Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÖYKÜDENLİK… Öyküromanda savaşlar, dramlar… Savaşlar, öncesi sonrasıyla insanlığın tarihinde keskin birer dönemeç oluşturuyor. Yaşam kavgası da buna eklendiğinde, altından kalkılamaz sorunlarla karşı karşıya kalıyor insan. Ama bunlar, geride yitik yaşamlar bıraksa da yenileri hep yaşanıyor yazık ki… Ö yküler, romanlar farklı dilde, kültürde üretilse de değişik çağlarda, coğrafyalarda geçen hikâyeler halinde önümüze gelse de insana yönelik birer dram halinde bizi etkilemeyi sürdürüyor, kuşkusuz sürdürecek de. Sanat, edebiyat, yarattığı evrensel büyüyle, yaralı yanına merhem olurken insanın, yapayalnız geçen ömrüne de can yongası sunuyor. MUCİZE ÖZÜNAL’DAN FARKLI BİR ROMAN: ‘SEMENDER SÖYLENCESİ’ Okuduğumuz her yapıt, bu gerçekliği bir kez daha fısıldıyor kulağımıza, bunun insanlık için soylu bir umar ürettiğini gösteriyor. Bu konuda adeta uygarlık teknesi, boy aynası oluşturduğu düşünülüp söylenen Anadolu’ya geldiğinde sıra, birbirinden zengin masal, söylen zenginliği, anlatı çeşitliliği, biçem fırdöndüsü de buna ekleniyor ayrıca. Mucize Özünal, Semender Söylencesi (Cumhuriyet, 2020) adlı romanında, Anadolu’nun toplumsal karmaşalar, altüst oluşlarla geçen son yüzyılına farklı bakışla yönelip çoksesli anlatı düzleminde açık biçimli bir söylenmasal anlatısına dayalı halde bunu yeniden kuruyor, bizi bu sarmalla yüzleştiriyor. Hoş, çocuklara dönük, özellikle Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’nı ele alan bu yönde anlatı yok değil, ama belleğimi yokluyorum, masalsöylen havasında yapılandırılmış roman anımsayamıyorum. Bu yanıyla “Kurtuluş”la “Kuruluş”u açık biçimde masalsöylen biçemiyle özgün roman yapılandırması halinde başarıyla önümüze getiriyor Mucize. Üstelik bütün bütüne dramlar dizisi olarak işlediği halde, ustaca kurduğu tersinlemenin getirdiği kıvrak oyunsuluk ve göz çelen dil cümbüşü aracılığıyla kuş gibi uçurduğu romanı bir solukta da okutuyor. Gerçekten de Anadolu’nun bir tür “acılar tarihi”yken anlatılanlar, yazar, bunu bir sıra skeç, parodilerle örülü kabare oyunu ya da bir TV dizisi havasında ama Türkçenin yukarıdan esen gücüyle bir yelpaze halinde açımlıyor. Balkan bozgunuyla başlayıp Kafkasya’ya, Ortadoğu’ya uzanıyor, her cephede yaşanan çatışmalar, kırılmalar eşliğinde çekilmelerle sürüyor yapıt. Bu arada “gözleri çıralı kadınlarla adamlar”ın yaktığı ateşle “[h]ürriyet içün, kurtuluş içün”, “Heyyeti Temsiliye, Müdafaayı Hukuk” buluşmalarına (120, 121) doğru yol alınıyor. Doğrusu Mucize, bugüne kadarki öyküroman tüm verimlerinin ötesinde farklı bir kurguyla yapılandırıp öyle kotarmış romanı. Doğubatı, kuzeygüney harman yeri Anadolu’da şöyle der göç eden biri: “Harp çoktan bitti. Osmanlı yenildi. Şimdi ardımıza değil, önümüze bakmak gerek. Bu son toprağımıza, ayaklarımızla sımsıkı basmalıyız.” (129) Bana mı öyle geliyor, gereğince durulmadı sanki Semender Söylencesi üzerinde. Peki, Cumhuriyet okuru ayırdında mı Cumhuriyet Kitapları arasında çıkan romanın? DÜNYA DAMLASI D. H. Lawrence’in ‘Tilki’sinde yaşanan gerilimli ilişkiler M ucize Özünal dışarıdan, bu arada Selanik’ten Anadolu’ya göçen insanların dramını alıyordu, D. H. Lawrence, Tilki’de (Çev.: Suat Ertüzün, Can, 2020) Birinci Savaşın bitimiyle yirmilerindeki delikanlının, askerlik yaptığı Selanik’ten çiftlik evine dönüşüyle tırmanışa geçen gerilimli ilişkilere giriyor. Biri para, öteki emek gücüyle ortak olmuş iki genç kadın, “kümes hayvancılığı” yapmak üzere birlikte çiftlik almışlardır. Ancak “savaş hali”, işi “iyice güçleştir(miştir)”. “Savaş başladığından beri”, “ormanın kıyısı”nda köy yakınındaki “taşra yapısı” bu çiftliğe bir “tilki musallat olmuştu(r)” ayrıca, “tavukları götürüyordu(r)”. (12) Çiftlikte dişil varlık olarak da öne çıkan emekçi ortak, günün birinde tilkiyle göz göze gelir. Kadın, “hayvan tarafından ele geçirilmiş gibi(dir)” (16) adeta. Zaman bu sıkıntılarla akarken günün birinde, daha önce dedesine aitken savaş boyu süren askerliğinde onu kaybettiğinden habersiz delikanlı bir anda bu çiftliğe, kadınların ağır taşra yaşamına katılıverir oldubittiyle. İngiliz edebiyatının usta kalemi Lawrence, delikanlının kadınlarla arasındaki gerilimi yükseltip “uzun öykü”ye toplumsalruhsal gerilim odağında nefes nefese bir tartım getiriyor. Adamın çiftliğe yerleşme arzusu, korunaksızlık duygusu yaşayan iki kadından emekçinin, kendini erkeğin çekimine kaptırması, ayrıca orman nedeniyle doğanın, toplum olarak köyün baskılaması okuru kıskıvrak anlatıya bağlayacaktır. Bu arada delikanlının çiftliğe yerleşmesiyle tilki zaten içeri girmiştir artık. Adeta bir oda tiyatrosu oyunu bağlamında yapılandırdığı anlatısında yazar, bir yandan karakterler arasındaki çelişkiyle çatışmaya yoğunlaşıyor, öte yandan artalanda savaş sürerken ya da bittiğinde insanların çektiği dramları anlatmaya girişmeden bize göstermenin yolunu buluyor. D. H. Lawrence’tan oyun, film izlercesine okuyacağınız bir yapıt: Tilki. Murat Çelik’ten anlatı ustalığı: ‘Eve Dönmeyen Hayvan’ M urat Çelik’i daha önce okuduğumu, hatta üzerine yazdığımı sanmıştım, öyle değilmiş; yazar dört kitap yayımlamış, ben sonuncusuna yetişmişim meğer: Eve Dönmeyen Hayvan (Everest). Kendine özgü temelde, öyle yapılandırılmış bir öykü kitabı yapıt. Bir yanıyla bağlamlı öyküler, evet, ancak aralarında gözlenen “bağlam”, farklı bir ulamlamaya alınıyor. Bu yanıyla da özgün bana göre. Öte yandan dilde zengin bir sözcük dağarı sergilemiyor belki yazar, ancak bunların farklı değişimlere dayalı kullanımı, Murat’ın, tepsi içinde dili renk yelpazesi yapıp dokuna oynaya bunları cincehince hünerle sözdizimlerine yerleştirmesi, dikkatleri yansıtılan bu yaratıcılığa çeviriyor ister istemez. Bir şaire de bu yakışır ama. Yer yer şiirle kol kola olması olağan bu nedenle. Farklı bir alaysamayla da karşılaşıyoruz ayrıca. Bir çalım kara anlatıyla içlidışlı olsa da anlatılmayan, anlatının kendi içinden doğan bir alaysama bu. Ne ki dönüp dolaşıp kaynaklandığı anlatıya giriyor yeniden, bu kez alabildiğine koygun acıya dönüşüyor. Nitekim bütün alaysamalarını hüzünle kalaylayan, o parıltının içinden okura incecik içli duyarlıklar sunan bir yazar Murat. Bireyi aşan, içinde debelendiği toplumsal yaşama dönük geniş açılımlar getiren, anlatıda gereksinirliği karşılarken okur için alabildiğine boşluk bırakan farklı, zengin örüntülü anlatı damarıyla özgün öyküleme çabası, Murat Çelik’i öykücülüğümüz içinde seçkin bir yerde konumlandırıyor. Tanımak gerek onu. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor. 17 4 Şubat 2021