Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
George Orwell’i nasıl okumalıyız? George Orwell okuru olmak istiyorsanız, onun günlüklerinden başlamanız kaçınılmaz. Onun yazı düşünürlüğü halinden gözlem yeteneğine, ayrıntıları görme/okuma biçiminden içsesinin tınısını hissettirmeye, düşünce dünyasının yansılarını görmeye çıkılacak bir yolculuk için sanırım çok da beklemeniz gerekmez. FERİDUN ANDAÇ “POLİTİK AMAÇLAR” Edebiyat siyaset ilişkisi gündeme geldiğinde George Orwell adı sıklıkla anılır. Özellikle de Bir Dokuz Yüz Seksen Dört (1949), Hayvan Çiftliği (1945) romanlarıyla enine boyuna konuşulur. Yaşamına dair edilen sözler ise, biraz da, Orwell’i mitikleştirmeştir. Raymond Williams’ın şu imleyişi de yerinde, bence; “Orwell, ölümünün hemen ardından bir simge haline geldi.” Yazınsal birikimini var eden yaşama eylemini düşünürsek; orada yoğunluk, tanıklık, sözü olan birinin çağına tuttuğu aynadan yansıyanları görürüz. Williams, ona dair şu önemli tespiti de yapar üstelik: “Yaşamı ve yazdıkları birbirinden ayrılmayan, başkalarının da özeneceği bir yaşam ve yazma üslubu getiren insanlardan biriydi.” * Onu yazdığı ve yaşadığı gibi görmek anlamak, işte o “üslub”un taşıyıcı/etkileyiciliğine de açık olmaktır. Öyle ki; Orwell, yaşamı yazıya dönüştürmenin bir ustasıdır. Kısa denebilecek (47 yıl) ömrüne sığdırdığı yapıtları, bunların yazılmasına neden olan yaşama seyri bize yeterince bilgi vermektedir. İşte bir yazarın yaşamı ve yapıtının/ yaratıcılığının en iyi tanıklığını da kurmaca anlatılarının dışında özyaşamına dair yazıp ettikleri getirir. Orwell’in, yaşama hengâmesi içinde, uyarıcı, hatta eleştirel yanı önde olan Hayvan Çiftliği’ni ve Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ü yazma ikliminde gezinirken tuttuğu günlükler bir bakıma düşünce dünyasının da tanıklığını getirir. Bir denemesinde, “propagandanın içinde boğulmuş edebiyat”tan söz ederken; şunun da altını çizmekten alamaz kendini: “Edebiyat politik olmak zorundaydı, çünkü aksi takdirde düşünsel açıdan ahlâkını korumak imkânsızlaşıyordu.” (Balinanın Karnında, s.10) “Neden Yazıyorum?” adlı denemesinde, “yazarın meselesi yaşadığı çağ tarafından belirlenecektir,” derken de şu itkilerden söz eden gene kendisiydi: “katıksız egoizm”, “estetik coşku”, “tarihsel itki” ve “politik amaçlar”. Giderek Orwell’i, özellikle de andığımız iki romanı nedeniyle, yargılayıcı düşünceler yaygınlaşsa da; öngörülü bir yazarın ahlaki duruşunu göz ardı etmemek gerektiğini düşünüyorum. Bunu serimleyen günlüklerine göz atmak yeterli, bence. Orwell, “Balinanın Karnı” denemesinde dönemin zihinsel atmosferinden söz ederken; yazılan/kurulan edebiyatın “ne”liğine bakar. Öyle ki; “moda” olanın geçiciliği, “iyi edebiyat”ı var edenin ne tür birikimler/ bakış açısı gerektirdiğini de imler. “Politikleşme” tehlikeli, bakış açısızlık/ birikim yoksunluğu ise vasatlıktır. Bir zamanlar kitlelere yakınlaşabilen edebiyatın, mevsimi geçince – yani onları var eden “hareket bitince”; unutulmaya yüz tutabileceği gerçeğini de görebilen biridir Orwell. Andığım denemesindeki şu tespiti ise dikkate değerdir: “Roman, fiiliyatta sanatın protestan biçiminden başka bir şey değildir; başına buyruk, özgür aklın meyvesidir. Geçtiğimiz yüz elli yılda yaratıcı düzyazı açısından hiçbir on yıl, 1930’lar kadar çorak geçmemiştir. İyi şiirler, sosyolojik çalışmalar, zekice yazılmış risaleler vardı, ama kurmaca türünde değerli hiçbir şey bulunamaz. 1933’ten itibaren ortaya çıkan zihinsel iklim bunu giderek zorlaştırdı. Dönemin ruhuna kapılacak kadar duyarlı olan kim varsa politikaya bulaştı.” (s. 101) Orwell, bu denemesini 11 Mart 1940’ta yayımladı; yani Savaş Günlükleri’ne başladığı mevsimde. GÜNLÜKLERLE GELEN TANIKLIKLAR Salâh Birsel’le günlük üzerine yaptığımız sohbetlerde, sözü onun günlüklerine getirmeden önce “günce” ile “günlük” arasındaki ayrımı enine boyuna konuştuğumuzu hatırlarım. Nurullah Ataç’ın “günce”deki ısrarına neden “günlük”le yanıt verip, bunu da ilkin kendisinin söylediğini de ironik biçimde anlatmıştı. Birsel’in günlükleri bir bakıma Ataç’ın güncesinde görmediklerimizin sırlı yüzüdür. Her ikisi de tanıklık getirse de; içsesin anlamı/yordamı farklıdır. Birsel kendi yolunda bir anlatıcı, üstelik üslupçudur. Ataç ise kendine karşı bir günceci! Orwell’in üç ciltlik günlüklerinde yol alırken karışıma çıkan, onun okurunu da hiç mi hiç yanıltmayan bir tutumla yüzleştiğimi söylemeliyim: Yazıya/düşünmeye adanmış bir ömür. Eğer bir yazarın günlüğünü okuyorsanız, bence, oradaki içtenliğini gösteren en önemli yan, bu “adanmışlık” düşüncesidir. Kendini oradan görmek bir yazar/anlatıcı için önemlidir. Bir tür böylesi günlükleri “söyleşim”, yani yazarın kendisiyle diyaloğu gibi görürüm. Ki, öyledir de! Hatırlayalım; Platon’un “Diyaloglar”ı birer günlük değil midir sizce? Günlük, Orwell gibi bir yazarın kendi yazı/düşünme/yaşama yolculuğunun aynasıdır. Cesare Pavese’nin Yaşama Uğraşı onun edebî haritasının rengi/soluğunu ne denli anlatıyorsa; Kafka’nın, Zweig’ın günlükleri de öyledir. Hele bir “savaş muhabiri” anlatıcının yüzünü günlük yazmaya dönmesi, bunu da hiç sektirmeden sürdürebilmesi önemlidir. Savaş öncesi (Ağustos 1931Nisan 1940), savaşta (Mayıs 1940Kasım 1942) ve savaş sonrasında (Mayıs 1946Eylül 1949) tuttuğu günlüklerin içinde en ilginci de “Jura Adası” günlüğüdür diyebilirim! “Ev Günlüğü” adını verdiği 5 cildin sonuna eklenen “kayıt notları” ise gene Orwell’in günlüklerine yansıyan yazı yaşamının izlerini gösterir. Kuşkusuz aslonan günlüklerdeki George Orwell’dir. George Orwell okuru olmak istiyorsanız, onun günlüklerinden başlamanız kaçınılmaz. Onun yazı düşünürlüğü halinden gözlem yeteneğine, ayrıntıları görme/okuma biçiminden içsesinin tınısını hissettirmeye, düşünce dünyasının yansılarını görmeye çıkılacak bir yolculuk için sanırım çok da beklemeniz gerekmez. İlk günlüğünün kapağını açıp bir pencere önü okumaya kendinizi hazırlayabilirsiniz. Ve eminim ki ardından denemelerine, özellikle de Balinanın Karnında, Neden Yazıyorum, Kitaplar ve Sigaralar’a da yolunuzu düşüreceksiniz sevgili okurum. n (*) Çağdaş Ustalar: Orwell, Raymond Williams; Çev.: Nejat Bayramoğlu, 1985, Afa Yay., 128 s. Okuma Önerileri George Orwell 4 Savaş Günlükleri: I, Çev.: Levent Konca, 2017, Sel Yay., 176 s. 4 Savaş Öncesi Günlükler: II, Çev.: Müge Çavdar, 2019, Sel Yay., 380 s. 4 Savaş Sonrası Günlükler: III, Çev.: Burcu Halaç, 2020, Sel Yay., 238 s. 4 Hayvan Çiftliği, Çev.: Celâl Üster, 2001/2020, Can Yay., 151 s. 4 Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Çev.: Celâl Üster, 1984/2020, Can Yay., 350 s. 4 Paris ve Londra’da Beş Parasız, Çev.: Berrak Göçer, 2015, Can Yay., 244 s. 4 Boğulmamak İçin, Çev.: Suat Ertüzün, 2015, Can Yay., 254 s. 4 Wigan İskelesi Yolu; Çev.: Levent Konca, 2016, Can Yay., 238 s. 12 23 Temmuz 2020