Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 5 5/4/07 15:43 Page 1 PAZAR EKİ 5 CMYK 8 NİSAN 2007 / SAYI 1098 5 Henry Ford, elde ettiği kârı müşterileriyle paylaşmak adına otomobillerinde fiyat indirimine gidince Dodge kardeşlerle mahkemelik olmuştu. Mahkeme Ford’u suçlu buldu, çünkü şirket hissedarların kârlarından sorumluydu, müşterilerin ya da çalışanların değil… Body Shop’un kurucusu Anita Roddick, Dünya Ticaret Örgütü’ne tavır almaya kalkışınca şirketin danışmanı konumuna düşürüldü. Tuzla’ya gömülen zehirli varillerin sahibi şirketler beraat etti, çünkü yasa suçtan sonra çıkmıştı! Şirketlerin hükümetler üzerinde de yetkisi büyük ve bedelini “insan” ödüyor… ‘Şirket’ ya da Demokrasi Ltd. Henry Ford... Volkan Aran ir şirket, gözünü para kazanma hırsı bürümüş, her şeyi kendi çıkarı için kullanan, sorumsuz ve vicdan azabı duymayan patolojik bir bireye benzetilebilir mi? Şirketler bugünkü biçimleriyle çalışanlarını insanlıktan çıkaran, insanı ya bir üretim kaynağı ya da bir tüketim noktası olarak gören duygusuz, gayriahlaki, empati yoksunu patolojik birer kurum mu? Ya sosyal sorumluluk projeleri? Hepsi yalnızca bir halkla ilişkiler aracı mı? Her şeyin altında yatan tek amaç aynı mı: Ne pahasına olursa olsun hissedarları için para üretmek? Tüm bu soruları “evet” diye yanıtlayan, üstelik iş dünyasının içinde olan pek çok insan var. Ve bu insanların yanıtlarını derleyerek Amerika kıtasında büyük yankı uyandıran bir kitap ve bir belgesel... Hukuk Profesörü Joel Bakan’ın geçen ay Ayrıntı Yayınları’ndan “Şirket: Kâr ve Güç Peşindeki Patolojik Kurum” adıyla Türkiye’de de çıkan kitabında yer alan tanıklıklar ve varılan yargılar şirketlerin bugün ulaştığı gücü sorguluyor. Dahası bu gücün birey, toplum ve demokrasi için nasıl bir tehdit oluşturduğunu... B Ne var ki sözlerine “hissedarlara mümkün olan en fazla parayı kazandırmak şartıyla” ilavesini yapmaları gerekir. Kendi mutfağında çalışan bir sabun üreticisi olarak Body Shop’ı kuran Anita Roddick işinin “yuvasının bir uzantısı olmasını ve kalbini işine taşıyabilmeyi” istiyordu. Body Shop’un gözünü para bürümüş şirketlerden farklı kalacağını düşünüyordu. Ne var ki şirketin büyümesi ve borsaya açılmasıyla birlikte Anita Roddick, Body Shop’ta gerçekçi olmayan hayaller kuran eski bir çalışan durumuna düştü. 1990’ların ortasında Seattle’da DTÖ’ne karşı düzenlenen protestoların ardından Body Shop’un da DTÖ’ye karşı tavır almasını istediğinde şirketin diğer eşbaşkanı ve yöneticileri bu durumun hissedarların hoşuna gitmeyeceği düşünerek reddetti ve sonunda Roddick yılda yalnızca üç aylığına şirkete hizmet vermesi beklenen bir danışman konumuna getirildi. Bakan’la konuşmasında, bugün dönüp baktığında ilk hisse satışının “şeytanla anlaşma” olduğunu söylüyor Roddick. “Borsayla temasa geçersiniz ve küçük bir grup insanın ahlaki değerlerine, bir kumarhanedeki gibi...kumar oynayan mali yatırımcılara göre büyümek mecburidir.” Bugünkü demokrasilerde insanlar seçtikleri hükümetler yoluyla şirketlerin neyi yapıp neyi yapamayacaklarına karar verecek otoriteye sahip değiller, çünkü şirket temsilcileri yönetilen değil yönetim ortağı olarak kendilerini konumlandırdılar. Bu nedenle de demokrasinin en temel şartı olan “politik sürece katılım konusunda fırsat eşitliği” yerine “her bireyin temsil ettiği servet oranında etki gücünün olduğu” yeni bir sistem ortaya çıktı. Prof. Joel Bakan kitabında bunu Demokrasi Ltd. olarak tanımlıyor. Toplumsal yapıyı şekillendiren şirketlerin ideal insan kavramı da kaçınılmaz olarak egemen hale geliyor. İnsanlar birer insani varlık olmaktan çıkıp, şirketlerin kaynaklarına dönüşüyor ve daha yüce idealler peşinde koşan şirket çalışanları sessiz bir hayal kırıklığına uğruyor. Prof. Joel Bakan... Tüm bunların yanında büyük servet sahibi kişilerin toplum yararına işler yapması ya da insanlığın yararı için bir şeyler üretmekte mutluluk bulan şirket yöneticileri de birer istisna olarak kalıyor. Belki de Harvard Üniversitesi İş ve Kamu İdaresi Merkezi başkanı Ira Jackson’ın söylediği gibi “Ahlak olmadan küresel bir teolojiye sahip olan kapitalizm komünist manifestonun ahlaki bir muadiline ihtiyaç duyuyor.” TUZLA’DAKİ VARİLLER Şirketler karar alırken kamusal bir zarara yol açmak söz konusuysa bu, ancak zararın yasal bir yönü bulunduğunda dillendirilir. Yasalar bu zarar konusunda bir yaptırım getiriyorsa bu yaptırımın maddi karşılığı ile bu yasaya uyulmaması durumunda sağlanacak kazanç arasında bir kıyaslama yapılır. Joel Bakan bunu daha ileri götürüp, şirketin yapacağı fizibilite çalışmalarında yasal olmayan bir eylemin olası maddi yaptırımının önüne bir de bu durumun yasal olarak tespit edilme olasılığını eklemiş. Yani yakalanma durumunda maruz kalınacak yaptırım büyük olsa bile, devlet ya da teftiş kurumlarının bu durumu tespit etme olasılıkları azsa yine de bu karar alınacaktır. Türkiye’de geçen sene Tuzla’nın Orhanlı beldesinde toprağa gömülü olarak bulunan tehlikeli atık varilleriyle ilgili olarak Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe bu eylemi, “50 bin, 100 bin dolar vermemek için koskoca bir metropolün zehirlenmesini göze alacak kadar paragöz, açgözlü bir adam”ın işi olarak tanımlamıştı. Oysa bu durum, tek bir paragözün işi olmadığı gibi, şirket açısından bakıldığında ekonomik olarak da uygun bir tercihti. Bunun tek bir patronu asan bir sistematiklik taşıdığı daha sonra anlaşıldı. Cumhuriyet Savcısı Mustafa Aker duruşmada esas hakkındaki görüşünü açıklarken “olay yerini inceleme sonuçlarına göre bu bölgeye birden fazla kişi ya da kurum tarafından bu tip atıkların bırakıldığının görüldüğünü” ifade etti. Daha da acısı mahkeme bu eylemin kamuoyunda yarattığı infialden sonra meclis tarafından “ivedilikle” hazırlanan “çevreyi kasten kirletmek” suçunu düzenleyen TCK’nın 181/4. maddesi yürürlükte olmadığından “fiilin suç tarihi itibarıyla suç olarak tanımlanmadığı” gerekçesiyle geçen aylarda tüm sanıkların beraatlarına karar verdi. Şirket yöneticileri, şirketleri adına doğru olanı yapmış gözüküyordu. Tuzla’da bulunan zehirli variller... Bu sorgulama sırasında görüşlerine başvurulan iş dünyası temsilcileri ise Amerika’da olduğu kadar Türkiye için de geçerli bir çok örneği ve tehlikeyi akla getiriyor. “Çünkü kitapta sunulan analizler ve argümanlar Amerika dışında kalan dünya için de önemli içerimler taşımaktadır” diyor Joel Bakan “neticede AngloAmerikan şirket modeli, tüm dünyadaki muadillerini de benzer şekilde biçimlendirmiştir.” Aynı isimle çekilen belgesel ise 2005 yılında Genie Ödülleri arasında En İyi Belgesel Film Ödülü’nü almış, Sundance’den Toronto’ya kadar 26 uluslararası festivalde en iyi belgesel ya da izleyici ödülüne layık görülmüştü. Ford Motor Company’nin salt bir kâr makinesinden daha fazlası olabileceğine inanan Henry Ford, elde ettiği kârın bir kısmını Model T otomobillerinde fiyat indirimi yaparak müşterileriyle paylaştığında şirketin hissedarlarından Dodge kardeşler Ford’u mahkemeye verdiler. “Şirket esas olarak hissedarların karları için oluşturulmuştu ve ne kadar iyi niyetli de olsa bunu tüketiciyle ya da gereğinden fazla ücret ödediği çalışanlarıyla paylaşamazdı.” Hâkim, Dodge kardeşleri haklı buldu ve ticaretin asıl olarak bir hizmet olduğunu söyleyen Ford’u azarladı. Prof Bakan 1916 yılında varılan bu kararı, dünyada geçerli ticaret hukukunun şirketlerin sosyal sorumluluk sahibi olmalarını yasaklamasının ilk örneği olarak veriyor. Gerçekten de bugün hissedarının para kaybetmesine yol açacak hiçbir karartoplum için ne kadar yararlı olursa olsunşirketler tarafından gerçekleştirilemez. Bunu ancak kişiler şahsi mal varlıklarını kullanarak vakıflar ya da dernekler yapabilir. Ne var ki eğitim gibi sürekliliği olan alanlarda, vakıflar da ancak sürekliliği sağlayacak katkı payları, bağışlar ve hibeler yoluyla bu projeleri sürdürebilirler. Peki, para kazanmaktan daha büyük ideallerle, örneğin ülke sanayiinin gelişmesine katkıda bulunmak ya da insanlık için bir farklılık yaratmak gibi misyonlarla çalıştıklarını söyleyen şirket yöneticileri yalan mı söylüyor? Bunu iddia etmek haksızlık olur.