Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 Mart 2021 Cumartesi 3 Daha fazlasını isteyerek mutlu olamazsın Satır satır altı çizilerek okumak isteyeceğiniz bir kitap gibi Zülfü Livaneli. “Dört yıldır ‘Kaplanın Sırtında’ adlı romanıma çalışıyorum. u Hemingway, insanları dinlemenin önemini ve özellikle yazarlığın kendini anlatmak değil dinlemek oldupa ülkesi var. Öyle düşünün. Ne var ki dünyada da Türkiye’de de yetenekli bir yeni yazarın En büyük emeği bu kitaba verdim. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortağunu söyler. Oysa birbirimizi dinlemediğimiz hatta anlatmak için dinlediğimiz bir dönemdeyiz. Dinlemeden anlatmaya çalışmak yaman bir çelişki değil mi? Evet. Hemingway haklı. İnsanlara, size başka bir insanın hikâyesini anlatıyorum ve bunu okumanızı istiyorum diyoadını duyurması çok zor. Okurlar genellikle bildikleri yazarlara yoğunlaşıyor. Bunu aşmamız gerekiyor. u Bir kitabın çoksatar olması… Bir kitabın çoksatar olması ille de kalitesiz olduğunu göstermez , ilKitap, yemek ve biraz da hayat Ebru D. Dedeoğlu mı var ve düzey o kadar düşük ki, romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum” diyor. Zülfü Livaneli’yle yüksek edebiyattan çok satanlara, Nâzım Hikmet’ten Yaşar Kemal’e kadar, hem söyleştik ruz, kamuoyunun önüne çıkıyoruz. Dünyada yedi buçuk milyar insanın yedi buçuk milyar hikâyesi var. Dinlemeyi bildiğiniz zaman en yüzeysel gördüğünüz insanın, bile şaşırtıcı hikâyeleri ortaya çıkıyor. Dinleyeceksiniz, göreceksiniz. Kulağınıza çalınan bir şey olduğu zaman irdeleyeceksiniz. u Herkes kendini ifade etmek istiyor sanki… Herkes kendini anlatıp ifade etmek istiyor ama kendini ifade iki bakımdan önemlidir. Birincisi, içini dökme isteği. İçini dök tabii ama ne için? O iç ne kadar dünyaya açık ve ne kadar birikim barındırıyor? Nelerle içini dökeceksin. Genç romancılara bakıyorum güzel yazıyorlar, 400500 sayfa kitap az emek değil. Ama içinde bir şey yok. “Edebiyat Mutluluktur”da da söylediğim gibi kitabın içinde bir nabız atmalı. Derler ya “Tanrı insanı çamurdan yaptı sonra içine can üfledi.” O üfleme olmadan kitap canlanamaz. İçinde bir zemberek kurulu olmalı. Zembereği çalışmayan saat nasıl durursa o da duruyor. Gözlemlerini anlatıyor, sıkıntılarını anlatıyor, arkadaşlarıyla kahvede ilişkilerini anlatıyor. Tamam da bundan bize ne? u Okumayan mı? Okutamayan mı? Suçlu kim? Medya çağındayız. Medya o kadar önemli ki. Medya insanların düşünmesini şartlıyor. İnsanlar artık vücut obezliğinin zararlarını anladılar, öğrendiler. Peki ya ruh obezliğine ne olacak? Üzerimize milyonlarca bilgi, görüntü akıyor ve içimizi kirletiyor. Bunu ayırt edecek olan var, olamayan var. İnsanlar gördüğüne, okuduğuna inanıyor, peşinden gidiyor. Özellikle Batı dünyasında medya hep tek tarzdaki yazarları ortaya çıkarıyor. Bu kaliteli, bunu okuman lazım şeklinde. Peki o yazarlar ideolojik olarak uygunsa ki Amerika’da da birçok böyle isim biliyorum. İdeolojiye uygun ama yazdığını okutamıyor. Sonra okuyucuya “Sen anlamıyorsun, bu yüksek edebiyat” diyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Bütün insanlık Dickens, Tolstoy, Balzac, Stendhal, Dostoyevski’yi anlamış, seni mi anlamayacak. Sen o kadar yükseksin ki dünyanın üzerinde kimse seni anlamayacak. (gülüyor) Böyle bir şey olabilir mi? o kadar şair neden idam edildi? u Peki çoksatanlar konusunda ne düşünüyorsunuz? Bizim ülkemizin bu konuda bir farkı var. Mesleğimiz gereği tüm dünyayı , gelişmeleri takip ediyoruz. New York Times’ın çoksatanlar listesine bakın. Bir tane edebiyat ismi göremezsiniz. Aynı şey Almanya ve Fransa’da da geçerlidir. Türkiye’de öyle değil. Dünle kaliteli olduğunu da göstermez. Kitap kendi içinde değerlendirilir. Çoksatan olup olmadığı hiç önemli değildir. Sabahattin Ali’nin sürekli listede olmasını düşünün. Kötü yazar mı diyeceğiz bu büyük isme. Yabancı dile çevrilme konusu da böyle. Sait Faik dünyada bilinmiyor diye değersiz bir yazar mı? Dünyanın gördüğü en büyük hikayecilerden bir tanesidir. u Gerçek edebiyatın kapitalist diktatörlük için tehlikeli olduğunu söylüyorsunuz. Biraz açar mısınız? Aslında bütün totaliter rejimler için geçerli. Her zaman da öyle oldu. Pir Sultan Abdal neden asıldı? O kadar şair neden idam edildi? Saray mensubu divan şairi Nef’i bile idam edildi. Niye dünyanın her yerinde, her rejiminde bu kadar yazar kıyımı yapıldı? Sovyetler Birliği’nde de Gorki’ye neler yapıldığını çok iyi biliyoruz. İktidarlar, yazarların kendi istedikleri tarzda yazmasını istiyorlar. Sözün gücünün farkındalar. Kapitalist dünya da kendine uygun yazar istiyor. Sistemi yıkmak isteyen, sömürüyü anlatan, isyana çağıran yazar ister mi? Tabii ki istemez. Artık Florida’ya çalışmaya giden mevsimlik tarım işçilerinin korkunç yoksulluğunu anlatan ‘’Gazap Üzümleri’’ gibi romanlar yazılmıyor ya da vitrine konmuyor. Yazı dizileri kitap oluyor u Yeni roman ne zaman? Dört yıldır “Kaplanın Sırtında” adlı romanıma çalışıyorum. En büyük emeği bu kitaba verdim. Yurtdışında ve Osmanlı arşivinde araştırmalar yaptım. Abdülhamit üzerine bir roman bu. Ancak bulunduğumuz dönemde o kadar berbat bir tartışma ortamı var ve düzey o kadar düşük ki, bu kadar emek verdiğim, kaynaklara dayandırdığım romanımın bu düzeyde tartışılmasını istemiyorum. Bu kadar sert bir kutuplaşma ve cahiliye ortamında gerçek eleştiri olmaz. Romanı böyle bir ortamda çıkarmak istemedim. Benim kamplara bağlı düşünmediğimi, kendi kafamla düşünmeye önem verdiğimi bilirsin. İngiltere’de 8. Henry mi haklıydı Cromwell mi diye bir tartışma yüzünden insanlar birbirine girmez, öğrenciler dövüşmez. Komik gelir. Bu yüzden, aklımda yıllardır geliştirdiğim, hatta ilk bölümlerini yazdığım bir kısa roman, bir novella fikri vardı. “Balıkçı ve Oğlu” adında bir novella yazdım. Nisan sonu Mayıs başında İnkılap yayınlayacak. Bir de Cumhuriyet Kitapları benden bir kitap istedi. 