Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
29 AĞUSTOS 2004 / SAYI 962 Anneler ve oğulları... Feministlerin çabaları ve ahlak anlayışındaki gelişmelere rağmen oğlan annesi olmak toplumlardaki "itibar"ını koruyor. Bunda yüklenilen rollerin payı var. Anne kendini oğulun başına gelen herşeyden sorumlu tutuyor, oğul kendisini annesinin bedeninin bir parçası görüyor. Ortaya tuhaf bir aşk hikayesi çıkıyor... azarlar ve şairler kendilerine hayat veren annelerine karşı bağlılıklartnı dile getiren tek kişiler değiller, ama bu tutkulu sevgiyi sözcüklere dökmekten kendilerini alıkoyamayan ender oğullar onlar... Diğer erkekler bu konuda söz etmekten rahatsız çoğunlukla. Susuyorlar ya da lafı çabucak idealleştirilmiş şeylere kaydınyorlar. Bazı kadınlarda mutlaka bir oğlan çocuk doğurmak için bu denli güçlü istek neden geliyor? "Annelik bilinçaltı, bir kız çocuk istemeyi kendisini aynen sürdürmek olarak görür. Bu narsisistik bir devamdır" diyor Psikanalizci Serge Hefez. "Oysa bir oğlan çocuk kendisinde olmayanı vererek annenin bir yoksunluğunu giderir! Oğlan çocuğu, annede bütünlük hissi yaratan bir penise sahiptir". Erkekler sıkıntılı bir sessizlik sergilerken, eşleri bunun çoğu kez birlikteli Y klerindeki dengeyi etkilediği gerekçesiyle, erkekleriyle anneleri arasındaki ayrıcalıklı bağdan bol bol sözediyorlar. Annelere gelince, oğulların çekingenliğinin tersine, birçoğu bir oğlan doğurmaktan duyduklan mutluluğu açık bir keyifle dile getiriyor. Anneler için bu denli haz verici, oğullar için itirafı karmaşık olan bu sevgiyi diğerlerinden farklı kılan ne? AŞK BAĞI Romancı Paul Marston, çocukluğunda annesinin kucağındaki öğlen uykularının sonsuz tadını anımsarken, "Kollarının beni sarmasından, sıcaklığından çok, etrafımda bir koza ören uykulu sesi beni altüst ederdi ve beni uykuya hazırlardı" diyor. Serge Hefez'e göre, "Beslenme aşamasındaki kaynaşmadan, annelik evrenine geçiş bir aşk bağı doğurur. Burada bir üçüncü, mümkünse baba bu bağın yerleşmemesi için önemlidir". Bu ilk bütünleşmeyi bozmak, anne ve oğulun kendi bedenleri ve ayrı duyguları olduğunun bilincine varmalarını öngörür aynca. Oğul annesinin bedeninin bir parçası olmadığını anlamalıdır. Anne de oğulun başına gelebilecek her şeyden kendini sorumlu tutmamalı ve yaşamı boyunca ondan kaçmakla, onu aşırı kollamak arasında gidip gelmemelidir. BASKISIZ HAYRANLIK Feministlerin çabalanna ve ahlak anlayışındaki üerlemelere karşın toplumda bir oğlan çocuğu olmak, tüm değişikliği sağlayan "fazladan birşey" sahibi olmayı simgeliyor, oğlan annesi olmak da kadını iki kat güçlü kılıyor. Aynca annenin özgüveni ne kadar azsa, özgüvenini artırmak için oğluyla ilişkisini o denli çok kullanmak eğiliminde. Bir başka narsisistik tuzak da anneleri oğullarına duyduklan tutkuda yakalıyor; anneler kendi gönül kınklıklarının yerine, oğullan na olan bağlılıklannı koyuyorlar. Onlan küçük gönül arkadaşları yapıyorlar. îtalyan "mamma"ları ya da Yahudi eşdeğerleri ise yeterince tuhaf olarak bunu psikolojik bir sorun olarak görmüyorlar. "Bu çok folklorik bir imaj" diyor Serge Hefez: "Elbette, Akdeniz kültüründe annenin rolü Kuzey ülkelerine göre çok daha etkin. Ne var ki, uzmanlık pratiğimde bu oğulların anneleriyle sağlıklı UişkiJer geliştirmekte daha fazla zorlandıklarını gördüğıimü ileri süremem". 34 yaşındaki Samuel, yan bağışlar, yan şakacı bir gülücükle kendi öyküsünü anlatıyor: "Kızkardeşimin iğneleyici bir sözünü anımsıyorum 'Adının Samuel olduğunu bilmeseydim, adını 'oğlum' sanırdım, demişti. Tüm görkemiyle Yahudi annesi olan annemin sıkıcı gururu, ergenlik döneminde beni boğdu, ama bugün, bu karşılıksız aşkın bana on hayata yetecek özgüveni verdiğinin farkındayım." 36 yaşındaki parlak avukat Sylvain, Anneoğul ilişkisini diğer ilişki türlerinden farklı kılan sebepler, hastalıklı bir bağlılığa da yol açabiliyor. başarısını annesinin kendisine verdiği "baskısız hayranlığa" borçlu olduğunu savunuyor. "Tüm yaşamında bana, 'büyük bir potansiyele sahipsin, hangi yolu seçersen seç, en iyi olacaksın' dedi. Ona inandım ve havayı iyi kokladım." Başan beklentilerini, çocuğuna önceden belirlenmiş bir yol çizmeden yansıtmak, annelik sevgisinin sırrı. Bu aynı zamanda güç ve özgüven kaynağı olarak görülüyor. Sylvain "Yalnız, aynı şey benim aşk yaşamımda pek fazla olumlu olmayan yankılar yaptı!" diyor: "Biraz fazlaca, beni annem gibi sevecek kadınlara eğilimim var; yani koşulsuz, aşklannı kazanmak için çaba harcamamı istemeksizin sevecek"... Bu itirafı pek az "tapılası" oğul yapıyor, pek az "tapan" anne... Tüm tutku öyküleri gibi anneoğul ilişkisi de kendi açısından sözle anlatılamaz kalacak. • Psychologies'den çeviren: EMRE ÇAĞATAY PAZARIN PENCERESİNDEN Etik saçma mıdır? Selçuk Erez Birtakım üzücü haberler yer alıyor basınımızda: Kendisinden şampiyonluk beklediğimiz bir atletimiz Olimpiyatlara katılamıyor. Neden? Sporculara uluslararası kurallara uyularak uygulanan "doping" incelemelerine gereğince katılmadığından. Dahası da var: Doping denetçileri, kendisinin idrar örneği vermeyip başka bir kimsenin idrannı vermeye kalkıştığını belirtmişler tutanaklarında. Şansını yitirmiş şampiyon adayımızın antrenörü ve eşi, idrar örneği vermemelerini, örneği isteyenin erkek olmasıyla, dublör tarafından atıldığı belirtilen imzanın şampiyon adayınınkine benzememesini de bir yere dayanılmadan pelür kâğıt üzerine imza atılmış olmasıyla açıklamaya yelteniyor. Superonline, internet sayfasında bir anket yapmış, izleyicilere ne düşündüklerini sormuş: Yaklaşık dörtte üçü bu açıklamaları inandıncı bulmuyor! Bir trenimiz devriliyor, birçok vatandaşımız yaşamını yitiriyor ya da sakatlanıyor: Suçlanan makinistler. Ancak, yetersiz altyapıya rağmen, makinistlerin maaşlanndan, yıpranmışlıklanna kadar çok sayıda moral bozucu etkinin varlığı nedeniyle hata yapmaları beklenecekken demiryolları taşımacılığında insanın hata payını en aza indirgeyecek donanımı sağlamamış olan bu günkü yönetim, tutmuş eski hükumetleri suçluyor. Sanki benim evimin tepesinden düşen kiremit, yoldan geçen bir vatandaşa zarar verirse ve bu vatandaş benden hesap sorarsa, kendimi "Benden evvel bu eve sahip olanlar tedbir almamışlar. Suç benim mi?" diyerek beraat edebilirmişim gibi bir davranışı seçmenin akla yatkın olduğunu düşünüyorlar. Bu konuda anket yapanı görmedim ama benim görüşüp konuştuklanmın yüzde doksandokuzu suçu makineste yüklemiyor. Düşünuyoruz: Şampiyon adayımız olan sporcu hanım yarışmalara katılıp birinci olmasaydı, hatta sonuncu gelseydi daha mı kötü olacaktı? Tren kazalarında altyapı eksikliği böyle göze batarken makinisti suçlamak, tüm kabahatın onda olduğunu ileri sürmek bir yönetimi çok mu inandıncı kılıyor? Bu birbirinden ilgisiz görünen ve çaresini arayıp bulmak gereğini algılamadıkça utanmalarımızın ve üzülmelerimizin sürmesine neden olacak yanlışhklan önlemenin yolu nedir? Bu üzülünesi ve utanılası durumların, insanlarının yüzde doksan dokuzu Müslüman olan, din eğitiminin okullarından imam hatip liselerine, kuran kurslarma kadar yaygın bir şekilde uygulandığı, yönetiminin, referansının din olduğunu çeşitli yollardan vurgulamayı asla ihmal etmediği bir ülkede gerçekleşmesi, salt din eğitiminin bunları engellemeye yetmediğini yansıtmaz mı? "Doping" ve bizim tren kazası ertesi duyduklarımıza benzer rezaletler, başka köktendincisi bol ülkelerde de sergilenmektedir. Demek ki doğru davranışı, sadece din hocalarından öğrenmek yetmiyor. "Avrupa'ya uyum için alelacele yürürlüğe koyduklanmız" dahil ülkemizde geçerli yasalar ve tüzükler de engelleyemiyor bunları. Çare, okullanmızda, etiğin ne olduğunu anlatmak, bunu elden geldiğince çoğumuzun kavraması ve yaşamımızda etik davranmanın aslında en akılcı yol olduğunu anlamamızdır. Etik nedir? Etik, davranışlarımızda doğru yolu seçmemiz için yaptıklarrmızı çeşitli açılardan irdelemeyi öğretir bize: Bunlar, başkalarının haklarına saygı, sorumluluklanmız, topluma yarar ve doğruluk gibi süzgeçlerdir. Bizi bir şampiyon adayından edenler ve tren yolu kazalarında sorumluluktan sıyrılmak için sayısız girişimde bulunanlar, yaptıklarını, etik süzgeçlerden geçirselerdi kayıpları çok daha az olurdu: Biz, "Bir şampiyon yitirdik, bir bakanımız istifa etti ama bu aksaklıklar nedeniyle doğru açıklamaları yapan ve özür dileyenleri, çocuklarımıza işler aksi gittiğinde tutulacak doğru ve etik yolun örnekleri olarak gösterebileceğiz!" diye düşünürdük, ve üzüntümüz hafiflerdi. •