22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Çadırımı kaptım, geliyorum... Kimi zaman deniz, kum, güneş, kimi zaman yağmur çamur, ama her zaman müzik, eğlence ve özgürlük; işte kamplı festival deyince akla gelenler! Şimdi bir çadır edinmenin vakti geldi, çünkü artık Türkiye de bu tadı aldı, bu yaz sağımız solumuz, önümüz arkamız kamplı festival! Deniz Yavaşoğulları WOODSTOCK’TAN BARIŞAROCK’A... B arışarock Türkiye’nin duruşu olan, ticari amaç gütmeyen, tek kamplı rock festivali. Festival, Woodstock’taki ruhu bugüne taşıyor, derdi olanlara, olmayanlara, müzik dinlemek veya eğlenmek isteyenlere, herkese kucak açıyor. Taner Öngür’le Woodstock’ı, Barışarock’ı ve kamplı festivalleri konuştuk.. Dünyadaki ilk kamplı Rock festivali 1969’daki Woodstock, değil mi? Evet, düzenlenen ilk rock festivali. Woodstock’ı düzenleme fikrini ortaya atan Michael Lang ve ekibinin amacı vurgun yapmaktı. O dönemde Vietnam Savaşı sürüyordu ve dünyada savaş karşıtı bir akım başladı, hippiler ve yapmıştı. Yağmur yağdı, insanlar pislik içinde kaldılar ama festival devam etti. O zamanlar LSD de serbestti, New Mexico’da Kızılderililerle psychedelic deneyimler yapan bir grup, LSD, meskalin gibi maddeler kullanıp “bad trip”e girenleri tedavi etmek için “Freak out” çadırı kurmuştu, bunlar da Woodstock’ın ruhunu oluşturan şeylerden.. Kamplı olması, bir rock festivaline daha uygun bir ruh katıyor herhalde. Karşımızda 1725 yaş grubu bir kitle var, orası okul, aile veya toplumsal baskının olmadığı 23 günlük bir özgürlük platformu, eğleniyorlar, müzik dinliyorlar... Taner Öngür... Fotoğraf: Uğur Demir da büyük bir bütçe olmadan yapılabileceğini gördü… Olabilir. Barışarock birkaç kişinin Rock’n Coke üzerinden bazı şeylere karşı çıkışıyla başlamıştı, ilk yıl acıklı bir halimiz vardı, 7 bin 500 kişi katılmıştı, ikincisine 15, üçüncüsüne 35 bin kişi vardı, geçen yıl bu rakam 132 bin oldu. Katılanlarda kız erkek oranlarında bir farklılık görebiliyor musunuz? Hayır, kesinlikle bir fark yok. Yani artık aileler de bu tip olaylara biraz daha rahat bakıyor... Buna çok güzel bir örnek var, bizim mekânı kiraladığımız yerin ortaklarından birisi AKP Sarıyer Belediye Başkan Yardımcısı, önce bize şüpheyle yaklaştı, ikinci gün kızını getirdi, bize emanet etti. Bu yıl nasıl olacak? Bu yıl çok sayıda grup katılmak istedi, Çek Cumhuriyeti’nden, Filistin’den, İsrail’den, Mısır’dan, Gürcistan’dan da gruplar katılacak. Bu yüzden festivali 3 güne çıkardık ve 2 sahne yaptık... Woodstock, 1969. rock müzik bu hareketi temsil ediyordu, bu sırada Michael Lang ve ekibi gerçekten çok para kazanabilecekken, ortaya uluslararası sosyalist gençlik hareketi önderi Abbie Hoffman çıktı ve “10 bin dolar vermezseniz festivali kafanıza yıkarım” diyerek, parayı aldı, sonra bu ekip 2 bin kişiyle festivale geldi ve üzerinde “Festivale para ödemeyin, bu halkın festivalidir” yazan bildiriler dağıttı, tabii Michael Lang ve ortaklarının hayali suya düştü. Ertesi gün tel örgüleri kesip festivalin bedava olduğunu ilan ettiler. Woodstock'ta güzel bir ruh vardı, sahneyi ağaçlardan hippiler Türkiye’deki kamplı festivallerin artmasını neye bağlıyorsunuz? Biraz ticari. Artık alakasız ürünlerin reklamlarında bile rock gruplarını görüyoruz, “rock” hedef kitle gençliğe yönelik kullanılıyor. İyi ki işe girişmişiz, gençler artık rock'ın içinde daha farklı bir anlam olduğunu görebiliyor, en azından ayırt edebiliyorlar. Fakat bu yıl Barışarock tadında makul fiyatta biletleri olan festivaller de var, bu noktada Barışarock’ın etkisinden söz edebilir miyiz? Sonuçta insanlar bu tip festivallerin çok D ünya, kamplı festival kültürünü ilk defa 1969’da Woodstock’la, Türkiye ise 2000’de Ömerli’de yapılan H2000 festivaliyle tanıdı. H2000’e katılım o yıl, yağmur yağdığı halde beklenenden çok daha fazlaydı. 2002 yılında yine Ömerli’de yapılan 3. H2000 ise Türkiye’deki gençlerin bu tip olaylara ne kadar aç olduğunu kanıtlıyordu. Binlerce kişi çadırını kapıp, Ömerli’yi doldurdu, bütün yıl internetteki rock forumlarında festival resimleri döndü, festival anıları konuşuldu. Ertesi yıl H2000’e, bir de plaj keyfi katıldı ve festival yerini taşıdı. Şanssız geçen (neredeyse son anda iptal oluyordu, 20 bine yakın kişi festival alanına ulaşmak için kilometrelerce yol yürüdü, ilk gün müzik yoktu, sahne kurulmamıştı) bu festival, H2000’in sonu olsa da 2003’ten sonraki yıllarda denizli, kumlu, güneşli, kamplı ya da sadece kamplı müzik festivallerinin ardı arkası kesilmedi. Hele bu yıl! Şimdiden bir çok kamplı festival gerçekleşti, ama kaçıran üzülmesin, sırada da çok var! Yılın en büyük kamplı festivalleri RadarLive, Masstival, Barışarock ve Rock’n Coke. Organizatörlerle, katılımcılarla kamplı festivalleri konuştuk... 2006 Rock’n Coke Müzik Festivali’nden... Fotoğraf: Vedat Arık DÜNYADAN ÖRNEKLER ÇADIRIN FERMUARINI AÇINCA... Gittiğim ilk kamplı festival 2002’deki H2000 festivaliydi, o gün bugündür yazın gelmesini en çok festivaller için bekliyorum ve o yıldan bu yana her yıl, her kamplı festivale gitmeye çalışıyorum, İşte benim gibi düşünenler... Mehmet Sağlam (24 yaşında, öğrenci) Festivalleri konserlerden ayıran nokta; kamplı olmaları. Başından sonuna kadar oradasın, arada eve gidip gelmiyorsun, sabah plajdasın, akşam konser izliyorsun, gece arkadaşlarınla eğleniyorsun. 2003’ten beri, iyi grup çıkmıyorsa bile, bilet fiyatı, mekân ve hava koşullarını da hesaba katıp uygun olanlara gitmeye çabalıyorum. Çadırda yatınca insan, sabahın köründe kalkmak zorunda kalıyor, içeride nefes alacak hava kalmıyor ama çadırın fermuarını açtığın anda bütün rahatsızlığın gidiyor. İyi müzik bence, iyi bir festival olabilmenin en önemli kuralı, ama çok popüler bir isim getirmenin pek anlamı yok, çünkü oraya gelecek kitle belli, bu kitleye hitap eden doğru seçilmiş gruplar yeterli, örneğin Rock Republic’te Sick Of It All ve In Flames çıkmıştı, çok iyi seçimlerdi. Roskilde Festivali: 1971’den beri Danimarka’nın Roskilde kasabasında gerçekleşiyor, gidenler on binlerce çadırın arasından kendininkini bulabilmek için çadırına yapmadığını bırakmıyor, bayraklarla donatıyor, rengârenk boyuyor, balon bağlıyor... Iron Maiden, Sex Pistols, Nirvana, Marilyn Manson, Metallica, bugüne kadar festivale katılan isimlerden. 58 Temmuz’da gerçekleşecek festivalde, Björk, Red Hot Chilli Peppers, Queens Of The Stoneage, In Flames, Slayer, The Who, Arctic Monkeys, The Killers, My Chemical Romance sahne alacak. Reading (Leeds) Festivali: İngiltere’de Leeds şehrinde gerçekleşiyor. Festival, 1970’lerde düzenlenmeye başlandı, progressive rock ağırlıklı, daha çok punk, “underground” gruplar çıkıyordu, Reading geçmişteki geleneğinden kopmadı. Bu yıl, 242526 Ağustos’ta gerçekleşecek olan festival, The Used, Funeral For A Friend, Jimmy Eat World ve Billy Talent gibi yeni ve önemli gruplara da yer verecek. Panic At the Disco, Smashing Pumpkins, Razorlight, Arcade Fire ve Bloc Party ise bu yılın diğer ağır topları... Glastonbury Festivali: İngiltere’nin Glastonbury kasabasında gerçekleşiyor, dünyanın en büyük açık alan (3.6 km2), kamplı müzik festivali. Festivalde müziğin yanı sıra, dans, tiyatro, sirk gibi performans sanatlarına da yer veriliyor. 1970’ten bu yana ilham aldığı Hippi hareketinin mirasını korumaya çabalıyor. Bu yıl 222324 Haziran’da gerçekleşen Glastonbury'ye Arctic Monkeys, Kasabian, Bloc Party, The Who, The Killers, The Kooks, Kaiser Chiefs, Arcade Fire, Damian Marley katılan önemli isimlerdendi. Gülçin Gülmez (25 yaşında) Beş senedir kamplı festivallere katılıyorum. İlk katıldığım 2003’teki H2000’di. O yıl servisler kalkmadı, festival alanına ulaşabilmek için çantalar sırtımızda saatlerce yürüdük, ilk gün gruplar çıkmadı ve bira dışında içecek bir şey yoktu, sonradan ortaya baya eğlenceli bir manzara çıktı, herkes sarhoş, şikâyetçi, ama eğleniyor, belki bu da insanları yakınlaştırdı, tüm aksiliklere rağmen benim en çok aklımda kalan festivaldir. Her zaman herhangi bir konsere gidebilir, bitince de evime dönebilirim. Kamplı festivallerde ise tatildeymişsin gibi oluyor. Orada birçok ortak özelliğiniz olan insanlarlasınız, kimi zaman müzik bile arka planda kalıyor. Ben gittiğim hiçbir festivalden memnuniyetsiz kalmadım, belki de beklentim fazla olmadığı içindir. Reading Festivali’nden. Glastonbury Festivali’nden. 2010’A DOĞRU... Radar Live Cuma günü başladı, hâlâ Her yıl gerçekleşecek mi? devam ediyor, Solar Beach’te bir Planlarımızı uzun vadeli yaptık, bir festivalin müzik ve tatil keyfi sunuyor, bu gelenekselleşebilmesi için minimum dörtbeş senelik bir süreye akşamın ağır topları Cocorosie, Juliette ihtiyacı var. Radar gibi “bağımsız” bir festivalin bu süreyi sarsıntısız Lewis and The Licks ve Groove atlatması, festivali 2010’da Avrupa’nın en büyük festivalleri arasına Armada, yarın ise kapanış rüya gibi bir sokma yolunda önemli bir nokta olacak. Hazırlıklarımızı bu bakış isimle; Marilyn Manson’la. Radarlive’ın açısıyla gerçekleştiriyoruz. festival direktörü Murat Abbas’la Yurtdışındaki festivalleri takip ediyor konuştuk. musunuz? Bu konuda Radar’ın yakın olduğu Türkiye’de belli bir festival bir festival var mı? Murat Abbas... kültürü oluşuyor mu? Glastonbury, Virgin, Creamfields, Get 2000’li senelerin başından Loaded in The Park, Exit, Sziget gibi birçok bugüne değin oluşmakta olan bir kültürden festivale katıldık, ama çizgi olarak Radar bahsedebiliriz. 2007’de düzenlenen festival sayısının daha çok Primavera (İspanya), Rock artması bu ivmeyi mutlaka hızlandıracak. Werchter (Belçika), Latitude (İngiltere) gibi Artışın sebebi ne sizce? festivallere yakın. Sebep bence biraz da geçen seneki konserlere Marilyn Manson’ın Türkiye’de olan yoğun ilgi, bir de tabii genç nüfusun yoğun, konser vereceği akla gelmezdi... konaklamalı festival sayımızın ise az olması. Haklısınız, Türkiye’ye getirilmesi Aslında yaz aylarında bu kadar çok konser neredeyse imkânsızmış gibi gözüken gerçekleşecek olmasaydı daha fazla sayıda isimlerin başında “mit”e dönüşmüş festivalle karşılaşacaktık. Bu sene tüm Marilyn Manson vardı. Turne programının organizasyon firmaları için kritik bir sene. Hep Radar Live tarihlerine uygun olduğunu birlikte neler olacak göreceğiz. görünce teklifimizi ilettik ve hiç de Potansiyel nasıl? sıradışı bir tepkiyle karşılaşmadık. Türkiye, nüfus yoğunluğu itibariyle güçlü bir Grup için özel bir sahne hazırlığı potansiyele sahip ve son iki yılın aksine olacak mı? yüzümüzü yeniden Batı’ya dönersek gençliğin Grubun aslında festivallerdeki kültürsanat, eğlenceye ilgisi daha da artacak. sahnesi ve ekipmanları daha sade, Radar Live bu yıl neden kamplı oldu, sadece Manson’ın sahne aldığı daha mı çekici? konserlerde ise organizasyon Festivalin hacmi her anlamda büyüdü, tarafından sağlanan ses ve ışık süre uzadı, mekân da Kilyos’ta, şehir sisteminin haricinde 12 tonluk bir merkezine uzakta olduğu için kamp sahne düzeni hazırlanıyor, Radar imkânı sunduk. Kamplı festivaller özellikle Live’a gelecek kurulum ise bu bahsini gençler için evlerinden uzak, arkadaşlarıyla ettiğim esas şov! Yani Marilyn geçirecekleri üç beş gün demek, plaja ve Manson’ı Türkiye’de izleyecek seyirci Juliette Lewis... denize sahip bir mekân da tabii daha çekici. çok şanslı! Sıcak Balkan ritimleri Zekeriya S. Şen S on dönemlerde “dünya müziği” klasmanına giren albümlerin arka arkaya piyasaya sürülmesi ayrı bir keyif ve heyecan. Bu durum, müzikseverlerin yavaş yavaş bu tür müziğe ilgi göstermeleri ile doğru orantılı. Sınırlar ve kültürler arasında köprüler kuran, bazen tamamen bu sınırları aşan çalışmalar, doğal olarak ön plana çıkıyor. İnsan yapısında “oradakine” karşı özel ilgi doğması kaçınılmaz. Zaten dünya müziğinin büyüsü ve gücü burada yatıyor. Bilja Krstic&Bistrik Orchestra adlı topluluğun üçüncü ve son albümü “Tarpos” böyle bir çalışma. AK Müzik sayesinde piyasaya çıkan bu albüm, son dönemlerde raflarda yerini alan en başarılı çalışmalardan biri. Bilja Krstic&Bistrik Orchestra topluluğunun son albümü “Tarpos” Balkan müziklerini bir araya getiriyor. Ezgilerin özgünce yorumlandığı albümde anlatılan, aşk, hüzün, mutluluk, umut, trajedi... Kısacası insana dair her şey. Bilja Krstic ve Bistrik Orchestra adlı topluluk geleneksel melodilere, sayısız öykülere yeni ve taze bir çehre vererek günümüz müzikseverlerinin karşısına çıkıyor. Günümüzde neredeyse her kültürün elinin başka bir kültürün cebinde olmasından dolayı ekip, orijinal olanı korumayı kendine görev bilmiş. Böylece geleneksel folk ezgilerini tam bir orkestral yapı bünyesinde birleştirerek, son albümlerinde hikâye anlatan parçalara yeni bir anlam ve yön vermiş. Albümdeki parçalar hüzün, mutluluk, aşk, umut, trajedi ve maneviyat hikâyeleri içeriyor ve bunların hepsi grubun başarılı katkıları ile özgün yapısını koruyor. Sırbistan, Doğu Bosna Hersek, KuzeyDoğu Romanya, Bulgaristan, Makedonya, Yunan ve Türk ezgilerinin bir arada toplandığı “Tarpos” dinleyeni bir bahar günü ayva kokan bir çayıra götürüyor. Albümdeki on iki parça çok usta müzikologlar tarafından restore edilmiş gibi. Tüm Balkan bölgesinin geleneksel müziğini yansıtan albüm, Osmanlı döneminde zengin bir Osmanlı’nın Jana adlı bir Bulgar kıza olan tutkusunu anlatan “Jana and the Turk” parçası ile açılıyor. Benzer bir hikâye Güneydoğu Sırbistan’dan gelen “The Star Flickered” adlı ikinci parçada anlatılıyor. Dinleyeni ayva ve elma bahçelerine sürükleyen, üçlü vokal için yazılan Doğu Sırbistan bestesi “Quinces and Apples” bu müziksel zenginliği ile üçüncü sırada yerini alıyor. Daha sonra sırasıyla Güneydoğu Sırbistan’da bir düğün melodisine, Moldova’da yaşayan Macar Cangos kabilesine, oradan Koruyucu Melek gününde söylenen bir Kosova ezgisine, Yunanistan’ın Sifnos Adası’ndan gelen bir aşk şarkısına, Boşnak Musevilerin melodilerine ve son olarak yine Batı Makedonya, Doğu Bosna Hersek ve Doğu Sırbistan’dan gelen aşk melodilerine uzanıyorsunuz. Tek kelime ile Balkan melodilerin toplandığı bir müzik şöleni. İki yıl boyunca yoğun ve itinalı çalışma ile Voja Aralica yönetiminde kaydedilen “Tarpos” albümünün asıl mimarı ise, bir zamanlar Yugoslavya’nın en meşhur pop sanatçı olan Bilja Krstic. Sanatçının kusursuz vokalleri albümün tamamlayıcı unsuru. Genç yaşta Balkan bölgesindeki tüm yok olmaya yüz tutan folklor parçalarını toplamaya başlayan sanatçı, bunları Bistrik Orchestra ile birlikte son beş yıldan beri dünya müziği tutkunları ile paylaşıyor. Her besteyi itinayla ve kendine hitap ediş sırasıyla seçen sanatçı, tüm müziksel bilgisini bu çalışmalara aktarıyor. Ortaya çıkan albümler (“Bistrik”2001/“Zapisi”2003) ise kaçırılmayacak kalitede. muzik@tikabasamuzik.com Bryan Ferry’den Bob Dylan şarkıları Bryan Ferry yedi yıl aradan sonra bir kez daha İstanbul Caz Festivali sahnesinde. Ağırbaşlılığı, zarafeti ve müzikal tavrı ile 40 yıla yakın bir süredir ock müziğin melankolik romantiklerinden Bryan Ferry, müziğini dayadığı şair müzisyen geleneğinden aldığı güçle, zor anlatılanları anlatmanın peşinde. Bunu da ilk günden beri estetik bir şekilde yapıyor. Bu sayede de, Roxy Music ile 70’li yıllarda gerçekleştirdiği ilk kayıtlarından günümüze özgün tavrını ve sesini korumayı başardı. Hep farklıydı, değişkendi, ama asla başkası olmadı. Dylan şarkılarının yorumlarında da o yüzden oldukça başarılı. Dylan şarkıları bu güne kadar pek çok farklı müzisyen tarafından defalarca yorumlandı. Bryan Ferry de ilk kez 1973 yılında Bob Dylan’ın “A Hard Rain’s AGonna Fall” parçasını yorumladığında ona olan hayranlığını dile getirdi. Ferry, Dylan’ı 1964 yılında keşfettiğini ilk zamanlarda Dylan’ın ona fazla folk geldiğini söylüyor, ama, ne zaman Dylan elektrosunu alıp, amfisinin sesini yükseltmiş, “Like a Rolling Stone”la sahnesinin tozunu atmış, Ferry de ona daha bir yaklaşmış. Hele bir de Dylan’ın şiir gibi akıp giden sözlerine dikkatlice kulak verdiğinde neler kaçırdığının da farkına varmış. Ferry, bu yıl 11 Dylan klasiğini yorumladığı “Dylanesque” albümü ile efsaneye olan gönül borcunu ödemişti. “Make You Feel My Love”, “Knocking On Heaven's Door”, “All Along The Watchtower”, “Positively 4th Street”, “If Not For You”, “Gates Of Eden”, “Just Like Tom Thumb’s Blues”, “Times They Are AChangin” gibi Dylan’ın dünyaya emanet ettiği şarkıları, tutucu Dylan hayranlarının bile gönlünü alarak Ali Deniz Uslu R popüler rock müziğin entelektüel yükünü çeken Ferry, bu kez Bob Dylan şarkılarını yorumluyor... yorumlamayı başardı. Tabii ki muhalif rock müziğin babası Dylan’ın daha çok folk ve yerel rock tınıları ile süslediği müziğini, Bryan Ferry’in daha elitist ve ağırbaşlı bir modern rock çizgisinde yorumluyor. Bu da kulağa hiç fena gelmiyor. Bryan Ferry son yıllarda yeni bir mecrada daha boy gösteriyor: Mankenlik! Ne de olsa karizmatik ve yakışıklı… Her zaman giydiği ütülü gömleği, gösterişsiz, ama şık klasik giyimi ile de diğer rock müzisyenlerinden ayrılıyor. Geçen yıl “Marks and Spencer”ın bir koleksiyonu için yaptığı modellikte o kadar başarılı oldu ki aynı firma yeni koleksiyonu için de onunla anlaştı. Ferry’nin yeni koleksiyonundaki fotoğraflarını ise Kanada’nın gururu, bir diğer rock müzisyeni Bryan Adams çekti. İki müzisyeni bir araya getiren bu etkinliğin devamı da gelecek gibi görünüyor. Elbette bu ikiliyi sahnede görmek çok daha keyif verici olurdu! Şimdi 5 Temmuz gecesi özel bir konser var. Bob Dylan’ı 1989, Bryan Ferry’yi ise 2000 yılında ağırlayan Açıkhava Tiyatrosu, Ferry için sahnesini bir kez daha açıyor. Sesi ile ruhunuzu karşısına alan Bryan Ferry ile 21. yüzyılın en büyük şair müzisyeni Bob Dylan'ın unutulmayan klasikleri bu konserde bir araya gelecek. Dylan’ın buğulu, kırılgan sesi ve muhalif tarzı yerine Bryan Ferry’nin “janti” görünüşüne eşlik eden dingin ve romantik sesinin tınısında, fenerin geç söneceği bir İstanbul akşamı bizi bekliyor. Konserde Bryan Ferry’e gitarlarda Leo Abrahams, Chris Speedding, Oliver Thompson, yan vokallerde Sarah Brown, Mesha Bryan, bas gitarda Guy Pratt, davulda Andrew Newmark, piyanoda Colin Good, tuşlu çalgılar ve viyolada Amanda Drummond, saksofonda Iain Dixon eşlik edecek. Gönül ister ki Bob Dylan ve Bryan Ferry’yi aynı sahnede görebilelim. Kim bilir belki bir sonraki sefere...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle