Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 7 14/12/06 16:40 Page 1 PAZAR EKİ 7 CMYK 17 ARALIK 2006 / SAYI 1082 7 YEŞİM TABAK (Rolling Stone dergisi, sinema yazarı) Evde film alışkanlığı... Yazılarınızın izleyiciyi yönlendirdiğini, etkilediğini düşünüyor musunuz? Eleştirmenlerin gişe sonuçlarını çok ciddi şekilde etkilemediği biliniyor. En çok, insanların ancak eleştirmen tavsiyesiyle gideceği, albenisi dışarıdan kolay kolay görünmeyen filmleri etkiliyor olsa gerek. Bilinçli izleyici sayısında artma var mı? Böyle bir kitle kesinlikle var, fakat en büyük tüyosunu gişe memurundan ya da VCD’ciden alanlara oranlarının ne olduğunu tam bilemiyorum. Her şeye rağmen, özellikle evde film izleme alışkanlığı yeniden canlandığından beri herkesin sinema zevki çok gelişti. İnsanlar vizyonu takip etmeseler de kendilerince araştırıp izleyecek enteresan bir şeyler buluyorlar. Eleştirilerinizi yazarken, yerli filmleri kayırmak gibi bir dert taşıyor musunuz? Yerli sinemaya destek olunacaksa, bu ancak haber yapma anlamında olabilir. Eleştirirken böyle yaklaşmak, bana “kıyak”tan çok hakaret gibi geliyor. Bir filmi yazarken kriterleriniz neler? Sanki statik bir “puantaj sistemi” varmış gibi düşünülmemeli. Eğer filmin herhangi bir yönü, oyuncusu, müziği, politik mesajı, diğer filmlerle ilişkisi, bir sahnesizengin bir malzeme sunuyorsa veya yeterince ilginçse, yazan kişi becerebildiği, dili döndüğü kadar onu öne çıkarmaya çalışmalı. Popüler köşe yazarlarının film yazılarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Pazarlama politikası olarak basından alıntı yapmak son derece doğal. Yalnız yazarlıktan çıkıp “halkın yaşam koçu”na dönüştükçe köşe fotoğrafı poster boyutuna ulaşan isimlerin “Gidin!”, “Gitmeyin” gibi buyrukları ve “Ben çok sevdim!” gibi müjdeleri gündeme gelince, durum çok sıkıcı olabiliyor. “Star filmi” dediğimiz tarz filmler hâlâ var mı, daha doğrusu sizin starınız var mı? Gerçek star filmleri eski Yeşilçam döneminde kaldı. Şu an star filmi kavramının Türkiye’de pek oturmuş bir konumu yok. Hülya Avşar’ı veya dizi yıldızlarını oynatarak iyi gişeyi garantileyemiyor kimse. Yine de bazı filmlerin sadece tanıdık yüzlerle iki saatlik zırvalık adına çekildiğini kabul etmek ve buna üzülmemek lazım. Zira o filmler olmasa seyircinin yine de Zeki Demirkubuz filmlerinin önünde kuyruk oluşturacağını sanmıyorum. Kocanızı nasıl pişirmek istersiniz? Melike Tümer enay Gürler’i görüntüsünden önce sesiyle tanıdık. Birçok film, dizi ve reklama sesiyle hayat veren oyuncunun yüzüne aşina oluşumuzsa, “Avrupa Yakası”nın aşka âşık editörü Fatoş’la başladı. “Korkuyorum Anne”, “Döngel Kârhanesi” ve son olarak “İlk Aşk” filmleriyle beyazperdede de boy gösteren Gürler’i, televizyon izleyicisi şimdilerde bir de “Acemi Cadı” dizisinden takip ediyor. İzmir’de başlayan tiyatro serüvenini sinema yönetmeni olma isteğiyle geldiği İstanbul’da sürdüren Gürler, iki yıllık moladan sonra, Debie Isıtt’ın yazdığı “Kocasını Pişiren Kadın” adlı oyunla tiyatro yolculuğuna da kaldığı yerden devam ediyor. Erdem Akakçe ve Devrim Yakut’la birlikte rol aldıkları, Özen Yula’nın farklı bir yorumla sahneye koyduğu, kadınerkek ilişkileri ve evlilik kurumunu eleştiren oyun, Kenter Tiyatrosu'nda 21222324 Aralık tarihlerinde sahnelenecek. “Kocasını Pişiren Kadın” nasıl bir oyun? Üç kişilik bir komedi. İki kadın ve bir erkek var. Kadınlardan biri adamın eski karısı, diğeri şimdi evli olduğu kadın. Kadınlar arasında bir çatışma var, erkek ise kadınlara sürekli yalan söyleyerek onları kandırıyor. Oyun, evlilikle birlikte ilişkinin nasıl monotonlaştığını ve kadınerkek ilişkilerini anlatarak evlilik kurumuna göndermeler yapıyor. Ş ERDEN AYAS (Mühendis) Oyunda, farklı tarzda bir oyunculuk göze çarpıyor... Ben ilk defa bu tarz bir oyunculuk yapıyorum. Çok fazla anlatamayacağım, ancak izlenince anlaşılacak bir tarz. Üçümüz de göstermeci, birebir anlatma yöntemini kullanan bir oyunculuk sergiliyoruz. Zorlayıcı, ama aynı zamanda bir oyuncu için inanılmaz geliştirici. Çünkü kendinle uğraşıyorsun, şimdiye kadar yapmadığın şeyleri yapmaya çalışıyorsun. Oyun boyunca üçümüz de hem vücut hareketi, hem de konuşma anlamında hiç durmuyoruz. Nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz? Laura adında, güzelliğine çok düşkün, “her daim güzel olmalıyım” anlayışında, bunun için sürekli rejim yapan, ev işlerinde çok bilgisi olmayan, hatta çok kötü yemek pişiren, havalı bir kadını oynuyorum. Adamın şimdiki eşi, benim. Karısını benim için bırakmış, ama daha sonra beni de onun için bırakıyor. Laura’ya nasıl hazırlandınız? En çok Laura’nın duruşlarına çalıştım. Normal hayatta da çok fazla elimi, kolumu kullanırım konuşurken, ama Laura için daha belirgin hareketler yapmam gerekiyordu. Öyle bir şey ki o rolün içindesiniz, ama aslında her an dışında olduğunuzu da biliyorsunuz ve bunu hissettiriyorsunuz. Bir çizgi film karakteri gibi düşünmek gerekiyor. Seyirci için de değişik bir oyun olacak. Oyun, kadının evlilik içindeki konumunu anlatıyor. Siz nasıl bakıyorsunuz kadın ve evliliğe? Hollywood tutkusu... “Bir kadın, kocasını neden pişirmek ister” sorusuna yanıt ararken, evlilik Film eleştirmenlerinin çoğu filmleri siyah ya da beyaz olarak yansıtıyor. İki alternatif arasında gidip gelen izleyici de, iyi ya da kötü, başarılı ya da başarısız şeklinde değerlendiriyor. Bu noktada deneyimin, o film hakkındaki vaatten öncelikli olması gerektiğini düşünüyorum. Herhangi bir film hakkındaki onlarca eleştirel yaklaşımın bir kısmı bildiğim güvendiğim, bir kısmı bilip de umursamadığım, bir kısmı da daha eleştirirken inandırıcılık zaafı yüzünden kelimesine bile bakmadığım yazılar. Filmin eleştirel açıdan nasıl işlendiği ve ne düzeyde etkili olduğu da önemli tabii, ama filme gitmeden önce neyi amaçlayıp, filmi izlerken de neyi ölçtüğümüzü sorgulamalıyız. Diğer bir açıdan film tanıtımlarının gelişeceği yerde köreldiği inancındayım. Standartlar belli. Bir yanda, aynı sinemada özellikle bayram gibi tatil günlerinde onlarca salonda birden gösterime giren filmler, diğer yanda medyanın ilgisinden uzak, ancak arzuladığı izleyiciye ulaşmasını sağlayacak farkı barındıran bağımsız filmlerin gösterime girecek salon bile bulamaması. Avrupa ve Asya sineması hakkında ağzını bile açmayan popüler medya eleştirmenlerinin izleyiciye ulaşmalarında bir önkoşul haline gelen Hollywood tutkusu, bu eleştirmenlerin üstlendiği rolü daha çok bir fikir liderliğine dönüştürüyor. Her köşe yazarı sinemayı yazma hakkına sahip mi bunu da sorgulamak lazım. Çünkü onlar daha geniş okuyucu kitlelerine hitap ediyorlar ve ağızlara bakan binlerce okurları var. kurumunun monotonluğuna da göndermeler yapan “Kocasını Pişiren Kadın”, Kenter Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Özen Yula’nın çizgi film estetiğinden yararlanarak sahnelediği oyunda yer alan Şenay Gürler, “Seyirci önce şaşıracak, sonra kendini izlediğini fark edecek” diyor. Türk toplumunda evlilik içinde kadın çok eziliyor. Kadına verilen bir rol var ve kadın onun içinde kaldığı sürece eziliyor. O rolün dışına çıktığında ise toplum ona biraz farklı bakıyor, ama yine de kadın o rolün dışına çıkabilmeli. “Kocasını Pişiren Kadın”ın böyle bir mesajı var mı? Kesinlikle. Hayatını evlilik ya da bir erkek üzerine kurmak bir kadını ne kadar kısırlaştırıyor... Kendiniz olmalısınız, kendinizi var edebilmelisiniz. Oyundaki iki kadın karakterin de bir yerden sonra kafalarına dank ediyor, “Biz çok güzeldik, hoştuk, ne oldu? Nerede hata yaptık?” diyorlar. Evliliğin monotonluğu içinde kendinizi, kendiniz olarak değil de, o adamın eşi olarak var ediyorsunuz; ona iyi bakmaya, güzel yemekler pişirmeye çalışıyorsunuz. Ama onun dışında bir siz ve sizin istekleriniz var. Sizce seyirci bu oyuna nasıl tepki verecek? Çok enteresan gelecek. Başlangıçta, “Bir dakika, ne oluyor?” diyecekler, çünkü oyunculuğuyla, sahneye konuşuyla farklı bir oyun. Sonra anlattığı şeyler seyirciye yakın gelecek, hatta seyirci kendini görecek. Hayatta kadın ve erkek, bir de tabii kadınerkek ilişkileri var. Birebir onu, ama farklı bir yorumunu görecekler. İki dizi, iki film ve şimdi de oyun. En verimli yılınız gibi… Yaptığıklarımdan keyif aldığım bir yıl oldu diyebilirim. Filmlerde kısa roller aldım. Biri “İlk Aşk”, diğeri “Çinliler Geliyor”. “Çinliler Geliyor”da şimdiye kadar oynadığım karakterlerden farklı, kasabalı bir banka memuresini oynuyorum. HİLAL ÖZÜK (Lisanslama Uzmanı) Önce filmi izlerim... İzleyici olarak bir film beni konusu ya da oyuncu kadrosuyla cezbetmişse eleştirmenlerin film hakkındaki yorumlarıyla ilgilenmem. Fikir olsun diye okuyabilirim, ama kendi görüşümü şekillendirmemde yardımı dokunmaz. İlk kez duyduğum bir yapımı izleyeceksem yine öncelikli olarak aklım boş giderim. Filmden çıktıktan sonra hakkında yazılanlara bakarak genel çerçeveye ne kadar uzak ya da yakın olduğumu gözden geçiririm. Özel olarak takip ettiği herhangi bir eleştirmen ise yok. Türk sineması henüz emekleyen bir sektör olduğu için medyanın izleyiciyi Türk sinemasına yöneltmek için olumsuz eleştirilerden kaçtığını düşünüyorum. Ciddi eleştiri yapanlar da eleştiriliyor. Bence bu çok yanlış. Bazı oyuncu ve yapımcıların sadece güçlü bağlantıları olduğu için özellikle şişirildiğini düşünüyorum. İzleyici olarak tercihim popüler filmlerden yana değil. Daha çok bağımsız ve “underground” filmleri takip ediyorum. Bir filme ise sırf başrol oyuncusu popüler diye gidilmesi de komik bir olay. Zaten bir oyuncunun popüler olması, iyi oyuncu olduğu anlamına gelmiyor. Fotoğraflar: Vedat Arık Taze bir komedi anlayışı “Bir kadın kocasını neden pişirmek ister?”i sahneye koyan Özen Yula, seyirciye oyundan mutlu çıkmayı vaat ediyor. İşte Yula’nın oyuna dair söyledikleri… “Kocasını Pişiren Kadın”ı nasıl bir yorumla sahneye koydunuz? Komedi kıvamında, çok güzel bir oyun. Zaten adıyla gıdıklıyor ve merak ettiriyor. Oyunu birebir gerçekçilik duygusundan koparıp daha farklı bir yapı üstüne oturttuk. Bir aldatma hikâyesini, kimsenin gerçekten çok fazla üzülmediği, sıkıntı duymadığı; ama böyle olayların da insanın başına geldiğini anlatan bir yapıya büründürmeye çalıştık. Bunu yaparken gerek çizgi film estetiğinden, gerek eski siyahbeyaz Charlie Chaplin filmlerindeki slapstick (güldürü) unsurlarından yararlanarak daha hareketli, dinamik bir yapı kurduk. Yapmak istediğim aslında yeni ve taze bir komedi anlayışı getirme çabası. Oyuncuların hiçbiri sabit değil; bir akış, hareket koreografisi var. Düğün pastasına benzer üç katlı bir yapının üstünde oynuyorlar. Orta kat, adamın ilk karısıyla olan evi; üst kat ise diğer kadınla cinselliğini ve fantezilerini yaşadığı bir evin yatak odası. Sizce seyirci ne bulacak bu oyunda? Ben seyretmek istediğim bir oyun yapmaya çalıştım. Başkası bu şekilde sahnelemiş olsaydı ve ben izleseydim, o salondan çok mutlu çıkardım. Çok iyi bildikleri, kendilerinde ya da çok yakınlarında tanık oldukları bir olayı daha uzak açıdan, üç farklı karakterin başına geliyormuş gibi izleyecek ve eğlenecekler. G.O.R.A.