Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 4 28/6/07 15:59 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 1 TEMMUZ 2007 / SAYI 1110 Dünyadaki en büyük trajedi zaferdir! 1815 Haziran’ı. Sürgünden kaçan Napolyon Belçika ve Hollanda’yı Fransa’ya katmanın peşinde. Karşısında güçlü bir ordu var, komutanı İngiliz general Wellington. Bir günlük “Waterloo” Savaşı’ndan geriye 40 bin ölü kalacak... Şimdi aynı alanda yine savaş var, ama bu kez her şey bir gösteriden ibaret. Çimen Turunç Baturalp A n be an renk değiştiren, ama mavisi daima daha az bir gökkubbe (etrafta hiç yeni ve yüksek bina olmadığı için gök sahiden kubbedir burada) ve altında ufuk çizgisindeki yüksek ağaçlarla sınırlı, şu aralar yemyeşil, ama aslında mevsime göre renklenen uçsuz bucaksız bir ova. Kuş cıvıltılarından başka bir ses duyulmayan, masum, mamur, huzurlu ama, “tuhaf” bir yer... Geçen hafta sonu üç saat boyunca kuşlar sustu o güzelim yeşillikte. Otlakların gerçek sahipleri besili inekler, kendilerine ayrılan küçücük bir avluya toplandılar. En az iki yüz yıl öncesinden kalma birkaç çiftliğin arasındaki geniş arazide toplu tüfekli kıyasıya bir savaş vardı çünkü, “Waterloo Savaşı”. Tarihin en ilginç liderlerinden biri olan ve Korsika milliyetçisi bir avukatın oğlu iken Fransız imparatorluğuna yükselen Napolyon’la müttefik orduları arasındaki, Avrupa tarihini değiştiren, Fransızların unutmak istediği kanlı savaş. Ellerimizde fotoğraf makineleri, çoluk çocuk yüzlerce kişi, çiseleyen yağmurun altında, tekerlek büyüklüğündeki inek dışkılarına bata çıka, dönümlerce araziyi içine alan telin ardından elli metre ötedeki “savaşı” seyrettik. Seyredilenler, yani mavi telin gerisindeki herkes tıpkı 1815 Haziranı’ndaki gibi giyinmişti. Elba adasında sürgündeyken, kaçıp, imparatorluğunu eski gücüne kavuşturmak için kılıcını çe Waterloo Savaşı 192 yıl sonra bu kez bir gösteri olarak yaşandı! ken mağrur Napolyon, beyaz atıyla yüz metre uzağımızdan geçti. Ordusunu çok kısa bir sürede toplamıştı ama Belçika ve Hollanda’yı Fransa’ya katmaya kararlı görünüyordu. İngilizlerin efsanevi Generali Wellington resimlerdeki kadar soğuk bakışlı ve yakışıklıydı. O, hem kırmızı ceketli İngiliz askerlerinin, hem İngiliz ordusundaki İskoç eteklilerin, hem de Hollanda, Belçika ve Alman ordularının kumandasına atanmıştı. Kadınlar 1815 modasına uygun uzun elbiseleri, beyaz dantelli başlıklarıyla, her zaman ve her savaşta olduğu gibi dehşet içinde, savaşı kenardan seyrediyorlardı... Asıl hazin olan ise, trampetler ve gaydalar eşliğinde savaşa gidip ölen askerlerin sonu değil, kısa süreli ateşkeslerde kendilerini savaş alanına atıp, yaralı ya da ölmüş erkeklerini kenara sürükleyen kadınların çaresizliği idi. Bizim savaşa seyirci olduğumuz gün, yağmur, 1815 Haziranı’ndaki kadar çok yağmadı, ama ahmak ıslatan haliyle 192 yıl öncesi hakkında biraz fikir veriyordu. Atılan topların barut kokusu burnumuza kadar geldi. Silah sesleri kulaklarımızda çınladı. Her atılan topla irkilen beş yaşındaki kızımın kulağına fısıldadım durdum bir yandan; “Gerçek değil bunlar. Hepsi oyun. Onlar sahici asker değil”. O da sordu da sordu… “Ne oluyor orada?” “Savaş”. “Türkiye’de var mı?” …………. “Atlara bir şey olur mu?” “Olmaz merak etme. Sahici değiller.” “Sahiciler! Bak koşuyorlar.” “Atlar sahici tabii, silahlar sahici değil…” “Silah ne?” (gözümüzün önünde patır patır düşen insanlara bakıp iyi ki “kız” doğmuşsun mu demeli??? Yoksa bu yaşa kadar öğrenmez miydin silahın ne olduğunu?) Fransızların Brüksel’e yürüdüğünü duyunca, apar topar bir araya gelen, her taburun başka dil konuştuğu müttefik orduları, biraz ilerimizde, birbirinden farklı üniformalarıyla Welington’un savaş taktiğine uygun kareler halinde gruplar oluşturdular. Napoleon’un bu kareleri bozması zordu. Saldırmak için bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun durmasını beklemeseydi yine de kazanabilirdi. Ama zaman kaybetmişti. Prusyalı general Blüchner, Wellington’ın imdadına yetişti. Prusyalılar daha önceki yenilgilerinin intikamını aldılar. Ne var ki zafere İngilizler sahip çıktı. Fransa güçlü ordusuna rağmen gözümüzün önünde yenildi. rından inen yaşlardan söz edilir. General çektiği ve çektirdiği acılardan sonra savaşla ilgili en askerce yorumu yapmıştı: “Dünyadaki en büyük trajedi zaferdir, tabii ‘mağlubiyet’ hariç...” Napoleon’u imparatorluğundan eden bu savaşı, zafere sahip çıkan İngilizler de yenilen Fransızlar da hiç unutmadılar. İngiltere Londra’daki en önemli garın adını “Waterloo” koydu. Fransa’dan gelen trenlerin son durağının “waterloo” olmasına içerleyen bir Fransız politikacı eski başbakan Blair’e bir şikâyet mektubu yazdı ve her yolculuğun sonunda yenilginin acısını hatırlatan bu ismin değiştirilmesini istedi. Garın adı değiştirilmedi, ama İngiliz Kraliyet ailesi bir gün için de olsa başka bir Waterloo’sundan vazgeçti. 2004’te Fransız cumhurbaşkanı ve eşi İngiltere’ye yaptıkları resmi ziyaret sırasında Windsor Şatosundaki “Waterloo” adlı salonun adı bir günlüğüne “Müzik Salonu” oldu. O gece “Müzik Salonunda” Victor Hugo’nun “Sefiller Müzikali” sahnelendi. İngilizler ünlü diplomasi becerilerini göstererek Waterloo’yu Fransızlara hatırlatma görevini Fransızların kendi yazarları Victor Hugo’ya bıraktılar. Nasıl olsa “Sefiller” Waterloo Savaşından yeterince söz ediyordu kitabında… Tüm bu hikâyenin en ironik tarafına gelince… Daha önce de belirtildiği gibi Waterloo’da Fransızlara karşı savaşan orduda Belçikalı askerleri de vardı. Ve İngiliz Wellington burayı Fransızlardan kurtarmıştı. Ama savaşın yapıldığı 1815 yılından bu yana köprülerin altından akan sular neyi değiştirdiyse değiştirdi… Bu ünlü savaşın yıl dönümlerinde öyle büyük kutlamalar filan göze çarpmıyor Waterloo’da... Çünkü Waterloo Belçika’nın Valon bölgesinde. Ve burada yaşayanlar “frankofon”, yani kendilerini Fransa’ya yakın hisseden, tam 192 yıl önce İngiliz generali komutasında Fransızları bu topraklardan atan Belçikalılar. Savaşın sonu hâlâ belli değil sanki... Bir gün Belçika bölünür de Frankofonlar Fransa’ya karışırsa... Belki... VICTOR HUGO’NUN SEFİLLER’İ... Üç saat boyunca topu tüfeği ile yüzlerce askerin canlandırdığı bu kansız savaş sona erdiğinde hava kararmak üzereydi. Böyle uyduruk bir savaşı hissetmek bile kötüydü. Biliyorduk, bize anlatılandan çok daha sertti her şey. 192 yıl önce, o gün orada 300 bin asker ölümüne savaşmıştı. Sadece bir gün süren Waterloo savaşının sonunda o güzelim arazide 40 bin asker, 10 bin at kanlar içinde yatıyordu… Onların kırmızı ceketli, yüksek şapkalı kurşun askerler değil de, gerçek askerler olduğunu içlerinde hissedenler, bu topraklardaki tuhaflığı da sezerler kolayca. Ölülerin gömülmesine ancak dört gün sonra başlanılabildi ve bu iş günlerce sürdü... Belçika yasalarıyla korunulan savaş alanına, aslanlı savaş anıtı ve müzesi hariç 192 yıl boyunca tek bir çivi bile çakılmadı. Fransızların kaçarken terk ettiği mühimmat ve ölülerin arasından yolunu bulmaya çalışan General Wellington’ın yanakla