Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 4 23 HAZİRAN 2018, CUMARTESİ Tolstoy ve Dostoyevski tanışır mıydı? MAHİR ÜNSAL ERİŞ Dünya Kupası nedeniyle milyonlarca insanın gözünün Rusya’da olduğu şu günlerde ben de sözü Rusya’ya getirmek istiyorum. Ama futboldan ya da Dünya Kupası’ndan değil de biraz edebiyattan bahsedeceğim. Aslında daha doğrusu edebiyatın magazin kısmından. Rus edebiyatından ziyade, yarattıkları değerlerle dünya edebiyatının en büyük yazarları arasına girmiş iki isim var. Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ve Lev Nikolayeviç Tolstoy. Bu iki muhteşem yazarın etrafında okurların Dostoyevski’ciler ve Tolstoy’cular olmak üzere ikiye ayrıldıklarını, takım tutarcasına saflaştıklarını biliyoruz. Teşbihim kabahat sayılmazsa, lafı futbolla açtığım için söylüyorum, Ronaldo’cular ve Messi’ciler gibi. İnsan, ister istemez birine daha yakın hissediyor kendini. Teğet geçtiler Tanrı’nın bu çağda Rusya’ya edebiyat konusunda biraz cömert davrandığını da kabul etmek gerek. Tolstoy ve Dostoyevski’nin aynı çağda yaşamış olması bir yana, bugün Rus edebiyatı dediğimizde aklımıza gelen Çehov, Turgenyev, Gonçarov, Gogol, Puşkin, Lermontov gibi isimler hep, üç aşağı beş yukarı, bu dönemde yaşamışlar. Peki, gelelim asıl soruya, dünya edebiyatının iki muhteşem yazarı, Dostoyevski ve Tolstoy, aynı dönemde yaşadıklarına göre, tanışıyorlar mıydı? Hiç, şöyle oturup da edebiyattan, birbirlerinin eserlerinden konuşmuşlar, günümüz edebiyatçıları gibi zamane yazarlarının dedikodusunu yapmışlar mıydı? Birbirlerine hayrandılar Tolstoy, ümit veren bir genç yazar olarak 1855 yılında Petersburg’a geldiğinde bir sürü başka yazarla tanışmıştı. Fakat bu dönemde Dostoyevski sürgündeydi. Birbirlerinin eserlerini okuyorlar, takip ediyorlardı. Yirmi küsur yıl sonra Tolstoy, başyapıtı Savaş ve Barış’ı yayımladığında Dostoyevski bu muhteşemliğin karşısında hayranlığını gizleyememiş, dostlarıyla paylaşmaktan çekinmemişti. İkilinin birbirine en yakın şekilde teğet geçişi 1878 yılında oldu. Felsefeci Vladimir Solovyev’in bir konuşması sırasında her ikisi de dinleyiciler arasındaydı. Fakat o gün de tanışmaları mümkün olmadı. Kaynayan kalabalığın arasında bir araya gelemediler. Bundan iki yıl sonra Dostoyevski, Puşkin anıtının açılışı için düzenlenecek törene katılmak üzere Moskova’ya geldiğinde, törenden önce Tolstoy’u Yasnaya Polyana’da ziyaret etmek istedi. Fakat ortak ahbabı, Tolstoy’un kendini kalabalıklardan çekerek münzevi bir hayat sürmeye başladığını, pek öyle ziyaretçi kabul edecek bir havada olmadığını söyleyince bundan vazgeçti. Aynı yıl, Tolstoy, bir türlü denk gelemediği çağdaşının Ölüler Evinden Anılar adlı kitabını okuyunca bundan çok etkilenerek, zamanın meşhur eleştirmeni Nikolay Strahov’a yazdığı bir mektupta Dostoyevski için, “Puşkin de dahil olmak üzere, yeni edebiyatımızın en iyisi” der. İki büyük yazarın da birbirlerinin edebiyatına duydukları hayranlık istikrarlı bir şekilde yükselmeye devam etti. Fakat hayatın imkanları ertelemek için çok kısa olduğunu göstermek istercesine Dostoyevski 1881 yılında ölünce hesap ne yazık ki yarım kaldı. Böylece dünya edebiyatının bu en büyük iki Rus yazarı hiçbir zaman tanışamamış oldular. Hiç görmediği dost Tolstoy’un, Dostoyevski’nin ölümüne çok üzüldüğü söylenir. Yazdığı bir başka mektupta, “Bu adamı hiç görmedim, hiç de bir ilişkimiz olmadı. Ama, şimdi o aniden ölüverince, bana en yakın, varlığına ihtiyaç duyacağım en kıymetli insanın o olduğunu idrak ettim. Onu dostum sayıyorum ve bir gün muhakkak görüşeceğimizden eminim” demiştir. Dostoyevski’nin eşi Anna Snitkina’nın Tolstoy ve eşiyle arkadaşlık ettiği, Dostoyevski’nin ölümünden sonra defalarca görüştükleri, bir araya geldikleri kaydediliyor. Bu ziyaretlerde Tolstoy’un Anna Snitkina’ya, Dostoyevski’yle tanışmamış olmaktan duyduğu büyük pişmanlığı sıklıkla dile getirdiği de söylenenler arasında. Roman mefhumunun, yazarlığın ne kadar yukarılara taşınabileceği ile ilgili dünyanın algısını yeniden biçimlendiren bu iki muazzam Rus yazarının, Rus edebiyatının en bereketli çağında yaşayıp da hiç bir araya gelememiş, asla tanışamamış olması elbette dramatik. Ama birbirleri üzerinde bizim hiç bilemediğimiz etkiler bıraktıkları da yadsınamaz. Edebiyat tarihçileri, Tolstoy’un, Yasnaya Polyana’daki son günlerinde, hayatında okuduğu son kitabın Karamazov Kardeşler olduğunu söylüyorlar. Bu da tanışmak sayılır belki. Kadın illüstratörlerGenç, özgün ve üretken fark yaratıyor ARTEM İS GÜNEBAKANLI Mağara duvarlarına kazınan figürlerle görünür olan kendimizi çizgiyle ifade etme çabası, her gün binlerce görselin bombardımanına uğradığımız internet çağında hayatımızın tam ortasında. Bu görsel kakofoninin içinde özgün dilleri, renkleri ve tavırlarıyla var olan kadın illüstratörlerin işleri giderek daha çok fark ediliyor. Kimi yurt dışına yerleşen, kimi buradan ülke içinde ve dışında sayısız iş yapan kadın çizerlerin imzasını büyük festivallerin afişlerinde, kitap ve albüm kapaklarında, birçok markanın reklam görsellerinde buluyoruz. Bu hafta kariyerlerinin yükselişine tanık olduğumuz dört kadın illüstratör konuğumuz. Selin Çınar @axstonee 1989 Eskişehir doğumlu Selin Çınar, adını sıkça duymaya başladığımız sanatçılardan. Geçen ay gerçekleşen Zorlu PSM Caz Festivali’nin afişlerinde de imzası var, bağımsız müzisyenlerin albüm kapaklarında da. İşleri sadece sergilerde ve dergilerde değil, aynı zamanda sokaklarda, kartpostallarda ve sticker’larda görülebiliyor. Anadolu Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nden mezun olan Çınar, fotoğraf ve müzikle de ilgileniyor. Zaman zaman uğradığı İstanbul’un kaosunu, yaşadığı zorlukları, kötü ve karanlık olan her şeyi Eskişehir’de sürdüğü sakin hayatın içinde yumuşatarak işlerine yansıtıyor. Hayvanlardan çokça ilham alan, bol detaylı çizimlerinde kendine özgü karanlık bir dil var. Çınar’a göre Türkiye’de genç illüstratörlerin en çok yaşadığı sorun, emeklerinin karşılığını alamamak. Fikir ve sanat ürünlerinin çarpık bir bakışla değerlendirildiği, daha doğrusu değerlendirilemediği bir ortamda kadın olmak, işverenler tarafından zayıf görülerek daha çok baskıyla mücadele etmek demek. Merve Atılgan @mervmee Kendisini tam zamanlı illüstratör, yarı zamanlı balerin olarak tarif eden Merve Atılgan, ağırlıklı olarak çocuk kitapları resimliyor ve karakter tasarımı üzerine çalışıyor. Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Çizgi Film Animasyon Bölümü mezunu olan 29 yaşındaki çizer, beş yaşında başladığı modern dans ve bale eğitimini de sürdürüyor. Atılgan’ın büyülü bir dünyanın kapısını aralayan işleri, Türkiye’de ve yurt dışında birçok gale ri ve dergide yer alıyor. Geçtiğimiz yıl Akbank Caz Festivali kapsamındaki Cazdan Filmler projesinin konsept, illüstrasyon ve karakter tasarımlarını üstlenen sanatçı, illüstrasyon ve çizgi roman atölyeleri de düzenliyor. Çizerliğin hala hobi olarak görülmesi, çalışma hayatına hakim olan acelecilik ve illüstrasyon gibi özgün bir alanda sabit bakış açılarına saplanıp kalmayı sektördeki en önemli sorunlar olarak niteleyen Merve Atılgan, sanatçının özgür bırakılması ve sunduğu emeğin fark edilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Dilara Özden @alternatecyborg Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nü bu yıl bitiren Dilara Özden, 1993 İstanbul doğumlu. Çocukluğunda izlediği animelerden etkilenerek başladığı çizim serüveni, onu işlerinin fonunu oluşturan cyberpunk şehrine en yakın yer olan Tokyo’ya götürmüş. Henüz okuldayken grafik tasarımcı olarak çalışmaya başlayan ve karma sergilerde yer alan Özden’in illüstrasyonlarında teknolojik dejenerasyon, yapay zekanın evrimi gibi temalar, neon ışıkların aydınlattığı, organikle mekaniğin iç içe geçtiği, çekiciliği tekinsizliğinden gelen bir gelecek tasviri dikkat çekiyor. Hayallerinin peşinde, doğduğu şehirden 9 bin km uzağa taşınan Dilara Özden, Türkiye’de illüstratör olmanın, bunu meslek olarak sürdüremeyeceği düşüncesiyle yaşamak anlamına geldiğini belirtiyor. Özgün dilleri, renkleri ve tavırlarıyla var olan kadın illüstratörlerin işleri giderek daha çok fark ediliyor. İmzalarını festivallerin afişlerinde, kitap ve albüm kapaklarında gördüğümüz dört çizerle tanışıyoruz. Gizem Winter @gizemwinter Altı yıldır Köln’de yaşayan Gizem Winter, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nü bitirmiş. 28 yaşındaki sanatçı, Türkiye’de başladığı kariyerine Almanya’da poster tasarımları, plak firmaları için albüm kapakları, çeşitli dergiler için editoryal illüstrasyonlar, mural çalışmaları, masa oyunu tasarımlarıyla devam ediyor. İşleri yerli ve yabancı dergilerde yayınlanan, sergilere dahil olan Gizem Winter, özellikle tasarladığı posterlerle çizgilerini sokağa taşıyor. Etkilendiği isimler arasında Kelsey Wroten, Maria Herreros, Stefan Marx, Parra, Aryz, Seiner Etam ve Laura Callaghan’ı sayan Winter, Türkiye ve Avrupa arasındaki sektörel farkların siyahla beyaz gibi değerlendirilmemesi gerektiğini söylüyor ancak Almanya’da işverenlerin Türkiye’ye göre daha cesur ve yaratıcı fikirlere daha açık olduğunu da ekliyor. C MY B