02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 67 YENI 18/1/07 18:04 Page 1 PAZAR EKİ 67 CMYK 6 PROF. DR. ŞEBNEM KORUR FİNCANCI (Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu Üyesi) çok önemli kaynaklara dönüşebilir. İngiltere, hastanelerinde yeni kadro bile açamıyor, sağlık sistemini çökertmiş durumda, ama DNA bankasına tüm kaynaklarını seferber ediyor! Bana kalırsa DNA bankası savaşlarla, işgallerle, silahlanmayı teşvik ederek suç işleyen devletlerin kendileri için ihtiyaç duydukları bir araç. Korku ortamını yaratma ve sürdürme aracı. "Suç var ve buna her an muhatap olabilirsiniz, biz de bunu engelleyeceğiz" söylemi altında insanların korkularını kullanarak onların desteklerini alıyorlar. DNA bankaları suç üstüne kurumsallaşmış yapılar. Genetik araştırmalar dediğimizde ise çok daha ciddi kaygılar başlıyor. Çünkü bunun kötüye kullanılması korkunç sonuçlar doğurabilir. Bunlar kesin sınırlarla ayrımcılığa hizmet edebilir, bunun garantisini veremezseniz. Yakın gelecekte suça eğilimli olduğu varsayılanların izlenmesi ve cezaevlerine gönderilmesi şaşırtıcı olmaz. Potansiyel suçlular yaratılabilir. Yine İngiltere’den bir örnek, İngiltere DNA bankasını en baskıcı yöntemlerle uygulayan ülkelerin başında geliyor. Gözaltı durumunda DNA örneği alıyor, yargılama sonucu 21 OCAK 2007 / SAYI 1087 7 kişiyi suç işlemeye iter. Ceza muhakemesi üç ayaktan oluşur ve diyalektik bir metoda sahiptir. Temeli tez, antitez ve sentezdir. İddia, savunma ve yargı makamı senteze ulaşır. İddiayı, savunmayı ve delilleri hâkim muhakeme eder ve bir yargıya varır. Bu üç organın birbirinden bağımsız olması gerekir, ama ülkemizde savcı ve hâkim birdir. Aynı meslekten gelirler, aynı binada otururlar ve aynı binada iş görürler. Duruşmadan önce de beraber konuşurlar. Halbuki silahların eşitliği prensibi vardır. Türkiye’de bir yargı reformu yapılacaksa savcılık müessesenizi ayrı bir kurum olarak kurmalısınız. Savcılığı adliyenin dışına çıkarıp, savcıların da hâkimler gibi bağımsızlığının verilmesi gerekir. Suça ceza değil, neden arasalar... D NA analizinin yalnız resmi kurumlarda, yani polis ve jandarma kriminal laboratuvarları ile Adli Tıp Kurumu laboratuvarlarında yapılabilecek olması ciddi bir sıkıntı. Çünkü böylesine önemli bir çalışmanın yalnızca resmi kurumlarla sınırlandırılması, insanların bağımsız değerlendirmelerden yararlanma hakkını ellerinden alıyor. Türkiye’deki hukuk sisteminde bağımsız bilirkişilik kavramında zaten bazı sıkıntılar var. Adalet Bakanlığı’na bağlı Adli Tıp Kurumu Türkiye’nin resmi bilirkişilik kurumu olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla bu durum kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Bu, demokratik teamüllerin dışında bir yaklaşım. Tasarı üniversitelerin bu konudaki tüm çalışmalarını yasaklayıp dışlarken Adli Tıp, genetik anabilim dallarını da yok saymış oluyor. Yalnızca kendi kurumlarını tanıyor, öngörülen banka doğrudan hükümet ve belirli resmi kurumlar ile bağlantılı, yönetim yapısı kadrolaşmaya çok yatkın. Bağımsız, özerk bir kurum olabilmesi bu yüzden pek mümkün değil. Tıpta, insanların ikinci bir görüşe her zaman ihtiyacı vardır, ama bu tasarı böyle insani bir hakkın da önünü kesiyor. İnsanlar bu analizi, laboratuvar standartları denetime açık ve kriterlere uyan her yerde yaptırabilmeli! Çünkü herkes ikinci bir kontrol hakkına sahiptir. Biyolojik bir örneğin değerlendirilmesi pek çok hataya açık olabilir. DNA bankası son yıllarda dünyada yararlı bir yapılanma olarak görülse de, kanımca temelini yanlış bir düşünceden alıyor. Çünkü bu yaklaşım, tüm insanların potansiyel suçlu oldukları ön kabulü ile hareket ediyor. “Herkes suç suçlu bulunmasanız da sizden alınan veriler saklanıyor. Ben düşünüyorum da İngiltere'de yaşıyor olsam, bir trafik kazası nedeniyle örneklerim alınsa, bu sisteme nasıl güvenebilirim? Bir suç mahalline benim DNA’mı aktarmayacağını nasıl bilebilirim. Çünkü iş DNA olunca aksini kanıtlamanın bir yolu yok. DNA yöntemi korkunç bir meşrulaştırma aracı olarak da kullanılabilir. Elbette bugün var olan sistem içinde, işlenmiş olan suçların araştırılması, kimliklendirme alanlarında DNA incelemelerinin çok değerli bir araştırma yöntemi olduğunu yadsımıyorum. Farklı bir perspektiften suçun işlenişini engellemeye yönelik koruyucu mekanizmaların oluşturulması, suç nedenlerinin ortadan kaldırılması için uğraş vermenin önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Tıbbi etik alanı da konuyu beden bütünlüğü, bedenin dokunulmazlığı ve mahremiyet ilkeleri yönünden tartışmayı sürdürüyor. Bu banka hayata geçecekse bağımsız, bu alanda çalışmış, eleştirebilecek nitelikte ve üniversitelerden gelen bilim insanlarıyla yola çıkmalı ve toplumsal denetime açık olmalıdır. PROF. DR. DUYGUN YARSUVAT (Galatasaray Üniversitesi Rektörü) Artık özel hayat yok... B u kanunun amaç maddesi, sadece kimlik tespiti ve adli amaçla DNA testi yapılabileceğini öngörüyor. Zaten Adli amaçlı DNA testlerinin Adli Tıp Kurumu’nun yetkisinde olması gerekir. Fakat burada otonom, özerk bir kamu kuruluşundan bahsediliyor. Bu analizi yapacak adresler belirtiliyor. Peki, Polis ve Jandarma kriminal analizi niye yapıyor? Bunlar ayrı kuruluşlar mı? Aslında değil. Polisin gitmediği yerlerde jandarma bu görevi üstleniyor. Dolayısıyla jandarma ve polisin laboratuvar kurup suç delili araştırması gibi bir şey olamaz. Bu, Adli Tıp içinde belirli bir çerçevede yapılmalı. Jandarmanın bile seyyar kriminal laboratuvar otobüsü var, hatta bu teşhir ediliyor. Bence tüm bunlar biraz daha otoriter bir rejime gidiş demek. Zaten dünyada ceza hukukundaki liberalliği ve hümanistliği ortadan işleyebilir, bir kez suç işleyenler mutlaka yeniden suç işler, dolayısıyla biz onları arşivlerimizde hazır bulunduralım, suç işlediklerinde onlara çok kolay ve zahmetsizce ulaşalım” mantığı bu işin çıkış noktası. Ben, suçun nedenleri üzerinde yoğunlaşan ve bunu ortadan kaldırmayı hedefleyen bir sistem olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bugün sistemin sorunları ve sonuçları ortada. Foucault, cezanın asıl etkisinin diğer insanlar üzerinde olmasının amaçlandığını söylüyor ve farklı bir bakış açısıyla suçluluğun “imal” edilmesine vurgu yapıyor. Günümüzün eşitsizlikler dünyasında insanlar aç, yoksul ve şiddete maruz kalıyor. Bu böyle devam ettikçe suç hep olacaktır. İnsanların karnını doyurur, onları şiddetten korur, giydirir ve barınma olanağı sağlayabilirseniz suçun var olması için bir neden olmaz. Suç için ceza değil, suç için nedenleri aramak gerekli. Ülkelere verdiği borçlar üzerinden para kazanan Dünya Bankası bile yoksulluğun ve işsizliğin yoğun olduğu bölgelerde suç istatistiklerinin ne kadar yüksek değerlere ulaştığını söylüyor. İngiltere DNA bankası için yıllık yaklaşık 2.5 milyon pound bütçe ayırıyor. Bu para işşiz ve yoksul insanlar için kaldırmaya, totaliter bir anlayışa doğru bir yönelme var. Verilen cezalar az bulunuyor, ölüm cezasının kaldırılmasına karşı çıkılıyor. İnsanlar daha ağır cezalar onları suçtan koruyacak sanıyorlar, ama durum böyle değil. Cezaevlerindeki şartlar düzeltilmeye çalışılırken, yine bu tarz insanlar “hem suçlular, hem de rahat mı etsinler?” zihniyetiyle seslerini yükseltiyor. Neticede suç toplumsal bir olay ve toplumun olduğu her yerde suç işlenir. Suçluları adli amaçlı DNA kimlik tespiti ile yakalayabiliriz. Bu doğru, peki adli amaç nedir? Bu o kadar geniş ki. Burada ceza muhakemesinin ve özel hukuk ilişkilerinin de kullanılacağını söylüyorlar, ama bunların tıbbi amaçla yapılması yasaklanıyor. Böyle bir tasarı ve kanun gerekli miydi? Evet, gerekliydi. Zira bu işler zaten yapılıyordu. Buna kanuni bir kılıf geçirmek için bu yönteme başvuruldu. Buna benzer olayları hep yaşıyoruz. Mesela insanların telefonları dinleniyordu. Dinlemeyle ilgili özel ceza muhakemesi kanununa özem hükümler getirildi. Şimdi herkes dinleniyor. Siz de, ben de dinleniyoruz. Hatta üzerimizde sörf yapılıyor! TEKNOLOJİ VE HÜRRİYET Şimdi bu tasarıya bakıyoruz, hâkim ve savcılar birbirine iyice yaklaştırılmış. Hâkim veya savcı diyor metinde, savcıya hâkim yetkisini veremezsiniz. Eğer burada DNA’ların imha edilmesi yetkisini hâkim veya savcı ibaresiyle söylediğinizde yargılamanın üç prensibini ortadan kaldırmış olursunuz. 8. madde, banka bünyesinde kayıtlı olan DNA profillerinin ancak bir soruşturma, kovuşturma ve bir özel hukuk uyuşmazlığı gerçeğinin ortaya çıkarılabilmesi, kimlik tespiti amacıyla yararlanabilir diyor. Cumhuriyet savcısı soruşturma sırasında yani ilk tahkikat sırasında yetkili kılınmıştır. Bu, kişi hürriyetleri ile ilişkilidir, eğer savcının böyle bir talebi varsa, hâkime söylemesi, kararı hâkimin vermesi gerekir. Hazırlık soruşturması safhasında savcıya böyle bir yetki vermek onu hâkim yapar. Öyle bir yargılama oluyor ki, hâkim ve savcı yan yana oturup kararlaştırarak karar veriyor. Zaten bizim yargı sisteminde savunma her zaman ezik bir durumda. Bu kanun da bu düşüncenin eseri olarak düzenlenmiş. DNA bankası rahatsız edici bir konu. Çünkü teknoloji geliştikçe hürriyetlerimizi kısıtlıyor. O popüler deyim ile “biri bizi gözetliyor”. Bu kendi devletimiz ya da başka devletler olabilir. Artık özel hayat yok! SUÇUN NEDENLERİ İNCELENMELİ DNA bankası özerk olması gereken bir kurumu siyasi erke bağlamak yanlış. Esasında meseleyi özel hayatın gizliliği açısından da değerlendirmeli. Şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu konuyu özel hayatın gizliliği açısından ele alıyor. İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesi özel hayatlarla ilgili ve çok titiz davranılan bir yapıya sahip. Bu kanun tasarısında da, Avrupa Konseyi’nin direktiflerine uygun olarak bu kanunun yapıldığı söyleniyor. Ben bu söylemi de sevmiyorum. Yani Avrupa Konseyi Kriminal Komitesi direktif yapmış olabilir, ama bu direktifler aynen kabul edilecek diye bir şey yok. Genel gerekçede pek çok Avrupa ülkesinde bu konuda kanun yapılmıştır deniyor, ama hangi ülkede yapılmış, o ülkelerin kanunları ne? Bunlardan bahsedilmiyor. Bu afaki bir tabir olmuş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi özel hayatın gizliliğini incelerken bu konuda bir kanun olup olmadığını, eğer kanun varsa bu kanunu demokratik bir toplumun gereklerine uyup uymadığını araştırır. Şimdi bu kanun tasarısı yapılmış ve kanunla düzenleniyor, ama demokratik bir toplumun gereklerine uygun olup olmadığı tartışma konusu. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin DNA’nız sizi suçlu yapabilir PROF. DR. SERMET KOÇ (Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı) kararlarında DNA verilerinin saklanmaması öngörülüyor. Çünkü suç için araştırma yaparsınız, DNA’ları karşılaştırırsınız, suç işlediğini tespit edersiniz, ama onu bir sabıka kaydı olarak ilelebet tutmanız mümkün değildir. İşte tutarsanız 8. maddeye yani özel hayatın gizliliğine aykırı olur. Bu tasarıda ise toplanmış bulunan DNA’ların bankada saklanması belirsizliği var. Bu özel hayatın gizliliğini ihlal eden bir husus. Eğer bu konu ile ilgili Strasbourg Mahkemesi’ne gidilirse ihlal kararı çıkacaktır. Neticede DNA bankası insanları damgalıyor ve etiketliyor. Bir cinayet faili yakalanıyor diyelim, onun ailesi ve nesli potansiyel suçlu konumuna gelebilir. Yani ailenizde böyle biri varsa, siz işlemediğiniz bir suç için bile potansiyele sahip konuma gelirsiniz. “Sen zaten yapmışsındır, kanında var” denmesi mümkün. Bu da gerçekten çok tehlikeli. Ceza kadar nedenleri de incelenmelidir. İnsanları suça iten iç ve dış sebepler vardır. İç sebepler DNA, vücut yapısı, hormonlar, salgılardır. Dış faktörler ise yaşanılan çevre, ekonomik durum ve aile yapısıdır. Bunların etkileri PROF. DR. İ. HAMİT HANCI (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı ve Adlibilimciler Derneği Başkanı) DNA bankası kurulması artık bir zorunluluk... Milli bir DNA bankası kurulmasının amacı nedir? Adli DNA bankaları olarak tanımlanan merkezlerin kurulması temel olarak üç kritere dayanıyor, DNA’nın tüm insanlarda farklı olması, suç olaylarında olay yerinde ve olaya karışan kişilerin üzerinde biyolojik örnek bırakılması ve suçun tekrarı. Özellikle adam öldürme, tecavüz ve hırsızlık gibi suçları işleyenlerin bu suçu tekrarladıkları farklı çalışmalarla ortaya çıkarıldı.. Suçun tekrarı kavramı, 1922 yılından beri ortalama her 6.5 yılda bir af çıkarılan ülkemiz için ayrı bir önem kazandı ve adli DNA bankası kurulması bir zorunluluk haline geldi. Ulusal bir DNA bankasının kurulması Özatalay suç ve suçluluğun önlenmesinde son derece etkili bir role sahip, ancak insan hakları, evrensel hukuk ve etik kurallara uygun bir altyapıyla oluşturulmalı ve özerk bir yapılanma sağlanmalı. DNA analizine tabi tutulan kişilerin hakları nasıl korunabilir? Bazı ülkeler biyolojik örneği zorla almayı meşru görürken bazı ülkelerde kişinin örnek vermemesi aleyhinde bir kriter olarak değerlendiriliyor. Çin gibi bazı ülkelerde kişiler suçla herhangi bir ilgileri olmadığının tespiti için gönüllü olarak örnek veriyorlar. UNESCO, 2003’te, bu verinin güvenilir ellerde olmamasının yaratacağı risklere dikkat çekti, biyolojik örneklerin toplanması, incelenmesi, verilerin saklanmasının iç yasalarla garanti altına alınmasının önemini vurguladı. Avrupa Birliği biyolojik ve tıbbi uygulamalarda insan haklarının korunması ile ilgili bildiriyi imzaya açtı, Türkiye de bu bildiriyi 1997’de imzaladı. DNA analizleri ve DNA üstüne işlenen suçlar konusunda da değişiklikler var. Kurulacak merkeze güvenin sağlanması, halkın bu verilerin “güvenilir ellerde” olduğuna ve örneklerin amacı dışında kullanılmayacağına güvenmesi şart. Elde edilen sonuçlar kesinlikle gizli kalmak zorunda. Yasa tasarısının 14. maddesinin 2. fıkrasında “Adli amaçlı DNA profilleri, ancak adli amaçlı ana dizinde yer alan DNA profilleri içindeki veriler ile karşılaştırılabilir” deniliyor. Bununla birlikte, aksine bir uygulama söz konusu olduğunda ne yapılacak, taslakta bir yaptırımdan söz edilmiyor. Yasa tasarısının 9. maddesinin 4. ve 5. fıkralarına aykırı davranılması halinde de aynı sorun var. Gönüllünün talebine rağmen kendisine ait profilleri silmeyen, silmemesine rağmen silmiş gibi göstererek ilgiliye bildirimde bulunan, gönüllülerden elde edilen DNA profillerini belirtilen amaçlar dışında kullanan veya aktaranlara hangi yaptırımlar uygulanacak belli değil. Üniversiteler bilirkişi olarak tanımlandığı halde “DNA analizi yapma yetkisi olan kurumlar” arasında değil... Evet, bu sakıncalı bir düzenleme. Konuyla ilgili, banka izin vermedikçe, Sağlık Bakanlığı da önermedikçe, sadece üç laboratuvar inceleme yapabilecek. Kişilerin, halihazır düzenleme ile ilgili olarak başka laboratuvar incelemelerine göre kendilerini temize çıkarabilme olanakları da söz konusu değil. Bilimsel özerkliğe uygun olmayan bu durum, hem mahkemelerin bilirkişi ataması ile ilgili bağımsızlıklarına zarar veriyor, hem de vatandaşların suçsuzluklarını ispat edebilme haklarını ellerinden alıyor. Bu nedenle de hak arama hürriyeti ile bağdaşmıyor. DNA bankası yöneticilerinin özelliklerine dair de bazı tanımsızlıklar var... Banka yöneticilerinin tanımı kendi içinde çelişkili. DNA bankası başkanlığı tanımlanırken bilim uzmanı olması yeterli görülürken, KPDS’den yabancı dil şartı getiriliyor. Madem yabancı dil şartı getiriyorsunuz o zaman akademik personel atayın, yok akademik personele ihtiyaç yoksa yabancı dil sınav zorunluluğu neden? DNA bankasına gönüllü bağışları da kabul edecek, bunun prosedürü nasıl olacak? Bu prosedür kanunla değil de Adalet Bakanlığı’nın hazırlayacağı bir yönetmelikle ayrıntılandırılmalı. Görünen o ki yasa tasarısı hazırlanırken ilgili kurum ve kuruluşlardan katılan kişilerin görüşleri alınarak ortak bir fikir oluşturulmamış, bunun yerine dar bir çevreyle ve hızla hazırlanmış. Esmer tenliler, dikkat! H azırlanan tasarıda pek çok tartışılacak nokta var. Birincisi, bu yasa tasarısı ile üniversiteler tamamen devre dışı bırakılıyor, DNA incelemesi konusunu topluma kazandıran üniversitelerken, bu nasıl yapılabiliyor? Bir de tasarıda gönüllü vericilikten bahsediliyor ki, bence en tehlikelisi bu. Kimler nasıl gönüllü olacak? neyin gönüllüsü? Bu açık değil ve kuşku verici.. Belki de insanlar Fotoğraflar: Vedat Arık gönüllü olmaya teşvik edilecek ya da zorlanacak? Düşünün, insan kendi aleyhine olabilecek bir materyali verebilir mi? Bana göre, gönüllü vericilik bir mayındır! Kimse elde edilecek verilerin, yarın amaç dışı kullanılmayacağını garanti edemez. DNA’nızla suçlu duruma düşürülebilirsiniz. Cebinize eroin konulması gibi bir şey. Buna benzer örnekler bu toplumun yakın tarihinde yaşanmıştır, bir daha yaşanmayacağına inanmak da zor. Kurulacak bankanın yönetim ve işleyişine dair de pek soru işareti var. Mesela buranın sorumlusunun atanması başbakanın yetkisinde. Kurumun bakan ve yardımcıları için bilim uzmanlığını yeterli görüyor. Akademik daha üst bir öngörü yok. Bu tasarı ile mahkemelerin tarafsız bilirkişi seçmesi de ortadan kaldırılıyor. Diyelim bir DNA incelemesi konusunda haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsunuz, hakem olarak başvurabileceğiniz, ikinci bir yer de yok. Bu konuda konuşması gereken pek çok kişi ve kuruluş bundan ya habersiz durumda, ya da tepki vermiyor, çalışma yapmıyorlar. İlginçtir, konu ile ilgili akademisyenlerin çoğundan, hatta insan hakları savunucularından da pek ses çıkmıyor. DNA bankası fikrini ilk dile getirenin ve dünyaya yayanın FBI olması zaten konunun özeti. Dünyada 11 Eylül’den sonra uluslararası terorizmi engelleme adına ABD’de ve Batı’da havalimanlarında esmer tenlilere yapılanlara; Irak’a barış getirme adına yaşanılanlara bir bakınız, sonra siz düşünün gerisini. DNA bankası oluşturulmasının, suçun açığa çıkarılması ve önlenmesinde belirleyici olmasa da belli bir yarar sağlayabileceğini düşünüyorum; ancak çok iyi tanımlanması, hukuka ve insan haklarına aykırılık içermemesi koşulu ile. Desen: Zeynep Ali Deniz Uslu Türkiye, Milli DNA Veri Bankası’nı kurmaya hazırlanıyor. Üstelik de kısa bir sürede. Konuyla ilgili tasarı yasalaşırsa, bankanın kurulması için düşünülen süre, bir yıl. Amaç, suçla “daha etkin bir mücadele”. Bilim insanlarına göre, tasarı aceleye getirildi ve bilimsel özerkliğe de uygun değil. Hatta DNA teknolojisi, suçlu yaratmak ve suçu meşrulaştırmak için bir araç olabilir. İşte bilim insanlarının anlattıkları...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle