Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 3 1/11/07 14:56 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 4 KASIM 2007 / SAYI 1128 3 Mannheim Mutluluk’u sevdi Gönül DönmezColin ehir kıyısında kocaman çadırlar altında, 1021 Ekim arasında, gerçekleşen 56. MannheimHeidelberg Film Festivali’nin odak noktası “auteur” sinemasıydı. Bu bağlamda bir retrospektif ve iki gece, zamanımızın en tanınmış sinema adamı, 30 Temmuz’da aramızdan ayrılan Ingmar Bergman’a adanmıştı. Unutulmaz sanatçının “Vahşi Çilekler”, “Tılsımlı Flüt” ve “Fanny ve Alexander” da dahil, beş filmi gösterildi. Festivalde bir ana tema aramak gerekirse bunun, sınırların kişisel açıdan yeni bir anlam kazandığı yirmi birinci yüzyılda kimlik ve aidiyet kavramı olduğu söylenebilirdi. Özellikle yarışmalı bölümde gösterilen on dört filmde bu konu oldukça belirgindi. Yarışma ve Uluslararası Yeni Buluşlar bölümlerini içeren resmi bölümde 30 ülkeden 36 premiere izledik. Açılış filmi Hollanda’dan Erik de Bruyn’ün “Nadine” yapıtıydı. Yarışmaya da katılan bu filmde kırka basamak dayamış, iş hayatında başarılı ama özel Mirush. hayatında kısır döngüler yaşayan bir kadın, ondan çocuk yapmak istemeyen eski sevgilisini bir baba Ticaret Merkezi’nin yöneticisi Kanber Altıntaş’ın filmin olarak karşısında görünce zedelenen duygularını çocuğu Almanya galası için hazırladığı, Abdullah Oğuz’un kaçırmakla onarmaya çalışıyordu. Yönetmen, kadın ruhunun katılamadığı kokteylde kültürel ve ticari açıdan Türk Alman çalkantılarına daha geniş bir anlam verebilmek için Nadine ilişkileri konusunda umut verici konuşmalar yapıldı ve film rolünü üç oyuncu arasında paylaştırmış, ama pek başarılı daha önce katıldığı diğer festivallerde olduğu gibi büyük ilgi olamamıştı. Ne öykü ne de çıkarılan oyun inandırıcı değildi. topladı. Aynı bölümde Meksika’dan Juan Patricio Riveroli’nin İspanyol oyuncu Marta Etura iki filmle çıktı izleyici “Opera”sı, Polonya’dan Wino Truskawkowe’ın “Çilek karşısına. Bunlardan biri Şilili Shawn Gerry’nin Atakama Şarabı”, Rusya’dan Marina Lyubakaova’nın orta yaşlı yalnız Çölü’nde geçen “Desierto Sur” adlı yol filmiydi. Sanatçının bir kadın ile yeni yetişme modern bir oğlan arasındaki garip rol aldığı ikinci film ise Roger Gual’ın yönettiği İspanyol 68 aşk öyküsünü yansıtan “Zulüm”ü beğenilen filmler kuşağının unutulan ideallerini ve yeni umutlarını dile getiren arasındaydı. “Remake” yapıtıydı. Kore kökenli Amerikalı yönetmen Joy N Dietrich’in “Tie a Yellow Ribbon/Sarı Bir Kurdele Bağla” filminde ABD’de yaşayan Güney Doğu Asyalıların sorunları dile getiriliyordu. Carmine Amoroso’nun en son kuşak sayısal HD kameralarla çekilmiş "Cover Boy/ Kapak Oğlanı" filmi ise İtalya’da erkek model olarak mutluluk arayan bir Romanyalı gencin öyküsüydü. Uluslararası Yeni Buluşlar bölümüne biz de Abdullah Oğuz’un eylül başında Montreal Dünya Film Festivali’nde beğeni toplayan Mutluluk filmi ile katıldık. Türk Kültür ve Mutluluk. Ingmar Bergman’a adanan 56. MannheimHeidelberg Film Festivali’nin konusu, 21. yüzyılda kimlik ve aidiyetti. Büyük ödülü, Norveç’e babasını aramaya giden bir çocuğun öyküsünü anlatan “Mirush” aldı. Abdullah Oğuz’un “Mutluluk”u da festivaldeydi. Çin’den Yeni Filmler özel bölümünde ise altı ilginç film izledik. Zou Yalin’in dağ kavmi Miao’ların öyküsünü veren “Kırmızı Hırka”daki pırıl pırıl yepyeni giysilerin, muntazam konutların ve mutlu azınlıkların Çin gezilerim sırasında tanık olduğum kavim yaşamlarıyla pek ilgisi yoktu. Film hükümet propagandası gibiydi. Zhuang Yuxin’in Montreal’de övgü toplayan “Aşkın Dişleri” filmi ise erkeklerden yana pek şansı olmayan bir kadının genç kızlıktan olgunluk çağına dek geçirdiği aşk acılarını erkek yönetmenlerde az rastlanan bir duygusalıkla veriyordu. Kadın yönetmen Yin Lichuan’ın, yarışmaya da katılan “Park”ı Çin gibi modernizm yolunda dört nala koşturan bir ülkede kuşaklar arasındaki farkı, her iki tarafı da yermekten kaçınarak hicivleyen nefis bir filmdi. Emekli kadın ve erkeklerin çalışmaktan eş aramaya zaman ayıramayan bekâr çocuklarına eş bulmak için birer levha hazırlayarak parkta kısmet aradıkları sahneler, yaşlıların yalnızlık sorunlarına ayna tutmak açısından da çok başarılıydı. Festivalin büyük ödülü Norveç’ten Marius Holst’un “Mirush” filmine verildi. Ağabeyinin Arnavutluk’ta ölümünden sonra babasını aramak için Norveç’e giden 15 yaşındaki Mirush’un öyküsünü veren filmde özellikle genç oyuncu jüriyi çok etkiledi. Reiner Werner Fassbinder Ödülü Alexey Mizgirev’in komünizm ertesi Rusya’da yolsuzluk ve yozlaşma üzerine odaklanmış “Kremen/Katı Yürekli” filmine gitti. Jüri özel ödülünü, Polonya’dan Andrzej Jakimowski’nin, babasını arayan bir çocuğun öyküsünü gerçek ve fantezinin birbirine karıştığı bir anlatımla veren “Sztuczki/Hileler” filmi alırken Uluslararası Eleştirmenler Jürisi (FIPRESCI) Çin filmi “Park”ı ödüllendirdi. Halk ödülü Şili’den Shawn Gerry’nin “Desierto Sur” filmi ile Danimarka’dan Daniel Espinoza’nın “Yahudi ve Müslüman” filmi arasında paylaşıldı. “Desierto Sur” birbirinden çok farklı iki genç kızın örtüşen karakterlerini görüntülerken “Yahudi ve Müslüman” bir yasak aşkı anlatıyordu ve değişik dinlerden oluşan Ekümenik jürinin ödülüne de layık görüldü. EDİTÖR’DEN Şoför İdris anlatmıştı, ne zaman Boğaz’dan Sovyet bandıralı bir gemi geçse, kıyının sessiz sakin bir köşesini bulup gemi gözden kaybolana kadar el sallarlarmış. Eğer kalabalıkların içindelerse, iş başındaysalar eğer, ellerini belli belirsiz hareket ettirir, kısa bir selamı gemiden esirgemezlermiş. Ne de olsa onların hayallerindeki ülkeydi Sovyetler Birliği, bir model, bir heves, dahası yakın bir gelecekti… Şoför İdris TKP’liydi, tütün işçisiydi, işten arta kalan zamanlarda partiye gelir sağlamak için taksi şoförlüğü yapmış, lakabı da bu ek işinden kalmıştı. İlk karısı Emine’yi ilk büyük komünist tevkifatında, 1944’te Sansaryan Han’da yitirmişti, elektrik işkencesinin ilk uygulandığı 1951 tevkifatında o da öldü diye bir köşeye atılmıştı… Sovyetler Birliği sadece Türkler için değil, dünyanın bütün sosyalistleri için ilk umut, dahası okuldu. Otuzlu yıllarda Atatürk’ün teyzesinin oğlu TKP Genel Sekreteri Reşat Fuat Baraner Doğu Emekçi Halkları Üniversitesi’nin tedrisatından geçmiş, burada Alman sosyalisti Margarethe ile tanışmış, bir de çocukları olmuştu. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına yakın bütün konuk yabancı sosyalistlerden ülkelerine dönüp savaşı engellemek için çalışmaları istenmişti. Dönmüşler, Baraner Türkiye’de hapse atılmış, Margarethe Almanya’da Naziler tarafından katledilmişti. Aynı yıllarda tütün işçisi Zehra Kosova da Moskova’da, onlarca Türk öğrenci arasındaydı… Nâzım Hikmet vatan haini ilan edilip de yaşayabilmek için sınırların dışına çıkmak zorunda kaldığında, gidebileceği tek adres vardı, Sovyetler Birliği. Bugün her şey bir vizeye bakıyor, uçakla üç saatte, üç yüz avroya, yani beş yüz küsur liraya gidilebilen Moskova, o zamanlar devlet tarafından desteklenen antikomünist hareketlerin esaslı sloganının mahreciydi: Komünistler Moskova’ya. Yüzlerce solcu genç bu sloganın kışkırtmasıyla dövüldü, işkence gördü, katledildi… İşin komik yanı Sovyetler Birliği’nde sosyalist sistem çöküp de serbest piyasa ekonomisine geçildiğinde Moskova’da ilk soluğu alanlar da coşkuyla bu sloganı atanlardı. Ruslar’ı kapitalizme alıştırmakta epey katkıda bulunmuş, illegal ve karanlık yolları uygulamalı göstermişlerdi, uyuşturucu, uranyum, seks ticareti, vs… 6 Kasım 1917 Ekim Devrimi’nin 90. yılı. Rüçhan Akcan Selim devrimin Türkiye’yi nasıl etkilediğinin peşine düştü, tarihçi, feminist, gazeteci, siyaset bilimcilere, elbette solculara da sordu… Yanıtlar gösteriyor ki, her şey bir yüzyılda olup bitse de, tarihe sırtını dönüp yürünmüyor… İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr