23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 8 1 EYLÜL 2018, CUMARTESİ 10 bin adımda Yeşilköy‘Kimin aklına gelebilir ki Allah’ın kuş uçmaz kervan geçmez Florya’sı plaj olacak!’ Burak Kuru  buribaker@gmail.com Eski bir Rum köyü olan Yeşilköy, denize nazır, sakin akan hayat ve koşuşturmasız sokaklarıyla şehir içinde bir vaha. Acaba havalimanının buradan taşınmasıyla bu huzur geçmişte kalacak mı? İstanbul, tarihi boyunca yaşanan yangınlar ve depremler neticesinde büyük yıkımlar ve bunun getirdiği büyük değişimler yaşadı. Son yılların değişim rüzgârıysa ‘kentsel dönüşüm’. Yeni palazlanan yerleşim birimleri haricinde, yerleşimi daha eskilere dayanan, şehrin kadim bölgelerinde vadesi dolan evler yerlerini bir kısmı mecburiyetten, bir kısmı da rant yüzünden yeni teknolojiyle inşa edilmiş, daha büyük ancak ekseriyetle sevimli durmayan yenilerine bırakıyorlar. Sarı rekli kamyonların cirit attığı İstanbul sokaklarında esen bu değişim rüzgârı da insanı hasta edecek şiddette. Son açıklamayı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçim vaadi olarak yaptı: “Atatürk Havalimanı var ya, işte orası Millet Bahçesi olacak. 29 Ekim’de İstanbul’daki o dünyanın sayılı havalimanını açıyoruz. Mevcut Atatürk Havalimanı’nı da dev bir Millet Bahçesi haline getirmek suretiyle artık şehrin merkezinde istiyoruz ki böyle bir Millet Bahçesi olsun...” Mösyö Röne’den yadigâr 1900’lerin başından itibaren havalimanı için çalışmalar yapılan bölgedeki tesis 1933’e kadar askeri amaçla kullanılmış, aynı yıl Ankara uçuşları başlamış, 1953’te de Yeşilköy Havalimanı olarak uluslararası hava trafiğine açılarak ülkenin en yoğun havalimanı olmuş. Bugünkü Atatürk Havalimanı adını da 1985’te almış. İşte açıklama bu havalimanını ve bulunduğu Yeşilköy ile çevresini ilgilendiriyor. Havalimanı olması sayesinde burada yüksek apartman yapılması yasaktı. Bu sayede bölge biraz daha sakin, küçük apartmanlı, yer yer eski köşklerin korunduğu bir yer oldu. Fakat havalimanı gidince, orası park olunca ve yüksek apartmanlara izin çıkınca burasının yaşayacağı kentsel dönüşüm, belki de on yıllar boyunca geçmeyecek bir curcuna başlatacak. Şu an havalimanı nedeniyle yoğun trafiğe ve uçak gürültüsüne rağmen ‘iyi günler’ yaşayan Yeşilköy’ün mevcut parkına gidelim şimdi: Rönepark. Burası 1936’da imara açılmak istenmiş ama yoğun tepkiler karşısında park olarak bırakılmasına karar verilmiş. Park adını 1990’lerin başında Harbiye'de okuyan bir Lübnan Prensi’nin Aya Stefanos’lu bir Rum kızı hamile bırakması ve bunun farkına varmadan ülkesine dönmesi neticesinde doğan Mösyö Röne’nin açtığı dönemin meşhur Röne Gazinosu’ndan alıyor. Şimdi yeşili korunmuş şekilde, gazino günlerinden uzakta, minik bir hayvanat bahçesi ve geniş çay bahçesiyle bölgenin sevilen noktalarından. Rönepark’ın merdivenlerinden inip sahile doğ Rönepark. ru yürüdüğünüzde, Anadolu yakasının sahil şeridine benzer şekilde çimenlik, ağaç gölgesi, plaj ve denizle karşı karşıya kalıyorsunuz. Kalabalık, yaz günlerinde günün her saati dikkat çekici. Yeşilköy’e geldiğinizde sezeceğiniz sayfiye havası yanıltıcı değil. Buranın denizle ilişkisi, sakin akan hayat, koşuşturmasız sokakları huzuru bozmak isteyenlere rağmen huzur veriyor. 20 dakika uzağındaki Mecidiyeköy’ün ışık hızında akan hayatının aksine, burada böylesine bir sakinlik, bu bölgede yaşayanların şansı olsa gerek. Sokaklarda gezerken bu anlattığımı daha iyi anlayacaksınız. Sayfiye olmanın ilk şartı olarak dondurmacılar sık sık karşınıza çıkacak. Burada bolca Roma dondurmacısı var. Sizi tatmin edecekler. Huzuru bozmak isteyenler demiştim, neyi kastettiğimi iki örnekle açıklayayım: Birincisi, kapısında 1905 tarihi olan Özel Yeşilköy Rum İlköğretim Okulu’nun tabelasının altına bir müdahalede bulunulmuş. Duvara, “TÜRK” yazısı kazınmış. İkincisi, Yeşil Zeytin Sokağı’nın sonundaki giriş kapısından girip, İstanbul ressamı İtalyan/ Maltalı Amadeo Preziosi’nin mezarının da bulunduğu Latin mezarlığı... Giriş, resmi makamlar harici yasaklanmış. Görevli 23 senedir durumun böyle olduğunu belirtip “İstenmeyen olaylar oldu” diyor. Preziosi’nin mezarı için, daha önce ziyarette bulunanlar, bakımsız bir mezar olduğunu belirtiyor, onu da ekleyeyim. Eski bir Rum köyü Cümbüş Sokak’taki St. Etienne Aziz Stefanos Latin Katolik Kilisesi, yanındaki bakımeviyle beraber, görmeniz gereken noktalardan. 1865’ten beri orada. Bir diğeri de Mirasyedi Sokak’taki Hagios Stephanos Rum Ortodoks Kilisesi. Kilisenin hemen yanındaki Yeşilköy Balıkçılar Çarşısı da uzun akşam yemeği, eğlenceli gecenin en önemli durağı. Yan yana meyhaneler belirli bir seviyeyi yakalı St. Etienne Aziz Stefanos. yor, uzman tavsiyesi olarak edindiğim bilgiyi aktarayım: Ogün Restoran. Havacılık Müzesi, İstanbul’un en eski taş fenerlerinden Yeşilköy Feneri de görülmesi gerekenlerden. Yeşilköy Feneri, Sultan Abdülmecid tarafından Fransız mühendislere yaptırılmış. Bölgenin can damarlarından biri olan demiryolu epeydir yok. Artık atıl durumda olan 1871 tarihli Yeşilköy Tren İstasyonu da uğramanız gereken duraklardan. İlk filmin platosu Eski bir Rum köyü olan Aya Stefanos, Halit Ziya Uşaklıgil’in önerisiyle 1925’ten beri Yeşilköy adını taşıyor. Buranın bir önemi de ilk Türk filmine ev sahipliği yapması: 93 Harbi’nde bu noktaya kadar gelen Rusların, ölen askerleri için yaptırdığı Rus Abidesi, 1914’te dinamitlenerek yıkıldı. Bunu kameraya çeken Fuat Uzkınay, Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı belgeselini kayıt altına alarak, 14 Kasım 1914’te gösterime giren yapım sayesinde Türk sinemasının ilk eserine imza atmış oldu. Bu anıt da, filmin kopyası da günümüze ulaşmadı. Burada bir not iliştireyim, Sermet Muhtar Alus’un 1939 tarihli yazısında anlattığına göre sinema, İstanbul’a ‘canlı fotoğraf’ adıyla gelmiş. Alus, babasının “Haydi canlı fotoğrafa gidiyoruz” diyerek kendilerini sinemaya götürdüğünü anlatıyor. Çok güzel değil mi? Son söz Refik Halid Karay’ın 20. yüzyıl ortalarında düştüğü not olsun. Yeşilköy’ü anlatıyor: “Görülüyor ki Ayastefanos münevverler yatağı, Garplılığı benimsemişler barınağı idi; öyleleri burada bir nevi koloni kurmuşlar, kendi muhitlerinde yaşıyorlardı... Kimin aklına gelebilir ki halkta deniz merakı uyanacak ve tayyare de icat edilip burada bir meydan kurulduktan başka, yanı başındaki Allah’ın kuş uçmaz kervan geçmez Florya’sı plaj olacak!..” #negüzelbina: Mimar Kemaleddin'in yaptığı cami ‘Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın öncülerinden, çoğu kişi farkında olmasa da 20 TL’nin üzerinde portresinin olması nedeniyle her gün karşılaştığımız Mimar Kemaleddin’in narin bir camisi var burada. 1909’da V. Mehmet’in talimatıyla yaptırılan cami, Gazi Evrenos Caddesi ile Mühendis Ziya Sokağı’nın kesişim noktasında bulunuyor. Mimar Kemaleddin’in İstanbul’da emeğinin bulunduğu diğer camiler ise Bostancı, Bebek ve Kamer Hatun camileri. Bülent Şık Rachel Carson, 1962 yılında yazdığı Sessiz Bahar kitabı ile toksik kimyasal kalıntıları nedeniyle tabiattaki kuş türlerinin yok olacağına ve bahar aylarında her yerde duymaya aşina olduğumuz kuş cıvıltılarını artık duyamayacağımıza dikkat çekmişti. Carson, kitabında o yıllarda dünya genelinde son derece yaygın kullanılan DDT isimli pestisitin kuşların üreme döngüsünü bozduğunu ve zamanla yok olmalarına neden olacağını dile getirmişti. Zamanla insan sağlığına da çok zarar verdiğinin anlaşılması ile DTT kullanımı pek çok ülkede yasaklandı. Kutuplara kadar ulaştı DDT kalıcı organik kirleticilerden biri. Bu kimyasallar çok zehirlidir; hormonal sistemimizi bozarak gelişme ve üreme bozuklukları ile kanser gibi tehlikeli hastalıklara neden olurlar. Kalıcı organik kirleticiler doğal hayatta kolayca yok olmayan, besin zincirinde birikim yapabilen ve zaman içinde bulundukları noktadan daha uzak mesafelere taşınabilen kimya Serçeler nereye kayboldu? sal maddelerdir. Örneğin DDT’nin kutuplarda yaşayan canlılara kadar ulaştığı tespit edildi. Kalıcı organik kirleticiler besin zincirine dahil olarak doğal hayattaki canlıların yağlı dokularında birikirler. Et, balık, süt ve süt ürünleri gibi yağ içeriği yüksek hayvansal gıdaların tüketimiyle bu kimyasalları vücudumuza alırız. DDT yaklaşık 40 yıldır ülkemizde kullanılması yasak bir pestisit olmasına rağmen gıda ürünlerinde hâlâ kalıntısı aranan pestisitlerden biri ve doğal hayata verdiği zarar da devam etmekte. Geçmişte DDT odağında yapılan tartışmalar günümüzde neonikotinoidler adı verilen pestisitler için yapılıyor. 1990’lı yılların başında piyasaya sürülen neonikotinoidler, zehirli etkilerinin çok düşük olduğu, doğal hayat için zararsız oldukları iddiasıyla bütün dünyada en çok kullanılan pestisitlerden biri. Bu aşırı kullanım kısa zamanda yaygın bir kirliliğe neden oldu. Yapılan bir çalışmada dünyanın farklı bölgelerindeki yerel üreticilerden toplanan bal örneklerinin yüzde 75’inde neonikotinoid kalıntılarına rastlanması, bu yaygın kirliliğin bir kanıtı olarak yorumlanabilir. Neonikotinoidler arılara zarar verdikleri için kullanılmalarına yasak getirilmesine yönelik ciddi tartışmalar var son yıllarda. Ancak görünen o ki zarar verdikleri canlılar sadece arılar değil, kuşlar da büyük zarar görüyor. En çok kuşlar etkileniyor Neonikotinoidler böcekleri öldürmek için kullanılıyor. Doğada böcekleri yiyen canlıların başında ise kuşlar geliyor. Dünyadaki 11 bin kuş türünün yüzde 60’ı böcekleri yiyerek bes leniyor. Kuşlar dünya genelinde her yıl 500 milyon ton ağırlığa denk gelen miktarda böcek yiyor. Kuşlar neonikotinoidlerle zehirlenmiş böcekleri yediklerinde ya da neonikotinoidlerle kirlenmiş sulardan içtiklerinde bünyelerine neoni kotinoid zehrini almış oluyorlar. Zamanla sağlıkları bozuluyor. Örneğin neonikotinoid zehirlenmesi serçelerde zayıflamaya neden oluyor. Sorun yaratan zehirli kimyasal sadece neonikotinoidler de değil; tarımsal alanlarda, bahçe ve parklarda kullanılan yüzlerce pestisit var ve bu pestisitlerin büyük bir çoğunluğu kuşlar için tehlike arz ediyor. Doğal yaşam alanlarının tahribi, ormansızlaşma ve kimyasal kirlilik gibi nedenlerle pek çok kuş türünün soyu hızla tükeniyor. Ancak bu kirlilikten en çok etkilenen kuş türlerinin başında serçeler geliyor. Serçeler Antarktika kıtası hariç dünyanın her yerine yayılmış tek kuş türü. Yeryüzündeki en yaygın canlı türlerinden biri. Tıpkı kediler ve köpekler gibi insanın zaman içinde kurduğu her uygarlığa adapte olan, bir bakıma insanlarla birlikte yaşayan, birlikte evrimleşen serçelerin soyunun tükenebileceğini düşünmekte zorluk çekiyor insan. Ama yapılan çalışmalar dünyanın hemen her bölgesinde serçe nüfusunun büyük bir hızla azaldığını gösteriyor. Bu azalışın en önemli nedenlerinden biri yol açtığımız yaygın pestisit kirliliği. İnsan yaptığı şeylerin nelere yol açabileceğini öngörme gücü zayıf bir canlı belki de. Ve belki bu nedenle de sadece serçelerin değil kendisinin de yok olmakta olduğunu göremiyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle