Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 67 15/11/07 15:27 Page 1 PAZAR EKİ 67 CMYK 6 Anlatacak derdi olanlar az... Senaryo Stüdyosu’nun kökeni, Gül Dirican, Aylin Doğan, Elif Ayan ve Barış Pirhasan’ın kurdukları Kedi Yazı Grubu senarist topluluğuna dayanıyor. “Bir yer arıyorduk” diyor Pirhasan, “kurs yapalım diye bir düşüncemiz de vardı. Levent Kazak ile görüştük, o da katıldı; birlikte bir yer tuttuk ve adına da Senaryo Stüdyosu dedik”. İşte anlattıkları: Dörtbeş dönemdir atölye yapıyoruz. Başvuruları maille alıp, toplu değerlendirdiğimiz için artış olup olmadığını bilmiyorum ama öyleyse şaşmam. İlk başladığımızda bile birkaç yüz kişi başvurmuştu. Atölye ile hem yazar, hem de proje kazandık. İlk dönem öğrencilerinden Süreyya Önder, Beynelmilel filmini atölyede geliştirdi. Senaryo kursu ilgimi çekmiyor, bizim yöntemimiz farklı. Endüstriye iş kazandırmaya çalışıyoruz. O yüzden gelenlerin kendi hikâyesi olmalı, onları atölyede hikâye sahibi yapamayız. Gelenlerin profili o kadar değişiyor ki; öğrenci, doktor, öğretmen, mühendis... Mesela, Adem’in Trenleri’nin senaristi İsmail Doruk da katılımcılarımızdandı, o astsubay. Yalnız kesin olan bir şey var, kadınlar daha çok ilgi gösteriyor. Katılımcıların çok azı sektöre girebiliyor, Sırrı Süreyya’nın dışında, İsmail Doruk, Aybike Ertürk ve Yasemin Özek’i de söyleyebiliriz. Hikâyeler de çok çeşitli. Çok ilginç konular geliyor, reddettiklerimiz bile “Aman kardeşim, nedir bu” demiyoruz. Memlekette parlak fikir çok, çünkü ilginç olay, karakter çok. Başvuranlar sabırlı mı, alt yapısı var mı, sonunu getirebilir mi, diye mülakat yapıyoruz. Bir kısmı para kazanmak için geliyor. Bunlar daha çok gençler, mesleğinden bıkmış orta yaşlılar, emekliler… Tek tük de olsa gerçekten anlatacak derdi olanlar da var. Senaryo yazarlığı tamamıyla taşeronluk üzerine kurulmuş bir alan. Hiç kimse yaptığı işin sahibi değil, televizyon ömür boyu yaptırdığı işin, emeğin üzerine oturuyor. İyi, popüler bir dizi tasarladıysan, onunla normal bir ülkede ömür boyu geçinirsin, ancak bizde gerçek telif uygulaması yok. 18 KASIM 2007 / SAYI 1130 7 Sırrı Süreyya Önder (Beynelmilel filminin senaristi) Sinema yolculuğuna Senaryo Stüdyosu’nda Barış Pirhasan’a öğrenci olarak başladım. Daha sonra aynı atölyede eğitmen oldum. Burada geliştirdiğim projemi filme çektim. Bizim atölyede yetişen veya geliştirilen projelere baktığımızda, neredeyse bir sinema okulu ortalamasının üzerinde olduğu görülür. Bu anlamda, atölyeler sinema yapmak için önemli. İnsanlar çağına, topraklarına ve insanlarına karşı bir sorumluluk hissediyorlarsa, hayati itirazların sahibiyseler ve bu konuda düşünsel olarak yeterli hazırlık ve olgunluğa sahipseler, bu atölyeler onların derdine derman olacaktır, bu kesin. Bu hikâye bizim köyde yaşandı... Plato Film Okulu, üç yıldır senaryo atölyesi düzenliyor. “Üniversitelerdeki gibi uzatılmış eğitim yapmıyoruz” diyor okulun müdürü Serkan Turhan, “Sektörün ihtiyacına yönelik eleman yetiştirmeyi amaçlıyoruz”. Eğitimin sektöre dönük olması, kalitesini düşürmüyor mu? Görsel medya, on senede ciddi bir şişme yaşadı. Yüz dizi olduğunu ve her birinde 60 kişinin çalıştığını varsaysak altı bin kişi eder ki dizilerde 60’tan fazla insan çalışıyordur. Şimdiye kadar alaylılar vardı, sonra üniversiteliler geldi. Dört yıllık eğitim, entelektüel birikim sağladı, ancak sinema üniversitede öğrenilmez. Artık Google’a baktığınızda hocaların anlattığı her şeyi bulabiliyorsunuz. Okul programında senaryo atölyesinin nasıl bir yeri var? Diğer atölyelere göre daha fazla talep var. Görüntü yönetmenliği atölyesine dört kişi, senaryo atölyesine 27 kişi başvurdu. Bu sene 10 kişiden fazla almadık ve dizi senaryosu atölyesi olarak kurguladık. Çünkü kimsenin sinema senaryosu yazma derdi yok, dertleri; “Anlatacak hikâyem var, bu hikâyeler televizyonda iş yapıyor, ben de benimkini anlatıp, hem onore edileyim hem de para kazanayım”... Aslında senaryo yazmak öğretilecek bir şey değil, birkaç saatte anlatılacak teknik meseleler var. Biz atölyede hangi konu tutuyor, hangi sosyal katmanlar, hangi dizileri seyrediyor, gibi teknik bilgiler veriyor, öykülerini bir forma kavuşturuyoruz. Neden senaryo atölyesine bu kadar çok talep var? Birinci olarak, gerek siyasi, gerek toplumsal, gerekse dile getirilmemiş bir takım zihni kısıtlamalar nedeniyle kendini ifade etmekte problemli bir toplumuz. Oysa herkesin bir derdi var. Ayrıca bizde sözlü tarih aktarımı yoğundur. Yazıyla kurduğumuz problemli ilişki ve mahremiyet duygusu yüzünden otobiyografilerimiz de azdır. Bunlara rağmen artık 40 yaşında bir kadın televizyona bakıyor ve “Bu hikâye bizim köyde de yaşandı. Bildiğim hikayeyi birileri yazıyor, iyi de para kazanıyor. Zaten konuştukları dil de bizim evde kullandığımız dil” diye düşünüyor. Bir zamanlar, hayatımı yazsam, roman olurdu, diyenler roman yazmadılar ama hayatımı yazsam 13 bölümlük dizi çıkar diyenler, ona atıldılar. Bu konuda bir cüretkârlık var. Altı dolu olmayan bir istekle geliyorlar yani... Katılımcılarla ilgili ne söyleyebilirsiniz? Önemli ölçüde kadın yoğunluğu var, son atölyemizdekilerin hepsi kadın. Bence kadınların zekâsı daha analitik, bir şey söylediklerinde üç soru sonrasını düşünebilecek yetenekleri var. Televizyonla daha haşır neşirler. Ayrıca toplumda söz söyleme hakları az. Bence bu yoğunluk, kadınların sosyal, cinsel benliklerini kazanmak için verdikleri savaşın yansıması. Ya yaş ortalaması, maddi durumları? 18’den 50 yaşına; ev kadınından, üniversite öğrencisine kadar herkes geliyor. Çalışanların çoğu üniversite mezunu ve hizmet sektörü elemanları, çünkü ücret yüksek, üç ay için 1500 YTL ödemek kolay değil. Atölyeleri bitirenlerin sonrasında neler yaptıklarını biliyor musunuz? Bu konuda tek başarılı örnek Sırrı Süreyya’dır. Onun da çok ciddi bir arka planı vardır. Atölyelerden çıkan çok az kişi asistan olur. Bugün için, rüştünü ispatlamış bir senaristin bir atölyeden çıktığını düşünmüyorum. Katılımcıların hikâyeleri daha çok ne üzerine? Genelde ilk akıllarına gelen, aşk acısı. Son dönemde gençlerin yazdığı bütün hikâyeler şiddet, uyuşturucu ve seks temalı. Hikâyelerin veriliş tarzları çok pornografik. Orta yaşlı katılımcıların hikâyeleri, kendi sıkıntıları, işlerinin düzgün yürümemesi ve ikili ilişkiler üzerine. Daha yaşlılar biraz daha tarihi, dönem hikâyeleri anlatmak istiyorlar. Ancak genelde, bugün reytingi yüksek dizilerin içeriği neyse, onun etrafında dönen konular var. Töre hikâyeleri, entrikalar... Katılımcılar arasında böyle örnekler var mı? Biri özel bir şirkette üst düzey yönetici, takım elbise ile geliyor, herkes onu hoca sanıyor. Biri, her hafta cumartesi İzmir’den uçakla İstanbul’a gelip atölyeye katılıyor, akşam tekrar dönüyor. Bir başkası her cumartesi Ankara’dan arabayla geliyor. Bir ev kadını var, eşi Uzakdoğu kaptanı, fantastik öyküler kuruyor. Hepsi senaryo yazabileceğine gerçekten inanıyor. Peki inançları doğru çıkıyor mu? Aslında eğitimler çoğunlukla senaryo yazmak ne kadar zormuş, ben yapamayacağım duygusuyla bitiyor. Bence doğru olan da bu. Çünkü dizilerdekiler için ne kadar günlük dil, bildik hikâyeler denilse de, onun arkasında müthiş bir matematik, düşünsel arka plan var. Atölyede bir karakter için Cevdet Bey ve Oğulları’nı okumalarını istedim, ne kadar ağır, zor bir kitap dediler. Benim de bir hikâyem var... Esra Açıkgöz S ENDER’in Senaryo İstanbul Atölyesi, senaryo yazma eğitimi alanların en çok başvurdukları atölyelerden. Bunda Yavuz Turgul, Gaye Boralıoğlu, Macit Koper, Ezel Akay gibi isimlerin eğitmen olmaları ve atölye ücretinin diğerlerine göre daha uygun olması etkili. Altı haftalık seminer programının ücreti 250, dört haftalık tasarım atölyesinin ücreti ise 300 YTL. Tasarım atölyesi sonunda yapılan elemeyi geçenleri, üç aylık bir eğitim bekliyor. Onun ücreti ise 800 YTL. SENDER Başkanı Ahmet Haluk Ünal, bir senaryo okulu haline gelmeyi amaçladıklarını belirtiyor. Atölyeye bu yıl kaç kişi başvurdu? 100'den fazlaydı, ancak 70’ini kabul edebildik, çünkü salonumuzun kapasitesi o kadar. Bu yıl başvurularda artış olduğu yönünde bir kanı var. Öyle mi? Hoca kadromuz hiçbir yerde bulamayacağınız insanlardan oluştuğundan, talebimiz hep yüksektir. Üç yıldır eğitim veriyoruz, birinci yıl bile yüz kişi başvurdu. O zamandan bugüne senaryo atölyelerinin sayısı arttığı halde, size başvuranların azalmaması bir artış göstergesi değil mi? Doğru... Okulları saymazsak İstanbul'daki ilk senaryo atölyesiyiz desem yalan olmaz, şimdi pıtrak gibi bitmişler. Senaryo yazarlığı konusunda bir rüzgâr var, senaryo yazarlığı moda oldu, çünkü çok iyi para kazanıldığı düşünülen bir meslek. Evet, tutan dizilerin senaristleri bölüm başı 15 bin YTL alıyorlar. Yine de yılda 150 diziden onu, bilemedin on beşi ancak tutar. Gerisi üçdört bölüm sonra dökülür. Yani senaristler aslında çok zor koşullarda var olmaya çalışırlar. Onun için kimse senaristliğin kapısından daldı mı, para kazanacağını sanmamalı. Zaten atölyelere gelenlerin çok azı, o kapıdan geçip sektöre girebiliyor. Bu da çok doğal. Gelenler arasında, dizilere bakıp, “Bunu ben de yaparım, parayı da kaparım” diyen çok var. Tabii kısa sürede yanıldıklarını anlayıp, dökülüyorlar. Gelenlere bir vaatte SENDER Başkanı Ahmet Haluk Ünal. Fotoğraflar: Vedat Arık bulunmuyoruz, ama atölyedeki hocalar endüstrinin içinde olduğundan, katılımcılardan sektöre girebilenler oluyor. Şu an en az 15 öğrencimiz junyır yazar olarak çalışıyor. Katılımcılarımızdan Seray Şahiner son zamanların tanınmış öykücüsü haline geldi. Birol Güven’in tezgâhında üç arkadaşımız çalışıyor. Altıoklar’ın, Limon Yapım’ın, Osman Sınav’ın çatısı altında çalışanlar var. Atölyelere kimler geliyor? 1840 yaş arası öğrenci ve çalışanlar yoğunlukta, en çok da hizmet sektöründekiler. Eğitimliler, kültürel seviyeleri yüksek ve alt ya da üst orta sınıf grubundalar. Ayrıca, katılımcıların üçte ikisi kadın. Bu sene gazeteci, reklam yazarı gibi yazıyla ilişkili kişiler daha fazla ilgi gösterdi. Yalnız edebiyatçıların ilgisi eksik. Senaryo atölyelerinin sayısı artıyor, peki bir kontrol mekanizması var mı? Yok... Aslında gerektirmiyor da, çünkü diplomaya değil, yazılana göre değerlendirme yapılır. Katılımcılar da eğitmenlere, web sitelerine bakarak seçim yapıyorlar. Belki zaman içinde onay veren uzman bir kuruluş olabilir. Sektöre girebilenleri ne bekliyor? 1995’te AB uyum yasaları çerçevesinde “Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları Yasası” çıktı, ancak bunun uygulanması için başka bazı yasalar gerekiyordu, bu sağlanamadı. Çok korumasızız. Bir televizyon kanalı eserini defalarca gösteriyor, ama sana telif ödemiyor, bunu kabul etmeyip işi yapmazsan dışarı düşersin ve üste para verip senarist olmak isteyen insanlar sırada bekliyorlar. Bu senaryo atölyelerinin artmasının olumsuz etkilerinden biri sanırım. Evet ama yine de bu insanlar bizim tezgâhımızdan geçmeseler yapımcıların kapılarını dolaşacaklar. Hepsinin koltuğunun altında projeler var. Burada en azından onlara haklarını anlatıyoruz. Zengin hikâyeler çıkıyor mu? Buna biraz dolambaçlı bir yanıt vereceğim. Ben, Diyarbakır, Kars, Mardin gibi bölgelerde de atölyeler düzenledim. Diyarbakır’da gençler çok zengin, derin hikâyeler getiriyordu. Bunları diğer bölgelerdeki öğrencilerime de anlatıyordum. Bir gün, öğrencilerimden biri, Şükrü Avşar’ın kızı, beni çekti, “Bu çocuklar ne kadar zengin, derin hikâyeler anlatıyorlar, biz burada ne kadar sığ hikâyelerin peşindeyiz” dedi... Atölyesinde öğrenci olduğum Cesar ödüllü Fransız yazar Olivier Lorelle’ın de “Biz zengin bebesi hikâyelerine takıldık kaldık. Yok karım beni aldatıyor, yok ben çok bunaldım, filan. Sizde ne kadar zengin hikâyeler var, ne kadar derinsiniz” diyordu. Ben de acaba Doğu’ya gidildikçe mi zenginlik artıyor diye düşünmeye başladım... Yani zenginliği, yoksulluk ve acı sağlıyor... Bedel ödemek... Bu çok önemli. Ödenmiş bedellerin hikâyeleri her zaman başka oluyor. Bu hayatı nasıl yaşadığınızla, onunla nasıl bir ilişki kurduğunuzla ilgili. Cezaevlerinde düzenlediğiniz, mahkumların senaryo yazdığı “Hayal Kurmak Serbest” atölyesi de hikâyeye ulaşmak için bir yöntem mi? Bu pilot proje, iki hapishanede uygulandı, hikâyelerden biri film oldu. Antalya festivalinde dünya premieri yapıldı. Digitürk bütün haklarını aldı. Eğer sinemaya çıkarsa gelirlerinin yarısı proje için harcanacak. Projenin ikinci aşaması bütün İstanbul cezaevlerinde uygulanacak. Kültür Bakanlığı'ndan kaynak için yanıt bekliyoruz. Televizyon dizilerine her gün bir yenisi eklenedursun, izleyiciler anlatılan hikâyelerin yaşamlarından farklı olmadığını düşünüyorlar. Onları senaryo atölyelerinin kapılarını çalmaya iten de, atölyelerin sayısını arttıran da bu düşünce. Çoğu orta sınıftan ve kadın. Yaşları 1850 arası, hikâyeleri yaşlarına göre değişiyor. İşte sektördekilerin ve atölye katılımcılarının anlattıkları... Ali Kemal Güven (SENDER’in tasarım atölyesi ve seminer programı katılımcısı) 21 yaşındayım. Geçen yıl Epsilon yayınlarından ilk kitabım çıktı; Hep Böyle Kal. Sıkıldığım için Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünü ve Amerika’da gittiğim bir üniversiteyi bıraktım, bu yıl yeniden üniversite sınavına gireceğim. Sinema ile ilgili bir bölüm okumak istiyorum. Senaryoya ilgim yeni değil, eskiden beri bir şeyler yazıyordum, ancak adının senaryo olduğunu bilmiyordum. Aslında kitabımı da senaryo olarak yazmıştım, ancak editörler roman olduğunu söylediler. Senaryonun kendimi anlatabilmek için en iyi yol olduğunu düşünüyorum. Kafamdakini doğru bir şekilde kâğıda dökebilmek için de atölyeye geliyorum. SENDER’i gazetede okudum, sonra internetten araştırdım. Eğitimcileri bu sektörde çalışan ve hepimizin aşağı yukarı beğeneceği işler yapmış kişiler olduğu için de burayı seçtim. Sektörün kısıtlayıcı olduğunu düşünüyorum. Dizilerde, hep aynı hikâye, farklı kalemlerle boyanıyor. Bunların arasında renkli, başka bir iş yapmaya kalkışmak, Don Kişotluk olacak, ama yine de denemiş olmak istiyorum. Toplumun bireyin en büyük düşmanı olduğunu düşünüyorum. Bunun üzerine bir hikâye anlatmayı planlıyorum. Bize dayatılanlardan farklı bir karakter yaratmak istiyorum. Hikâyem farklı olsa da, popüler kültürle savaşmak yerine starları oynatarak, insanlara ulaşacağımı düşünüyorum. Ben aslında sinema yönetmeni olmak istiyorum. Bu zamana kadar ne yaptıysam bu hayale hizmet etsin diye yaptım ama hayat ne getirir bilmiyorum… Tuğçe Cotuk (SENDER seminer programı katılımcısı) İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü’ndeyim. Kafamda oluşan dağınık sahneleri, durumları düzene sokmak için izleyebileceğim yolu öğrenmek için atölyeye geliyorum. Farkındalıklar üzerine bir senaryo yazmak istiyorum. Fiziksel özgürlüklerimiz kısıtlandığında, normalde önem teşkil etmeyen durumları nasıl algıladığımız ve bu durumda toplumun bakış açısının nasıl farklılaştığını anlatmak istiyorum. Bence hikâyeler birbirine benzese de, yorumlama farkı kaliteyi etkiliyor, bu yüzden yapacağım işin sektörde ayrı yeri olacağını düşünüyorum. Gerçi sektöre girmek çok zor, yönetmen olmak istiyorum ama önce kablo taşıyıcısı olarak sete gireyim, sonrasında hayat zaten beni bir yerlere götürür. Mine Bıkmaz Gürcan (Plato Film Okulu atölyesi katılımcısı) 27 yaşındayım. Kıbrıs Doğu Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Film Bölümü’nü özel nedenlerle yarım bırakıp, aile şirketlerimizde çalışmaya başladım. Bunun için gerekli olacağını düşünerek London College of Manegemet’ta işletme eğitimi aldım. İki sene önce sevdiğim adamla evlendim. Eşimin desteği ve ısrarları ile yarım bıraktığım hayallerimin gerçekleşmesi için bu atölyelere katılarak kendimi geliştirmeye başladım. Her hafta İzmir’den senaryo atölyesi için İstanbul’a geliyorum, çünkü eğer büyük hayalleriniz varsa, büyük adım atacaksınız... Bu işe bir anda aklıma esen “en iyisi senaryo yazayım” diye bir düşünceyle kalkışmadım. Televizyon ve sinema çocukluğumdan beri hayalimdi. Elime geçen fırsatları değerlendirebilseydim bugün Radyo Televizyon ve Film mezunu bir genç olarak piyasadaki yerimi çoktan almıştım, ama hiçbir şey için geç olmadığını düşünerek tekrar girdiğim bu yolda yaşıtlarımla arayı kapatmak için oradan oraya koşturuyorum. Kafamda onlarca hikâye var diyemem. Sadece iki üç film fikri ürettim. Onların gelişmesi için çok zamanım var; çok okumak, çok yazmak, çok gezmek, çok görmek, çok hayat tanımak gerekiyor. Birilerine hayatın içinden bir hikâye sunacaksak önce kendimiz bu hayatın içerisinde pişmeliyiz ki yaptığımız iş de çiğ durmasın. Bu yüzden değil İzmirİstanbul, bu uğurda İzmir’den kalkıp gitmeyeceğim yer yoktur. Bu sektöre girebileceğimi düşünüyorum ama eli her kalem tutan insanın da senaryo yazarı olabileceğine inanmıyorum. Bu atölyeler sayesinde insanlar ne olup olamayacaklarının farkına varıyorlar. Prof. Dr. Feride Çiçekoğlu: Artık sinemadan para kazanılıyor... Prof. Dr. Feride Çiçekoğlu, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde senaryo yazımı dersi veriyor. Uçurtmayı Vurmasınlar, Suyun Öte Yanı, Melekler Evi gibi filmlerin senaristi. Ona göre, senaryo atölyelerinin ve katılımcılarının artmasının nedeni, artık sinemadan para kazanmanın mümkün olması; televizyon dizilerinin, uluslararası festivallerde ödül alan ve Türkiye’de gişe rekorları kıran filmlerin sinema sektörünü canlandırması. “Sonuçta senaristinden oyuncusuna, görüntü yönetmeninden set işçisine kadar bu sektörde çalışan herkese yaptıkları işle geçinme şansı doğdu” diyor. Senaristikle ilgilenenlerin artmasından memnun, insanların anlatacak hikâyeleri olmasından da. “Demek ki” diyor, “her insan bir birey olarak kendi hikâyesinin farkına varma yolunda. O hikâyeyi başkalarının da hikâyesi haline getirerek anlatma ve seyrettirme peşinde”. Senarist artışının sektör için avantaj olduğunu söylüyor, “Bir kısır döngünün kırılması ve tersine çalışması anlamına geliyor. Yani, sektör canlanınca parlak ve yetenekli gençler para kazanmak için ille reklamcı, işletmeci, bankacı olmak yerine, senaryo yazarı olmaya da heveslenecekler, bazıları gerçekten iyi senarist olacak, onların senaryolarından bazıları da iyi filmler olarak çekilecek. Bu döngü hızlanarak kendini tazeleyecek” diyor. Yazarlığa dair alanlardan belki de eğitimi verilebilecek tek alanın senaryo yazarlığı olduğunu vurguluyor. “Çünkü” diyor, “bu hem bir hesap/kitap, kurgu ve matematik işi, hem de ekip çalışması gerektiren, işin her yanından haberdar olmanız gereken teknik bir alan. Senaryo yazarı olmak için yetenek şart ama yeterli değil. İşin mimarisini bilmeniz lazım”.