lübnan, Hırvatistan, Macaristan, Fransa, Belçika, Pakistan, ABD, Portekiz, İsrail, Julia Hollanda, Filistin, Almanya ve Cima. Tayland’dan dans alanında önde gelen sanatçılar katılıyor; dansın hareket kompozisyonu olduğu fikrinin ötesine geçerek geleneksel koreografi anlayışına karşı duran, Fransız dansının “yaramaz çocuğu” Jérôme Bel, bedeni tamamlanamayacak bir süreç olarak ele alan Xavier Le Roy, radikal ve kışkırtıcı performanslarıyla tanınan Vera Mantero, Eszter Salamon, Ivana Müler, Rui Horta… Festivalde 67 Ekim tarihlerinde, araştırma ve performatif sunumların yer aldığı “Çağdaş Dans’ta Solo?” başlıklı uluslararası akademik bir konferans da düzenleniyor. “Solo” dansı ve bedeni sosyolojik, felsefi, tarihsel açılardan inceleyen bu konferansa, Ramsay Burt, Adrian Heathfield gibi ünlü dans yazarları ve akademisyenler katılacak. Filistinli ud virtüözleri Trio Joubran, Lübnan’ın en önemli çağdaş müzik bestecilerinden Zad Moultaka ve yine Lübnan’dan deneysel doğaçlama müziğin tanınmış isimleri Christine Sehnaoui, Sharif Sehnaoui ve Mazen Kerbaj’ın konserlerinin de yer alacağı festivalin mekânları, garajistanbul, Kenter Tiyatrosu, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü, Demir Demirgil Salonu, Garanti Kültür Merkezi. Festival biletleri garajistanbul gişesinden (tüm festival mekânları için) ve Biletix’den temin edilebilir. Biletler 1015 YTL B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle