22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 HADİ Bİ DAHA ANLAT... Hasibe Eren’e güldüren kadın olarak baktığımızda güldürmenin izlerini çocukluğunda, gençliğinde arasak, karşımıza ne çıkar? Ailenin de komik kızı rolünü üstlendiniz mi? Evet böyle bir misyonum vardı doğrusu evde. Adını oyuncu olmak istemek olarak ortaokulda filan koydum herhalde. Hep birilerinin taklidi yaptırılırdı bana. Olmuş bir olayı bire bin katarak, gülünçleştirerek anlattığım için, evde “ya nasıl olmuştu ya, bir daha anlatsana” dediklerini hatırlıyorum. Tiyatroyu, oyunculuğu seçmek, hayata karşı bir savunma, bir refleks olarak da bakılabilir mi, sizin için? Evet kendiliğinden gelişen bir durum. Oynamaktan hep çok zevk aldım. Sadece güldürmekten değil ama, dram oynamaktan da dehşetle keyif aldım. Çabuk sıkılan, hep değişiklik arayan biri olarak sağlıklı bir yaşantı sürdürmemi oyuncu olmama bağlıyorum bazen. Bu, elbette hayata karşı bir savunma yolu. Bir yandan da oyuncu koçluğunuz ve Şehir Tiyatroları’nda öğretmenliğiniz var, öğretmek, size iyi geliyor mu? Çocuklarla çalışmanın insanı nasıl yenilediğini, ufkunu genişlettiğini hakikaten anlatmak mümkün değil. Bana çok iyi geliyor. Gerçi her yeni jenerasyonda işte şimdi hapı yuttun diyorum kendime. En büyük ödül ise birlikte çalışmanın onlara da iyi geldiğini görmek galiba. Şehir Tiyatroları ÇocukGenç Eğitim Birimi, alanında neredeyse tek. Bugün yetişkin olan, üniversitede okuyan ya da bitiren ve çalışma hayatında olan eski mezunlarımız var. Kimileri tiyatroyu meslek olarak seçti. Bir araya geldiğimizde tiyatroyla çocuk yaşlarındaki yakın tanışıklıklarının sonraki yaşantılarını nasıl etkilediğini konuşuyoruz. Bence her çocuğun böyle bir şansı olmalı. Okullarda drama dersinin zorunlu tutulmasını bu anlamda çok doğru buluyorum, ama dersi işinin uzmanı vermeli, çünkü her oyuncu çocuklarla tiyatro çalışabilir genel kanısı çok yanlış... 30 ARALIK 2007 / SAYI 1136 7 Bir Napoli hazinesi... Aslı Selçuk aga Collection, Napoliten kültürünün sıcaklığını, canlılığını, gücünü taşıyan, Akdeniz’in ikonası, cinsellik simgesi, unutulmaz oyuncu Sophia Loren’in “Boccaccio 70”, “Dün Bugün Yarın”, “İtalyan Usulü Evlilik”, “Özel Bir Gün”, “Sophia’nın Peşinde” filmlerini içeren bir set çıkardı. Bu özel set, 14 yaşında gösteri dünyasına adım atan, başta annesinin sonra yapımcı Carlo Ponti’nin yol göstermesiyle adını duyuran, Vittorio De Sica’nın unutulmaz filmleriyle uluslararası bir üne kavuşan, Marcello Mastroianni’ye 13 kez rol arkadaşlığı yapan, Ettore Scola’nın benzersiz antifaşist çalışmasında oynayan Sophia Loren’in 2. Dünya Savaşı’nın uç verdiği yılların çaresizliğinden yıldızlığa uzanan öyküsünü içeriyor. S yolların ortalarında Ponti’nin isteğiyle Hollywood’da çalışmaya başladı. De Sica’nın La Ciociara’sındaki (İki Kadın/1960), kızını savaşın kötülüklerinden korumaya çalışan anne rolü ona Oscar getirdi. Sophia’nın yaşamında annesinin dışında üç erkek çok etkili oldu: Ponti, De Sica, Mastroianni. Tanıştıklarında Sophia 16, Ponti 40 yaşındaydı. Onlar sonra babakız, karıkoca, oyuncuyapımcı, işyaşam arkadaşı, sevgili oldular. Sevgide dış güzelliğin hiç de yeterli olmadığını bilen Sophia “Carlo’ya rastlamadan önce her erkeğin Sophia’sıydım, onunla ancak huzuru buldum, eksiksiz bir kadın oldum” diyordu. Ponti, Sophia’yı perdede ölümsüzleştirense, ona yakışan en iyi rolleri veren de Vittorio De Sica’ydı. Sophia’nın görkemli fiziğiyle, alışılmışın dışındaki güzelliğini en iyi De Sica görüntülemiş, en gerçekçi, etkileyici yorumlarını onun filmlerinde çıkarmıştı. Marcello Mastroianni’yle birlikte bu üç adam eğer yaşamında olmasalardı Sophia Loren yine ünlü bir yıldız olacaktı, ama bu denli kalıcı Siz de Sophia Loren hayranı mısınız? O halde Saga Collection’ın çıkardığı beş filmlik özel sette, Akdeniz ikonunu bir kez daha izleyebilirsiniz. Sette, oyuncunun yaşamöyküsü ile ünlü yönetmen ve oyuncuların Loren’e ilişkin anlatımları da var… öyküsüdür. Çekiliş bölümünü dünya sinemasının en önemli akımlarından İtalyan Yeni Gerçekçilik döneminin ünlü senaristi Cesare Zavattini yazmıştı. Kasabanın yerel lunaparkının atış standında çalışan Zoe’nin düşü yeterli parayı biriktirip özgür olmak, dilediği kişiyle evlenmektir. Bütün erkeklerin Zoe’nin peşinde olduğu kasabada büyük ikramiyeyi rahip Cruspett kazanır, ödülüyse Zoe ile bir gece geçirmektir. Çarpıcı fiziğine karşın dürüst, iyi kalpli Zoe’de Sophia Loren göz kamaştırıcıdır. Yabancı film Oscar’ını alan Dün Bugün Yarın (1964) filmi üç bölümden oluşur. Eduardo De Filippo’nun senaryosunu yazdığı Adelina’da kaçak sigara satıcısı Adelina tutukevine girmemek için sürekli gebe kalır. Romancı Alberto Moravia’nın Troppo Ricca’sından çekilen Anna’da Sophia, yoksul yazar Renzo (Mastroianni) ile flört eden zengin bir işadamının karısıdır. Senaryosunu Zavattini’nin yazdığı Mara’da yufka yürekli bir fahişedir. Mara’nın müşterisi Augusto’nun (Mastroianni) karşısında yaptığı striptiz dünya sinema tarihinin en ünlü striptiz sahnesi olur. Bu sahneyi Sophia ve Marcello, 31 yıl sonra Hazır Giyim’de (Robert Altman/1994) yeniden canlandırdılar, sahne yine unutulmazların arasına girdi. İtalyan Usulü Evlilik (Filumena Marturano/1964) yine Eduardo De Filippo’nun oyunundan uyarlanmıştır. Soylu, tembel Don Domenico’nun randevuevinden çıkardığı saf Filumena, Domenico’ya tutulur, onu karşılıksız bir aşkla sever. Adamsa onu her türlü işinde kullanır, pastanesinde çalıştırır, hasta annesine baktırır, evinde hizmetçi yapar. Scola’nın Özel Bir Gün’ünde (1977) bir faşistle evli, altı çocuklu, Mussolini hayranı Antonietta antifaşist, eşcinsel Gabriele (Mastroianni) ile bir gün geçirdikten sonra başkalaşır. Bu filmde her iki oyuncu da benzersiz yorumlar sunarlar. Sophia’nın Peşinde (Roberto Olla, Danila Sata/2004) belgeselinde Sophia’nın özgeçmişi, yaşam felsefesi, onunla yapılan söyleşiler, Ömer Şerif, Ettore Scola, Robert Altman’ın Sophia yorumları var. Şerif onun gerçek bir kadın olduğunu, ayaklarının yere bastığını, ütopyalara inanmadığını, sette herkesin adeta anası olduğunu belirtiyor. Filmlerin Özel Bölümler’inde ise sinema yazarı Atilla Dorsay’ın oyuncufilmlerle ilgili yorumları, Loren, De Sica, Mastroianni’nin filmografileri, fotoğraf galerileri yer alıyor. Oynamak, biraz da korunmaktır... Berat Günçıkan 1. Sayfanın devamı Mizah muhalif yanını mı kaybetti? Uzun süredir muhalif dilden uzak mizah yapıyoruz… Biz de bundan yakınırken büyük usta Aziz Nesin’in kalemi imdadımıza yetişti. Ve siz bu sezon İstanbul Şehir Tiyatroları’nda “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” adlı oyunda oynuyorsunuz. Hangi rolü üstlendiniz? “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” mizahı kullanarak eleştiren, sorgulatan, kahkahalar attıran ama yer yer boğazınızda hıçkırığınızın düğüm olmasına sebep olan bir oyun. Türkiye’de bürokrasinin çarklarının nasıl işlediğini ya da işleyemediğini neredeyse satır formunda ele alan bir metin. Dilimizde yazılmış en güzel muhalif oyunlardan biri olduğunu düşünüyorum. Oyunda Yaşar’ın sevdiği kızı, ama kimliği olmadığı için bir türlü evlenemediği çocuğunun annesini oynuyorum. Açık biçimde sahnelendi, ekibimiz genç ve iyi oyunculardan oluşuyor. Özellikle Yaşar’ı oynayan Mert Turak seyredeğer bir performans sergiliyor. Yönetmen kim? Kenan Işık. Metni oyunlaştıran da o. Gösteri dünyasının güldüren kadınlarının bir profilini çizmenizi istesem, ortaya ne çıkar? İyi bir profil oluşturduklarını söyleyebilirim. Kendilerine has bir komedi üslupları olan çok iyi kadın oyuncularımız var. Hepimizin tanıdığı çok meşhurlar da var aralarında, tanınmayanları da. Evet standup yapan, kendi şovunu sunan kadın yok, ama bence bu kıstas değil. Asıl mesele yazan kadın yok. Gülse (Birsel) bu anlamda çok özel bir yerde, benim gözümde. Kendini çok parlatmaya çalışmaması, ekip işine olan sonsuz inancı onu gözümde iyice ermiş mertebesine yükseltiyor. One man show Fotoğraflar: denen hadise gerçekten sadece erkek Özgür Ölçer hırsının gerçekleştirebildiği bir şey mi diye düşünmüyor değilim. Çok mu sivri konuştum? (Gülüyor) Sizce komiklik sınır tanır mı? Diller arası, kültürler arası sınırı mı soruyorsunuz? Evet, önce onunla başlayalım… Kimi komik hiç sınır tanımıyor. Charlie Chaplin 1930’lardan bu yana köylü kentli herkesi kendine hayran bırakmış, uluslararası bir mizah anlayışının simgesi, bir dahi. Eğer harekete dayalı komediyse söz konusu olan, genelde başka dillerde, başka ırklarda da karşılığını buluyor, ama sözlü mizah, o topraktan, o kültürden hareket alıyorsa her dilde komik olmuyor. Örneğin biz Türkler olarak daha zekâ kokan esprilere gülüyoruz, çevrildiğinde Amerikan standup, larını çok yavan buluyoruz. Peki, diğer sınıra ne diyorsunuz. Yani mizahın durması gereken bir yer, üzerinde espri yapılmaması gereken bir konu var mı? Komedi unsuru olarak kullanılmayacak şeyler vardır ve bence komedi bu anlamda sınır tanımalı. Bir etiği var elbette bu işin. Herhangi bir insanı rencide edecek herhangi bir konu espri unsuru yapılmamalı diye düşünüyorum, ama Türkiye’de her şeyde olduğu gibi bu konuda da gereksiz bir alınganlık var. Bir reklam ya da dizide komik bir şey yapan, bir tellak ya da atıyorum bir eczacı varsa hamamcılar birliğinin ya da eczacılar odasının hemen dava açmasını doğrusu anlamsız buluyorum. Yeniden kadın komiklere dönelim, hep kadınların pek güldüremediğinden yakınılır, sizce kadının mizahı erkeğe göre daha mı az, eksikli ve eğer öyleyse, neden? Kimmiş öyle yakınan? Allah Allah! Gelsin karşıma! (Gülüyor) Yine yazar meselesine takılıyor iş. Genelde erkekler tarafından yazılmış metinler oynuyoruz. Kadının erkek egemen bir bakış açısıyla kaleme alınmış bir metni oynaması onun mizahını zayıf gösteriyor olabilir. Güldüren erkekle güldüren kadının beden dili ve replikleri arasındaki farklar ne? Türk beden dili ve gestusları bakımından değerlendirecek olursak kadına daha zarif olmak yakıştırılıyor. Kabalık, cinsel espriler pek olumlu karşılanmadığından kadın komedyenin pek savaşmadığı bir arena bu. Bilemiyorum ki. Güldüren insan deyince aklıma Cem Yılmaz da geliyor, Sirque de Soleil palyaçosu da geliyor, Arzu Film dönemi Mürvet Sim de geliyor… Sorunuzu cevaplamak için o kadar farklı ekolleri, güldürü anlayışlarını göz önünde bulundurmak gerekiyor ki… Tez konusu bu yahu… Sıdıka ve Makbule, iki güldüren karakter, ikisi de evde kalmış, erkeklerin çekim alanlarının dışındalar… Senarist ve yönetmenlerin komik kadınlardan birer azize, birer Meryem yaratmaları mizah yazarlarının çoğunun erkek olmasından mı? Şimdilik üzerine yapışsa da komiklik, o dram oynamaktan da çok keyif alıyor… Hasibe Eren, Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”ında güldürdüğü kadar iç de sızlatıyor. Kadın komedyen ve standpup’çı azlığını, metinleri yazanların erkek olmasına bağlıyor… Oyuncu koçluğu yapan, gençlere tiyatro eğitimi veren Eren’i oyuncu yapan, hayatla başa çıkmanın yolunu yarattığı karakterlerde bulması… Sahne, onun çabuk sıkılan yanını törpülüyor… Renklendirme: Eylem Zor 20 Eylül 1934’te Roma’daki Santa Margherita Hastanesi’nin yoksul koğuşunda, hep oyuncu olmayı düşlemiş yetenekli güzel piyanist Romilda Villani’nin evlilik dışı kızı olarak doğdu. Mühendis babası Riccardo Scicolone, annesi Romilda’yla hiç evlenmedi. Annesinin büyüttüğü Sophia, sekiz kişilik ailesiyle birlikte birçok kiracının yaşadığı ucuz bir apartmanda büyüdü. Aile bireylerinin tümünün çalışmasına karşın 1943’te Napoli’nin bombalanmasıyla aile daha da yoksullaştı. Sophia ileriki yıllarda yoksul büyümenin onu güçlü kıldığını, çocukluğuna ve Napoli’ye çok şey borçlu olduğunu sık sık anımsayacak ve dillendirecekti. Annesi 14 yaşına dek Sophia’nın serpilip güzelleşmesini bekledi, sonra da “Şimdi Roma’ya gidip sinema cangılıyla yüzleşebiliriz” diyerek onu Cinecitta’ya götürdü. Filmlerde dolgun göğüslerini açarak figüranlık yaptığında 16 yaşındaydı. 1951’de bir güzellik yarışmasında ünlü yapımcı Carlo Ponti ile tanıştı. Ponti’nin rehberliğindeki Sophia ellilerin İtalyası’nın yıldızı olacaktı. O filmlerde yer alabilecek miydi? Yanıtı oyunculuğunda saklı elbette. Loren zeki, vefakâr bir kadındı, işini çok önemsedi, cinsellik abidesi olmaktansa gerçek oyuncu olmayı istedi. Sete herkesten önce geliyordu. Güçlü bir karakter olan Sophia anne olmayı çok istiyordu, hormonları yetersiz olduğu için dokuz ay kıpırdamadan yattı, gösterdiği sabırla iki erkek çocuk doğurdu. Altmışların en popüler yıldızıydı, annelikten ötürü çalışmalarını seyrekleştirse de Avrupa ve ABD’de film yapmayı sürdürdü. Yemek kitapları yazdı, mücevher, parfüm sektörüne yöneldi. 2007’de 72 yaşındayken yarı yaşındaki Penelope Cruz, Naomi Watts, Hilary Swank’la Pirelli takvimi için soyundu. “Sıradan bir oyuncu, sıradan bir anneyim ben. İnsanlar sanırım beni bu yüzden seviyorlar” diyen Sophia Loren, yaşamın zorluklarını, değerini bildiği için yorumlarında o denli inandırıcı oldu. Gelelim, Saga Collection setindeki filmlere... Boccaccio 70 (1961) De Sica, Federico Fellini, Luchino Visconti ve Mario Monicelli’nin dört sıra dışı Hasibe Eren “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”da... Dünyanızı dinlemeyi unutmayın... Zekeriya S. Şen Eren “Avrupa Yakası”nda “Makbule”yi oynuyor. Sıdıka biraz daha farklıydı. Onun gerçekten tercihiydi evlenmemek. İçinde bulunduğu sosyokültürel çevrede aydın biriyle tanışıp evlenmesi mümkün olmadığından bekarlığı kurtuluşuydu. Soruya geri dönecek olursam; Makbule’yi yazan bir kadın, ama Meryem çok mizah yazarının kullandığı bir ikondur. Belki de evet, çoğunun erkek olmasıyla ilgisi vardır. Dünya nimetlerinden yararlanamayan, çirkin, hayat beceriksizi, ama asla bunun farkında olmayan komşu kadın tipi erkek egemen mizah yazınında çok sık rastlanan bir tip. Avrupa Yakası’nda güçlü ve güldürme becerisi yüksek olanlar hep kadınlar, bunda yazarının da kadın olmasının bir payı var mı? Bence kesinlikle var. Yapımın en komik karakteri erkek olmasına rağmen feminen, ama bence yazarımız erkek dünyasının jargonlarına, bakış açısını da çok haiz. Peki, siz yazmayı hiç düşünmediniz mi? Düşündüm, ama galiba yeteneğim yok. Ben sanırım iyi bir okuyucu olarak kalacağım. Yerel ezgilerin, farklı kültürlerdeki müzik formlarıyla birleştirildiği “Dünya Müziği”, Türkiye’de de takipçi bulmaya başladı. İşte, yeni yıla iki gün kala, “Dünya Müziği”nin 2007’deki en iyi on albümü... M Manu Chao (üstte) ve sağda Anoushka Shankar... üzik hiç kuşkusuz evrenin iyileştirici gücü! Özellikle 21. yüzyıla adım atan insanoğlunun şu günlerde ihtiyacı olan en önemli devalardan, çünkü kültürlerarası etkileşimi, alışverişi ve algılamayı en rahat sağlayacak güçlerden biri önyargıdan uzak, dil sınırını yok eden, herkese eşit konuşan bir barışçıl iletişim aracı. Ancak değeri bilinmiyor. Yine de medya geliştikçe kültürel sınırlar ortadan kalkıyor ve farklı kültürlerden insanlar birbirine karışıp ortaya oldukça dinamik bir yapı çıkarıyor. Bu yapı içinde “Dünya Müziği” de ayrı bir yer tutuyor. İşte yine her şeyin en iyilerinin değerlendirildiği, önümüze listelerin sunulduğu yılın o dönemine geldik. Her kategoride yılın en başarılı müzik çalışmalarının listelendiği bu dönemde, bir kategori de “Dünya Müziği” için ayrıldı. Aslına bakarsanız “Dünya Müziği” yaklaşık 56 yıldan beri yurtdışında (özellikle Avrupa’da) müzikseverlere sunuluyor. Türkiye'de de Açık Radyo gibi ufku geniş radyolar sayesinde oldukça fazla takipçi buldu ve sürekli genişliyor. Peki, bu “Dünya Müziği” tanımı nedir? Bir sanat formunu tek bir deyime indirgeyen herhangi bir terime her zaman şüpheyle bakılmalı, ancak “Dünya Müziği” terimi buna pek uymuyor, çünkü kesin ve tanımlayıcı etiketi ile çok doğru bir terim. Özlü bir tanımlama yapılması gerekirse, dünya müziği; yerel sanatçıların, geldikleri bölgedeki müziği farklı kültürlerin içinde barındırdığı değişik müzik formları ile yansıtması olarak tanımlanabilir. Aslında farklı bir açıdan bakılırsa “Dünya Müziği” olmayan tarzları sınıflandırmak çok daha kolay. Genel olarak dünya müziği medyasında ve uluslararası var oluş kavramında, rock&roll, R&B, soul, caz, Broadway, klasik, heavy metal, new age, füzyon, country, alternatif rock, blues, disko, hip hop (bazı istisnalar haricinde), tekno, karaoke, trip hop ve saf pop gibi satan tarzlar Dünya Müziği sınıfına girmiyor. Ortaya bir tanım atıp ve “Dünya Müziği”nin dışında kalan tarzları sıraladıktan sonra, dünya müziğinin popüler müzik olduğunu beyan edebiliriz. Bir halk müziği orijinal hali korunmaksızın, onu besteleyen ortamdan daha geniş sanatsal ve artistik bir ortama aktarılırsa otomatik olarak müdahale edilmiş olur, farklı bir platforma, amaca ve plana yönlendirilir. İdeolojik olarak her müzik dünya müziği ve gerçekten bu tarzı detaylı bir şekilde ifade etmek veya belirli parametrelere kısıtlamak imkânsız. Açıkçası caz ve Batı klasik müziği (her ikisi de müphem terim) çoğu dünya müziğinin temelini ve bedenini oluşturuyor. İşte “Dünya Müziği”nin 2007’deki en iyi on albümü. Bu albümlerin bir kısmı ülkemizde bulunuyor, bir kısmı ise ancak yurtdışında... 1. Manu Chao (İspanya)La Radiolina/(Balet Müzik) 2. Tinariwen (Mali)Aman Iman 3. Bassekou Kouyate&Ngonı Ba (Mali)Segu Blue 4. Anoushka Shankar And Karsh Kale (Hindistan)Breathing under water/(EMI/KENT) 5. Balkan Beat Box (Amerika/İsrail)Nu Med/(Equinox Music) 6. Rachid Taha (Cezayir/Fransa)Diwan 2 7. Malouma (Moritanya)Nour 8. Thierry Titi Robin (Fransa)Ces Vagues Que L’amour Souleve/(Equinox Music) 9. Andy Palacıo&The Garıfuna Collectıve (Beliz)Watina 10. Ojos De Brujo (İspanya)Techari Live. muzik@tikabasamuzik.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle