Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 TEMMUZ 2006 / SAYI 1059 5 ESFENDER KORKMAZ İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Görünmek için buyrun! Özlem Altunok stanbul... Doğu’yla Batı arasında köprü; dinamik, rant alanı, tarihi, egzotik, 24 saat yaşayan, kaotik, büyüleyici... İstanbul’a dair akla gelen diğer bütün klişeleri de ekleyin, hemen hepsi doğru ve kalıcı olacaktır. En azından şimdilik. Çünkü bu klişelere, hadi biraz kibar olalım; bu sıfatlara son yıllarda eklenen “2010’un kültür başkenti” etiketi kente yatırımın artmasına, kentin dünya pazarına açılmasına, rantçılarının çoğalmasına, bir de kentin cilalanmasına yol açtı. Bir yanda “kentsel dönüşüm projeleri” kapsamında Haydarpaşa, Galataport, Tarlabaşı gibi rehabilitasyon ve dönüştürme çalışmaları, varoşların yıkılarak kent merkezinden uzaklaştırılmaları, bir tarafta Dubai Towers gibi gökdelen projeleri, korunaklı uydu kentler ve belki de bütün bu değişimin nabzını tutmaya çalışan alışveriş merkezleri... Bir kentin, kültürü, yaşam biçimi, alışkanlıkları, sosyal ve ekonomik özellikleriyle birlikte sürekli değiştiğini düşününce gitgide artan alışveriş merkezleri de bu anlamda önemli göstergeler oluyor. Agoradan başlayıp pazaryeri, han, arasta, kapalıçarşıyla süren, bugün için alışveriş merkezleri tanımında soluklanan mekânlar tarih boyunca ticaretin ve sosyal hayatın hareketini gördüğümüz en yaşayan alanlar. Dolayısıyla sosyoekonomik ya da teknolojik değişimleri gözlemlemenin, belirlemenin de merkezleri. İstanbul'un son ve son olduğu için en gözde alışveriş merkezi Kanyon Levent de bu zincire eklenen en son örnek. Bugünden, bugünün İstanbul’undan bakınca İstanbul pahalı, çünkü... İstanbul’da artan pahalılığın nedenleri ne? Bunun, gelen yabancı turist ve yerleşikler açısından farklı nedenleri var. Yabancı turiste pahalı gelmesinin bir nedeni, döviz kurlarının düşük kalması. Merkez Bankası ve hazine, enflasyonla mücadele için, reel faizleri yüksek tuttu. Örneğin, 20022004 yılları içinde, Merkez Bankası gecelik faizleri enflasyona parelel indirmedi. Yüksek reel faiz sıcak para girişine neden oldu. Sıcak para, döviz arzını arttrırdı, YTL aşırı değer kazandı. Yani döviz kurları düşük kaldı. Merkez Bankası’nın reel kur endeksine göre hesaplarsak, bugün bir doların iki YTL olması gerekiyor. Turist, bir dolar bozdurunca iki YTL yerine, 1.57 YTL alıyorsa, dolar cinsinden İstanbul kendisine pahalı gelecek. Ayrıca uygulanan kısa vadeli politikalar, dalgalı kur sistemi ile serbest piyasa ekonomisinin yanlış yorumlanması, spekülatif kazançlara neden oluyor. Spekülatif kazancı görenler daha çok kâr elde etmek için, fırsatçılık yapıyor. Örneğin, sıcak para, nisan ayına kadar yüzde 60 dolayında reel gelir sağladı. Kur ve geliri birlikte değerlendirirsek, bir dolar getiren iki dolar geri götürdü. Mevduat ve hazine bonosu reel faizleri ortalama yüzde 10 oldu. Bankalar serbest faizi istismar etti. Tek haneli enflasyona rağmen, kredi kartlarına yüzde 100 faiz uyguladılar. Bu gibi spekülatif kazançlar, satıcıyı provoke ediyor, kâr marjını artırıyor. Toplam talep elvermediği için, az ve pahalı mal satıyor. Türkiye’de ikili ekonomik yapı oluştu. Lüks mallar satılıyor. Özellikle de lüks villalar ve akıllı evler peynirekmek gibi satılıyor. Buna karşılık halkın yüzde 90’ı yoksulluk sınırında yaşadığı için, tüketimi yaygın olan mallar daha az satılıyor. Lüks mallarda karlılık yüzde 100’lere ulaşıyor. Bu da ortalama pahalılığı arttırıyor. Bu pahalılık, yaşamlara nasıl yansıyor? Pahalılık, düşük gelir gruplarını daha çok etkiliyor. Çünkü, bu gruplar asgari geçim düzeyinde gelir elde ediyor ve gelirinin yüzde 90’ını mutfak ve ulaşım için harcıyor. Geliri de enflasyonun altında kaldığı için, satın alma gücü düşüyor. Örneğin, çalışanların reel gelirine göre hesaplarsak, 2000'de geliri ile dört yumurta alan birisi, şimdi ancak üç yumurta alabiliyor. KDVÖTV gibi dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 72’ye yükseldi. Bu hem malları pahalı yapıyor, hem de vergi adaletini bozuyor. Siyasi iktidar, gelir ve kurumlar vergisini indirdi. Bütçe açıklarını, zengin ve fakirin aynı oranda ödedikleri dolaylı vergilerle kapatmaya çalışıyor. Bir şehrin pahalı olması ekonomisini nasıl etkiler? Bir şehrin pahalı olmasının ilk olumsuz sonucu, gelen turist sayısının azalmasıdır. Roma’ya 30 milyon, Paris’e 40 milyon turist gidiyor. İstanbul’a altyapı yapılırsa, 20 milyon turist gelebilir. Ayrıca, şehrin pahalı olması, geçim sıkıntısı yaratıyor. Bu nedenle, hırsızlık, kapkaç, yolsuzluklar artıyor. İ pek de bildiğimiz alışveriş merkezlerine benzemiyor. İç ve dış mekânları, caddeleri, özel ısıtma ve soğutma sistemi, mağazalarının, kafelerinin gösterişli dekorasyonu, bahçeli, teraslı evleri (toplam 180 konut), 26 ofis katı, helikopter alanı, henüz açılmamış olsa da dokuz sinema salonuyla kente açılan bir kent merkezi. Dahası İstanbul'un ortasında yeni bir “semt” olma iddiasında. Kanyon Levent, İstanbul nüfusunun hangi kesimine ve ne kadarına hizmet eder derseniz; haftalık ziyaretçi ortalaması yaklaşık 30 bin civarında. Bu hareketliliği sağlayan bu tür yerlerin sadece ticari alan değil, yemeiçme, eğlence ve kültürel etkinliklerin bir çatı altında sunulduğu kapalı bir sosyal mekâna dönüştürülmüş olması. Kanyon Genel Müdürü Marcus Letho da bir röportajında şöyle diyor: “Bugün herkesin zamanı çok değerli. Çok yoğun olduğumuz için boş vaktimizde de iyi bir şeyler yapmak istiyoruz. Dinlenmek, ilham almak gerekiyor. İnsanlar için görmek ve görülmek de çok önemli.” Mimar Gaye Birol geçen yıl kaleme aldığı “Çağdaş Alışveriş Merkezlerinde Kent Dokusunun Yeniden Yorumlanması” başlıklı yazıda Baudrillard’ın izini sürüyor: “Günümüzde alışveriş, geçmişte olduğu gibi doğal gereksinimlerin rasyonel bir biçimde karşılanması amacıyla gerçekleştirilen bir etkinlik olmaktan uzaklaşarak, toplumsal statü belirleyicisi, psikolojik tatmin için vazgeçilmez bir araç ve boş zamanların değerlendirilmesini sağlayan bir etkinlik haline gelmiştir.” Baudrillard ise “Modern sonrası alışveriş anlayışı” diyor “statü satın almaya programlanan bireyleri, toplumdan ve sosyal bütünlükten kopartmak pahasına ihtiyaçlarından fazlasını tükettirme amacına ulaşmayı hedefler.” Galleria... Kimi Avrupa'nın en büyüğü, kimi en kalabalık, kimi de en özgün alışveriş merkezi olma özelliğini taşıyor. Galleria’yı haftada 300 bin kişi, Akmerkez’i bir ayda iki milyon ziyaretçi mesken tutuyor. Yeni gözde Kanyon’da ise bu sayı şimdilik haftada 30 bin kişiyle sınırlı. Gösterişli dekorasyonları, yeni markaları, renkli sosyal etkinlikleriyle ihtiyaçtan fazlasını tükettirmeyi hedefleseler de büyük çoğunluk için daha çok, seyirlik mekânlar. Kanyon Levent... (Fotoğraf: HIDIR DURMAN) SİBEL YÜCESAN Mercer Türkiye’nin Müdürü Farklı yaşam maliyetleri Mercer İnsan Kaynakları Danışmanlığı araştırması metodolojisine göre bir şehrin pahalılığını belirleyen tek kriter, Mercer’ın belirlediği ürün ve hizmet sepetindeki ürünlerin fiyatlarıdır. Şehirlerin pahalılığa göre sıralanması, araştırmadaki şehirlerin fiyat düzeylerinin karşılaştırılması ile elde edilir. Ürünlerin hepsinin farklı ağırlıkları vardır. Araştırmayla şirketler tarafından yurtdışı görevlere atanan çalışanların ve ailelerinin yaşam maliyeti farklılıklarını ortaya koyabilmeyi amaçlıyoruz. Bundan dolayı, raporlar, söz konusu şehirlerdeki yerel halkın karşılaştığı maliyetlerden çok, şehri tanımayan yabancıların yapacakları harcamalara odaklanıyor, ürün sepeti buna göre oluşturuluyor. İstanbul bu yıl 15. sırada. Geçen yıl ise 23. sıradaydı. Bir şehrin sıralamadaki yerinin değişmesine neden olan iki etken var, döviz kurları ve ürün/hizmet fiyatlarındaki değişiklikler. Aslında İstanbul’da sepetteki ürünlerin fiyatları 20052006 Mart ayı arasında dengeli bir seyir izlemiş. Ancak Doların Avro karşısında güçlenmesiyle Avrupa şehirleri sıralamada altlara indiği için İstanbul yükselmiş. Döviz kurlarında raporun yayımlandığı tarihten sonra gerçekleşen büyük hareketlilik sonucu Türk Lirası’nın yüzde 20 civarında değer kaybetmesiyle, İstanbul’un sıralamada daha aşağılara inmesi bekleniyor. Şimdi biraz geriye gidip Türkiye’nin bu “boş zaman geçirme mekânları”yla tanıştığı ve tüketim kültürüne yatırım yapmaya başladığı yıllara bir göz atalım. 1980’lerden beri uygulanan serbest piyasa ekonomisiyle birlikte Türkiye’de alışveriş ve eğlence merkezleri, beş yıldızlı oteller, gökdelenler yayılmaya başladı. Çokuluslu şirketlerin de piyasaya girmesiyle beraber küresel yatırımlar ve markalar gittikçe yaygınlaştı. BİR İLK: GALLERİA İstanbul’da, daha doğrusu Türkiye’de alışveriş merkezlerinin tarihi Ataköy’deki Galleria ile başladı. Dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından 1988’de açılan ve modern yaşamın bir göstergesi olarak sunulan Galleria birkaç yıl rakipsiz kaldı. Ardından Akmerkez (1993), Capitol (1993), Carousel (1995), CarrefourSa (1996), Grandhouse (1997), Profilo (1998), Mayadrom (1998), Metrocity (2003), Cevahir (2005) gibi büyük, süper, hiper mekânlar açıldı. Bugün Galleria’nın haftalık ortalama ziyaretçi sayısı 300 bin'e ulaşıyor, Akmerkez’i ayda 22,5 milyon kişi ziyaret ediyor. Haftasonu, bayram ve yılbaşı arifelerinde ise günlük ziyaretçi sayısı yaklaşık 100 bin kişiyi buluyor. Türkiye’deki alışveriş merkezlerinin bu kadar artmasında Avrupa ve Amerika’da kısmen doyumu yakalayan markala Carousel... rın dış pazarlar araması ve Türkiye’nin de buna hem devlet politikalarıyla hem de tüketim alışkanlıklarıyla hazırlanmış olması yatıyor. Kanyon Levent’te Türkiye’de ilk kez yer alan 40’a yakın yeni markanın mağaza açması da bunun göstergesi. Peki Kanyon’un tüketici kitlesini kimler oluşturuyor? Kanyon Genel Müdürü Marcus Lehto’ya göre, “Daha iyi bir hayat yaşamak isteyen, hayattan ilginç ve kaliteli şeyler bekleyen herkes”. Lehto’nun “herkes”i ise Türkiye nüfusunun sadece yüzde ikisi. Geriye kalanı sadece izleyici, çünkü önünde sonunda bu mekânlar “kamu”ya açık. Son olarak alışveriş merkezlerinin neye hizmet ettiğini bir kez daha hatırlamak için Gaye Birol’un çalışmasından bir alıntı daha yapalım: “Bu mekânlarda anı biriktirilemez ve tarihselleştirilmesi olanaksızdır. Marc Auge’a göre bu tür bir mekânda bulunmak belirli bir amaca yöneliktir ve alışveriş merkezinde temel amaç daha fazla satmaktır. Alışveriş merkezinin her yerde uygulanabilen küresel mekân dili, doğru aydınlatma ve iklimlendirmenin de yardımıyla (gecegündüz, yazkış gibi ayrımların ortadan kaldırılması) zamandan ve mekândan bağımsız bir biçimlenmeye odaklanır. Bu tür bir mekân organizasyonu, yapının kendi soyut ve mekanik zamanını yaşatmasına ve kullanıcıya da bunu dayatmasına neden olur. Bu durumda, bu mekânda alışveriş mekanik bir etkinliğe dönüşürken, alışveriş merkezinde yaratılmak istenen kent merkezi görüntüsü, yerini mekanik ve tümüyle ticarileşmiş bir mekân organizasyonuna terk eder...” Yeni İstanbul ‘semt’i Kanyon, Avrupa’nın en büyük inşaat projelerinden biri. Tabanlıoğlu, Jerde ve Arup firmalarının imzasını taşıyan projeyle Türkiye’de ilk kez bir açık alışveriş alanı tasarlandı. Maliyeti yaklaşık 200 milyon doları bulan mekân, 30 bin metrekarelik arsa üzerinde 250 bin metrekare kapalı alan olarak inşa edildi. Metro’yla bağlantısı da kurulan Kanyon’da 1600 kişilik dokuz sinema salonu, 2 bin 300 araçlık otopark, 8 bin 500 metrekarelik sığınak, açık ve kapalı yüzme havuzu, masaj salonları, mağaza, restoran ve barlar yer alıyor. Binaları ve alanları birbirine bağlayan, avlularla çevrili iç yollar ise şehir içi etkisi ve devamlılık yaratmak için. Kanyon’un konut bölümünde farklı açılarla yerleştirilmiş 180 apartman dairesinin tümü vadi manzarasına hâkim konumda tasarlandı. Ofislerde camlar yere kadar indirildi, böylece 25 katlı, betonarme, cam yüzeyli ofis kulesinde çalışanlar dışarısıyla bütünleşir hale getirildi! Kanyon Projesi’nin statik hesabı meydana gelebilecek en büyük deprem ivmesinin yüzde 20 fazlası esas alınarak yapıldı. Alışveriş merkezinin açık olması ve teraslı bir konut yapısına sahip olması nedeniyle, proje geliştirme aşamasında binaya rüzgâr testi uygulandı; bu testin sonuçlarına göre gerekli mimari önlemler alındı. Kanyon’da yer almak için 2 bin 500 marka başvurdu. Yapılan eleme toplantısıyla bu sayı 160’a düşürüldü. Kanyon’la birlikte Türkiye’ye yaklaşık 40 yeni marka daha girdi. İşte bu yeni markalardan bazıları: Nataly’s: Fransız çocuk giyim markası. Murphy & Nye: Denizcilik giysileri satıyor. Hakkasan: Londra’nın Çin restoranları zinciri. MandarIna Duck: İtalyan çantacısı. Wagamama: Modern Japon restoranı. Douglas: Alman kökenli parfümeri. Apple Center: Konsept bilişim mağazası. Le Pain Quotıdıen: Belçikalı kafe zinciri. Aga: Özel demir döküm fırınlar üreten İngiliz markası. GStar: Hollandalı jean markası. Thomas Pink: İngiliz gömlek markası. Goorin Brothers: Amerika’nın en ünlü şapkacısı. Pilgrim: Danimarkalı takı firması. Pili Carrera: İspanyol çocuk giyimi markası. Fresh Line: Organik sabun, şampuan gibi ürünler yapan Yunan markası. Bally: İsviçre ayakkabı markası. Georg Jensen: İsveç takı markası. CUMHURİYET 05 CMYK