22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

9 TEMMUZ 2006 / SAYI 1059 Şarkı söylemek lazım... Aylin Kotil Enver Topaloğlu, “genç şair” kalma iddiasına üçüncü kitabı “Divane”yle devam ediyor. “Çünkü şiir yeniliği ve uğraşıyı gerektirir” diyor. “Divane”de de bugünün karmaşasını, insanın parçalanmışlığını ironik bir dille anlatıyor. O kullar da tatil oldu neden dışarı çıkıp oynamıyorsun, dedi annem. Henüz farkına varamadı, ama bizim mahalle uzunca bir zamandır tatsız. Arkadaşların hepsi ayrı telden çalıyor, ne birlikte oynayabiliyoruz ne de bir araya gelip sohbet edebiliyoruz. Ayşe bu duruma takmış bu aralar. Hepinizi bir araya getirip barıştıracağım, diyor. Tek tek gelip bizlerle konuşuyor. Aslında kendi halinde bir kızmış gibi durur Ayşe hep ama, böyle garip sürprizler de ondan çıkar her zaman. Garip çünkü, biz bir araya gelip ne zaman oyun kurmaya kalksak Ayşe çomak sokardı oyunumuza. Oyun bir türlü toparlanamaz, dağılır giderdi. O da uzaktan seyrederdi bizi. Şimdi ne oldu da “hadi hep beraber oynayalım” diyor, anlamış değilim açıkçası. Arkadaşlardan biri hiç istemedi onunla bu konuyu konuşmayı, zaten yıldızları hiç barışmamıştı. Değil mahallede beraber oynamak yan yana bile gelmezlerdi. Eskiden bir tek sapanı birlikte oynarlardı, o da birbirlerinin canını acıtmak istedikleri için. Her şey Rıdvan’ların Çankaya’ya taşınmak istemesiyle başladı galiba. Rıdvan ile ailesi oraya taşınmak istiyormuş. Rıdvan değişik bir arkadaş. Biz beş, altı kişiyiz mahallede, diğer çocuklar bize göre hareket eder. Oyunları biz kurarız, öbürleri oynar. İstediğimizi oyuna alır, istediğimizi oyundan çıkarırız. Bazen laf olsun diye oylamayla belirleriz takımlarımızı, yani sırf değişiklik olsun diye, ama hiç keyif almayız bu durumdan. Rıdvan diğer çocukların arasına çok girer, Yusuf’un tam tersidir o. Yusuf “Ben sizlerden farklıyım aslında öbür çocukları çok severim, böyle ayrımcılık yapmayalım onların da söz hakkı olsun oynarken” falan der, ama laf. İpler onun eline geçti mi, kimseyi dinlemez. Yanında belli iki üç çocuk vardır, bütün gün onlarla sıkılır durur. Rıdvan ise diğer çocukların altından girer üstünden çıkar, onlar gibi konuşur, onlar gibi davranır. Ara sıra ters düşer, bir iki bağırır çağırır onlara, ama çabuk unuturlar, yani içimizde en çok onu severler. Ama Rıdvan tatsız bu aralar. Yurtdışında bir arkadaşı vardı onun, taktik verirdi ona şöyle yap böyle yap oynarken diye, araları açılmış. Belki de o yüzden gitmek istiyor Çankaya’ya. En küçüğümüz pek bir havalı gelmişti mahalleye. Önce hangi eve taşınacakları belli olmadı ama çok uzun sürmedi buldu kendine bir yer. Bir türlü karar veremedi oyunlarda hangi rolü oynayacağına, dolayısıyla biz de karar veremedik ona hangi rolü vereceğimize. İçimizde bir de ağır bir ağabeyimiz var. Çok havalı dolaşır. Bir grup onu hiç sevmiyor, etrafı ise sever gibi gözüküyor, biraz korkuyorlar mı ondan nedir? Diyorum ya pek bir karışık bizim mahalle. Annem de demez mi “çık çocuğum oyna” diye. Tadı kaçtı anne bizim mahallenin, dedim ona geçenlerde. Neden dedi, anlattım. Hem eskiden verdiğin harçlıkla daha çok oyuncak alırdım dedim, artık onu da alamıyorum. Yani değil beraber oynamak, oyuncak alıp kendi kendimize bile oynayamıyoruz artık dedim. Annem; “Siz oyun kurmayı ya hiç öğrenmemişsiniz ya da unutmuşsunuz” dedi. “Size oyun kuracak yeni ağabeyler, ablalar lazım çocuğum” dedi. Bu söyledikleri hiç de kulağıma fena gelmedi. Şunlar ortalıkta tatsız tatsız dolaşmasa da yeni ağabeyler ablalar gelse gerçekten. Hem belki bilmediğimiz yeni oyunlar çıkmıştır dünyada. Haberimiz bile yok bunların mızıkçılığı yüzünden. Artık hepimize yeni oyunlar, ablalar, ağabeyler, şarkılar söylemek lazım. Hem de avaz avaz, çığlık çığlığa. aylin@kotilsarigul.com Şiir zamanla yarışmaz... Özlem Altunok ivane, Enver Topaloğlu’nun “Yakamoz ve Tebessüm” ve “Kristal Kral”ın ardından yazdığı üçüncü şiir kitabı. Aşkı, ayrılığı, parçalanmayı, yalnızlığı ironik bir dille anlatıyor. “Hayatımızda en çok ne yer tutuyorsa dilimizde de onlar var” diyor Topaloğlu. Bu yüzden şiirin kendine ait zamanında, bugünün insanının açmazları üzerine kafa yoruyor. Enver Topaloğlu’yla son kitabı üzerine konuştuk. Divane, üç dosyadan oluşuyor. İlk dosya 1995’te, son dosya ise 99’da tamamlanmış ve hepsi, kitap olarak 2006’da okura ulaştı. Bu sizin tercihiniz miydi, yoksa bir şiir kitabı yayımlatmak başlı başlına bir uğraş mı? Şiir dosya olarak hazırlandığında kitap olarak yayımlanması kolay olmuyor. Bunun iki nedeni var. Birincisi daha çok şairle ilgili. Birçok şair gibi ben de şiirlerimi bir süre bekletme ihtiyacı duyuyorum. O bekleme süreci şiirin demlenmesini sağlıyor. İkinci nedense 90’lardan itibaren yayınevlerinin şiir kitabı yayımlama konusunda kısıtlamaya gitmesi. Şiirin kolay tüketilemezliği kâr anlayışı güden yayıncıların beklentisini karşılamıyor. Şiirin beklemesi bir açıdan iyidir dediniz, yine de geçen sürenin eksilttikleri olmadı mı? Geç yayımlanmasının olumsuz yanı, kitabın tematik olarak sorun edindiği izleğin 90’lı yıllarda daha sıcak bir gündem oluşturmasıydı. Öteki, çokkültürlülük, kimlik gibi kavramlar o zamanlar bu ölçekte gündemde değildi. Divane’de yer alan dosyaların üçü de benzer temaları işliyor. “Pervaneler Kadar”; aşk, ayrılış, kopuş şiiri gibi görülse de modern çağda insanın kültürel ve tarihsel, kişisel ve sosyal ayrılışlarını, kopuşlarını irdeleyen bir dosya. “Kıyıya İnen Yol”sa, in Fotoğraf: VEDAT ARIK ğu için tercih ettiğim bir sözcük. Sonuçta hayatımızda en çok yer tutan neyse dilimizde de onlar oluyor. “Şiir abartsa da, yalan söylemez” diyorsunuz bir şiirde. Şairlere, şiire dair esprili bir tespit bu. Bu yönde başka tespitleriniz de var mı? Yaygın olan şair ve şiir anlayışıyla hesaplaşmaya çalışıyorum. Şiirde olan, ortaya çıkan kimi şeyler, günlük yaşamımızla pek orantılı değil artık. Bana göre şiir, bir düşünme biçimi. Bu yüzden şairin şiirle kurduğu ilişkide günlük yaşamla çelişkili duruma düşebiliriz. Zaten artık hayat, şairin yirmi dört saat şair kalmasına uygun değil. Yani şairin tembellik hakkı elinden alınmış durumda. Şiirleriniz zaman zaman okurla konuşuyormuşsunuz hissi veriyor. Okurla ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Ben şiirin yarısını şairin, diğer yarısını ise okurun yazması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden şiirlerin çağrışıma açık olmasını hedefliyorum. Bir şair olarak kendimle bir tür diyalog halindeyim. Şair kimliğimle okur kimliğim metnin içerisinde sürekli yer değiştiriyor. Bu diyalog benim açımdan eğlenceli olduğu kadar, okura da aradığı kapıyı bulmakta kolaylık sağlamayı amaçlıyor. Sırada yeni şiir dosyaları var mı? Yakınlarda bitirdiğim bir şiir dosyam var. Dosyadaki her şiir “Beni eve götür sevgilim” dizesiyle bitiyor. Şiirler birbirlerine sadece bu dizeyle bağlanıyorlar. Bir arkadaşım “çağdaş dua gibi” demişti, bu tekrar dizesi için. Bir açıdan ben de öyle düşünüyorum. İnsanın ev, yuva arayışıyla ilgili bir temayı seçtim bu defa. Çünkü bir süredir insanın nereye giderse gitsin artık her yerde sürgün ve hiçbir zaman evinde, yuvasında olamayacağını düşünüyorum. D sanın sıkıntı halini nedenlerine temas ederek dile getiriyor. Neticede şunu anladım: Şiirin zamanla bir yarışı yok. Çünkü gerçekten şiirin kendine ait bir zamanı var. Kitabın arka kapağında “genç şair” tanımlaması yapılıyor sizin için. Oysa 40’lı yaşlarınızdasınız. Bu tanım için de şiirin kendine ait zamanıyla ilgili diyebilir miyiz? “Genç şair” tanımı, kimin tarif ettiği ve edildiğine göre değişir bana göre. Şiire yeni başlayan biri için de, şiiri itibarıyla genç kalmış şairler için de kullanabiliriz. Ben günümüzün en genç şairini İlhan Berk olarak görüyorum. Çünkü şiir sürekli yeniliği ve uğraşıyı gerektiriyor. İRONİ: TENEFFÜS İMKÂNI Kitabın ele aldığı konular itibarıyla, ağır bir hava taşıması mümkünken, gelgitli, neşeli bir yapısı var... Bu, biraz da mizacımdan, hayata bakışımdan kaynaklı sanırım. Dünyada bulunmanın insana verdiği kederin yanında gülmek, gülünç şeyler bulmak da gerek. İroni hayatın bunaltıcı ortamında kısa da olsa teneffüs imkânı sağlıyor... Gül, kuğu, atlas, ey... Sanki şiirlerinizde kullandığınız, tutunduğunuz bazı özel imgeler, sözcükler var. Nedir bu sözcüklerin sırrı? Tekrarlara belli ölçüde bilinçli olarak yer verdim. Sözcükler hem içerdikleri anlamlar hem de tekrarın dikkat çekiciliği açısından önemliydi benim için. Mesela atlas. Atlas yoksa, aşk da olmaz, çünkü aşk, yeryüzüne özgü bir duygu. Gül ise hem şiir dilinin kültürel açıdan sürekliliğini işaret ettiği hem de insanın varlık sorunuyla ilgili en eski eğretilemelerden biri oldu Tecrit koşullarında kansere şiirle direnen Erol Zavar için... Bu ışık sönmesin Alper Turgut iiriyle tutunuyor Erol Zavar hayata, daha doğrusu, şiirle meydan okuyor ölüme... “...Hani filmin en güzel sahnesinde/sinemadan çıkar gibi/hayattan çıkıp gidemem(...)/Bunca mazeretim varken/ yaşama dair,/ ölümü aklımdan bile geçirmem/ seviyorum seni hayat/tüm kötü sürprizlerini de...” Tam altı yıldır tecrit koşullarında kansere karşı direniyor Erol Zavar... Yukarıdaki dizeler, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin mahkum koğuşunda yazdığı “Ölümü Ektim Randevu YerindeBeklemekten Ağaç Olsun” adlı şiirinden... Zavar’ın cezaevinde olma nedeni, sosyalist bir derginin sahibi ve sorumlu yazıişleri müdürü olması. Müebbet hapis cezasına çarptırıldı ama Zavar hastalığına rağmen umudunu hiç yitirmedi, şiirler yazdı, şiirler biriktirdi ve bir kitap yaptı. Cadde Yayınları’ndan çıkan kitabın adı, “Ölümü Ektim Randevu Yerinde”... Zonguldak doğumlu Erol Zavar, 39 yaşında ve iki çocuk babası. 1999 yılında mesane kanserine yakalandı. 14 Ocak 2001 tarihinde Ankara’da Terörle Mücadele Şubesi polisleri tarafından gözaltına alındı. İşkence gördü. Üç günlük gözaltı süresinde iki kez hastaneye kaldırıldı... 17 Ocak 2001 tarihinde çıkartıldığı Ankara DGM tarafından tutuklandı. Eskişehir Özel Erol Zavar’ın eşi Elif Zavar, kızı Özgecan (yedi yaşında) ve oğlu Özgür Deniz (beş yaşında) ile... Ş Tip Cezaevi’ne gönderildi... Mayıs 2002 tarihinden itibaren Tekirdağ F Tipi, Edirne F Tipi ve hastaneler arasında mekik dokudu. En son ailesinin bulunduğu Ankara’daki Sincan F Tipi Cezaevi’ne nakledildi. Kızı Özgecan, kansere yakalandığı yıl doğdu, şimdi 7 yaşında. Oğlu Özgür Deniz ise beş yaşında, babası cezaevindeyken doğdu. Erol Zavar, kucaklayamadığı oğluna şiir yazdı: “Yabancı bir dünyaya merhaba derken/Benim için çok geçti/Senin için erken/ Vakitlerimiz uymadı bir türlü.../Senin yanında bütün sevgilerim/Evimizin erkeği/Hoş geldin”. HÜCREDE TEDAVİ! Erol Zavar, donanımlı bir hastanede yatarak tedavi olması gerekirken hücrede tutuluyor. Gerekçe Adli Tıp Kurumu’nun verdiği “hastane koşullarında tedavisi mümkün” raporu. Zavar, bugüne dek dokuz kez ameliyat oldu, bedeninden 35 kanserli ur alındı. Sevklerde saldırıya uğradı, dövüldü, taciz edildi. Küfür ve hakarete maruz kaldı. Yetmedi, ameliyat çıkışı yatağına kelepçelendi. Eşi Elif Zavar’ın öncülüğünde kurulan “Erol Zavar’a Yaşama Hakkı Koordinasyonu”, 10 bin imza toplamaktan gösteriler düzenleme ye, suç duyurularından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kapısını aşındırmaya uzun soluklu bir mücadele yürütüyor. Kampanyanın adı “Bu Işık Sönmesin”. Vurgu yapılan cümle ise “Tecrit öldürür, dayanışma yaşatır”, çünkü Zavar, hastalığıyla, ancak cezaevindeki arkadaşlarının yardım ve destekleriyle baş edebiliyor. Uluslararası İnsan Hakları Dernekleri Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Akın Birdal, Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Dr. Metin Bakkalcı da, hastalık terminal (geri dönüşsüz) evreye ulaşmadan Zavar’ın tahliye edilmesi gerektiğini savunuyorlar. Zavar ölüme direniyor, ama tecrit ve cezaevi koşulları buna ne kadar izin verir, bilinmiyor! Oysa Zavar yaşamak ve şiir yazmak istiyor... CUMHURİYET 11 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle