05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MERHABA Beyaz dil, kara dünya Kimi yazarlar yaşarken iyi kötü tanınır ama öldükten sonra unutulur, onyıllar, bazen yüzyıllar geçer, yeniden gündeme gelir. İşte Fransız Emmanuel Bove (1898 1945). Yaşarken tutulan bir yazarmış, Rilke’den, Gide’den aferin almış. Max Jacob da çok beğenirmiş. 1977’de ilk iki romanının yeniden basımına kadar kadar silinmiş belleklerden. G erçi Samuel Beckett, 1950 yılında “Kimi okuyalım?” sorusuna, “Bove’u... Onun gibi can alıcı ayrıntıları kavrayan kimse yok” gibi bir yanıt vermiş ama hep diyoruz ya, edebiyat ile edebiyat piyasası örtüşmez her dem. Bu bağlamda gözden kaçmamalı: Bove’un unutulduğu dönem Fransa’nın Utkun Otuzlar (Les Trente Glorieuses: 1945 1975) denen parlak yıllarıyla örtüşmektedir. O dönemde Fransız kültür yaşamının Bove gibi karamsar ve sahne ışıklarını sevmeyen bir yazarı anımsama gereksinimi yoktu. Gerçekten de Bove La Bohème yıllarının yazarı değildir. Bove’u raftan indirenler arasında Peter Handke, Wim Wenders, John Ashbery gibi isimler de var. Ben Bove ile 2003 yılında en ünlü romanı Mes Amis’yi (Arkadaşlarım) okuyarak tanıştım. Beğenmiştim, içerik açısından da yeni bir aylak adam, yeni bir Oğuz Atay kahramanı keşfetmiştim. Aynı yılın sonuna doğru Europe dergisi bir Bove sayısı çıkararak anımsadı 1927’de önemli bir metnini bastığı yazarı. Bove’a ilişkin bilgim arttı. Bove’un otuzu aşkın kitabından birkaçını daha okudum. Orada kaldım. Birkaç ay önce Mes Amis’nin Türkçesi (Arkadaşlarım) Can Yayınlarınca yayımlandı. Korona girdi araya, henüz görmedim ama ödüllü çevirmen Neşe Erbaş’ın iyi iş yaptığını varsayıyorum. FRANSA’NIN KARANLIK ARKA SOKAKLARI Bove kendine özgü bir dünya kurabilmiş yazarlardan. Hayatın dışladığı ya da hayatı ıskalamış güçsüz, sıradan kişileri anlatır. İki savaş arası Fransa’nın karanlık arka sokaklarında dolanır. Ürkütücülük, üzücülük, grotesklik iç içe. Siyah beyaz film gibidir anlatıları. Europe’un 1927’de yayımladığı metninde bir kasabayı nasıl anlattığına şu alıntı örnektir: “Hava sisli, evler talim saatindeki kışlalar gibi boş olduğunda (...) ağır bir yeis çöker Becon les Bruyeres’in üstüne.” Yarattığı atmosferi düşününce çağdaşı dışavurumcu Alman filmler aklıma geliyor. Bove 1924 yılında ilk öyküsü olan Le Crime d’Une Nuit (Bir Gece Cinayeti diyelim) ile Colette’in dikkatini çekmiş, ama bu öyküden önce ilk romanı Arkadaşlarım yayınlanmış. Ardından Armand romanı gelmiş. Bunların yanı sıra okuduğum öteki metinleri, okumadıklarımla ilgili olarak gördüğüm yorumları düşününce Arkadaşlarım romanının ayrı bir önemi olduğu sonucuna varıyorum. ‘EDEBİYAT YAPMADAN’ İYİ YAZMAK Bir savaş gazisinin ağzından bir romandır Arkadaşlarım. Kenara atılmış, azıcık emekli maaşına kalmıştır kahramanımız. Birinci Dünya Savaşı’nda ağır yaralanmış ve madalya almış olmasının artık anlam taşımadığı bir toplumsal ortamda yaşamaktadır. Bir yerde “Üzgün ve öfkeliydim. Bütün ömrümün yalnızlık ve yoksulluk içinde geçeceği izlenimi umutsuzluğumu artırıyordu.” der. Boş gezenin boş kalfası, dört döner Paris sokaklarında. Dost arar, sevgili arar, eh, biraz da para arar. Romanın her bölümü bu yönlerde başarısız kalacak ayrı bir girişimidir. Dünya onsuz da değişip gider. Aslında sıradan sayılabilecek bu öykü müdür romanı ayrı kılan? Hayır, öykünün anlatılma biçimidir. Başkişi çevresine, düzene, giderek kendine yabancılaşmış bir kişidir. Belki de bu yabancılaşmışlığın sonucu olarak iyi gözlemcidir. Olayların hem içindedir hem de dışındaymış gibi gözlemler. Kendini de seyreder. Gözle algılama önemlidir. Sinemalık sahneler okursunuz. Anlatıcı psikolojik bir derinlik yaratır gözlemlerinde. Ne kahramanımız ne de öteki kişiler güven verir. Ne kişiler ne de toplum sağlıklıdır. Ancak, genellikle yapıldığının tersine, kişilerin ruh hallerini bilgiççe irdelemek değil davranışlarını, devinilerini, özellikle anlamlı ayrıntıları yakalayarak betimlemektir yöntemi, soğuk, nesnel bir anlatım. Yorumculara göre, varoluşcuların, yeni romancıların biçeminin habercisidir Bove. Kısa, vurucu tümcelerle yazar. Marcel Proust’un uzun çetrefil, Flaubert’in kalıp gibi tümcelerini kanon eylemiş Fransız yazınının alışık olmadığı bir biçemdir bu. Ağdalı yazı Fransızcasının yerini kimileyin telegrafik bir yazım almıştır. Biçemden (üslup) soyunma, “edebiyat yapmak”tan kaçınma çabasıdır bu.. Le Crime D’une Nuit’de alıştırmasını yaptığı tarzdır. Bove’un “edebiyat yapmadan” iyi yazmasını Roland Barthes’ın “beyaz yazı”sına örnek tutanlar vardır. Barthes’ın, tanımını tam vermediği bu kavramı, yazmanın nötürleşerek bildiğimiz yazını değiştirmesi ve “insan sorunsalının” çıplak haline ulaşması olarak anladığını söyleyebiliriz. Barthes örnek diye Camus’nün Yabancı’sını gösterir. Diğer bir örnek Jean Cayrol’un, toplama kamplarının zulmetini iskelet gibi kuru bir biçemle anlattığı olağanüstü metni Gece ve Sis’tir (Nuit ve Brouillard: Nazilerin faili meçhul cinayet sistemi Nacht und Nebel). Minimalizm beyaz yazı’nın akrabasıdır; Houellebecq’in yavan biçemiyse düşman kardeşidir. Karanlığın üstünü edebiyatla örtmemektir beyaz yazı. Edebiyatta anlatım biçimi ve biçem aynı zamanda bir duruştur. “... nötür yazı klasik sanatın ilksel koşulunu yeniden keşfeder: araçsallık. Ancak bu kez, biçimsel araç utkun bir ideolojinin hizmetinde değildir: yazarın yeni konumlanmasının tarzıdır. Bir sessizliğin var olma biçimidir.” derken Barthes, Bove’un duruşunu da anlatmış olur. Beyaz yazı kara dünyaya bir kafa tutma duruşudur. Türkçe bu duruşa Fransızcadan çok daha uygundur. Ne yazık ki, bunu ayrımsayan yazarımız pek azdır. n B u sayımızın kapağında çağdaş şiirimizin öncü isimlerinden Ülkü Tamer var. Kendi seçtiği şiirlerden oluşan Ben Sana Teşekkür Ederim’in yayımlanışıyla yeniden gündemde. Ülkü Tamer ilk şiirlerinin yayımlandığı 1950’lerin ortalarından 1960’ların ortalarına dek on yıllık sürede İkinci Yeni akımının kendine özgü dünyasıyla ilgi uyandıran bir şairi olarak sivrildi. Sonrasında ise halk şiirine, doğduğu Antep’e yönelmesiyle çağdaş bir Yunus gibi çok yalın, çok etkili şiirler yazdı. Bu şiirlerin kimileri Zülfü Livaneli’nin besteleriyle milyonlarca insana ulaştı. Çevirileri, sinema ve tiyatro aşkıyla da bulunmaz bir insandı Ülkü Tamer. Ama belki de kültür hayatımızın gördüğü en alçakgönüllü insanlardan biri olmasıyla da ayrı bir yeri oldu hep. Herkesin arkadaşı, herkesin yardımcısıydı. Seçme şiirler kitabına o ünlü şiirinin adını vermiş: “Ben Sana Teşekkür Ederim”. Biz sana teşekkür ederiz Ülkü Tamer, ne güzel yolculuklara çıkardın biz okurlarını, ne bilinmez serüvenler yaşattın hepimize. Antep’ten İthaka’ya, bütün istasyonlarına uğradın dünyanın, hep “gole giden bir panter” gibi, “Hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten”lerin dünyasında. “Güzellikten geliyorum, güzelliklerden” diyorsun ya, aslında şiirlerinle okurlarını götürdüğün yer orası: Güzellikler… Umutların arasından Kirpiklerin karasından Mahpuslardan, dört duvardan Güneş topla benim için KITAP l İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına: Alev Coşkun l Genel Yayın Yönetmeni: Aykut Küçükkaya l Yayın Yönetmeni: Turgay Fişekçi l Editör: Gamze Akdemir l Tasarım: Bahadır Aktaş l Sorumlu Müdür: Olcay Büyüktaş Akça l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul l Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam Genel Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. Aş., Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No: 11A/41 Bahçelievler İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. [email protected] [email protected] twitter: www.twitter.com/CumKitap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle