13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 Mart 2021 Cumartesi 5 10 soruda Yasemin Yazıcı 1Ruh haliniz nasıl? İçim kıpır kıpır ve heyecanlıyım. 2Hayatta sizi en mutlu eden şey nedir? Yeni deneyimler. Hayata farklı bir bakış açısı, içgörü getiriyorlar ki bunlar da zihnimi, bedenimi ve ruhumu besliyor. 3En büyük korkunuz? Sevdiklerimi kaybetme korkusu. 4Pandemi bitince ilk nereye yolculuk yapacaksınız? Japonya olmasını çok isterim. Beraber kaldığımız ilk pandemi aylarında, oraya gitmiş insanların ‘vlog’larını izledik hep ailemle. 5Yaşamak istediğiniz başka bir yer var mı? Farklı şehirlerde yaşama fırsatım oldu ama İstanbul benim vazgeçilmezim. 6Arkadaşlarınızla nerede buluşmayı seversiniz? Kendi mahallemde. 7En son hangi filmi izlediniz? Omar Sy ve François Cluzet’nin başrolü paylaştığı Intouchables. 8Son okuduğunuz kitap? Tanrı Üzerine Jiddu Krishnamurti. 9Hayattaki kırmızı çizginiz? Şiddetin her türlüsü. 10En sevdiğiniz hayvan? Kurt. Asil ve mücadeleci. Bir hayalet dolaşıyor, Alper Hasanoğlu de anima Felsefenin kıyısında hayat... Felsefeye ta en başından beri neden ihtiyaç duyulmuştu derseniz, yanıtı çok basit aslında. İnsan hayatını nasıl yaşayacağını, hayatıyla ne yapacağını bilmiyordu. Mitolojik açıklamalar da ölümle nasıl başa çıkacağına dair pek de inandırıcı hikâyeler anlatamıyordu artık insana, bedenden sıyrılıp gittikten sonra ruhun başına neler geleceğine dair anlattıkları tatmin etmiyordu onu. O trajik bilgi, öleceğimiz gerçeği bizi doğru eyleyen bir insan yapabildiği gibi elimizi kolumuzu da bağlayabiliyor ve kimimizi nihilizme, kimimizi de gündelik hazların tuzağına sürüklüyordu. Bugün olduğu gibi tıpkı. Antik Yunan’da bir filozof kurduğu lisenin koridorlarında, peşinde öğrencileri bir aşağı bir yukarı yürüyerek ölçülü bir hayatı öğütlerken, bir diğeri de ideaların en üstününe, iyiye ulaşmanın zorlu yollarını gösteriyordu, akademinin herkese açık olmayan elitist duvarları arkasında. Bir başka filozof bahçesinde oturmuş dünya işlerinden uzakta hazzın peşinde koşmabiçimini kapitalist düzenin de dayatıyor ve aklımızı karıştırıyor olduğunun farkındayım. Ama kapitalist düzenin de her ne kadar artık kendi başına hareket edebilen bir canavara dönüşmüş de olsa hırslarına yenilen insan tarafından yaratıldığını görmek zorundayız. Weber’in çok doğru bir tespitle vurguladığı gibi kapitalizmin doğuşunun Doğu’da değil de Batı’da gerçekleşme nedeninin Protestan ahlak olması da başka bir tartışma konusu elbette; din de paranın esiri olmuştu sonunda işte... Platon ne kadar haklı; eğer biri güç sahibi olduğunda kötülük yapmamayı başarıyorsa, adaletli davranabiliyorsa, önünde saygıyla eğilmeliyiz onun. Ama insanlık tarihi böyle bir lider çıkarmadı henüz insanın karşısına. Komünizm idealiyle yola çıkan ülkeler bile totaliter diktatörler yaratmaktan başka bir şey yapamadılar. Faşizmi konuşmaya bile değmez, o zaten öyle. Ama din de 20. yüzyılda yavaş yavaş bir umut olarak görülmekten çıkmaya başladı. Bütün bu varoluş[email protected] ÇİZEN: Özge Ekmekçioğlu otorite hayaleti... Uzak planda, Anadolu’nun ücra bir köşesinde yer şüyor ve böylelikle öykünün gizeminin çözüldüğü aşamada bir süreliğine de olsa adalet teraziyasal referansa başvurmadan politik olabilen ve dahi otoriteyi hicveden Okul Tıraşı, böylelikle kar altında gizlediği meselelerialan karlarla kaplı dasinin taşıyıcısı haline geliyor. ni de görünür kılmayı başarıyor. Hikâyenin ğın eteğinde, pastoral resAsla açılmayan ve açılsa bi çeperini kaplayan Yusuf’un mücadelemi andıran bir okul... Açıle girişindeki buzlanma sebebiy si Türkiye’nin toplumsal ve siyasal yapısılış sahnesinde ise seyirBaşak Bıçak le her bir karakterin düşme teh na yönelik göstergeler barındırırken; topcisini, soğuğun tüm dehlikesi atlattığı revir kapısı, dışsal lum ve birey bilinci, iktidarbirey ilişkisi gibi lizlerine işlediği binanın içerisinde bağlamda filmin durum komedisi ihtiyacını kavramlarla da bağ kurmamıza olanak takâbusun habercisi planla karşılakarşılarken, mikro düzeyde bir yannıyor. Filmin en görünür ve belki de yan bir hikâye... Okul Tıraşı, 71. Berlinale’in Panorama bölümünde dünya prömiyerini yaptıktan dan sorumluluklarını doğru düzgün yerine getiremeyen, yer yer hileye başvuran bürokrasi mensuplarının Puanım: 7.5/10 en göze sokulan katmanı coğrafya öğretmeninin söyledikleri olarak kabul edilebilir ki bu da zaten azınsonra kazandığı FIPRESCI ödülüyle adından durumuna, diğer yandan da üzerinlık kavramıyla olan ilişkinin bir ifasöz ettirmeyi başardı. Ancak yönetmen Fe de durdukları zeminin kayganlığına desi olarak karşımıza çıkıyor. Benrit Karahan’ın filmi, bu başarıdan çok daha fazlasını anlatısını temellendirdiği katmanlar arasındaki çatlaklara gizliyor. Baş karakterimiz ve hikâyedeki gözümüz Yusuf’u (Samet Yıldız) sırt planıyla izlediğimiz bir sekansla açılan film, bir grup çocuğun yatılı bir okuldaki banyo gününde yaşanılanları öyküsünün girizgâhına yerleştiriyor. Dışarısının soğuğunu hissettiren atmosferi, soluk renkleri ve bu tona hizmet eden gerilim yüklü notaları eşliğinde çocukların aldıkları cezayı hikâyenin katalizörü haline getiren film, Van Bahçeşir’de yer alan küçük bir işaret ediyor. Filmin görünürlük ve görünmezlik meselesi ise klişe siyasi anlatı tuzaklarına asla düşmeyen, basmakalıp cümlelere sırtını yaslamayan bir senaryonun varlığını kanıtlıyor. Ferit Karahan’ın, Gülistan Acet’le birlikte yazdıkları senaryo, her ayrıntısı incelikle düşünülmüş ve yetkin bir sinema diliyle kurgulanmış ustalık eseri... Yönetmenin, siyasi söylem kaygısı içerisine fazlaca düştüğü Cennetten Kovulmak isimli ilk uzun metraj filminin aksine hemen hiçbir sizer bir biçimde filmin finalinde izlediğimiz ve Yusuf’u revirin demir parmaklıkları ardından dışarı bakarken gördüğümüz plan da bu manada filmin en etkili anlatı tercihi oluyor. Okul Tıraşı, küçük bir okulun içine hem kavgalı olduğu tüm meseleleri yalın bir üslupla yerleştirebilecek hem de parçası olduğu toplumun tüm dinamiklerini Yusuf’un hikâyesine sığdırabilecek kadar etkileyici bir anlatı... Vizyona girdiğinde mutlaka görülmeli... bölge yatılı okulundan Türkiye haritası çıkarmayı başarıyor. Cezanın hemen ertesinde rahatsızlanan Memo (Nurullah Alaca), onu doktora götürebilmek için devletin bile unuttuğu bir yerde boyundan büyük bürokrasiyi, imkânsızlıkları, ihmalleri, yoksulluğu ve hatta korkuyu aşmaya çalışan Yusuf ve Stanford deneyinden fırlamış gibi duran otorite âşığı karakterler... Okul Tıraşı’nda hikâye ilerledikçe ve Memo kötüleştikçe, çocuğun neden hastalandığını bulmak için birbirlerine düşen öğretmenler, okul görevlileri ve kraldan çok kralcı öğrenciler öylesine güçlü resmedilmiş ki öykünün gelişiminden çok karakterlerin dönüşümü ve kırılma anları sizi filme bağlayan asıl unsur haline geliyor. Yusuf, otorite hayaletinin kol gezdiği bu okulda ezilen bir çocuk olarak kaloriferi bozulmuş bina kadar, içinde yaşadığı coğrafya kadar soğuk öğretmenleri ve yozlaşmış bürokrasiyle mücadele ederken hikâyeye bir “vicdan” karakteri eklemleniyor. Memo’nun revirde yattığı sahnelerde diğer öğretmenlerden ahlaki bakımdan ayrılan Selim öğretmen (Ekin Koç), kameranın Yusuf’tan sonraki odak noktasına dönü20 MART 2021 SAYI: 27 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut KüçükkayA Sorumlu Müdür OLCAY BÜYÜKTAŞ AKÇA [email protected] cumhuriyetcumartesi n Yayın Danışmanı İPEK ÖZBEY n Görsel Yönetmen ELİF TOKBAY n Sayfa Tasarım ECE KURTULUŞ DURSUN Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@ cumhuriyet.com.tr Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Yaygın süreli yayın nın yollarını anlatıyordu. Bir başkası da bir alanda sütunların arasında dolaşırken bütün dünya nimetlerinden uzak durmanın erdemli, dolayısıyla tatminkâr bir hayatın önkoşulu olduğunu söylüyordu. Doğu felsefesinde olsun, Batı felsefesinde olsun insanın o trajik bilgiyle, ölümle başa çıkmasının yolunun ruhun ölümsüzlüğüne inanmak olduğuna inanılırdı önceleri. Beden ruhun hapishanesiydi ve beden öldüğünde ruh süzülüveriyordu bu hapishaneden dışarı. Sonrası karışık. Ama bedensiz de olsa sonsuza kadar yaşayacak olma illüzyonu rahatlatıyordu insanı. Ruhun da beden gibi ölümlü olduğu düşüncesiyse, öte dünyada tanrılar tarafından cezalandırılmak gibi bir şeyin kendisini beklemediğini bilse de ki Hades ne inanılmaz cezalarla doluydu, o da ayrı açgözlü insana yetmesi mümkün olmayan bir açıklamaydı. Ruhsal / tinsel ihtiyaçları karşılamaya yetmemiş olacak ki tüm bunlar, dünyanın günümüzde en yaygın dini olan Hıristiyanlık yavaş yavaş ele geçirdi insanlığı. Gerçi bir de Yahudi dini vardı ama o yalnızca Yahudiler içindi, tüm insanlığa doğrudan vaat ettiği bir şey yoktu. Günümüz dinlerindeki, insan ruhunun günahkâr da olsa, hesap verdikten sonra cennette sonsuza kadar yaşayacağı inancının dünya üzerinde yaşayan insanı ikna etmediği, her gün tanık olduğumuz açgözlülükten anlaşılabilir sanırım. Yoksa bu dünyadaki yaşamımızı bir sınav yeri olarak kabul edip tevekkülle başımıza gelen her şeyi kabul ederek yaşayıp gitmez miydik? Böyle yapmıyoruz oysa. Sahip olduğumuz hiçbir şey yetmiyor, hırsla daha çok şeye sahip olmaya çalışıyoruz durmadan. Hiç doymayacak bir hırsla. Olmaya değil, sahip olmaya dayalı bir hayat sal vakuma çare olsun diye yetileri ve olanakları çok kısıtlı olan psikoloji girdi bir süre devreye. Sinirbilimin her şeyi çözeceği coşkusuyla el ele umut dağıttılar bir süre ve sonuç olarak senelerce süren terapilerin çoğu zaman panik atağı bile ortadan kaldıramayacak kadar aciz olduğu görüldü. Bırakın hayatı anlamlandırmayı başarabilmeyi... Ne var elimizde bugün? Her şeye rağmen 150 yıla yakın bir zamandır insanı anlamaya çalışan ve bu yolda elinde ciddi bir bilgi birikimi olan psikolojiyle, zaman zaman gerçek hedefinden sapmış olsa da 2 bin 500 yıldır insana nasıl bir hayat yaşarsa mutlu olacağını göstermeye çalışan felsefe var. Evrensel değerler üzerine kurulu, anlamlı bir hayatı bize gösterebilecek bir yaşama zanaatı bilgeliğini bize ancak psikoloji ve felsefe el ele verirse kazandırabilir. Psikoloji, gündelik pratiğimizde sorunlarla başa çıkmada bize yardım ederken, felsefe bir yandan hayatımızı üzerine inşa edeceğimiz değerlerimizi belirlemede yardımcı olabilir, öte yandan ruhsal ve toplumsal ihtiyaçlarımızı karşılamamızda yeni bir yol açabilir. Almancada bir kelime vardır: “Strassenfähig”. Düz anlamıyla, “yola çıkmaya elverişli” anlamına gelir ama elbette bütün kelimeler gibi yan anlamlara da sahiptir. Günümüz dünyasında psikoloji kendisiyle yola çıkılacak bir araç olma yetisini yitirmiştir, felsefeyse “sözde” bir gururla sokaklardan uzak durmaktadır. Oysa insanın kendine doğru yola çıkması için ikisine bir arada ihtiyacı var. Felsefeyi sokağa indirmek gerekiyor bu nedenle, psikolojinin elinden tutup insana yardım etmesi için. Ben buna “klinik felsefe” diyorum...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle