22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 9 1/11/07 17:32 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 4 KASIM 2007 / SAYI 1128 Dua Odası’nı kaç kişi paylaşabilir? Müge Serçek iyatro Z bu yıl perdelerini Shan Khan’ın yazdığı, Cem Kenar’ın yönettiği “Dua Odası” oyunuyla açtı. Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların bir arada kullandıkları bir ibadet odasında olan olaylar Kudüs hikâyesini hatırlatıyor. Üç semavi dinin de ana ilkelerinin arasında olan “Hoşgörü” kavramının kişilere indirgendiğinde “Hoşgörüsüzlük ve Önyargıların Yıkıcılığına” dönüşmesi oyunun ana temalarından. Yönetmenin seyirciyi de oyunun içine kattığı özgün reji anlayışı sayesinde oyunu seyrederken kendinizi sıcak bir savaş alanındaymış gibi hissediyorsunuz. Uğruna savaştığımız inançlarımızın masaya yatırılması, yaşam, ölüm kavramlarının tartışılması bizleri din ve insan ilişkileri konusun T üzerine saldırıyor. İyi de bu üniversitelerimizde Müslümanların karşısında ateistler yaşamıyor ki! Yahudi, Hıristiyanlar, Ermeni, Rum arkadaşlarımız var… 67 Eylül olaylarını da hatırladıktan sonra sorunuza “Hoşgörü her şeyi halledebilir mi?”ye dönecek olursam, ben de diyorum ki önyargılarımızdan kurtulabilirsek, kesinlikle. İzleyici ve oyuncuların iç içe olması da oyuna farklı bir enerji katmış. Ben seyrederken kendimi oyunun bir parçasıymış gibi hissettim. Bu dizaynı özel olarak mı yaptınız? Biz her şeyi oturduğumuz yerden izliyoruz. Televizyonda her gün parçalanmış insan cesetlerine bakıyoruz. Mesela sabah kahvaltısında haberleri izliyoruz; bir yerlerde insanlar ölüyor. Ama biz ne kahvaltımızı bölüyoruz, ne tepki gösteriyoruz ne de yediğimiz lokma boğazımıza takılıyor. Artık lü oyuncumuz. Diğer arkadaşlarımın aldığı herhangi bir ödül yok şu an için, ama çok kısa süre sonra isimlerini çok duyacağınıza inanıyorum. Dokuz kişilik oyunun dokuz kişisi de ayrı ayrı parlıyor çünkü. Oyun aslında çalışma riskleri taşıyor. Modern bir metin olması nedeniyle bildiğimiz Çehov ya da Shekaspeare oyunlarındaki karakter analizlerini ortaya koymuyor. Oyun “Kara Komedi”, fakat kara komedi seyretmeyi unutmuş bir toplum olarak taşları yerine oturtmak açıkçası beni zorladı. Fakat geldiğimiz son noktada oldukça başarılı bir oyun çıktı. Bu sezon başka hangi oyunlar sahnelenecek? “4 Bölü 4” oyunumuz bu sezon da seyirciyle buluşacak. Alper Maral’ın maestroluğunda başlayacak müzik geceleri, Derya Aslan’ın “Fotoğaçlama” performansı ve Genco Gülan’ın “suboya” performansı da bu ay Cafe Z’de olacak. Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların bir arada kullandıkları bir ibadet odasında neler yaşanır? Shan Khan’ın yazdığı Cem Kenar’ın yönettiği Dua Odası işte bu soruya yanıt veriyor. Tiyatro Z sezonu Dua Odası’yla açıyor… da yeni sayfalar açmaya zorluyor. “Dua Odası” daha iyi bir dünya arayışında olanlar için bir hoşgörü ve inanç tartışması... Aklımıza takılan soruları oyunun yönetmeni Cem Kenar’a yönelttik. “Dua Odası” hoşgörüye vurgu yapıyor, sizce hoşgörüyle her şey halledilebilir mi? Yaşadığımız şehrin trafiğinde bile birbirine hoşgörü göstermeyen insanların, dini konularda bunu başarmasını zaten beklememiz mümkün olamaz. Dinin emrettiklerini yaşamayacaklarsa o zaman din insanlar için amaç değil araç olmaya başlıyor. Kuranıkerim, “dinde zorlama yoktur. Hak ile batıl birbirinden ayrılmıştır” emrini vermiş, ama bir bakıyorsunuz, üniversitelerimizin yemekhanelerinde ramazan aylarında büyük olaylar çıkıyor. Kendini “Müslüman” olarak tanımlayan kişiler yemek yiyen öğrencilerin kimseye üzülmüyoruz. Bu yüzden de seyircinin seyirci kalmasını istemiyorum. Farkında olmasını istiyorum. Çayını içerken birinin ölümünü seyretmesin istiyorum. Sizin de belirttiğiniz gibi “oyunun içinde olma” durumunu yaşamasını istiyorum. Rol dağılımını nasıl yaptınız ve oyuncularla nasıl bir hazırlanma süreci geçirdiniz? Oyuncu arkadaşlarım oldukça fedakâr çalıştılar. Aslında seyrettiğiniz oyunda altı farklı konservatuvardan mezun arkadaşlarımız var. Oyuncu arkadaşlarımızdan yalnızca biri konservatuvar eğitimine devam ediyor. Deniz Gönenç Sümer; geçen yıl İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun repertuvarında olan “Inishmann’ın Sakatı” oyunundaki rolüyle Lions Tiyatro Ödülleri’nde ve Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri’nde “Genç Yetenek” ödüllerinin sahibi. Özgür Atkın da diğer ödül Cem Kenar. PAZAR SÖYLEŞİLERİ Komşularımız ve edebiyatları Ataol Behramoğlu K omşu ülkelerin edebiyatlarını ne ölçüde tanıyoruz? Aslında şöyle sormak daha doğru: Komşu ülkeleri ne ölçüde tanıyoruz? Haritadan azıcık kopya çekerek sıralarsak: Kuzeyde Rusya, Ukrayna, Kırım, Ermenistan, Gürcistan. Doğuda Azerbaycan, İran. Güneyde Suriye, Irak, İsrail, Filistin. Çok uzak olmayan Mısır, Suudi Arabistan. Kıbrıs… Batıda Yunanistan, Bulgaristan, Balkanlar (Makedonya, Sırbistan, Arnavutluk) Bu ülkeleri ne ölçüde tanıyoruz? Özel merak sahiplerinden değil, ortalama insanımızdan söz ediyorum. Sokakta bir anket yapılsa, bırakınız herhangi bir yurttaşı, üniversite öğrencisinin kaçta kaçı, Kırım Tatarı ile Tataristanlı Tatar farkını bilebilir. Gürcistan ya da Suriye’nin başkenti neresidir sorusunu kaç kişi doğru yanıtlayabilir? Oysa çok değil en fazla yüz yıl geriye gidiliğinde bu ülkelerin birçoğuyla ortak bir tarihi paylaşmadaydık… Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın, Kafkaslar’ın doğru bilgisine sahip olunmaksızın Türkiye’nin gerçek tarihi anlaşılamaz. Yine özel merak ve uzmanlık sahibi kişileri dışta bırakarak ortalanma yurttaşı ölçü alırsak, bu insanın bulunduğumuz coğrafya ve sözünü ettiğim ortak tarih konusunda bilgisinin sıfıra yakın olduğundan kuşku duymuyorum. Edebiyata dönecek olursak, komşu edebiyatlar içinde en tanınanının Rus edebiyatı olduğunda kuşku yok. Ama bu edebiyat (özellikle 19. yüzyılın ürünleri) zaten bütün dünyanın en çok okunan, en tanınmış edebiyatıdır denebilir. Mahfuz. Furuğ. Buna karşılık, sözgelimi Mısır edebiyatı hakkında, Mahfuz, Nobel Edebiyat Ödülü almamış olsa, herhalde herhangi bir bilgimiz olmazdı. Suriye ya da Irak edebiyatçılarından bir çırpıda kaçının adını sayabiliriz? Kaçından kitaplar okumuşuzdur? Yine sözgelimi çağdaş İran edebiyatı konusunda bilgimiz S. Hidayet, Behrengi ve Furuğ’un ötesine geçmez. Bu bilgileri de özel çabalara borçluyuz… Komşu ülke edebiyatları arasında Yunan edebiyatı en iyi bildiklerimiz arasında sayılabilirse de, bunun başlıca nedeni de (çok az istisna dışında) bu edebiyatın da bize (başta Fransa, Amerika) Batı yoluyla gelmiş olmasıdır... Çağdaş Gürcü ya da Ermeni edebiyatları konusunda bilgilerimiz sıfıra yakın. Günümüz Azerbaycan edebiyatını son yıllarda biraz tanıdıysak da çok uzun süre bu edebiyat konusunda da bilgilerimiz sıfıra yakındı. Dimov dışında Bulgar romanını hemen hiç tanımayız. O da Burhan Arpad’ın armağanıdır. Makedonya edebiyatı hakkında bir fikrimiz var mı? Fransa’da ünlü olmasa Kadare’nın yapıtları Türkçeye çevrilir miydi... Andriç, Nobel ödülü almamış olsa, ortak tarihimizle bunca ilgili “Drina Köprüsü” bile dilimize belki çok uzun zaman çevrilmeden kalır, belki hâlâ çevrilmemiş olurdu... 1940’lı yılların ürünü bu büyük yapıtın Türkçede ancak 1962’de, yazarın Nobel Ödülü alışının hemen ertesinde çevrilip yayımlanmış olması düşündürücüdür. Bu liste böyle uzayıp gider. Filistin direniş şiiri Batı’da yankı uyandırmamış olsa, sesi bizim kulaklarımıza belki de hiçbir zaman ulaşmamış olacaktı... Komşularımızın da edebiyatlarının da yeterli bilgisine sahip değiliz... Kendimizin doğru bilgisine ve bilincine sahip olmanın bir yolu da, ortak bir tarihi ve coğrafyayı paylaştığımız komşularımızı ve edebiyatlarını daha doğru ve dolaysız tanımaktan geçiyor… ataolb@ cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle