Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 23 Ocak 2021 Cumartesi Trajedinin dört mevsimi basakbicak@gmail.com Sonbahar, kış, ilkbahar, yaz. Doğanın mevsimleri, insanın mevsimleri, bir trajedinin mevsimleri. Macar yönetmen Başak Bıçak Kornel Mundruczo, anlatısının temeline yerleştirdiği iklimler şemasıyla bir kadının sonbaharda başlayan hikâyesini önce mevsimlere bölüyor, sonra takvim yaprakları arasındaki dokunaklı seyrine bizi ortak ediyor. Pieces of a Woman (Bir Kadının Parçaları), bir yandan karakterine hayatın dört evresini yaşatırken diğer yandan da etkileyici bir kadın hikâyesi bırakıyor geriye. SANCILI SAHNELER White God (2014) ve Jupiter’s Moon (2017) gibi toplumsal meselelere odaklanan filmleriyle yerini sağlamlaştıran yönetmen Mundruczo, bu kez daha kişisel bir hikâyeyle seyircisinin karşısına çıkıyor. Venedik Film Festivali’nde başrol oyuncusu Vanessa Kirby’ye (Martha) ödül getiren Pieces of a Woman, trajediyle sonuçlanan bir doğuma ve sonrasında yaşananlara odaklanırken esasen yönetmenin hayat arkadaşı ve filmin senaristi Kata Weber’in yaşadıklarından ilham alıyor. Weber’in kaybettiği bebeğinin ardından hissettiklerinin bir tezahürüne dönüşen film, bu duyguların ne kadar güçlü olduğunu anlatmak istercesine sarsıcı bir başlangıç yapıyor hikâyesine ve izleyicisini, yaklaşık yarım saatlik plan sekans doğum sahnesinin sancılarına ortak ediyor. Öte yandan bu açılış tercihi, zaman içerisinde anlatının en büyük düşmanlarından biri haline geliyor zira filmin geri kalanında düşüşe geçen temponun yegâne sorumlusu da yine bu sekansta yaratılan kusursuz atmosferin varlığı oluyor. TOPLUMUN YAS BEKLENTİSİ Soluk soluğa izlediğimiz bir doğum sahnesinin peşi sıra ikinci perdesini açan film, yine bir sonbahar gününde hikâyesinin rengini de belli etmeye başlıyor. Kırmızı paltosuyla sokakta yürüyen Martha, kendisinden yas tutmasını bekleyen insanların ve toplumsal normların aksine işine ve hayatına geri dönüyor. Bu andan itibaren önce tuvalette gözümüze çarpan çamaşırının cinsi ve daha sonra bir alışveriş merkezinde göğsünden gelen süt ile aslında onun salt hayata tutunmaya çalışan bir birey değil, devam eden anneliği ve doğum yaralarıyla da mücadele eden bir kadın olduğunu fark ediyoruz. Nitekim filmin başında güzel görünen, hikâye ilerledikçe yarım kalan, bozulan ve finale doğru Martha iyileştikçe yeniden düzelen siyah ojeleri, Martha’nın mateminin gelişimini temsil ederken; sürdüğü kırmızı ruj ve daha sonra elma metaforuyla desteklenen kırmızı vurgusu ise kadınlığının ve yaşama tutunma arzusunun bir ifadesine dönüşüyor. kırmızı elmanın anlattıkları Film boyunca sıklıkla yediği, kokladığı ve çekirdeklerini saklayarak yeşertmeye çalıştığı elma, bir yandan tohum ve bebek kavramları üzerinden doğa anayı, dolayısıyla anneliği ve doğurganlığı simgelerken mitolojik okumalara da olanak tanıyor. Yaratılış mitindeki Âdem ile Havva’nın cennetten kovulmasına yol açan yasak elma ve günah kavramı, Pieces of Woman’da bu kez Havva’nın işlediği bir günah olarak değil, bilakis yeniden doğumu ve canlanmayı anlatan bir sembol olarak karşımıza çıkıyor. Masallarda gökten düşen, cadılar tarafından sunulan, yaratılışın yasak meyvesi elma bu defa kötülükten ziyade, bir kadının elinden, hayatın devamlılığı anlamını üstleniyor. Öyle ki filmin ilk anından itibaren Martha’ya büyük bir sevgiyle bağlı olan Sean’ın (Shia LaBeouf), yaşanan trajedi sonrasında önceleri Martha’nın yanında olmasına rağmen daha sonra ilk günahı işleyen ve hatta yine Martha’yı ilk terk eden kişi olması, hâkim mit anlayışının aksine erkeğe olumsuz bir mana yüklendiği düşüncesini de akla getiriyor. Sean’ın Martha’yı aldattığı sekansta bahsettiği ve bir rezonans sebebiyle yıkılan köprü ise ki burada kadraja giren Tacoma Köprüsü değil tuhaf bir biçimde Ortaköy Camii manzaralı Boğaziçi Köprüsü’dür filmin başından itibaren çiftin ilişkilerinin en güçlü timsaline dönüşüyor. Köprü inşaatıyla açılan film boyunca perde perde köprünün bitişini izlerken, öte yandan da bir ilişkinin bitişine tanıklık ediyoruz. Köprü hem ilişkinin ömrünü hem geçen zaman hem de Martha’nın iyileşme sürecini simgelerken; Sean gittikten sonra hikâyenin ve köprünün kış mevsiminin en soğuk günlerini yaşaması ve Martha’nın iyileşmesinin son ayağını köprü üzerinde gerçekleştirmesi bu tezi destekliyor. Hatta iklimler ve elma anlatısını finalde birleştiren yönetmen, tam da bu sebeple filminin finalini bir yaz günü, bir elma ağacıyla sonlandırıyor. Öykünün çatışmasını oluşturan bir diğer ayak ise Martha’yla annesinin (Ellen Burstyn) ilişkisi üzerinde yükseliyor. Toplama kampı meselesinden Yahudi olduğunu öğrendiğimiz annenin, kendi travmalarından ve adalet arayışından hareketle, çocuğunu kaybetmesine neden olan ebeye karşı kızının da adaleti yerine getirmesi yönünde bir baskı unsuru haline gelmesi, hikâyenin gerçekte çocuğunu kaybetmiş bir çiftin yaşadığı yıkımın yanı sıra, bir annekız yüzleşmesi (Martha ve annesi ile Martha ve kızı Yvette) üzerine inşa edildiğini fark etmemize imkân veriyor. İstediği türden bir adalet sağlanamadığı noktada, annenin her şeyi unutmayı seçmesi de yine bu görüşü güçlendirir nitelikte… ÖDÜL SEZONUNDA PARLAR Filmin aksaklığına gelince… Pieces of a Woman’ın etkileyici katmanlarının arasındaki temel problem kuşkusuz kurgudaki keskinlik… Hikâye anlatımında pek çok noktada sert geçişlere başvuran film, devamlılık inşasında sıkıntılar yaşıyor ve karakter dönüşümlerinin sebepleri ile olaylar arasındaki bağlantıları açıklamak konusunda tembel davranıyor. Anlatıyı büyük oranda zedeleyen senaryo gedikleri, Vanessa Kirby’nin hayranlık uyandırıcı performansına rağmen kapatılamıyor. Yine de güçlü hikâyesi sayesinde ödül sezonunda mutlaka adını duyacağımız filmlerden biri olan Pieces of a Woman, bilhassa Kirby’nin performansı ve Howard Shore imzalı müzikleri için mutlaka görülmeli… Sosyal medya bohçacıları Ankara Bahçelievler’deki evimize gelen bohçacı teyzeleri hayal meyal hatırlıyorum, 70’lerin sonu olsa gerek. Büyük şenlikti, salon kapısının ardından heyecanla izlerdik karşı komşunun kızıyla. Heyecanla diyorum çünkü çevremizde şalvar giyen ve öyle pervasızca, yüksek sesle konuşan kadın yoktu, heyecanla diyorum çünkü Pamuk Prenses’e elma getiren kötü cadıya benzetirdim onları, sanki hepimizi kandırmaya gelmişler gibi hissederdim. Annem örtülerden beğendiklerini eline alır, sarılır ve iç geçirerek bana bakar “bunu kızıma alıyorum” derdi, sinir olurdum. Ben çeyiz falan istemezdim… SOSYAL MEDYA YAMYAMLARI Rengârenk şalvarları, yemenileri, koca bedenleriyle salona yayılıp bohçalarından çıkardıkları tığ işi yatak örtülerini, sehpa ve masa örtülerini satmaya çalışırlardı. Yaşadığımız sitedeki konu komşu da eve toplaşırdı, bohçacı teyzeler aynı anda birçok ev kadınına sunum yapardı, muhteşem satıcılardı bunlar; taksit bile mümkündü. Kızlarına, oğullarına çeyiz hazırlamak isteyen anneler, evlerini güzelleştirmek isteyen kadınlar, bohçaların içindekileri kapışırdı. Çok tuhaftı, aslında kimsenin ihtiyacı olmayan şeyleri, gide gele ihtiyaçmış gibi hissettiren, 10 katlı blokta herkesi borca sokan bu teyzeler, sosyal medya fenomenlerinin büyükanneleri olsa gerek… Durup dururken takipçinin hayatına giren sosyal medya fenomenlerini bohçacı teyzelere benzetiyorum. Türlü hüner/hünersizlik sergileyerek sirk çığırtkanları gibi bağırıp çağırıp insanları etraflarına toplayan bu isimler, size Elif Aktuğ de o dönemin bohçacılarını hatırlatmıyor mu? Sürekli satış halindeler, sürekli takipçiyi yolmak peşindeler. Öyle bir girdap ki bu, varlıklarını tıklanmaya borçluydular, sonra tık yetmez oldu, satış yapmak gerekti. “Aman da ne güzel makyaj önerileri yapıyor”, “ay şu da ne komik beni eğlendiriyor” diye izlediğimiz ve yoktan var ettiğimiz sosyal medya fenomenleri, baktık ki dirsek beyazlatıcı kremden, çakma ayakkabıdan, parfümden, saç uzatan kremden, zayıflatma haplarına kadar uzanan ve saymakla bitmek bilmeyen yelpazede türlü ürünü kakalamak peşindeler! BİR KENDİ MARKALARI EKSİKTİ! Kakalamak ağır mı oldu, olsun varsın. Kendi kulacıklarımla duydum, duyuyorum, yalan söylüyorlar; sahte spor ayakkabılar için orijinal diyerek satış yapmaya çalıArka Pencere şıyorlar, çakma parfümleri “tester” ayağına her eve sokmaya çalışıyorlar. Bu fenomenlerin daha fazla palazlananları, kendi markalarını çıkarmaya başladı bir de; bir de bu eksikmişçesine. İnsanın gözüne soka soka büyüyorlar, mikroorganizma gibi çoğalıyorlar, gazete ve televizyona haber oluyorlar, haberci azarlamaya başlıyorlar, röportaj vermem diye mikrofon iteliyorlar. Sosyal medya yamyamları bunlar, korkunçlar. Bohçacı teyzelerden korktuğum gibi onlardan da korkuyorum… Gözünüzü seveyim, uymayın şeytana, inanmayın her duyduğunuz yalana, durun bekleyin, ben de krem çıkartacağım yakında; anında 15 yaş gençleşip 15 kilo zayıflayıp anında aydınlanacaksınız. Uygun fiyata vereceğim ablalarım abilerim, yanında orijinal parfümüm de hediye gelecek... FİLTRESİZ… l Aşkla ne alıp veremedikleri var yapımcı ve senaristlerin? Normal bir ilişki izleyemeyecek miyiz, mutlu sıradan bir aileden, Âşık olup evlenen ve evliliği süregelen birilerinden bahsedilmeyecek mi dizilerde? Ha, normal bir aile hayatının izlenecek nesi var diyecekseniz, o zaman size darılırım. l İngiliz TV kanalı BBC’de haber okuyan 50 yaş üstü birçok “enkırmen” var, esmer ve gayet kilolu kadınlar var, bembeyaz yakalı İngiliz olmayan arkadaşlar var. Saçlarını maşalatmıyor kadın enkırlar, sahne makyajı yaptırmıyor, ilginç değil mi? Orası da memleket, burası da memleket. İnsan üzülüyor elinde olmadan, İngiltere için üzülüyorum tabii, yok demek ki ellerinde yeterince zayıf, yeterince sarışın, yeterince genç sunucu. l Aşılanmaya başlandık çok şükür, sevindiğim nokta aşının koldan yapılması. Her anını sosyal medyada paylaşmaktan büyük zevk duyan vatandaş için zor olacaktı, eğer aşı “kabadan” yapılsaydı. cumartesi@cumhuriyet.com.tr cumhuriyetcumartesi 23 ocak 2021 SAYI: 19 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni: Aykut KüçükkayA Sorumlu Müdür: OLCAY BÜYÜKTAŞ AKÇA Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr n Yayın Danışmanı: İPEK ÖZBEY n Görsel Yönetmen: ELİF TOKBAY n Sayfa Tasarım: ECE KURTULUŞ DURSUN n Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer Törün Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Yaygın süreli yayın Taylan Kümeli’den Püf Lokmaları Beslenme şekliyle dünyayı kurtarabiliriz Tabağınıza koyduğunuz her besinin bir seçim olduğunu ve seçimlerimizle dünyayı kurtarabileceğimizi düşündünüz mü hiç? Sürdürülebilir beslenme, küresel gıda sistemimizi düzeltmenin anahtarıdır. 2050, gıda sistemleri ile ilgili her tartışmada sıkça gündeme gelen bir tarih: Dünya nüfusunun 9.8 milyara ulaşacağının tahmin edildiği yıl. Ve her zaman sorulan soru: Hepsini nasıl besleyeceğiz? Şu anki gıda sistemimizin amaca uygun olmadığına ve yemeğimizi büyütme, dağıtma, yeme ve yemeğe değer verme şeklimizi temelden değiştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Hektar başına tonlarca yiyecekten hektar başına beslenen ve beslenen insan sayısına doğru temel bir anlatıya ve zihniyet değişikliğine ihtiyacımız var. İşletmeler de sürdürülebilir beslenme sonuçlarına odaklanan stratejiler geliştirmeli, hem gezegen hem de insan sağlığını iyileştirebilecek eylemlere odaklanmalılar. Sürdürülebilir bir şekilde daha fazla gıda üretmeli, daha yenileyici üretim yaklaşımlarına yönelirken aynı zamanda insan sağlığını iyileştiren sağlıklı ve besleyici gıdalar üretmeliyiz. Örneğin, sürdürülebilir bir şekilde birçok gıda üretebiliriz, ancak bunlar boş kalorilerle doluysa veya kendi sağlığımız üzerinde olumsuz etkileri varsa, bunların üretimini sorgulamamız gerekir. Aynı şekilde, sağlığımız için harika olan çok sayıda taze meyve, sebze ve tam tahıllar üretebiliriz, ancak bunlar sürdürülebilir bir şekilde yetiştirilmezse (örneğin çok sayıda böcek ilacı kullanarak) veya gezegenin sağlığı üzerinde olumsuz etkileri varsa gıda sistemi bağlıdır, o zaman aradığımız sonuçlara ulaşamayız. Daha sürdürülebilir diyetlere geçiş, 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi, Paris iklim anlaşması kapsamındaki emisyonları 1.5 derecenin altına düşürme emelleri veya beslenmeyle ilgili 10 yıllık eylemler de dahil olmak üzere çok çeşitli küresel taahhütlere ulaşmanın anahtarıdır. Bir başka amacı da yetersiz beslenme ve açlığın önüne geçmektir. Bazı sürdürülebilir beslenme ilkeleri şöyle: 1Diyetlerimizde daha fazla bitki (özellikle meyveler, sebzeler, kepekli tahıllar, kuruyemişler, baklagiller). Bunlar, besin değeri yüksek, daha düşük çevresel etki ve daha iyi sağlık sonuçları olan gıda örnekleridir. Bu ürünleri kullanmak demek daha fazla yerli mahsulün kullanımı demektir. 2Orta miktarda süt, kümes hayvanları, balık ve kırmızı et (daha az ama daha iyi et / hayvancılık ürünleri, örneğin mera beslemesi, kapsamlı rejeneratif hayvancılık sistemleri artmalıdır). 3Besin değeri olmayan boş kalori sağlayan şeker, tuz ve doymuş yağ oranı yüksek gıdaların tüketimini azaltın. 4Gıda israfını azaltın. Bugün, zaten gereğinden yüzde 30 yüzde 40 daha fazla kalori üretiyoruz, ancak küresel olarak yetiştirilen tüm gıdanın üçte biri, gıda zincirinde bir yerde israf ediliyor. 5Tarıma yenileyici bir yaklaşım. Tarımın çevreye ve topluma aldığından daha fazlasını geri verdiği bir yaklaşımla bakmak. Vatandaşları çiftçiye bağlayan daha zincirler. İnsanları yemekle yeniden buluşturmak Sürdürülebilir beslenmenin ana akım haline gelmesi için insanları yiyecekle yeniden buluşturmalıyız. Çoğumuzun şehirlerde yaşadığı, giderek küreselleşen bir toplumda, yiyeceklerimizin nereden geldiğini ve nasıl üretildiğini unutmak kolaydır. Tüketiciler, kendi açılarından, gıda ile yeniden bağlantı kurma konusunda net bir istek gösteriyor. Birçoğu hayvan refahı, adil ticaret veya organik tarımla ilgileniyor. Bununla birlikte, iyi niyetlere rağmen, alışveriş sepetlerine hangi ürünü koyacaklarını seçmeye gelince, kararlar çoğu zaman sürdürülebilirlik kaygılarından çok maliyet ve sağlığa dayalıdır. Benim görüşüme göre, sürdürülemez gıda hiçbir zaman seçim olmamalı: Perakendeciler ve üreticiler yalnızca sürdürülebilir ürünler sunma zorunluluğunda olmalı. Bir toplum, “gıdanın gerçek maliyeti” ve insan ve gezegen sağlığının önemi nedeniyle gıdalara gelen maliyetler hakkında düşünmeye başlamalı ve tüketiciler bunun için daha fazla ödemeye hazırlıklı olmalılardır. Hükümetlere görev düşüyor Gerçekten sürdürülebilir bir gıda sistemi oluşturmak ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (çoğu ülkenin imzaladığı sürdürülebilir kalkınma için küresel bir çerçeve) kapsamında ortaya konulan tutkuyu sunmak istiyorsak, hükümetlerin birçok alanda önemli bir rol oynaması gerekir. Bu, tarım sektörünü desteklemek için tarımsal sübvansiyonların kullanımını, örneğin vergilendirme, satın alma politikaları veya vatandaşları diyetlerine daha fazla bitkiyi dahil etmeye teşvik edecek beslenme tavsiyelerini içerir. Neredeyse 10 milyar insanı sağlıklı, besleyici, sürdürülebilir şekilde üretilmiş gıdalarla beslemek, çağımızın en önemli zorluklarından biri olacak.