1970’li yıllardan bu yana Cumhuriyet’te çıkmış yazı dizilerimi topluyorum, başka yazılar da olacak. Tam içinde olmasak da hepimiz Cumhuriyetçiyiz. Gömleği olmayan adam FOTOĞRAF: Cem Talu hem dertleştik... Süssüzlük en büyük süs u Yaşar Kemal’in hayatınızda yeri çok büyük. Yaşar Kemal’den neler öğrendiniz? Yaşar Kemal’den çok şey öğrendim. Bir kere edebiyat, sanat modalarına kapılmamayı, para ve şöhret için çalışmamayı (ki bunu da Arif Dino öğütlermiş genç Kemal’e) ve kendini adamayı öğrendim. Gerçekten kendini adamazsan, sağlığını koruyamazsan iyi kitap yazamıyorsun. Yaşar ağabey “roman yazmak için kendine arap atı gibi bakman lazım” derdi. Hakikaten öyle. Fiziki enerji düşüklüğü bile kitabınızı etkiliyor. Köke, özüne girip bakmak gerekiyor. Çok önemli. Onunla, yurtdışında Andrej Wajda ‘nın “Vadedilmiş Toprak” filmini seyretmeye gittik. Çıktık sinemadan. Yaşar abi “Orhan Kemal daha iyisini yaptı” dedi. “Orhan Kemal film mi çekti?” dedim. “Yok ya’’ dedi ‘’Romanı Bereketli Topraklar Üzerinde. Biri roman, biri film olarak anlatmış. Sonuçta insanı anlatmıyorlar mı? Orhan Kemal daha iyisini yaptı” Önce böyle şaşırtırdı ama çok haklıydı. Sonuçta insanlar başka tekniklerle hikâye anlatıyor. u Süssüzlük en büyük süstür. Bayıldım. Hayatın her alanında da sadelik, abartmamak en büyük gerçek değil mi? Zaten hiçbir şeyi abartmamanız gerekiyor. Lenin’in bir sözü vardır. “Doğru bir düşünceyi bile abartırsanız absürde varır” der. Gerçekten öyledir. Kitapta da abartmamak gerekir. İnsan hayatının çok çeşitli yönleri var. Ama siz bunlardan birini abarttığınız, öne çıkardığınız zaman diğer yönler gölgede kalmış olur. Mesela, her insanın cinselliği yok mu? Var. Sadece ona odaklanırsanız seks kitabı olur. Ya da sadece cinayete odaklanırsanız polisiye olur. Bir denge içinde ele almak lazım. Sadelik de öyle. Sadelik çok önemlidir. Ortaokul çağlarımda Nurullah Ataç’ın bir denemesinde okumuştum. “Süssüzlükten safi süs olmuş japon vazoları” diyordu. Yani süssüzlükten bir süs yaratılmış. Öyle ince bir denge ki. Sanat ölçüdür. Metafor bile klişe ve ölçüsüz kullanılırsa yazıyı bozar. Birisinin ellerinin soğuk olduğunu anlatacaksanız ‘’buz gibiydi’’ klişesine düşmeden daha incelikli bir metafor bulmalısınız. u Mutluluk tanımınızı istesem? Mutluluğun tarih boyunca birçok tanımı yapılmış. Hegel’in mutluluk kavramı çok ilginçtir. Bence mutluluk süreklilik içeren bir kavram değildir. Mutlu anlar var hayatta. Sürekli bir mutluluk mümkün olabilir mi? Mümkün değil. Mutlu anlar yaşarsınız. Bu mutlu anların o sırada farkında olursunuz ya da olmazsınız ama sonrasında hatırladığınızda sizi hep mutlu eder. Mutlu anlar, mutsuz anlar, inişler, çıkışlar hepsi insana dair. Eski bir mesel vardır. Padişahın kızı hastalanmış, demişler ki dünyadaki en mutlu adamın gömleğinin bulunması gerekiyor. Ancak o gömleği giydirirsek sultanımız ölümden kurtulur. Padişah ferman salmış, her yerde en mutlu adam aranıyormuş. Aramış, taramışlar en sonunda bir dağ başında bir çoban bulmuşlar. Dünyanın en mutlu adamına gidiyoruz diyerek ulakla haber yollamışlar. Gitmişler, görmüşler ama adamın gömleği yok! (kahkahalar) Ne kadar güzel değil mi? Ben bayılırım halk hikâyelerine. En büyük gerçek onlardadır. Kapitalist dünyada malla, mülkle, daha fazlayı isteyerek mutlu olamazsın. Ne kadar çoksan o kadar azsın, ne kadar azsan o kadar çoksun. Bu materyalist mutluluğun kimseye faydası yok. Hapur küpür yemek yenmez u Sizin sofra muhabbetleriniz muhteşem. Dost sofralarınızı biraz anlatır mısınız? Dostlar sofrası geleneği aslında bizim aileden başlar. Babam çok birikimli bir savcıydı. Dedem de hâkimdi. Hem geleneksellikten, Anadolu’dan hem de hukuktan, Osmanlı’nın son döneminden gelen insanlardı. Her akşam aile sofrasında bunlar anlatılırdı. Menkıbeler, hikâyeler, kıssalar. Çünkü bizim doğu toplumu kıssa yoluyla düşünür. Mesnevi örneğin, hep kıssalarla doludur. Dolayısıyla çok alışkınım Abidin Dino. sofra kültürüne. Sofrada maksat yemek değil, muhabbet. Yemeği de hapur küpür yemeyeceksin. Laf lafı açar, muhabbet muhabbeti açar, insanlar birbirinden öğrenir, sofralar böyle olduğu zaman güzeldir. Bu tabii biraz farklı, biraz daha Avrupa kültürü. Kadınla erkeğin birlikte sosyalleşebildiği şarapla da ilgili bir durum yemeği uzun uzun yemek. Ben yemeği bir dostlar sofrası olarak anlıyorum. Ama hâkim dedem hacıydı, yemekte asla konuşturmazdı. u Yemek yapıyor musunuz? Eskiden çok güzel bulgur pilavı yapardım. Abidin Dino çok severdi onlara kuşbaşı et, mantar, biber sote yapardım çok severlerdi. Biraz Macar yemeği tarzındaydı. Son dönemlerde pek yapmıyorum. Ama Yaşar Kemal yemek yapmayı çok severdi, zevk alırdı bundan. Bazı erkekler çok sever, asla mutfağı eşine bırakmaz. Fransız kültür bakanı Jak Lang karısını mutfağa sokmaz mesela. (gülüyor) yadaki tüm yayıncılarımla ülPeki Nâzım Hikmet kemizin çok satanlar listesini paylaştım. Her zaman Sabahattin Ali, Saramago, Zweig, Sait nusunda çok üstündü. Dünyada bir iletişim ağı vardı. O ağ Nâzım’ı Küba’ya da götürdü, bir arkadaşımız bugün “Karlı Kayın Ormanı”nı bestelese belki de yaygınlaşmayacaktı. BelFaik, Orwell ve de Türkiye’nin Nâzım Hikmet sadece komü da değil. Sovyetler Birliği’nde başka ülkelere de. Dünyadaki ki insanlar eskiden beri bildiönemli yazarlarının hepsi olur. nist olduğu için değil, yüreği bir piyesi yasaklandı, takip ediltüm sol yazarlar birbirleriyle ir ği için geliyor böyle. Bugünün Kitap rafa çıkınca beğenilirse devam ediyor, beğenilmezse sönüyor, gidiyor. Biz gerçekten çok özel bir okur kitlesine sahibiz. Dünyada anlatıyorum, şaşırıyor insanlar. Bizim çocuk kadar masum, heyecanlı bir büyük şair olduğu için herkes tarafından ezilmek istendi. Her kesimdeki orta zekâlı kurnazlar bu dâhiyi yok etmeye çalıştılar. Sadece burada di. Bu konudaki dertleşmelerini Abidin ve Güzin Dino aktardılar bana. Nâzım Hikmet’in kişisel trajedisi çok büyük ama bir de şöyle bir şansı oldu: Sovyetler Birliği kültür kotibat halindeydi. Picasso’nun Guernica tablosunu da o ağ meşhur etti. Şimdi yapılsaydı ortaya çıkamayabilirdi. Kendim için de söylüyorum. Bir müzisyen olarak ben ya da genç moda akımları içinde belki kaybolacaktı. Gerçi ben o dönemde de moda dışındaydım. O zaman da arabesk vardı. (gülüyor) Bir kitle oluştu aslında ve o kitle hâlâ duruyor. içimizde çok gelişmiş bir Avru