27 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 8 18 AĞUSTOS 2018, CUMARTESİ 10 bin adımda İstiklal‘Yaşayanların havsalaları kadar dar, entrikalarının tenyaları kadar uzun’ Burak Kuru  [email protected] Şu sıralar kimliğini aramakla meşgul olan caddenin, o caddeden kimlerin gelip geçtiğinden bağımsız bir tarihi var ve her adımda o tarih karşınıza çıkıyor. Galatasaray Lisesi ve Yapı Kredi Yayınları Sokak müzisyenleri Smart Beyoğlu Markiz Hazzo Pulo Birkaç yıldır yurtdışında yaşayan ya da gündelik gelişmeleri takip etmeden Türkiye’de bulunan bir insanı gözlerini bağlayıp Taksim Meydanı’nın ortasına bıraktığınızda epeyi şaşıracağı kesin. Bastığı yeri tanıyamamakla başlayıp, artık yerinde olmayan Atatürk Kültür Merkezi’nin yokluğunu hissedecek ve yerine yapılacak yeni kültür merkezinin şantiyesini görecek. Yönünü İtalyan heykeltıraş Canonica’nın yaptığı, 1928’den beri burada olan Cumhuriyet Anıtı’na çevirdiğindeyse de hemen arkasında yükselen ve sol taraftaki Aya Triada kilisesini gölgede bırakan heybetli Taksim camisiyle karşılaşacak. Tabii bu şaşkınlık onun için meydanla sınırlı kalmayacak: Bu meydana adını veren ve 1731’de I. Mahmut tarafından inşa ettirilen su dağıtımı noktasını (Taksim) geçip İstiklal Caddesi boyunca yürüdükçe önünde kuyruk olan, yeni açılmış ‘asırlık’ tatlıcılar, boş duran yapımı tartışmalı AVM’ler, zemini ve kimliği değişen cadde onu bekleyecek. Yeşile hasret bir cadde John Freely eşsiz kitabı İstanbul’u Dolaşırken’de Avusturyalı tarihçi Josef von Hammer’in İstiklal Caddesi için şöyle dediğini aktarıyor: “Burası yaşayanların havsalaları kadar dar, entrikalarının tenyaları kadar uzun”. Biz de bugün o uzun yolda yürüyoruz. Lezzet durakları haricinde ara sokaklara sapmadan caddede ne olup bitiyor bakacağız. İstanbul’da Avrupalı ve Amerikalı turistlerin yerini uzunca bir süredir Arap turistler alırken caddenin dükkânları da buna göre şekillendi. İşte bu tatlıcılar, nargileciler, parfümeri dükkânlarının misafirleri genelde bu turistler. Bu durum sokak müzisyenlerine de yansıdı. Ülkesindeki şartlardan kaçıp Türkiye’ye gelen sokak müzisyenini Feyruz şarkıları çalarken, onun etrafına toplanan hemşerilerini de kimi zaman hisli kimi zaman mutlu şekilde ona eşlik ederken göreceğimiz sahne burada tüm gerçekliğiyle yaşanıyor. Caddede yeşilin de olduğu fotoğraflar eskide kaldı. Artık sadece konsoloslukların bahçeleri, Galatasaray Lisesi ve Ağa Camii’nin avlusunda rastlayabiliyoruz yeşile. Caddede başka yeşil yok. Güneşten kaçışın yolu ya bina gölgeleri ya da kaferestorankitapçılar. Şimdiki tavsiyeler oralardan geliyor. İstanbul’un en büyük kilisesi Kahvaltı için menemenci Lades ya da Karaköy’deki yerini bırakıp Tünel Meydanı’na taşınan Hasan Fehmi Özsüt’e gidebilirsiniz. Burası Karaköy’de televizyona da çıktıktan sonra oldukça popüler olmuştu. Yeni yerlerinde de aynı hizmeti sunuyorlar. Öğlen yemeği için yan masanızda mutlaka bir turiste rastlayacağınız Hayvore, çay için Hazzo Pulo, kahve içmek ve rahat vakit geçirmek için ya Asmalımescit girişindeki Şimdi kafe ya da Olivya Geçidi’ndeki festival dönemi boyunca festival tutkunlarıyla sık sık karşılaşacağınız Gölge Kahve. Buralar, Yapı Kredi Yayınları’nın görkemli kitapçısı, Türk Alman Kitabevi ve Salt Beyoğlu’ndaki Robinson Crusoe 309 kitapçısıyla beraber zevk alabileceğiniz yerler arasında. Akşamları da binanın hatırına muhteşem Çiçek Pasajı. Olivya Geçidi’nin hemen karşısında şehrin en güzel ikililerinden birisi var: San Antuan Kilisesi ve Mısır Apartmanı. San Antuan, İstanbul’daki en büyük kilise. İlk olarak 1725 yılında bir kilise inşa edilmiş. Bu gördüğümüz, Türkiye’de harika eserler bırakmış olan İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından tasarlanıp 1912’de inşa edilen. Mısır Apartmanı bu yapıdan daha eski. Hovsep Aznavur’un mimarı olduğu yapı, kışlık konak olarak inşa edilmiş. İstiklâl Marşı’nı yazan Mehmet Akif Ersoy, Atatürk’ün dişçisi Sami Günzberg de buranın sakinleri arasındaymış. Günümüzde binanın içerisinde sanat galerileri ve eğlence mekânları var. O nedenle giriş serbest, girip inceleyebilirsiniz. Caddede yürürken Yunanistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu binasını gördüğünüzde cephesindeki bir detay ilk bakışta dikkatinizi çekmeyebilir. Gezi Parkı protestoları sırasında İstiklal Caddesi’nde duvarlara yazılanlar daha sonra silinmişti. Konsolosluklar o ülkenin toprağı olduğundan Yunanistan kendi toprağında iz bırakmayı tercih etmiş. Duvarlarına yazılan ifadeyi silmek yerine, beyaz boyayla yazının aynı şekilde üzerinden geçmişler. Dışişleri’nde görev almış eski kuşak diplomatlara bunu sorduğumda, Yunanistan’ın hareketini nezaketsizlik, Türkiye’nin bu konuda uyarı verip onu sildirmemesini de işini eksik yapmak olarak değerlendirdiklerini ekleyeyim. Rehberiniz telefon uygulaması Yenilenen Narmanlı Han’dan hiç bahsetmiyorum çünkü geçmişin izlerini silen restorasyon sonrasında ortaya çıkan manzara şehirde tartışma yarattı. Elimde Murat Belge’nin 1993’te yayımlanan kitabı İstanbul Gezi Rehberi’nin gözden geçirilmiş 2007 baskısı var. İstiklal Caddesi’nde bazı şeylerin değişmediğini gösteriyor: “Köşede gene bir pasaj ve bir zamanlar İstanbul’un en şık pastanesi Markiz’in yeri var. Tozlu camlardan içeri bakıp, bu pastaneyi süsleyen ama nedense yalnız üç tane olan ‘Mevsimler’in seramik tablolarından bazılarını hayal meyal görebilirsiniz. Bu yakınlarda yeniden açılması bekleniyor.” Markiz, aradan geçen sürede bir dönem açıldı, fakat eskisi gibi olmayınca rağbet görmedi ve kapandı. Anlatılan tabloları bugün önüne gittiğinizde görmeniz mümkün. Ama yeniden açılacak mı? Bilemiyoruz... Şu sıralar kimliğini aramakla meşgul olan İstiklal Caddesi’nin, o caddeden kimlerin ge #negüzelbina: Botter Evi II. Abdülhamit’in terzisi Botter’in 1900’lerin başında İtalyan mimar Raimondo D’aronco’ya yaptırdığı, şehirdeki en güzel Art Nouveau eserlerden biri olan bu ev şu anda kapıları kapalı şekilde öylece duruyor.  lip geçtiğinden bağımsız bir tarihi var ve her adımda o tarih karşınıza çıkıyor. Bunu derli toplu görebilmek için kaynaklar mevcut. Oldu da hazırlıksız yakalandınız diyelim, Beyoğlu Belediyesi’nin güzel hizmeti yardımcı olabilir: “Smart Beyoğlu”nun parçası olarak binaların girişine mavi plakalar yerleştirmişler, bu plakalar üzerindeki karekodu telefonunuza okutarak, o binayla ilgili bilgi edineceğiniz sayfaya gidebiliyor, mekân bilgisi alabiliyorsunuz. Cadde kimliğini arıyor, biz de caddeyi arşınlayan Arap turistlerin korkuyla eşlik ettikleri emsalsiz Feyruz şarkısının sözleri gibi bekliyoruz: “Korkuyorum kalbim, ya bu yabancı yerde yaşlanırsam ve memleketim beni tanıyamazsa...” BÜLENT ŞIK Biyolojik çeşitlilik, yeryüzünün tamamında ya da sadece belirli bir coğrafi bölgede yaşayan canlı türleri arasındaki farklılıkları ifade eder ve hayatın devamlılığı için bir güvencedir. Bitkisel yaşamın sürekliliği için önemli olan tozlaşma, iklim süreçlerinin düzenlenmesi, toprak oluşumu ve verimliliği, gıda maddeleri, yakıt, lif ve çeşitli kimyasal maddelerin üretimi, atıkların ve ölü unsurların giderimi gibi hayatın devamlılığı için vazgeçilmez önemde pek çok olay biyolojik çeşitliliğe yaslanır. Biyolojik çeşitlilik azalıyor Toksik atıklar, kentleşme, doğal yaşam alanlarının tahribi gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak yeryüzündeki biyolojik çeşitlilik hızla azalıyor. Geçtiğimiz yıl yayımlanan bir çalışmada son 27 yıl içinde Almanya’da koruma altındaki doğal yaşam alanlarında bile uçucu böceklerin toplam biyokütlesinde yüzde 75 oranında bir azal Doğaya ne yaparsak kendimize de onu yaparız ma olduğu belirlenmişti. Dünya genelinde insanların yediği gıda kaynak larının yüzde 35’i tozlaşmayı gerçekleştiren uçucu böcekler tarafından sağlanıyor. Tozlaşma, bir bitkinin erkek organında üretilen polenlerin arı gibi bir uçucu böcek vasıtasıyla aynı türden bir başka bitkinin dişi organına taşınması olayına verilen ad. Bitkisel hayatın özellikle de çiçekli bitkilerin çoğalması tozlaşmaya bağlı. Tozlaşma uçucu böceklerin yanısıra rüzgâr ya da kuşlar vasıtasıyla da olabiliyor. Uçucu böceklerce sağlanan tozlaşma neticesinde oluşan ve gıda maddesi olarak tüketilebilen ürünler, dünya genelindeki gıda çeşitliğinin yüzde 65’ini temsil ediyor. Uçucu böceklerin yokluğu bitkisel gıda üretiminde felaket olarak nitelenebilecek bir olay. Üstelik uçucu böceklerin kaybını sadece insanlar için değil, diğer canlılar için de bir sorun olarak görmeli. Örneğin böceklerden beslenen kuşların da varlığı tehlikeye giriyor. Kuşların yokluğu ise tohumlarını kuşlar vasıtasıyla tabiata yayan ağaç türlerinin ve zamanla o ağaç türleri üzerinde yaşayan sayısız canlının da yok olması demek. Örne ğin ülkemizdeki platoları süsleyen ardıç ağaçlarının ardıç kuşları olmadan yeşermesi olanaksızdır. Tükenmeden bir önceki adım Sadece uçucu böcekler değil omurgalı canlı türlerinin de geleceği tehlikede. PNAS dergisinde yayımlanan bir çalışmada 27 bin 600 omurgalı (yeryüzündeki omurgalı sayısının yarısı) ile 177 memeli canlı türünün nüfus büyüklüklerinin 19002015 yılları arasında üçte bir oranında azaldığı belirlendi. Aynı tarih aralığında incelenen 177 omurgalı türünün ise coğrafi yaşam alanlarının en az yüzde 30’unu kaybettikleri ve bu türlerin bazılarında neredeyse yüzde 80 oranında nüfus azalması olduğu belirlendi. Nüfusun azalması canlı türlerinin soylarının tükenmesinden bir önceki adım olarak kabul ediliyor. İklim krizinden kimyasal kirlenmeye, kentleşmeden tarımsal alanların genişletilmesi ve ormansızlaşmaya varana değin insan eliyle gerçekleştirilen ölçüsüz büyümenin yıkıcı sonuçları yeryüzündeki hayatın bütününü tehlikeye sokmuş durum da. Ama her şey yok olsa da insana, insan türüne bir şey olmayacağına inanıyor; bu yıkımdan hiç etkilenmeyecekmişiz gibi davranıyoruz. Ne yazık ki bu doğru değil. Örneğin önümüzdeki 20 ya da 30 yıl içinde iklim krizi nedeniyle ülkemizdeki su varlıklarında üçte bir oranında azalma bekleniyor; Akdeniz bölgesindeki iklimin hızla değişebileceği ve aşırı kurak bir çöl iklimine benzeyebileceği belirtiliyor. Bu dönüşümlerin hayatı devam ettirmede ağır sorunlara yol açmayacağı düşünülemez. Su kıtlığı, ormansızlaşma ve kimyasal kirlenme gibi kritik önem taşıyan meselelerin çözümü için neler yapılması gerektiğini şimdiden planlamak, açığa çıkacak sorunları bertaraf etmek için ne gibi önlemler alınması gerektiğini düşünmek gerekiyor. Bu konular ülkemizdeki siyasal gündemin öncelikli konuları değil. Hatta tam aksine bir yönelimle mevcut tahribatı daha da artıracak uygulamalar bir bir devreye sokuluyor. İnsan doğaya her ne yaparsa kendine de onu yapar. Yıkıma uğramış bir coğrafi bölgede hayatı devam ettirmek olanaksızdır. Bu yalın geçeği umarım hep birlikte ve çok geç olmadan fark edebiliriz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle