02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 EKÎM 2004 / SAYI 96 Geçen günlerde Amerikan helikopterlerinin Bağdat'taki sivil halka açtığı ateş sonucunda 13 Iraklı yaşamını yitirirken çok sayıda insan da yaralandı. The Guardian gazetesi köşe yazarlarından Ghaith AbdulAhad da onlardan biriydi. Ahad bu vahşet dolu olayı anlatıyor ve şans eseri canlı kalabildiğine inanamıyor... Savaşı gördüm... er şey pazar sabahı gelen bir telefonla başladı. Hayfa Caddesi bir toz dumanına bürünmüştü. Henüz afyonum patlamadan kot pantolonumu ayağıma geçirirken bir yandan da yapacakları için sabahın körünü seçen isyancılara küfürler yağdırıyordum. Bir ara yatağıma geri dönmeyi düşündüm, nasılsa ben oraya vardığımda her şey sütliman olacaktı. Hayfa Caddesi'nin yolunu tuttuğumda her şeyin geçmiş olması ya da Amerikalıların olay yerini kordon altına almış olmaları için dua ediyordum. Hayfa Caddesı 80'lerde, Bağdat'a çağdaş bir görünum kazandırmak amacıyla Saddam tarafından yaptırılmıştı. Sovyet tipi yüksek binalarla çevrili bu uzun ve geniş bulvar geri plandaki yoksulluğu örten bir perde işlevi gorüyordu. Kentin çoğu Sünni olan en sefil halkı orada barınıyordu. Oraya vardığımda yüzlerce çocuk ve genç dumana doğru koşuşturuyordu. 50 metre kala birkaç patlama sesiyle birlikte ortalığı yeni bir toz bulutu kapladı. Bir anda insanlar akın akın bana doğru koşmaya başladılar. Onlar koşuştururken turuncu tulumlu bir adam da caddeyi süpurüyordu. Tepemde uçuşan birkaç helikopter dönüşe geçmişti. Caddenin az gerisindeki bir mağazanın önündeki avluya adadım. Benden başka on kişi vardı. Hepimiz avlu duvarının arkasında pusuya yattık. Yuzü bana yakın olan bir adam, "Bu bir ses bombası" dedi. Birkaç saniye sonra ınsanların çığlık çığhğa bağrıştıklarını duydum. Bir şeyler olmuş olmalıydı. Duvarın arkasında eğilerek seslerin geldiği yere doğru ilerledim. Bir ara ters yöne doğru koşan iki foto muhabiriyle göz göze geldim. Dizi bükülen adama döndüm. "Mera etme, iyileşeceksin," diyerek onu yatıştı maya çalıştım. Bir yandan da başının a kasından caddeyi gözlüyordum. Dert olmuş üç adamdan biri başını kaldırara boş gözlerle ıssız caddeye baktı. Ardıı dan gözlerini önündeki çocuğa dikti \ sırtını çevirerek yeniden gökyüzünü se; re daldı. Bir süre sonra yavaşça bakışl; rını yeniden yere doğrultarak başını ko larına dayadı ve ellerini gozlerinin ılişt ği bir şeye uzattı. Bu, az önce kardeşir yardım için çırpınıp dövünen adamd Yardım istemiş, ancak kimse elini uza maya yeltenmemişti. SAKIN KORKUTMAYIN! Emekleyerek adamların yanına yakla tun. Uyuyor gibiydiler. Ardından, resm ni çekmek uzere kuçük bir çocuğun y. nına gittim. Kendi kendime, "Uyuyor diyordum ve onu uyandırmak istemiyo dum. Bacağı kopan adam da oradayc Onu sürüklemeye çalışanlar çekip gi mişlerdi. Araç hâlâ yanıyordu. Derkc çocuklar üşüşup, ölü ve yaralıları şaşkı bakışlarla izlediler. O sırada birisi, " H likopterler!" diye haykırdı ve hepimiz ç yavrusu gibi dağıldık. Arkama döndı ğümde ıblıs kılıklı kapkara iki helikoptı ri gördüm Korkuyla sığınağıma koştu mamla birlikte iki büyük patlama old Sokağın obur ucunda turuncu tuluml adam hâlâ süpürüyordü. Bacağı bükulen adam yüzü koyun y* re uzanmıştı ve artık bilincini yitirmişl Birkaç çocuk yanına yaklaşıp öldüğün söyleyince onlara, "Öyle söylemeyin! ı hâlâ yaşıyor! Sakın korkutmayın," dij bağırdım. Çocukları dizi bükulen adaı ve mavi tişörtlü gençle bıraktık. Tümü c artık bilinçsizdi. Onları orada tek başl rına ölüme terk ettik. Birini bile yanın almaya yeltenmedim. Yalnızca kendi p çamı kurtarmaya çalışarak koşuyordur Bir bınanın girişıne geldiğimde biri kı lumdan çekip beni içeri aldı. "Burada y ralı bir adam var. Bol bol resim çek ^ Amerikan demokrasisinin ne olduğur tüm dünyaya göster" dedi. Adam zifi karanlık koridorda yatıyordu, biri de y talarını sarmaya çabalıyordu. Bir süre sonra ambulans geldi. Öteb ler gizlendikleri yerden çıkıp yaralı siv lerın ambulansa taşınmasına yardım olurlarken, ben de caddeye koştum. Ar bulansm sürücüsünün, "Bu ölmüş, ba kasını getirin" dediğini duydum. Amb lans uzaklaşmca dağıldık. Hepimiz Âm rikalıların bir ambulansa ateş etmeyece lerini, ama bizlere edeceklerini düşün yorduk. Aynı sahne birkaç kez yinelenc Ambulansın geldiğini her duyuşumuzı sokağa fırlıyor, gittiğinde yeniden gizl niyorduk. Dün ofisimde otururken çektiğim f > toğraflara bakmakta olan bir meslekt şım, "Demek sen resim çekerken An gazetecihâlâyaşıyordu!" dedi. "Arapg zeteciyi gönnedim," dedim. Bana ma tişörtlü adamın resmini gösterdi. Oyd Ölmüştü. Sığmağı paylaştıklarımın türr de ölmüşlerdi. • Çeviren: RİTA URGA H Yaklaşık 20 metre kadar önümde kapdarı açık bir Amerikan zırhlı aracı alevler saçan bir canavar gibi karşıma dikildi. Durup birkaç poz çektikten sonra caddenin karşı tarafında toplanan kalabalığa doğru yürüdüm. Kimileri boylu boyunca yere uzanmış, kimileri de çevrelerine toplanmıştı. SEN MİSİN BU, KARDEŞİM? Tedirginlik içinde caddenin ortasına fırladım. Çevremde bir yığın sivil vardı. Beş yaralının çevresine toplanan insanlar ağlaşıp bağnşıyordu. Bir adam yaralılardan birine bakıp dövünürken, "Sen misin bu, kardeşim?" diye haykmyordu. Yanına yaklaşmaya cesaret edemiyor, oracıkta dikilip kardeşinin kanlar içindeki yüzüne bakıyordu. Üstü başı kanlar içinde bir adam gözleri yuvalarından fırlamış, dehşet içinde olanlara bakıyordu. İki adam olayda bir bacağının yansı kopan, bilincini yitirmiş birini sürüklemeye çalışıyordu. Bir iki dakika resim çektikten sonra helikopterlerin yeniden bize doğru geldiklerini gördüm. Herkes koşuşturmaya başladı. Ben de koşmaya başladım. Hepimiz aynı yöne koşuşturuyor, soluğu karşımızdaki prefabrik büfede almaya çalışıyorduk. Köşeye geldiğimde iki patlama oldu ve ansızın yüzümün yandığını hissettim. îki büklüm olup büfenin arkasına gizlendim. Altı kişi bir avuç yere doluşmuştuk. Kameramın üzerine kan damlamaya başlamıştı. O an düşünebildiğim tek şey merceğe kanın bulaşmasını onlemekti. Kırk yaşlannda bir adam yanı başımda ağlayıp duruyordu. Yaralanmış filan değildi, yalnızca ağlıyordu. Öyle korkmuştum ki, duvara sıkışıp yok olmak istiyor Ghaith AbdulAhad, Irak'ta Atnerikan askerlerinin saldırısına tanık oldu ve görüntüledi... dum. Helikopterler tepemizde dönüp duruyorlardı. O anda bizleri hedef aldıklarını fark ettim. Gözden kaybolmak, ötekilerinin altına gizlenmek istedim. Helikopterler az biraz uzaklaşmca adamlardan ikisi yakındaki binaya koştu. Ben yirmilerinde genç bir delikanlıyla birlikte oracıkta kalakalmıştım. Delikanlı bacaklarım uzatıp yere oturmuştu, ama diz kapaklarından biri tuhaf bir biçimde dışan fırlamıştı ve altından kan süzülüyordu. Birkaç resmini çekerken o gözlerini caddeye dikmiş, bir şey arıyormuş çasına bakınıyordu. Caddede yaralılar öylece bırakılmıştı. Mavi tişörtlü genç adam bir parçası kopmuş olan kolunu tutmaya çalışıyordu. Diz kapağı fırlamış olan adamdan yalnızca belli belirsiz bir ses geliyordu. Öylesine dehşete kapılmıştım ki, ona dokunmak bile içimden gelmedi. Sessizce oturduğundan kendimi bir şeyi olmadığına inandırmaya çalışıyordum. Bir şeyler yapmak istiyordum, ama korkum buna el vermiyordu, resim çekmenin dışında hiçbir şey elimden gelmiyordu. OSMAN BAHADIR [email protected] 80 yıl önce ça bunu gören Ali Osman Ağa efkarı umumiyeyi teşvik ve henüz kaydolunmamış esnafı tahrik amacıyla hakikat dışı neşriyatta bulunmak suretiyle muvaffakiyet kazanacaklarını zannetmiş olmalılar ki, şu son günlerde hayli çalıştılar. Tantn gazetesinin 29 Kanunievvel (Aralık) 340 (1924) tarihli nüshasında gerek şehremaneti ve gerek zabıta tarafından kayıkçı ve sandalcı esnafının cemiyete kayda zorlandıklan ve kayıt ücreti olarak esnafın her birinden 150'şer kuruş alındığı ve aynca aidatı şehriyye namıyla da 150'şer kuruş celb edildiği yazılmaktadır. Bu, tamamen yalandır.Bunu anlamak için cemiyetin mevcut defterlerini ve kaydiyye namıyla bir defaya mahsus olmak üzere aknan 50 kuruş olarak tesbit olunan dipkoçanlı makbuz defterlerini bir kere nazarı tetkik ve teftişte bulundurmak kafıdir. Cemiyetimizin kayıt ücreti yalnız 50 kuruş ve aidatı şehriyyesi ise 20 kuruştur. Ve marka bedeli olarak alınan para da ancak 8.5 kuruştan ibarettir ki, bu para emanete aittir ve kayıt muamelesi ise ne cebir ve ne de tazyik iledir; ancak isteğe bağhdır. Bundan başka bir de makale altmda 1076 değnekçi namına 9 imza kaydı muharrerdir (yazılıdır). Mevcut iskelelerde 1706 değnekçi mevcut mudur? 5000 esnaf namına imza koyan 9 imza sahipleri bu bınlerce esnafın mümessilleri midirler? Yine Tanın gazetesinin 30 Kanunievvel sene 340 tarihli ve 796 numerolu nüshasında "Sandalcıların Şikâyeti" serlevhasıyla başlayan şikayetnameye gelelim (işte asıl meselenin ruhu buradadır). Hediva kumpanyasınm Fezara vapuru her hafta limanımıza geliyor. Kontrol muamelesini ikmal edince, deniz simsarı namıyla Li nU ,r o Sandalcılar Cemiyeti'nin cevabı "Esnaf cemiyetleri hakkındaki 24 Nisan 1328 tarihli talimatnamenin 13. maddesine tevfikan tanzim olunan îstanbul Limanı umum kayıkçı ve sandalcı esnafı cemiyetinin gayesi, umum kayıkçı ve sandalcı esnafının menfaatlerini himaye ve liman hizmetlerinin intizamını teminden ibarettir. Cemiyetimizin idare heyetini teşkil eden muhterem zevatın her biri namus erbabı olmakla beraber teşkil tarihinden bu ana kadar esnafın hukukunu muhafaza hususunda ellerinden gelen her şeyi yapmış olmalarına rağmen son günlerde şahsi menfaatlerinin haleldar olacağını hisseden ve deniz simsarı namıyla yâd olunarak mevcutları ancak 50 kişiye baliğ olan (ulaşan) işsiz güçsüz simsarların hücumlarıyla karşılaştı. Bunlar cemiyetin inkişafına ve esnafın kendi arzularıyla cemiyete dahil olmalarına mani olabilmek için sabık sandalcılar esnafı reisi Ali Osman Ağa ve hempalarıyla birlikte cemiyet idare heyeti aleyhinde propaganda yapmak ve esnaf arasına nifak saçarak onları zehirlemek ve akıllarınca cemiyeti devirmek, dağıtmak ve bu suretle emellerine muvaffak olmak istediler. Cemiyet namuskârane hareketle meydanda mevcut talimatname hükümlerine harfiyyen tâbiyetle hareket ederek esnafın kendi arzu ve hevesleriyle müracaatlarına karşı, kayıt muamelesi devam ettikçe ve üyelerin miktarı an be an arttık yâd olunan 510 işsiz güçsüz hemen vapura girip güverteye çıkarlar. Memleketimize gelen ecnebiler ve bilumum yolcuların bu muhtekârlarm ihtikârlarma tutulmamak kabil değildir. Bir simsar vapur içinde bir müşteri ile pazarlık ederken, diğer bir simsar katiyyen onun yanma yaklaşamaz. Esasen burada ne pazarlık vardır ve ne de tarife tatbiki mümkündür; buradafiyatmaktudur (belirlidir). O simsar o yolcu ile 10,15 liraya güya pazarlık eder ve hemen oradan amirane bir tavır ile bir sandalcıya emreder, o yol cuyu iki bavuluyla birlikte salona çıkarır; bu meblağdan maalesef esnafın alacağı ancak 50 veya 60 kuruştur. Işte cemiyetimiz, gerek memleket namına bu çirkinliğin önüne geçmek ve gerek hamisiz ve kimsesiz kalan esnafın hukukunu muhafazaya çalışmak üzere deniz simsarlarmın soygunculuğuna mani olmak ve şehremaneti tarafından tayin edilen tarifenin tatbik edilmesini temin eylemek üzere bu simsarların vapurlara girmelerine mani olmuştur. Bu karara binaen geçen pazar günü limanımıza gelen Fezara vapurunun yolcularıyla eşyalannı sandalcı esnafına tahliye ettirmek üzere Tophane belediye zabıta merkez memuru efendi ve deniz merkezine mensup bir komiser muavini efendi ile birlikte vapura gidilmiştir. Fakat vapurun zamanından 23 saat evvel gelmesi yüzünden ne yazık ki karann bu hafta tatbikine imkân hasıl olmamıştır. Fakat bundan boyle cemiyetimiz bu ihtikâra hiçbir zaman meydan vermeyecek ve bu simsarların matbuat sahasında yaptıklan yaygaralan da hakikate vakıf olan umumi efkâr istihfaf (küçümseme) ile karşılayacaktır. Şunu da ilave edelim ki, esnafın saflığından istifade eden bu simsarlar sandalcılara dört vapuru meccanen (parasız olarak) tahliye ettirerek bedeli olan beheri 150'şer liradan 600 liralık bir meblağı toplayarak güya bu meblağı propaganda masrafına sarf ettiklerini beyan etmişlerdir." îstanbul Limanı Umum Kayık ve Sandalcılar Cemiyeti Katıbı Umumıyesı Kemal 5Ocakl925
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle