Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 Şubat 2021 Cumartesi 7 u Hâlâ aşk var mıdır? Yoksa romanlarda mı kaldı? Romanlarda kalması olmadığı anlamına mı gelir? Aşk tabii ki var. Yaptığını aşkla yapmak, hayata aşkla sarılmak da en önemlisi. FOTOĞRAF: Kurtuluş Arı Kitap, yemek ve biraz da hayat Ebru D. Dedeoğlu Mutluluktan Mario Levi ile yeni kitabından, hayattan uzun uzun konuştuk. İstanbul Serisi’nin üçüncü kitabı O Pazartesi’nde okuru Eminönü’ne davet ediyor ve İstanbul’u geçmişle köprü kurarak anlatıyor. Buyrun sohbetimize… hiçbir yazı çıkmaz Köfte patates bir de kaşkarikas u Çocukken en sevdiğiniz yemek? Ben çocukken pek bir iştahsızdım. Ama en çok sevdiğim evde palamut balığından yapılmış lakerda idi galiba. Ona dayanamazdım işte! Dedemin evinde her pazar öğle yemeklerinde yediğimiz mayonezli levreğe de, fırın makarnaya da kayıtsız kalamazdım, babaannemin cuma sabahları erkenden kalkıp yaptığı dana dili söğüşün yağlı tarafından birkaç parçayı dumanı üstündeyken, suyuna ekmek banarak yemeyi de... Bir de tabii, vazgeçilmez bir çocuk klasiği! Izgara köfte ile kızarmış patates! u Bizimle paylaşabileceğiniz özel bir tat ve tarif var mı? Kaşkarikas: Orta büyüklükte sakız kabaklarının her iki tarafını kesip ortadan ikiye bölüyorsunuz. Kabağı oymadan önce kabuklarını salatalık soyar gibi soyuyorsunuz. Çıkan şeritleri ikişer üçer santimlik parçalara bölüyorsunuz. O parçaları tuzlu suyun içinde bekletiyorsunuz ve süzgeçten geçiriyorsunuz, iyice yıkıyorsunuz. Bir tencereye koymadan önce (ölçü 8 sakız kabağı ölçüsü içindir) iki limonun suyu, dört çorba kaşığı zeytinyağ, bir tatlı kaşığı şeker, yarım tatlı kaşığı tuz koyuyorsunuz. Yarım bardak kadar da su... Tencerede iyice karıştırıyorsunuz. 56 diş sarımsak da koyuyorsunuz. 15 dakika haşlıyorsunuz, sonra soğumasını bekliyorsunuz. Bunu bir zeytinyağlı çeşnisi olarak sunuyorsunuz. u O Pazartesi romanınız, tarihi esnaf kayıpların uyandırdıklarına rağmen, lokantalarından çarşılara, tatlıcılardan hepten kopmama sebeplerimden birikahvecilere, balıkçılardan mezecilere, dir. Şehrin lezzetlerinin tadına varmak bugünün gözüyle İstanbul yolculuğu bir yaşama ustalığı mıdır, bilmiyorum. gibi adeta. Bir yandan da hüzünlü, çünUstalık payesi hakkında hep şüphelekü hiçbiri yaşamıyor o mekânların. Airim olmuştur çünkü. Bir şehrin tarihidiyetlerimiz bir bir yok oluyor hatta o ne ve duygu iklimine sahip çıkmaktır, ruh ölüyor. Ne dersiniz? bir coğrafyada yaşadığını hissetmektir Sorunuz gizliden gizliye cevabını da ama bu kesin. Bu yolun yolcuları azaltaşıyor! Hayatımda derin izler bıraksa da hâlâ var, görmezlikten gelemem. mış, bana gördüğünüz gibi, bir roman biBakalım ama nereye kadar. le yazdırmış Eminönü, bir cehaletin istilau Anlıyoruz ki acılar olmadan sına uğramış gibi adeta. Geçmişe övgüler düz mutluluk da olmuyor. Hepsi bir bütün. Hayatın mek istemiyorum. Romanı da bunun için yazma anlamı ve manasının şifresi burada mı? dım. Böyle bir duygum yok çünkü. Ama sadece Burada! Tam da burada! Bunu öğrencilerime de bazı değerlerin yok olduğunu görmek değil, bu söylüyorum. Edebiyat tarihine bakın. Yazarların yok oluşun farkında bile olmayanlarla o sokak yaşadıklarına da... Mutluktan hiçbir yazı çıkmaz. larda gezmek insanın içini acıtıyor doğrusu. Ben Yazabilmek bir mutluluk verebilir, gerçeği göz arbu romanda dizinin diğer romanları gibi bugü dı edemem. Ama onun için de, hele inandıklanün resmini görmeye ve göstermeye çalışıyorum. rınızı yazmak için çok çetin sınavlardan geçmeTrajedi de buradan doğuyor zaten. niz gerekiyor. Hem yaşadığımız bu dünyada ben u En son romanınızda kendi hayatınızdan iz mutlu bir insanım diye ortalıkta dolaşan, üstüler vardı. “Oiram” karakterinde özellikle. O ne üstlük bir de bu duruşunu marifet sayıp yayPazartesi’nde de karakterlerden sizden, anıları maya çalışan ya aptaldır ya da sahtekâr. Geçmişnızdan bir parça var mı? te yaşadığımız acıları bazen gülümseyerek haElbette! Hepsi anılarımdan ve tanıdığım insan tırlamamız meselenin ciddiyetini örtmeye yetlardan izler taşıyor! Benim bütün romanlarım mez, olsa olsa büyüdüğümüzü ve acılar karşısınöyle. Önemli bir farkla. Bu insanların hiçbiri bu da biraz donanım kazanmaya başladığımızı göshikâyelere geçtikleri şekliyle gerçekte var olmadı. İzler taşıyor lafını boşuna söylemiyorum. Bir veya birkaç iz, bir kahramanın inşa edilebilmesine yetiyor. Onu inşa etmenize imkân veren unsurGeçip gidiyoruz bu dünyadan. Ben en çok edebiyata ömrünü adamış bir insan olarak anılmak istiyorum. Öteki meziyetlerim hakkında da, o da varsa tabii, başkaları karar versin. Bir de artık en vazgeçilemez değerin iyilik olduğuna inanıyorum. Birilerinin bu tercihime bir aptallık ve saflık diyeceğini bile bile... lar da tecrübelerinizde gizli. Şimdi edebiyatın hayatın bire bir anlatımı olmadığında edebiyat olacağını da terir. O kadar haksızlığın, çocuk ölümünün, yokhatırlatalım mı? sulluğun, kadın cinayetinin olduğu bir dünyau Nasıl bir çocukluk geçirdiniz. Romanda ba da hâlâ mutluyum mu diyorsunuz? Gidin yaşabaoğul ilişkisi de oldukça irdelenmiş. Sizin ba yın o zaman mutluluğunuzu! Ama edebiyata bubanızla ilişkiniz nasıldı? laşmayın! Terapi seansına hoş geldiniz! (gülüyor) Ebrucu u Günümüze gelirsek en severek gittiğiniz, ğum uzun uzun nasıl anlatayım burada. Hepsini ilham aldığınız yerler ve müthiş lezzetleri bize romanlarıma ve hikâyelerime gizledim. Arayan anlatsanız.. bulur. Yazar olmama yetecek kadar kederli ve kır Bunun için başka bir kitap yazmam lazım! gınlıklarla yüklü yıllar yaşadım diyelim. Ben en İstanbul’un çarşılarını ve pazarlarını gezmeyi seçok kendimi yeteri kadar anlatamama duygusun viyorum. Oradan her an beni etkileyecek, içimdan çektim. Hâlâ da çekiyorum. Belki de bunun de bir hikâye fikrini doğuracak bir yüz ifadesiyiçin yazmakta direniyorumdur kim bilir! le karşılaşmam mümkün. Deniz kıyılarını seviyou Hocapaşa Sokağı tam bir lezzet sokağı... rum. Bu şehrin, deniz duygusunu taşımadan yaNamlı Rumeli Köftecisi efsane. Tarihi, şehrin şanamayacağını düşünüyorum çünkü. Esnaf lokimliğini inşa etmiş o müthiş lezzetler artık bi kantalarını seviyorum. Yemek geleneğimizi en linmiyor. İlham kaynaklarımız birer birer yok çok onların yaşattığına inandığım için. Sokak lezolurken ruhumuzu da kaybediyor muyuz? zetlerini seviyorum. Onlar da bana tuhaf bir özHocapaşa Sokağı ile alakalı yorumlarınıza kegürlük duygusu yaşatıyorlar. Bir de ben sinemasinlikle katılıyorum. O sokak benim bu çevreden, ları çok özledim! Medeniyetimizin kölelerinin bu aldatılmaya ihtiyacı var u Kapitalist düzenin modern köleleri olarak sevmediğimiz işlerde çalışıp çemberin dışına çıkmaya cesaret edemiyoruz. Halbuki yine aynı bu düzende “anı yaşa”, “niyet et olsun” gibi gerçekdışı söylemler pazarlanıyor. “An” da kalmak ne kadar mümkün? Bu konularda birçok içi boş kitabın yazıldığı doğru. Saçma sapan görüşlerin marifetmiş gibi pazarlandığı, bu pazarlamalardan hatırı sayılır kazançlar elde edildiği, etrafımızda tabiri caizse birçok lüzumsuz insanın dolaştığı da doğru. Medeniyetimizin kölelerinin bu aldatılmaya ihtiyacı var! Asıl acıklı görünen de bu. Öte yandan bunu yapmanın, yani ‘an’ı yaşamanın o kadar da zor olmadığını düşünebiliriz ama. Büyük laflara gerek yok. Yaşanan günlerin zorluğunu da haksızlıklarını da ortadan kaldırmaz ama biraz yemek artığını, bayatlamış ekmeğinizi, sokaktaki aç köpeklere vermeyi düşündünüz mü? Ya boş bir sıvı yağ şişesinde bir avuç toprakla çiçek yetiştirmeyi? Direniş... Anlatabiliyor muyum? Nina, TİYATRO içi doldurulmuş martıların hassasiyeti Yavuz KOÇ Tatbikat Sahnesi’nin sahnelediği, Erdal Beşikçioğlu’nun yönetmen ve oyuncu olarak yer aldığı oyun, geçen günlerde online olarak izleyiciyle buluştu. Matei Visniec tarafından yazılan oyunun çevirisi Burak Üzen’e, dekor ve kostüm tasarımı Barış Dinçel’e, ışık tasarımı ise Mahir Köksal’a ait. Sahnede Erdal Beşikçioğlu’na, Elvin Beşikçioğlu ve Ünsal Coşar eşlik ediyor. Oyun, Trigorin, Nina, Treplev üzerinden aşk, çatışma, hayal kırıklığı üçgeninde karakterlerin psikolojik yansımalarından yola çıkıyor ve aynı zamanda dönemin sosyolojik yapısına ışık tutuyor. Değişen dünyanın vahşi savaşında, ölülerin ortasında Nina, Trigorin ve Treplev... Hesaplaşmaların soğuk esintisinde, hassas hislerin gidiş hikâyesi. PSİKOLOJİK ETMENLER Erdal Beşikçioğlu reji anlayışıyla, yazarın vurgulamak istediği psikolojik etmenleri başarıyla sahneye taşıyarak bu denli anlatılması zor ve güçlü metnin üstesinden gelmeyi bilmiş. İçselleştirilmesi oldukça zor karakterleri ince dokunuşlarla daha anlaşılır hale getirerek oyunun başından sonuna kadar gizemini koruyan ve merak uyandıran reji anlayışı ile izleyiciyi oyunun içinde tutmayı başarmış. Oyuncu olarak birçok performansını izlediğim Beşikçioğlu, bu oyununda da başarılı performanslarına bir yenisini ekleyerek aynı zamanda oyunun hazırlık ve dramaturgi aşamasının verimli geçtiğini izleyiciye hissettirmiş. Yönetmen ve oyuncu olarak böylesine çok katmanlı, güçlü bir metni izlenirliği yüksek seviyede seyircinin karşısına çıkarmak kolay iş değil. Beşikçioğlu tebrik edilmesi gereken bir performans koyuyor ortaya. Elvin Beşikçioğlu, oyunun başlangıcında sergilediği performansla karakterin psikolojisini net ve doğru şekilde yansıtması, duygu değişimlerinde gösterdiği başarı kısa zamanda izleyici ile bağ kurmasına sebep olmuş. Başarılı performansından dolayı her türlü övgüyü hak ediyor. Ünsal Coşar oyunun psikolojik katmanını omuzluyor desem yanlış olmaz. Oyun, Coşar üzerinden tempo kazanıyor ve durağanlaşıyor. Hayal kırıklıkları, söyleyemedikleri ve çatışmaları sayesinde oyunun duygusal yoğunluğunu ustaca artırmasını bilmiş. Performansını genel anlamda başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Dekor, metnin vermek istediği atmosfer bağlamında, dönemin ruhunu yansıtan, işlevsel ve oyuna hizmet eden yapısıyla yer zaman bütünlüğünde oldukça başarılı. Kostüm ince düşünülmüş detaylarla karakterlerin iç dünyası ile sosyal sınıfını dönem ve psikolojik açıdan yansıtmada örnek teşkil edecek çalışmalardan. Dekor ve kostüm tasarım konusunda Türk tiyatrosunun önemli isimlerinden Barış Dinçel, alışılagelmiş ve kendisinden beklenen başarılı bir iş çıkarmış ortaya. ÖZLEM GİDERİR Reji, performans, dekor ve kostüm bütünlüğü sayesinde başladığı andan itibaren yaklaşık yüz yıl geriye gittiğimiz bu kıymetli oyunu genel anlamda başarılı buldum. Birbirinden başarılı isimlerin bir araya geldiği, izlemeye değer oyunlardan biri, Nina. Tiyatroya duyduğumuz özlemin doruk noktasına çıktığı bu dönemde her tiyatroseverin online gösterimleri heyecanla beklediğini söyleyebilirim. Bu tarz organizasyonların artması, sahnede bire bir etkileşimin yerini tutmasa da bir nebze özlemimizi gidermemizi sağlıyor. Salonlarımızın açılacağı, oynayanların tutkuyla, izleyenlerin heyecanla takip ettiği, oynayanların ve izleyenlerin bütünleştiği günlere en yakın zamanda kavuşmak dileğiyle... “Alınan her mektup umuda açılan pencere gibidir.” Bu değerli oyunun izleyiciyle buluşmasını sağlayan tüm ekibi yürekten kutlarım. Alkışınız bol olsun…