04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SADIK USTA’DAN ‘ÖMER HAYYAM’ ‘Hayyam, hâlâ parlayan bir yıldız!’ “Gerçek Ömer Hayyâm’ı bilmeyenler abarttığımı sanabilirler, fakat Hayyâm, insanlık tarihinin en renkli simalarından biridir” diyen Sadık Usta ile bilim insanı ve şair Hayyâm’ın biyografisine derin bir bakış sunduğu kitabı Şair ve Matematikçi Ömer Hayyâm’ı ve yüzyıllar öncesinden günümüze kadar süren etkisini konuştuk. DAMLA KARAKUŞ TARİHİN EN RENKLİ SİMALARINDAN n Şair ve Matematikçi Ömer Hayyâm adlı kitabınızda Hayyâm’ın hikâyesine ürettiğiniz soruları yanıtlıyorsunuz. Öncelikle neden Hayyâm? Hayyâm’ı gençliğimden bu yana merak eder araştırırım; rubailerini ve hayatını anladığım her dilde bulur okurum. Fakat bilim alanındaki çalışmalarından 25 yıl önce haberdar oldum. O gün bugündür de Hayyâm hakkında ne yazılırsa ilgi alanıma girer. Gerçek Ömer Hayyâm’ı bilmeyenler abarttığımı sanabilirler, fakat Hayyâm, insanlık tarihinin en renkli simalarından biridir. Kuşkusuz Aristoteles felsefe ve bilim alanında çığır açmış; Farabi, İslam felsefesinin temelini oluşturmuş, Leonardo da Vinci ve Michelangelo Rönesans biliminin ve sanatının babaları sayılırlar; Newton matematik bilimini çok ileri bir noktaya taşımıştır. Ancak kanımca hiçbiri, Hayyâm gibi iki alanda birden bu denli yetkin yapıtlar verememiştir. Bu nedenle bilim tarihçisi George Sarton “12’nci asır Hayyâm asrıdır” der. Stefan Zweig’ın “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” yapıtından esinle söylersem; Hayyâm, günümüzde ışığı hâlâ parlamakta olan bir yıldızdır. ‘HAYYÂM, 700 YIL UNUTTURULDU’ n Şöyle bir cümle var kitap başlarken: “Doğu toplumları Hayyâm’ı esas olarak rubaileri üzerinden, o da şarap ve aşk düşkünü bir şair olarak bilir…” Toplumlararası kısa bir Hayyâm değerlendirmesi rica edebilir miyiz sizden? Bir süre önce Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı İbrahim Kalın, “Bize modernleşme adı altında 150 yıldır Batı’nın hikâyeleri anlatılıyor” diyerek, geçmiş kültürel birikimden koparıldığımızı ileri sürmüştü. Ne yazık ki İslam coğrafyasında Ömer Hayyâm’ın büyük bir bilim adamı olduğu, tam 700 yıl unutturulmuştu. Ne zaman keşfedildi? 1850’lerde... n Hayyâm’ı kim unutturdu? Doğuİslam ülkeleri ki bunların başında İran ve Osmanlı gelir. Hayyâm’ın doğru düzgün bir mezarı bile yoktu, izleri neredeyse silinmişti ki sonradan 1962’de biraz da zorlamanın sonucunda bir anıt mezar yapılmıştır. Bu, büyük ayıbımızdır. Batıda Ömer Hayyâm Kulüplerinin, rubailerin çevrildiği dillerin, hakkında yapılan araştırmaların, yazılan tezlerin sayısı o kadar kabarık ki sayısını tam olarak bilmiyoruz. Bu kulüplerden biri, 1908’de İngiliz hükümetinden mali yardım dilenmeye gelen İran Şahı Muzaffereddin’le görüşmek ister. Seçkin aydınlardan oluşan bu heyet, İran Şahı’ndan ricada bulunup Hayyâm’ın mezarının bir anıt mezar haline getirilmesini isterler. Bu sırada İran Şahı, elçisine dönerek “Bu Hayyâm da neyin nesi?” diye sorar. İşte aramızdaki fark budur… ONU KEŞFEDEN VE KEŞFEDEMEYENLER n Sizce Hayyâm’ı ne kadar doğru algılıyor ya da anlıyoruz? Onu anlamanın yolu sizce nereden geçiyor? Hayyâm, matematik ve gökbilim alanında yapıtlar vermiştir. Geliştirdiği Celali Takvimi, 5 bin yılda bir gün hata payı verirken, dünyada kullanılan Gregoryan Takvimi, 3333 günde bir gün hata payı vermektedir. Yani Hayyâm’ın takvimi daha doğru. Nevroz’un marta denk gelmesini de Hayyâm’a borçluyuz ve tabii cebir ve denklem alanındaki bazı buluşlarını da. Hayyâm’ın felsefi yapıtlarına gelince: Hayyâm çoğunlukla, içkili sofraların müdavimi; nihilizm ve mistisizmden dem vuran bir derviş gibi algılanmaktadır. Çok yanlış! Şarap, Hayyâm’da bir metafordur; merak etmektir; ön kabulleri reddetmek; akıntıya kapılmamak ve yasakları çiğnemektir. Rubailerde geçen şarap yerine akıl, eleştiri, mantık, isyan, şüphe ve itiraz terimlerini koyabilirsiniz. Aynı eleştirel tutum felsefi ve siyasi risalelerinde yer alır. Tabulara meydan okumayı, vicdanlı ve ahlaklı olmayı öğretir. Bu açıdan Hayyâm algımızın da düzeltilmeye ihtiyacı vardır. n İlk bölüm Goethe’nin Paltosu başlığı ile başlıyor. Hayyâm’ın hikâyesini anlatmaya, neden bir elli yıl önce keşfedilecekken edilemediğinin hikâyesiyle başlıyorsunuz. Goethe ve Hayyâm’ın buluşamayışını bir yazar ve araştırmacı olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce buluşsalar nasıl olurdu? Buluşsalardı kuşkusuz Hayyâm’ın ruhu hem Avrupa’yı hem de bizim coğrafyayı çok erken bir dönemde dolaşacaktı, fakat bu olgu tarihin yönünü değiştiremezdi. Goethe gibi Doğu kültürüne hayran olan, Hz. Muhammed kasidesi yazacak kadar İslam’dan etkilenen evrensel bir aydın ve kültür adamının Hayyâm’ı keşfedemeyişinin siyasi ve kültürel nedenlerini açıklamak için kitaba, onun Güney Almanya’ya gezisiyle başladım. Siz sorunca kafamda daha da netleşti, belki de iyi ki Hayyâm’ı Goethe değil de İngiliz sanatçı Rosetti kardeşler keşfettiler de diyebiliriz. Çünkü devrimler döneminde devrimci aydın ve düşünürlerin etkisi daha büyük olur. n Tüm araştırmaları yapıp bu kitabı yazdıktan sonra, Hayyâm’ın hiç keşfedilmemiş olma ihtimali üzerine neler söylersiniz? Tabii bu hem bilim hem de genel olarak edebiyat dünyası açısından büyük bir kayıp olurdu. Bilimsel gelişmeler onun ve tabii ki daha birçok düşünür ve bilim insanının bilimsel çalışmaları sayesinde ilerleme kaydetmiştir. Ayrıca İslamDoğu uygarlığının neden 12’nci yüzyılda çöküşe geçtiğini de onun yazılarından anlamış bulunuyoruz. Toplumsal yozlaşmayı, dinci bağnazlığı, adaletsizliği eleştiren Hayyâm, bize o altın çağın nasıl çöktüğünü de bizzat yazılarında anlatmaktadır. Bunlar bizim aydınlanmamız için önemlidir. n Ömer Hayyâm / Sadık Usta / Epsilon Yayınevi / 144 s. / 2020. Türkiye’de mültecilik ve toplumsal uyum! T ürkiye’nin, küresel göç haritasının merkezinde durduğunu gösteren derleme Türkiye’de Mültecilik, Zorunlu Göç ve Toplumsal Uyum Geri Dönüş mü Birlikte Yaşam mı? (Bağlam Yayınları); göçmenlik, mültecilik ve toplumsal uyum gibi kavramlar ekseninde tartışılan zorunlu göç olgusu, Türkiye’de hukuksal, politik ve işgücü piyasalarında ortaya çıkan yapısal dönüşümlere dikkat çekiyor. Zorunlu göçün vatandaşlık, göç ve refah rejimi alanlarında kısa ve uzun vadede ciddi dönüşümleri barındırdığına işaret ediyor. Göç yazınının yetkin akademisyenlerince hazırlanan kitap, güncel göç ve toplumsal uyum politikalarını farklı boyutlarıyla tartışmaya açıyor. Ayrıca Türkiye’de sığınmacı, geçici korunan ve şartlı mülteci gibi farklılaşan statülere sahip olan Iraklı, Afganistanlı, Suriyeli, İranlı, Somalili gibi zorunlu göçle gelenler ile Ukraynalı, Moldovyalı gibi farklı göçmen gruplara yönelik olarak İstanbul, Ankara, Isparta ve Gaziantep gibi farklı kentlerde yapılan saha çalışmalarıyla göçmenlerin özne olma halleri ve birlikte yaşam deneyimlerini paylaşıyor. Uluslararası göçün küresel/yerel, düzenli/düzensiz, toplumsal cinsiyet temelli ve siyasallaşan boyutlarını toplumsal uyum ve birlikte yaşam sorunsalı bağlamında yeniden düşünmek için bir olanak sunuyor. n 16 4 Şubat 2021
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle