02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 2 20/9/07 14:59 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 Hollandalı gazeteci Annejet van der Zijl, bir kadın, bir erkek ve bir çocuğun hayatlarının izini sürerek savaş karşıtı bir kitap yazdı. Rika, Waldemar ve kitapla aynı adı taşıyan “Sonny Boy” İkinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetine tanıktı, aynı zamanda direnişe ve dayanışmaya da. Sonny Boy, anne ve babasının toplama kamplarında nasıl yaşadıklarını ve öldüklerini bu kitapla öğrendi. Yazar içinse bu, hem tarihle yüzleşmek, hem de bugünün savaşlarına, ayrımcılık ve ırkçılığa karşı durmak için bir umudu diri tutmak demekti… Rika, Sonny Boy ve Waldemar, Scheveningen Plajı’nda. 1933. Berat Günçıkan Tarihle yüzleşmek adına... 1. Sayfanın devamı Sefanja Nods Muts kim? Sonny Boy’un gelini. Aynı dergide çalışıyorduk, ben yazı kadrosundaydım, o muhabirdi. O kayınpederinin öyküsünü anlattı, ben de peşine düştüm. Sefanja Hollandalı mı, Surinamlı mı? Sonny Boy yarı Surinamlı, oğlu da çeyrek. Sefanja Hollandalı, ama çocukları babaları gibi siyah doğmadılar diye çok üzülüyor. Kitapta, Waldemar’ı aşağılayan, savaş yıllarında da Almanlarla işbirliği yapan, direnişçileri ve Yahudileri katleden Hollandalılar var, bu nedenle, çalışmanızı bir yüzleşme olarak da okuyabilir miyiz? Bu çalışma bana bugüne kadar o döneme ilişkin bildiklerimin ne kadar gerçek dışı olduğunu gösterdi. Okullarda bize öğretilen Hollandalıların iyi, Almanların kötü, Yahudilerin zavallı olduğuydu, ama gördüm ki işin aslı öyle değil. Yani bir yüzleşme yaşadım diyebilirim. İkinci Savaş yıllarını araştırırken kendi ailenizin izini de sürdünüz mü? Annem küçük bir kızmış ve ailesiyle birlikte Amsterdam’dan Kuzey Hollanda’ya kaçmışlar. Çoğu Hollandalı yaşananlar karşısında sessiz kalmayı yeğlemiş. Tarihi bugüne kadar hep kazananlar yazdı, “yeniklerin” tarihi geleceği biçimlendirmede ne kadar etkili olabilir sizce? Benim için, özellikle de kazananlar ve kaybedenler arasındaki sınır çizgisinin ne kadar zayıf ve keyfi olduğunu göstermesi açısından kaybedenlerin tarihi önemli. Rika ile Waldemar kaybedenler değiller, savaş kurbanı olsalar da hayatları ve birbirlerine duydukları sevgi sınırsız ve son derece güçlüydü, geride hep iyi anıları kaldı. Bu, bana göre başarılı bir hayattır. Peki, sizce savaşların gerçek mağdurları kimler? İkinci savaşın mağdurları olarak gördüğümüz Yahudiler, şimdi “güçlü” bir ülkeye sahipler ve kendilerine uygulananı Filistinlilere yöneltiyor, gettolar kuruyorlar... Sizce mağduru bir işgalci, bir saldırgan haline getiren ne? Günümüzde İsrail’de yaşananlar büyük bir trajedi, özellikle de Rika, eski kocası, çocukları... 1923, Den Bosch. Bir yüzyıl içinde, buna sizin kişisel tarihiniz de dahil, dünya haritasının iki kez değiştiğine tanık olduk, şimdi üçüncü bir değişim ihtimali söz konusu. Sınırlar sizin için ne ifade ediyor? Ülke sınırlarının gerekli olabileceğini anlayabiliyorum ama benim idealimdeki dünyada sınırlar yok. Bu bağlamda yeri gelmişken birleşmiş bir Avrupa’dan yana olduğumu ve Türkiye’nin yerinin de Avrupa içinde olduğunu düşündüğümü belirteyim. Bir üçüncü savaşın çıkma ihtimali sizi ürkütüyor mu? Evet, her türlü aşırılık beni korkutuyor ama verilen tepkilerden de ürküyorum. Savaş gerçekten hiçbir zaman hiçbir işe yaramıyor, sadece yeni kurbanlar yaratıyor, bu da genellikle bir başka savaşa gerekçe oluşturuyor. Kitabımı bir anti savaş kitabı olarak görüyorum. Bana sorarsanız bu kitap umudu anlatıyor, birbirinden tamamen farklı iki dünyadan gelen iki insanın birbirini bulması ve güzel şeyler inşa etmeleri. Bu bağlamda Hollanda’da giderek artan yabancı ile Hollandalı evliliklerini de toplumumuz için bir umut olarak görüyorum. Bence aşk, toplumda içindeki uyum konusunu çözebilecek yegâne araç, farklı insan topluluklarının birbirleriyle çatışmaya girmeyeceklerinin tek garantisi. Walda Pansiyon... (193435) Hollanda’nın Türklerin dışında “yabancı”ları kim? Faslılar, Surinamlılar… Faslılar şu anda uyuşturucu ve yıkıp kırmaya meyilleri nedeniyle Hollanda’nın en büyük sorunu. Türkler daha çok seviliyorlar, çünkü daha çok çalışıyorlar ve bu tür davranışları yok. Türklerde beni rahatsız eden tek şey bu bütün yabancılar için geçerli kendilerini öyle bir izole edip yaşıyorlar ki, sonunda Türkiye’den de geri kalıyorlar, ne oraya uyum sağlıyorlar, ne de buraya. Ayrımcılığa da uğruyorlar tabii ki… Ayrımcılık mı kendilerini kapatmalarına yol açıyor, kendi kültürlerini korumak adına mı izole yaşamayı yeğliyorlar? Bu birbirini etkileyen iki olgu. 50’li yıllarda Hollanda’dan Kanada’ya çok göç olmuş, onlar da orada bir cemaat halinde yaşamışlar ve şimdi Hollanda’ya uyum sağlayamıyorlar. Hollanda’ya ilk gelen yabancılardan dili öğrenmeleri beklenmiyordu, zaten belli işleri yapıp döneceklerdi. Bu bence en büyük hata oldu. O yüzden ilk kuşak Türkler ve Faslılar bir türlü uyum sağlayamayıp kayıp kuşak oldular. Yarın İstanbul’a yerleşmeye karar verirsem, ilk yapacağım iş dil öğrenmek olacaktır ve bunun ayrımcılıkla alakası yok, yaşadığımız yerle bağ kurmamız gerekiyor… Bugün ayrımcılığın nesnesi olarak siyahların yerini Faslıların ve Türklerin aldığını söyleyebilir miyiz? Bir anlamda evet. Türkler ve Faslılar kalabalıklar, 45 yıldır Amsterdam’da yeni doğan bebeklerin yarısından çoğu yabancı, isimleri de Ayşe, Muhammed… Çoğu Hollandalı bunu tehdit olarak görüyor. Bütün bu bilgi aktarımından sonra, iyimserliği dünyayı, Hollanda’yı, insanları bekleyen tehlikenin üzerini örtmek için kullandığınızı düşünüyorum… Ben soğuk savaş gibi çok kötümser bir dönemde doğdum. Bu yüzden bütün bu tehlikeleri bilerek yaşamak bana daha iyi geliyor, çünkü bunların altında ezilerek kimseye yararım dokunamaz. İşim nedeniyle çok insanla konuşuyorum, insanların ne kadar baskı altında olurlarsa olsunlar karşı koymayı, mücadele etmeyi denediklerini görüyorum. Bundan çok etkileniyorum. Kabul ediyorum, Irak benim de uykularımı kaçırıyor, onun için yapabileceğim bir şey yok, sadece iyimser olabilirim… THEO VAN GOGH’UN ÖLDÜRÜLMESİ... Rika’nın işlettiği pansiyona bir de S.S'den ayrılma asker yerleşiyor, bu iyi ile kötü arasında sınırları daha da inceltiyor, hatta kaldırıyor, bir klişeyi de kırıyor, ama bugün de bütün dünyada milliyetçilik, savaş rüzgârları esiyor, bu kırılmış klişe rüzgârı ne kadar kesebilir? Bu, tam da kitabın başarılı olma nedeni, inanılmaz bir şey 21 baskı yaptı. Bunun nedenini bugünü de açıklamasına ya da benzer olayların yaşanmasına bağlıyorum. Özellikle Hollanda’da yaşayan Türk kadınları arasında çok fazla “Rika” olduğunu düşünüyorum. Onların, her şeye rağmen zincirlerini kırmaya uğraşan, birer isimsiz kahraman olduklarını görüyorum. Türkiye’yi Avrupa Birliği içinde gördüğünüzü söylediniz, bu size ne sağlayacak? Siyasetçi değilim ama Türkiye’nin Avrupa’ya girmesini çok istiyorum, çünkü bizimle daha az bildiğimiz dünyalar arasında iyi bir köprü kuracağını düşünüyorum. Theo van Gogh tanıdığım biriydi, kitap çıkmadan bir süre önce öldürüldü… O zaman gerçekten bir üçüncü dünya savaşı çıkacakmış gibi yaşadık, ama bazı aklı başında Müslümanlar bu konuda konuştu, ben de “Bunlar da var demek” cesaretini gösterdim. Ben iyimser bir insanım, bu yüzden her şeyin daha iyi olacağının ötesinde bir şey düşünemiyorum. Size bu iyimserliği veren ne? Türkiye gibi Hollanda’da da birçok değişik ulustan insan var. Bunlardan bir grup 70’li yıllarda, hak elde edebilmek Rika 17 için trenleri kaçırıyorlardı. Şimdi Holyaşında. landa topluluğunun içindeler ve içle(1908) rinde üst düzey görevlere gelenler de var. Hem değişiyor, hem de Hollanda’yı değiştiriyorlar. Hâlâ ırkçı saldırılar oluyor, ama ben bunları istisna olarak görmeye meyilliyim. Eugenie, Lily, Waldemar ve Hilda. 1921, Paramaribo ezilmiş Yahudilerin şimdi ezen konuma geçmeleri nedeniyle. Bence burada bütün insanların doğasında bulunan bir şeyden söz ediyoruz, herkes bazı durumlarda küçük ya da büyük olaylarda fark etmez kurban, bazı durumlarda ise suçlu olabiliyor. Bence hiç kimse sadece “iyi” ya da “kötü” değil. Bu durumun farkına varmak, karşındakinin bulunduğu noktayı anlamak ümit ederim ki her alanda çatışmanın büyütülmemesi anlamına da gelir. SONNY BOY Rika Hagennaarvan der Lans Katolik, ama başına buyruk bir kadındı. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen Protestan Willem ile evlendi, biri kız dört çocukları oldu. Duyguları tükendiğinde, çatışmayı uzatmamak için kocasından ayrıldı, bir pansiyon açtı. Müşterilerinden biri bir zamanlar Hollanda’nın sömürgesi olan Surinam’dan gelen Waldemar Nods’tu. Waldemar, Rika’dan 17 yaş küçüktü, ama bu birbirlerine âşık olmalarını engellemedi. Bir de oğulları oldu, babasından esinlenerek Waldy ismini koysalar da, dönemin ünlü şarkılarından birinin etkisiyle “Sonny Boy” diye çağırmaya başladılar. Bu ilişkiyi öğrenen eski kocası Rika’nın çocuklarıyla görüşmesini engelledi. İki oğlu için artık anneleri yoktu, ama sürekli onlara mektup yazarak varlığını hatırlatıyordu. 10 Mayıs 1940 sabahı, kendileri için de savaşın başladığını öğrendiğinde “Sevgili çocuklar! Bugün posta yok. Savaş başladı. Tanrı sizi korusun, hepiniz annenizin yanına gelin, herkese yetecek kadar yer var” diye yazdı. Çocukları gelmedi, ama Rika ve Waldemar müşterilerinden arta kalan odalarda direnişçileri ve Yahudileri saklamaya başladılar. Rika iyimser ve naifti, Waldemar da ona uyum gösteriyordu. Bir gün bir ihbar üzerine pansiyon basıldı, kaçak müşterilerle birlikte Rika ve Waldemar da gözaltına alındı. Çalışma kamplarını, toplama kampları izledi. 14 yaşındaki Sonny Boy, ara sıra haber aldığı anne ve babasının bir gün çıkıp geleceklerine inandı. Oysa Rika gaz odasında, Waldemar ise Cap Arcona isimli Alman gemisinde, yüzlerce tutsakla birlikte İngiliz savaş uçaklarının açtığı ateşle öldürüldü. Sonny Boy bugün 75 yaşında ve yaşıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle