Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AHMET BÜKE’DEN ‘VARAMAYAN’ ‘Çöpler tarihi ele verir’ Ahmet Büke Varamayan’da önceki öykü kitaplarında belirginleşen öykü anlayışını farklı biçim denemeleriyle sürdürüyor. Hayatın içinde sürüklenirken göremediğimiz ayrıntıların hikâyelerini bize gösteriyor. ÜMİT CİNGÖZ A hmet Büke’nin, Varamayan adlı 87 sayfalık öykü kitabı iki bölüm: İlk bölüm otuz sayfalık uzun öykü “Varamayan Ahmet”ten; ikinci bölüm ise birbirinden şeklen bağımsız ancak dil, anlatım ve ruhen birbirine bağlı kısa öykülerden oluşuyor. Kitap kapağındaki tren penceresi fotoğrafı, asker ocağından bir türlü köyüne ve anasına varamayan Ahmet’in bindiği “kara boş” trenin kapkara penceresi ile uyumlu. İlk öykü “Varamayan Ahmet”, istasyon adlarını saymazsak, sekiz bölüm: Zaman zaman, Borlulu Ahmet’in acemi ocağında ilk gecesidir, Kara boş, Nöbetgâhta Hıdırellez gecesi, Şafak doğan güneş, Yol başlıyor: Bandırma, Kara boş bir trende zaman, Şahan kalkışı ise öykünün alt bölümleri... ESİP GİDEN RÜZGÂRLAR Varamayan Ahmet, Borlulu, dul ananın kel oğlu değil; dul anasının aklı kıt, yüreği temiz, çocukluğunu hiç öldürmeyen askerlik çağındaki oğlu. Binmesi gereken trenleri yakalayamayan, inmesi gereken durağı ve en önemlisi sevdiklerine kavuşma hayallerini bir türlü tutturamayan... Öykü, yazarın Saros Körfezi’ni, zamanı, çöpleri ve rüzgârı betimlemesiyle başlıyor ama kayıp giden zamanı, esip giden rüzgârları, geçip giden çocukluğunu kim anlatabilmiş? Şimdiki yeni Türkiye’de paralı askerliğin bu kadar itibarlı olduğuna bakmayalım, eskiden kırlık, köylük yerlerde ve Varamayan Ahmet’in köyünde askerde bot bağlamayanın işi zormuş; o köyün dağı, bayırı dik, suyu kıt, fakirliği çok olsa da! O vakitlerde de bedelsiz şehadet şerbeti içirmek, askerlerin sıvasız evlerine fakirliği örtemeyen bayrak asmak önemliymiş! “Zira çöpler tarihi ele verir. Onlar zamanın peşinden koşup gelen yaramaz çocuklar gibidir.” (s.15). Sayılı günler nasıl tez geçerse askerliği de öyle bitmiş Borlulu Ahmet’in. Bitmiş bitmesine, almış tezkeresini de Ahmet, trenden Akhisar istasyonunda nasıl inecek, evine, anasına nasıl kavuşacak? Hem de cümle mahlukat varmak telaşın dayken bir yerlere! İzmirli Yavuz Onbaşı, kara boş trende bir başına Ahmet’i bırakıp kendi memleketine gidince Ahmet ineceği istasyonda uyanmayı bir türlü başaramaz, kara boş trenden bir türlü Akhisar durağında inemez! Kendini hep uykusuna, çocukluk, köylük hatıralarına ve anasının hayallerine, köyünün kahvesindeki taş seslerine, sigara dumanına, oralete, demli çaya, bir de duvardaki paşaların toplu fotoğraflarına kaptırır. Uyanınca Akhisar durağını geçtiğini anlayınca karşı taraftan gelen trene bindirilir ama nafile! Pamuk ve buğday tarlaları göz alabildiğine uzanır, manzarayı seyrederken yine uyur! Ahmet durağı yine kaçırınca, biraz vicdanı kalmış Yusuf onu Soma Kömür Katarı’na, kara trene, gizlice bindirir ki tren Akhisar’dan su alırken Ahmet insin! Ahmet gözkapaklarının ağırlığına, hatıralarının cazibesine dayanamaz yine! Elinde köylü kasketi, rüyasında evlerindeki ocağın karşısındaki minderde, çatlayarak yanan meşe kütüğünün kokusunu içine çeke çeke ineceği durağı yine kaçırır! “Tam o anda bir şahan kabakların üzerinden geçti. Ok gibi gökyüzüne çıktı da çıktı. Sonra doğuda gün doğusuna, gü neyde gün ortasında; batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar baktı. Cümle mahlukat varma telaşındaydı bir yere.” Odysseus’la ilişkisi ve nostalji bağlamında göndermelere ve farklı okumalara açık güçlü bir öykü “Varamayan”. DAĞLARIN, GÖLLERİN, GÖÇLERİN HİKÂYELERİ “Eski Ağrı”da gök boz donunda. Yağdı yağacak havası... Pencerede alıcı kuş, tarlada fareler, geyik, serçe, saksağan, karla yağan sessizlik, eli reçine kokan küçük oğul... Akmaz gibi görünen zaman tıkır tıkır...“Olsun. Tanrı kimi sevmeyeceğini bilir. Sevmedikleriyle daha çok ilgilenir ama.” (s. 48) “Ejderhanın Endişesi” işsiz baba Salih, yağmur, haşhaş çiçeği görmemiş mırıl mırıl tekir kedi kardeş, pembe peluş ejderha ve bebek Zehra’nın hikâyesi... “Nefes”te milletinin ciğerlerine sigara dumanının verdiği zarara üzülen dünya liderlerinin hikâyesi yok! Ülkemiz, tarihinin en büyük maden kazasında madenci yakınlarına tekme atabilecek kişileriyle meşhur olsa da bu hikâyede meşhur olmayan madenci çocuğu Cemil ve sigara içen arkadaşları var. Cemil’in babasını göçükten almışlar. Ateş nefes ciğerlerini yakmış. Tam on gün bir delikten hava vermişler. Bir gece ölmüş. “Ateşe Ne Diyelim” böğrü güçlü, kır kuyruklu ulu kurdun hikâyesi. Korkudan, faşizmden, birbirine sokulan halkların hikâyesi gibi... Korkudan yorganlarını başlarının üzerine çekip dışarıdaki canavarların boğduğu kuzuların seslerini duymamak, görmemek, hatırlamamak için... Kurtları salıp taşları bağlayanları bilmeden... Köpekleri onun soyundan olmasa çıkarlarmış belki karşılarına... Çünkü kuyruğu kır kurdun bıraktığı yavruyu koynuna alıp soğuktan korumuştu bir Meryem! Esirgeyen kadınlara hep aynı ismi verirlermiş bu köyde: Meryem. “Yurtsuz Duyan” bir bedevî bahar masalı, Mehmed Fazıl, annesi, çöllerin, göçlerin, göçerlerin hikâyesi... Mutlu akmayan her zorlu günlerin, yurtsuzların... “Çöl büyük ayaklarıyla bizde gezinirmiş eskiden. Tuzlu, çatlak topuklarıyla dans edip bu kocaman boşluğa çöküp kalmamış. Çöl hep bizim eteğimize bırakmış kendini.” (s.63) Mehmed Fazıllar göçer, büyür, dayak yemeyi, dayak atmayı, dilenmeyi, Saat Kulesi’nin yerini, kumruları, güvercinleri ürkütmeyi, eve sağ salim dönmeyi öğrenir göçerlikte. İkinci bölümün öbür öyküleri “Hayat Tuhaf”, “İnsan İlişkileri ve Buzdolabı”, “Bazı Tuhaflıklar Geri Döner”, “Eski Yerçekimi”, “Yine Acıktık”, “Sevdiğimiz İnsanlar Sevdiğimiz Kediler” yazının başında da belirttiğim gibi, şeklen birbirinden farklı olsa da merkezlerine aldığı insanlar bağlamında birbirleriyle ilişkili. Varamayan’da Ahmet Büke, daha önceki öykü kitaplarında sürdürdüğü öykücülük anlayışına farklı biçim denemeleriyle devam ediyor. Hayatın içinde koştururken göremediğimiz ayrıntıların, hayallerin, iç seslerin; köydeki, kentteki, askerdeki insanların, pelüş ejderhaların, sigara içmeye çalışan haylazların, tekir kedilerin, dağların, göllerin, masalların, çöllerin, göçlerin hikâyeleri... Okudukça, üzerinde yaşadığımız toprağı, soluduğumuz havayı, konuştuğumuz dili, daha derinliğine kavrayacağımız hikâyeler… n Varamayan / Ahmet Büke / Can Yayınları / 87 / 2019. 12 25 Haziran 2020