02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 18/10/07 16:21 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZARIN PENCERESİNDEN Sonbahar sebzeleri Selçuk Erez onbahar geldi, geceler uzadı, tiyatrolardan yıkılmayanlar perdelerini açmağa başladı... Yağmur yağıyor, trafik fena tıkanıyor. Yakında saatleri bir saat geri alacağız. Şimdi ilkokul öğretmenleri, çocuklara mevsim sebzelerini anlatıyorlar: Bakla, bezelye, enginar ilkbahar sebzeleridir! Patlıcan kabak, sonra da domatesle patates de yazın olgunlaşırlar... Öğretmenim ama bunlar şimdi her mevsimde var! Var ama serada yetiştirilmişi var.. Yoksa açıkta bitmezler artık.. Peki çocuklar, sonbahar sebzeleri hangileridir? Soğan, karnabahar! Aferin Rahşan! Başka? Pırasa! Ben tamamlayım: Lahana, bir de kereviz! Bu sebzeler ve meyveleri eskiden bahçelerden toplayanlar getirir bize satarlardı... Tazeydiler, Tutankamo’nun mumyası gibi ilaçlanmazlardı.. Yetiştirenler için hem anlamlı birer gelir kaynağı, hem de ulusal kültürün önemli birer unsuruydular... Manilerimizde bile vardılar: “Bahçelerde börülce/ Oynar gelin görümce/ Oynasınlar bakalım bir araya gelince” denir, ardından eklenirdi: “Hişt moru yalelelli yar nina ninanom!” Kimi, kızların ağzından S O, bu kez unutmayan kadın... Semra Topal Binnie Kirshenbaum. soyunun kurutulmak istendiği düşünüldüğünde, üremeyle ilgili trajik bir durum söz konusudur. Esasen bu kadın, tarih bilinciyle, Amazon bilincinin katışıksız birleşimidir. On Emir’in yedincisini çiğnemekte bir sakınca görmez, otoriteye karşı da tipik bir itaatsizdir. Kocasından başka üç sevgilisi daha vardır. Bu erkeklerden, müthiş adam İtalyandır ve bir Brooklynli tarzı vardır (Paul Auster’ın edebi bölgesi), ne var ki, bu “sıkı herif” zamanla evcil bir erkeğe dönüşür ve kadınla evlenip çoluk çocuğa karışmak ister. Fakat o da eril ideolojinin ürünüdür ve bir gün kadının cinsel organını aşağılayan (böylece kadının cinselliğini de aşağılamış olur) bir sözcük kullanır, ancak erkeklerin kullandığı adi bir sözcüktür bu. Kadın bu İtalyan erkeğiyle daha fazla birlikte olmak istemez. Sevgililerin içinde en makul olanı “hayatımın aşkı” diye anılan adamdır, o hem yaşlı, hem de kadim bir âşıktır, kadınla aynı hamurdan yapılmış gibidir. Hayatını filmlere adamış biri olarak gerçek erkeklerle de bir alakası yoktur. Fütursuz cinselliğinde kültleşmiş erkek çapkınlardaki gibi (Kazanova vs.) neşeli bir cinsellik yoktur, soğuk ve duygusuzdur. Zaten mesele de budur. Şurası açık ki, “tedirginliğin kadını” duygusal yönden sakatlanmış biridir, cinsel azgınlığı, o adamdan bu adama geçişi sadece acısını biraz daha fazlalaştırır ve cinselliği belirgin bir öç alma biçimine dönüşür. Fallus merkezli cinselliğin içinde zaman zaman bir erkeğe benzer ve sekste âşıkları için onları “düzmek” filini kullanır, ne var ki, tüm kadınları rahatsız eden iktidar erotiği erkeklerin silahlarıyla değiştirilebilecek bir şey değildir. Üçüncü sevgili multimedya sanatçısı, kadının dediği gibi “sümsüğün tekidir”, sanat piyasasında önemli bir yer edinmiştir, ama yediği portakalı paylaşmayacak kadar da bencildir. Geçmişini tamamen unutmak isteyen yeni Yahudilerden biridir. Bu minvalde multimedya sanatçısı bir sergi de hazırlamıştır, serginin adı, Beş Günde Soykırım’dır. İşlerin adları şöyledir: Roma Kartaca’yı Yerle Bir Etti, İspanyollar Aztekleri Yendi, Bosna’ya Tecavüz, Elveda Yağmur Ormanı, AIDS: Amerikan Emperyalistleri Seksi Yok Etti. Nazileri pas geçmişti, açıklaması da şöyleydi: “Onlarla çok uğraşıldı, herkes onlardan nefret ediyor zaten.” Multimedya sanatçısı kendini unutmaya mecbur hissetmesiyle günümüzün Desen: yaygın tavrının tipik bir Zeynep temsilcisidir. Esasen Özatalay Binnie Kirshenbaum bu yaygın tavra karşı koyan bir “unutmayan” olarak tarihle yüzleşmekten çekinmez, bu yüzden baş kaldırışının anlamı birçok yere dokunur. B innie Kirshenbaum’u ilk olarak “Hester Yıkıntılar Arasında” adlı kitabıyla bize Agora Kitaplığı tanıtmıştı; son dönem Amerikan edebiyatının kuşkusuz en ilginç isimlerden biri o, her şeyden önce kılı kırk yaran bir huyu var. Yeni kitabı “Tedirginliğin Kadınlığı”nda da bu titizliği aynen korunduğu gibi, anlatımı gene akıcı, gene eğlenceli ve çok daha alaycı. Hester Yıkıntılar Arasında’da Amerikalı, Yahudi ve tarihçi Hester, savaş sonrası Alman erkeklerinden biri olarak Heinrich Falk’un hayatı ve dönemini yazmak için, Heinrich Falk’un metresi sıfatıyla Münih’e gitmişti. Münih Hester’in annesinin on beş yaşında Nazilerden kaçmak zorunda kaldığı ve Alman faşizmi yüzünden gepegenç bir kızken birden mülteci haline geldiği şehirdi. Babasını ise “Yahudi temizliği” Berlin’de yakalamıştı. Hester İngilizce konuşmayı bile beceremeyen ebeveynlerinden daima utanmıştı, çünkü onlar bir kere evlerinden atılmış ve kaybetmeye mahkum edilmişlerdi. Heinrich Falk dört kere evlenmişti, ama metreslerini aldatmazdı, yani zinada tek eşliydi. Bu Alman tanrısı üremeden duramazdı, her bebek onun erkekliğinin kanıtıydı. Heinrich Falk’un kuşağı Alman pisliğini temizlemek zorunda kalan bir kuşaktı ve insanın sevgilisinin hayatını didiklemek tehlikeli bir şeydi, üstelik taraflardan biri Alman öteki Yahudi ise. Binnie Kirshenbaum Hester Yıkıntılar Arasında’da Nazilerin affedilemeyeceğini, Yahudi soykırımının hiçbir şekilde telafi edilemeyeceğini anlatıyordu. Kısaca Almanlar geçmişin izlerini silmek adına ne yaparlarsa yapsınlar yanlış olacaktı. Yazar yeni kitabı Tedirginliğin Kadınlığı’nda da bir “unutmayan” olarak, bu sefer cinsel yönden iyice özgürleşmiş, bunun yanında tıpkı Hester gibi vejetaryen ve bağlanma korkusu olan Yahudi bir kadını anlatıyor bize. Savaşın bitiminde Adorno, “Auschwitz’ten sonra şiir yazılamaz” demişti, ama asıl o karanlık ve insanlık dışı dönemden sonra özellikle Yahudiler, “seçilmiş mağdurlar” için normal bir hayat mümkün olabilir miydi? Binnie Kirshenbaum’un bu durumu tam da kadınlar cephesinden “tedirginlik” kavramıyla somutlaştırdığını söyleyebiliriz. Adını bilmediğimiz “tedirginliğin kadını” bu travmayla yaşamaya mahkum, esas itibarıyla köksüz biridir. Hayatında en belirgin olan şey, abartılı cinselliği ve sadakatsizliğidir. Bu kadın, evli, Yahudi ve solaktır. Evliliği lafta bir evliliktir ve bebek yapmayı reddeder. Bir zamanlar halkının Binnie Kirshenbaum, son dönem Amerikan seslenirdi: “Bahçelerde patlıcan/Eteğime toplicam/Yar üstüme yar sevsen/Ben öfkemden çatlicam”, “Avludan atlasana/Ispanak toplasana/Madem bende gözün var/Ele laf atmasana!” Kayınvaldesinden hoşnut olan, “Bahçelerde lahana/Kesdim goydum sahana/Hiç ömrümde görmedim/Böyle güzel gaynana” derdi. Kararsız oğlanlar bu yoldan uyarılırdı: “Bahçelerde enginar/Enginarın adı var/Alacaksan al beni/Pek çok isteyenim var..” Bir Trakya türküsünde oğlanlar, kızlara sarımsağı bahane edip laf atarlardı: “Bahçelerde sarımsak/Sarım sarım sarılsak/Güzellerin koynunda/Baygın baygın yayılsak!” Sonra globalleştik; bu güzel vatanın yetiştirdiği nimetlere son yıllarda bir sürü yeni meyve ve sebze de katıldı: Her yere baktık ve Atatürk zamanında üretilmeğe başlanan kuşkonmaz ve daha sonra gelenleri, mesela avokado, brokoli, kumkuat ile kiviyi konu edinen ne bir mani bulabildik ne de bir türkü! Şimdi biz, bu bitkileri artık özümsemek ve ziraatçılarımıza sevdirmek, onları, bu yeni otları ve meyvaları yetiştirmeğe teşvik etmek için maniler düzmenin sırasının geldiğine inanıyoruz: * Bahçelerde brokoli/Musluklardan akıyor/Stafilokok, koli/Bu su da bitecekmiş/Sana neler demeli?” * Bahçelerde kivi var/Ellerinde çok kir var/Yabancı dil bilmezsin/Orada ne işin var? * Bahçelerde kumkuat/Sen her gün bir nutuk at/Birbirini tutmasa da/Manşet yapar matbuat.” “İki iki beş etmez/Avokado ham yenmez/Buş seni kabul etse bile/Adam yerine komaz!” Manav raflarında yeni yeni yer alan yam, hindistancevizi ve benzeri ürünler için mani düşünecek okuyucularımıza sütunlarımız daima açık olacaktır. [email protected] edebiyatının ilginç isimlerinden. İlk kitabında bir Alman erkeğinin hayatı üzerinden Yahudi soykırımıyla yüzleştirdi okurunu. Tedirginliğin Kadınlığı’nda köksüz ve sadakatsiz bir Yahudi kadınını anlatıyor. Tabii, yine soykırımı hatırlatarak... Hangi First Lady? Aylin Kotil G eçen akşam televizyonda bir program izliyordum. Tanınmış bir gazeteci Cumhurbaşkanı eşlerinden bahsediyordu. Semra Özal’ı ne kadar “tu kaka” ettiğimizden oysa şimdi onu mumla aradığımızdan(!), o zaman için Türkiye’nin laik yüzü olduğundan bahsediyordu. Gazetecinin karşısındaki kadın itiraz edecek oldu, diğeri “Ama bakın Emine Erdoğan türbanlı” deyiverdi. Yani Emine Erdoğan’ın türbanlı olması; Has bahçeleri, aşırılıkları, arabesk tüketim tarzını ve hepimizin hatırladığı daha nice davranışları hoş göstermeliydi sanki. Ve içlerinden birini beğenmek de zorundaydık! Beğenmesek, “Hiçbir şeyi de beğenmeyen sizsiniz” konumuna getiriliyorduk. Hele sonlara doğru bir örnek verildi ki ünlü gazetecimiz bana eyvah, dedirtti. Söylediği değil, söylediğini bu kadar basit görmesi eyvah dedirtti: Nazmiye Demirel’den örnek verirken yurtdışı gezisinde kuaförünü yanında götürmesinin o dönem için skandal olduğunu, oysa şimdi nelere göz yumduğumuzdan, kuaför götürülmesinin zorunluluk olduğundan bahsetti ve ekledi: “Ne kadar da dar bakıyormuşuz”! Oysaki daraltıldık haberi yok. Şu 2030 yılda değerlerimizin ne hale getirildiğini, getirilmek istendiğini çok rahatlıkla gördüm bu televizyon programında. 1520 yıl önce Cumhurbaşkanı kuaförünün yurtdışı gezisine uçması skandal iken şimdi böyle bir tepki göstermenin delilik olduğu anlatılmak isteniyordu. Bu tip değer yargılarını yitirmemiş insanlar çağın dışında kalmış dar görüşlüler olarak gösterilmek isteniyordu. Kimsenin aklına Mevhibe İnönü gelmedi. Örnek gösterilmesi gereken bir değer olarak... Çünkü hoşumuza gitmeyenlerin içinden iyisini seçme zorunluluğu getiriyorlar bize. Seçmezsek uyumsuz ve çağdışı olan biz oluyorduk. Daha yakın zamana gelecek olursak Semra Sezer de gelmedi kimsenin aklına Semra Özal ile adaş olduğu halde. Onların modellerinden birini seçmek zorundaymışız gibi… Düşüncelerinden dolayı coplananlara, İran’da olsaydınız idam edilirdiniz, demek gibi bir şeydi o programda konuşulanlar. Oysa bizim rol modelimiz ne İran’dı ne de Osmanlı’nın lale devri. Bizim rol modelimiz Cumhuriyet’in ilk yıllarının First Lady’si Mevhibe İnönü’ydü. Unutturmaya çalışanlara bir kez daha hatırlatayım dedim... İyi pazarlar. [email protected] Cumhuriyet’in ilk yıllarının First Lady’si Mevhibe İnönü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle