Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 3 18/1/07 16:24 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 21 OCAK 2007 / SAYI 1087 3 EDİTÖR’DEN Haberi Radikal gazetesi birinci sayfadan kullandı. Başlık “Bir ‘kimsesiz’ göz göre göre yandı”. İhtimal, bu satırları okuduğunuz ana kadar haber televizyonlarda, gazetelerde birkaç kez karşınıza çıkmış, sonra da unutulmaya bırakılmış olacak, eskiyecek, tükenecek, her vicdan kendi cirmi kadar sızlayacak... Haberi okumayanlar için özetlemek gerekirse, ellialtmış yaşlarında bir adam Vatan Caddesi’nin İskenderpaşa durağı yakınlarında, bir bankta konaklıyordu. Yiyeceğini, battaniyesini ve yakması için meyve sandıklarını çevre esnafı veriyor, çoğu zaman çöpten bulduklarıyla yetiniyordu. Bir sabah geceden üzerine düşen çiğ buharlaşırken morardı. Ambulans çağrıldı, iki hastaneye götürüldü, birinden kimliksiz diye çevrildi, diğerinden yersizlikten, sonunda yeniden banka bırakıldı… Sandıklar yakıldı yine, battaniyesine sarıldı… Sabaha karşı alevler battaniyeyi tutuşturdu, donmuş ayağı yüzünden kaçamadı... Çığlıklarını duyanlar oldu elbette, sonra sessizce kendi hanelerine, arabalarına çekildiler, iki polis suyla söndürmeye kalkıştılar, ama yetmedi, kimliksizkimsesiz yanarak öldü… İhtimal ne bir yakını çıktı, ne bir tanıyanı, kimsesizler mezarlığına, kimliksiz olarak gömüldü… Oysa, bir DNA Bankası olsaydı, hem ismi yazılacaktı mezar taşına hem de soyadı, doğum ve ölüm tarihi… Bu hafta kapak konumuz Türkiye’de DNA Bankası’nın kurulması. Ali Deniz Uslu, bu konuda hazırlanan yasa tasarısını adli tıpçılar ve hukukçularla konuştu. Bilim insanlarının hemen hepsinin suçluların yakalanabilmesi için DNA laboratuvarları ve bankası kurulmasına bir itirazları yok, itiraz laboratuvarların devletin elinde olmasına… Eğer DNA’nız yüzünden suçlu bulunursanız kendinizi aklayabilmenizin bir yolu yok, ne bir tanık, ne de kanıt sizi cezadan kurtarabiliyor. Son söz daima DNA’nın oluyor… İyi de devlet benim DNA’mı nereden bulacak, bilecek diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Türkiye hazırladığı tasarıda her ne kadar “gönüllülük” arasa da, DNA analizi için zorla sizden bir parça, iz almayı yasalaştıran devletler de var… Çünkü bütün hükümetlerin, devletlerin gözünde ister yalnız, ister kalabalık olun, potansiyel suçlusunuz. Yoksulsanız, esmerseniz, eşcinselseniz, gençseniz, daha da suçlusunuz… Bütün bunlar kuşaktan kuşağa aktarılabilir özellikler üstelik, siz her ne kadar mucizelere inansanız da devletler biliyor ki, yoksulluktan zenginliğe bir köprü yok, yoksulun çocuğu da yoksul ve suçlu olur… İşte bunun için, sizi ve “suç”u ellerinin altında tutabilmek için DNA’nıza ihtiyaçları var… Soğuktan donup ölmediyseniz, yani yoksulluktan ve yoksunluktan, sizinle başa çıkabilmek için sizin kanınıza, tükürüğünüze, kılınıza ihtiyaçları var! Gönüllü olun, mezartaşınız boş kalmasın! Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com Bunların hepsi yanlış anlamadır Felaket, Nefes, Oyun, Beşik... Samuel Beckett’ın oyunlarından esinlenilerek yapılan filmler, 25 Ocak’a kadar İstanbul Modern’de. Amaç, ölümünün 100. yılında Beckett’ı anmak ve anlatmak. İstanbul Venedik Bienali’nde de, Beckett’ın esin Samuel Beckett... kaynağı olduğu iki eser sergileniyor... Nefes (Nikos Navridis). Volkan Aran stanbul Modern, İrlandalı şair, oyun ve roman yazarı Samuel Beckett’i, ölümünün 100. yıldönümünde anma programını bu aya da taşıdı. Beckett’in oyunlarından “Oyun Sonu”nun sinema uyarlaması 25 Ocak’a kadar gösterilecek. Hem “Oyun Sonu”nu, hem de yazarın oyunlarından esinlenerek yapılan kısa filmlerin gösterimini anma olarak değil de, Beckett’in kendi uğraştığı sanat dallarının tiyatro ve edebiyat ötesindeki yansımaları olarak tanımlamalı. Beckett’in 35 saniye süren en kısa tiyatro oyunu “Nefes”i, Çağdaş Yunan sanatının önemli temsilcilerinden Nikos Navridis sanal bir deneyime dönüştürüyor bienalde. Oyunla aynı adı taşıyan çalışmada ziyaretçi, nefes alışveriş sesleri arasında, yavaş yavaş açılıp kapanan projeksiyon ışıklarıyla yerde oluşturulan çöp görüntüsü üzerinde yürümeye davet ediliyor. Bu “baş döndürücü” deneyime ilham kaynağı olan oyunda, Beckett şöyle yazıyor: “Cansız kısa bir ağlama ve ani bir nefes alış ve yavaşça artan ışık... Bunlar yaklaşık on saniye içinde doruğa ulaşır. Sonra sessizlik (yaklaşık beş saniye tutun)”. Bienaldeki sanal hali dışında, bu ay “Beckett Kısaları” içinde gösterilecek oyunun film uyarlaması için “Bu filmi yönetmem teklif edildiğinde, metni okudum ve inanılmayacak derecede kesin ve katı olduğunu düşündüm” diyor yönetmen Damien Hirst: “Çekime hazırlanırken tekrar tekrar okudum ve Beckett’in ’yaklaşık beş saniye tutun’ direktifine takıldım. Beckett’in o büyük mizah duygusunu fark ettiğim an odur”. Beckett’in oyunları arasında en önemlilerinden biri “Oyun Sonu” Venedik bienalinde başka bir çalışmasıyla yer alan ünlü İspanyol heykeltıraş ve mimar Juan Munoz’a ilham kaynağı oldu. Kilerde kilitli kalmış kilitin şifresini bilen ama yürüyemeyen efendi Hamm ile sürekli yürüyen ama şifreyi bilmeyen köle Clov arasındaki zorunlu ve sevgisiz ilişkinin anlatıldığı “Oyun Sonu”nda kilerin diğer iki misafiri bisiklet kazasında kollarını ve bacaklarını İ Felaket. Mutlu Günler. kaybetmiş ve çöp tenekelerinin içine tıkılmış anne ve baba Nell ile Nagg’dir. Ara sıra görünen, anılarından bahseden bu karakterler, geçip giden zaman içinde birbirlerine acı çektirir, korkuları ve bir şeylerin değişeceğine dair yanıltıcı beklentileriyle oyalanırlar. Heykelciliğe getirdiği yeniliklerden biri de böylesine beklentileri gülünç hale dönüştürmek ve heykelleri canlandırmak olan Juon Munoz da “Oyun Sonu”ndaki Nell ve Nagg karakterlerinden esinlenerek yarattığı çalışmada (Ayakkabı Kutusunda Yaşamak, 1994) iki küçük insan heykelini bir ayakkabı kutusuna birbirleriyle konuşurmuş gibi yerleştiriyor. Heykellerin içinde bulundukları yerden yüksekteki bu kutunun oyuncak bir tren rayı üzerinde gidip gelişi, Beckett’in hayatın tek bir yönde ilerleme değil, anlamsız tekrarlar döngüsü olduğu anlayışına gönderme yapıyor. Absürd kavramının heykel sanatına en önemli yansımalarından biri olarak kabul edilen Munoz’un bu çalışmasını sanatseverler bienalde göremiyorlar ama “Oyun Sonu”nun sinema uyarlaması 25 Ocak’a kadar gösterilecek. Yer, yine İstanbul Modern. Programda ayrıca Beckett’in “Mutlu Günler” adlı uzun metrajlı filmi ile “Felaket”, “Tiyatro Oyunu Taslağı II”, “Nefes”, “Bu Kez”, “Sözsüz Oyun II”, “Solo”, “Oyun” ve “Beşik” adlı kısa filmleri de yer alıyor. Juon Munoz’un bieanelde sergilenen çalışmasında ise karşılıklı tribünlere oturtulmuş Birbirine Gülen 13 Kişi (13 heykel figürü) girişte sanatseveri karşılıyor. İzleyici, gerçekçi ve anlamlı duruşlarıyla birbirleriyle etkileşim halinde gözüken heykel figürlerine daha yakından bakmak için iki tribün arasına girdiğinde bu figürlerin güldüğünü, sanki ortadaki bir oyunu izlerken oldukça eğlendiklerini görüyor. Böylece sergi izleyicisi, anlatının bir parçasına, izlenen kişiye dönüşüyor. Heykellerin gülüşleri ve Munoz’un “bir anlığına da olsa tüm dikkatini ele geçirme arzusu olduğunu” söylediği izleyicinin şaşkınlığı anlamsız ama gülünç bir durum yaratıyor yeniden. Bienalde son bir yürüyüş Regine Jose Galindo’dan, Guatemala’da Anayasa Mahkemesi ile Ulusal Meclis binası arasında, çıplak ayaklı, üstelik sanki kanlar içinde… Beckett’in oyunlarında ana karakter bir tiran şeklinde canlandırılıyor. Galindo da bir tirana birçok kişinin ölümüne yol açan eski askeri diktatör General Rios Montt’a karşı yapıyor bu yürüyüşü. Onun başkanlık seçimine katılmasını, zulmün ve kokuşmuşluğun meşrulaştırılması olarak görüyor. Binlerce insanın ölümüne yol açan bu devlet kurumları karşısında, tek başına, sessiz ama etkili bir eyleme girişiyor Galindo. Venedik Bienali’nde, “30 yaş altı” sanatçı kategorisinde Altın Aslan Ödülü’nü kazanan Galindo, dört kameranın görüntülediği, ama yoldan geçen halkın pek de oralı olmadığı bu yürüyüşte, ayaklarının oluşturduğu kırmızı boya izleriyle iç savaştaki kurbanların deneyimini tekrarlıyor. İşlek caddeleri ve hızlı adımlarla yürüyen insanların yanında ölümü temsil eden “kurbanın ayak izleri” uyumsuz bir ikili oluşturuyor. Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr 19 OYUN, 19 KISA FİLM Beckett’in hayran kitlesi her zaman oldu ama genellikle eserleri büyük etkiler yaratsa da popüler bir kitlesel ilgiyle karşılanmadı. 19 oyununun sinema uyarlaması projesine girişen sanat direktörü Michael Colgan, Beckett için “O, 20. yüzyılın en büyük oyun yazarıydı. 1969’da Nobel Ödülü’nü kazandı ama yine de eserleri en az bilinenler arasındaydı” diyor ve “Ama ölümünden sonra zaman geçtikçe daha az korkutucu bulundu. 1960’larda insanlar Godot’yu Beklerken bittiğinde, Godot hangisiydi diye soruyorlardı, bugünün seyircisi ise Godot’nun olmayışını anlaşılmaz bulmuyor. Bu beklentiler içindeki gülünçlüğü anlayabiliyor”. Michael Colgan 1999’da Beckett Festivali kapsamında tiyatro oyunlarına artan ilgiyi görünce artık kitlelerin de Beckett ile ilgilenecekleri konusunda ikna oluyor ve Beckett Filmleri projesine girişiyor. “Ne var ki bunlar yönetmen filmleri olacaktı. Beckett her sahneyi en ince ayrıntısına kadar tarif etmiş ve oyunculuğa ya da esinlenmeye yer bırakmamıştı. Onun istediği dışında bir şey yapamazdık.” 19 oyunun kısa film haline getirilmesiyle oluşturulan “Beckett Sinema”da çalışması İngiltere’de En İyi Drama Ödülü’nü kazanıyor. Beckett’in sanat felsefesi hayatın, diyalogların, bekleyişlerin absürdlüğü ve günlük hayatın boş ve sıradanlığı üzerine kurulu. “Nefes”te hayatın boş ve kısalığını, “Oyun Sonu”nda kaçınılmaz sona yaklaşılırken sürekli bir tekrarlamayla zamanın anlamsız kılınışını, “Godot’yu Beklerken”de insanın hayatta bir anlam ve beklenti yaratma ihtiyacını anlatıyor. Ama çalışmaları, sanatçının bu boşluk karşısında, yaratma ve harekete geçme çabasının ne kadar değerli olduğunu da gösteriyor. Ya da belki de kendi oyunlarını yorumlayanlara Beckett’in söylediği gibi, “bunların hepsi bir yanlış anlamadır.” Juon Munoz’un çalışması.